bugün

Kordi Miloviç'i duymuşluğunuz var mıdır, pembe tombul bir operet yıldızıydı, Avusturyalı... Yoksa Cordy Milowitz mi yazmalıyım?

Birinci savaş yıllarında istanbul'a gelmişti, istanbul'u kasıp kavurmuştu...

Haspa bir yandan Tepebaşı Tiyatrosu'nda Çingene Baron ve Çardaş Prensesi gibi eserlerde bülbül gibi şakıyordu, bir yandan da, temsilden sonra, Tokatlıyan Oteli'nde yatak çalışmalarına ağırlık vermişti...

iaşe Nazırı Kara Kemal ve levazımcı Topal ismail Hakkı'nın zengin ettiği ittihatçı bulgur kralları, mercimek kralları, vagon tacirleri de, Miloviç'in kapısında kuyruğa girmişler, karının cıgarasını bin liralık Osmanlı Bankası banknotlarıyla yakar olmuşlardı... Yatağına banknot da döşüyorlar, binlerce lirayı karıya çarşaf yapıyorlardı... Yol yakındı, hemen köşedeki Cercle d'Orient kulübünün kumar masasından kalkacaksın, Galatasaray yönünde elli adım yürüyüp otele dalacaksın. istersen çıkınca otelin lokantasında yemek de yiyebilirsin, şampanya dahil yüz kuruş.

Aynı günlerde Laleli yangın yerinde ve de Sarayburnu sur dibinde otuz kuruşa erkek çocuk satıyorlardı, açlıktan.

Çocuk satıyorlardı dediysek, evlat edinmek için değil tabii... O çocukların anaları da sokağa düşmüşlerdi, içinden süpürge sapı çıkan yarım okkalık kara tayına... Bunlar genellikle şehit eşleriydi.

(Yaa... Yoksa siz, halkın ittihat ve Terakki'ye gösterdiği derin tepki 2007 yılının işidir mi sanmıştınız?)

Son günlerde çalınan savaş tamtamlarının gürültüsü içinde, Miloviç aklıma geldi, bir kostaklanma da dikkatimi çekti.

Hemen herkes 'bedeli neyse ödemeye hazırız' diyor. Kiminin kanı kaynadığı için, kimisi hükümeti batırmak amacıyla.

Futbolda denemeyi pek sevdiğimiz 'doldur boşalt' yöntemi gibi, bunun da bir 'Irak'a gir, vur, çık' işi olduğunu sanıyorlar.

Uzun soluklu bir serüvene gerçekten hazır mısınız?

Arabanızın deposunu bin liraya dolduracağınız bir serüvene?

Doların beş lira, avronun on lira olduğu, Migros'ta hiçbir ithal tüketim malını bulamayacağınız, gene Amasya'nın elmasına, Anamur'un muzuna kalacağınız bir Türkiye'ye hazırlığınız gerçekten tamam mı? (işin kötüsü, o durumda Diyarbakır'dan karpuz da gelmeyebilir.)

Karaborsa yapmayacaksınız ama, söz mü? istifçilik de yapmayacaksınız, tezgâh altından mal satmayacaksınız!

Televizyon orospularına para yedirmeyeceğinizi garanti ediyorsanız, ben varım.

Çünkü, misliyle artarak gelecek olan şehit tabutlarının hiçbirinin içinde, Kuruçeşme gecelerini kasıp kavuran zengin piçleri olmayacak.

Gene köylü çocuklarıdır ölecek olanlar... Aç kalacak olan da işçi ve memur. Sokaklarda sürünecek olanlar, emekliler.

Var mıdır aranızda güneydoğu cephesine gönüllü gidecek, yok canım, vuruşmaya değil, geri hizmette çalışmaya?

'Hayatını küçültmek' deyimiyle küçümsenip geçilen o darlığa gerçekten düşünce yaygarayı basmayacaksınız, söz mü?

Örneğin ücretiniz yarıya inince şarlamayacaksınız, okey?

Var mısınız Tekalif-i Milliye'ye, her evden iki kat don fanila, çorap vermeye? (Kağnıyla mermi taşıtmazlar, korkmayın, o eskidendi.)

'Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda zaten mevcuttur' demişsiniz, demek ki uçak, helikopter, tank, top gerekmiyor...

Ama sıkıntıya girmek şart. Kaçınılmaz.

Kaçmayacaksınız, kaytarmayacaksınız. Yemiyorsa, bedeli her neyse ödemeye hazırız diye efelenmeyiniz. Kostak değilseniz, boşa kostaklanmayınız.

Çünkü o bedeli kendiniz ödemeyecek, gene başkalarına ödeteceksiniz... Bugüne kadar öyle olmamış mıydı?

engin ardıç
güne küfür ederek başlamamı sağlayan vatan satılmışının yazdığı yazı müsvettesi. bizler bedel ödemeye hazırız engin ardıç. ama işe senden başlamayı o kadar çok isterdim ki.
akp saksakcisi bir yazardan baska ne beklenebilir ki? sahti , sahbaz olmus.

(bkz: bsg)
klasik klavye delikanlıların bağırıp çağırdığı bir engin ardıç yazısı.

herzaman söyledim, yine söylüyorum.

kuzey ırağa ilk tezkerede girmeliydik. o zaman yine bu klavye delikanlıları bağırıp çağırdılar, girmeyelim dediler. ne oldu? pkk iyice güçlendi. girseydik ne olurdu? pkk'yı kontrolümüz altına alırdık, ekonomik olarakta bizim kontrolümzde olurdu bazı şeyler. ama kamuoyu baskısı o kadar çoktu ki. tezkere geçmedi.

şimdi tezkereyi aldık. girelim diyoruz körü körüne. peki ya sonuçları? belli ki abd bizim ırağa girmemizi istiyor. onun jandarması olmamızı istiyor.

ilk tezkerede abd'nin uşağı olmayalım diyenler, asıl şimdi onun uşaklığını yapmak istediğinizin farkında mısınız?

edit:

--spoiler--
eski mitçi Mahir Kaynak, ABD'nin Kuzey Irak'tan çekilerek bu bölgeyi Türkiye'ye bırakacağını öne sürdü.
--spoiler--
(bkz: küfretme isteği doğuran anlar)
(bkz: satılmış kalem)
ilk tezkereye hayır oyu verenlerin şimdi uşaklığını yaptığınız akp nin milletvekilleri olduğunu hatırlarsanız kimin kime uşaklık yaptığını, kimin neresinin ne kadar deli kanlı olduğunu daha iyi anlarsınız. ancak o gün bile bu hayır oyu veren insanlar sizden daha çok vatanına milletine bağlı insanlardır. teslimiyetçiliğiniz o kadar tavan yapmış ki günahsız insanların ölümü için tetikçilik yapmak, akan kan içinde nefis masturbasyonu yapmak yakışır ancak sizin gibilere. ama biz kendimizi korumak, vatan evlatlarının kanının akmasını önlemek için bugün bu operasyonun yapılmasından yanayız. öldürülen 600 binden fazla sivilin katili olmak, abd nin suç ortağı olmak için değil.
engin ardıç'ın birinci dünya savaşında yaşanan acılara dikkat çektiği bugünkü köşe yazısı. Anlattıkları maalesef doğrudur.

Ancak köle olmaktansa bu sıkıntıları çekmeye hazırız diyesim var engin ardıç'a.
engin ardıc ın kendi sisirmeleri olan kuzey ırak bataklığından fena halde gözünün korktuğunu gösteren yazısı .
yahu adam ne yapalım peki o zaman ?
sen bir sıkmadıkça adam yüzkere sıkıyor .
bombaları patlatıyor .
askerlerini dağa kaldırıyor .
birde bunlarla övünüp dalgasını geciyor .
millet sokaklara dökülmüs kanlarını istiyor .
hazırmısın diye soracak zaman mı kalmıs be adam ,
asıl sana sormak lazım ; hazır mısın ?
Girelim mi girmeyelim mi derken, elli kilometre girmişiz yahu... Ama kesmiyor.

Bize bir Genç Osman lazım ki atlayıp hendeği geçecek, Bağdat’ın kapısın açacak (kapısını değil, kapısın)...

Hoyda bre!

Arkandayız paşam, elimizde viski bardağı... Teşhis budur.

Vatan uğruna gerekirse Cabernet Sauvignon bile içeriz.

Aslına bakarsanız ben askerliğimi yaptım, rüşvet yemem, kedileri köpekleri severim, çay demlerim, erkenden yatarım... Deeemir aağlarlaa ördüüük ana yuurdu dört baştaaan...

Keşke Deniz Baykal'ı da iktidara getirebilsem ama olmuyor.

Hiç olmazsa bırakın beni Bağdat'tan girip Basra'dan çıkayım! Yiyeeeyyt ulaaaayn!

Aksi takdirde tiraj kaybediyoruz ağabey...

Neyse, yeni gelen çocuk Emin'in yerini tuttu gibi.

Bekir'i içeriye kaydırıp onu üçe mi çeksem, ne halt etsem?

Bastır oğlum, satışlar bombok.

Bastırdım amirim: Ulan bir Mehmet Aurelio kadar olamadınız.

'Korkma sönmez' diyor adam, siz korkuyorsunuz. Üstelik sünnetliymiş de. Koluma dolayayım.

Atalarımızın zamanında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi mi vardı? Beyaz Saray'ın yerinde inekler otluyordu, Condoleezza Rice karısının dedesi de Alabama'da pamuk topluyordu yahu...

Kıırıım'dan geeliiriim geeliiriim, aaatım da Aaaarap'tır heey... Hazır ol vaktine Bağdat Beyi!... Haaalin de haaraaptır heeey...

Atalarımız arasında Yavuz Selim vardır ama ''akl-ı selim'' yoktur.

Dolasıyla, akıllı olmayın oğlum, akıllı!

Bizler Deli ibrahim'lerin torunları değil miyiz?

Tırsmayın yahu, biz istersek yelkenleri atlastan, halatları ipekten, kesilen sakal daha gür çıkar, sen ki França eyaletinin kralı Françesko'sun.

Pardon, fıkraları karıştırdım galiba.

Ne tırsıyorsunuz, biz PSV Eindhoven'den kendi sahasında bir puan almış bir milletin çocuklarıyız. Takımın yarısı yabancı ama zarar yok. Havasınaa suyunaaa, taşınaa toprağınaaa...

Fakat o kadar uğraştık, bir ''yine de şahlanıyor aman kolbaşının kır atı'' türküsünü söyletemedik gitti Hasan Mutlucan’a be kardeşim.

Durun bakalım, önce savaş, sonra hayırlısı...

engin ardıç
işin boyutu değişti... Bunu bekliyordum.

iş, PKK'yı ezmekten çıkarılıyor, 'Musul'u ve Kerkük'ü almak' özlemi su yüzüne fırlıyor! Ortalıkta haritalar dolaşıyor, herkes 'jeostrateji' bilgini kesilmiş, sınırları herkes kendi kafasına göre yeniden çiziyor.

Bütün berber çırakları ve taksi sürücüleri dış politika uzmanı oldular... Okey tahtası devirilip felsefe yapılıyor, maça kızı çekerken ordular yürütülüyor, ılık ıhlamura kesme şeker atıp ordular bozuluyor... Evkaftan mütekait Atıf Bey başımıza Carl von Clausewitz kesildi! Tezgâhtar Muzaffer oldu Moltke, bakkal Cengiz sanki Hindenburg, tekel bayii Tarık da Ludendorff...

Öte yandan, dünyanın kışkırtmaya en kolay gelen halkı, kendisinden beklenen şekilde, ufak ufak taşkınlığa da koyuldu: Bursa'da bir Mardinli'nin dükkânını yağmalamışlar, adam 'seksen iki yıldır burada oturuyor ve çalışıyoruz' diye ağlamış. Başka yerlerde kahvehaneler taşlanmış, üç kişi de bıçaklanmış. Muğla'da iki tinerci bir gence saldırınca 'Kürtler yaptı' söylentisi yayılmış ve gene kahvehaneler basılmış. Bu arada uzun saçlı ve küpeliler de sopa faslında aradan çıkarılmışlar! Ayvalık'ta hızını alamayanlar bazı Afrikalılar’a bile saldırmışlar, evet, zencilere!... Şaka gibi ama değil.

Gene bir '6/7 Eylül sersemliğine' doğru mu gidiyoruz?

Eh, bedelini de öderiz.

Bedelleri hatırlatınca da bana korkak dediler. 'Yusuf yusuf' atıyormuş yüreğim, sanki bu yaşımda ve bu göbeğimle cepheye gidecek olan benmişim gibi...

Peki, öyle olsun. Ben korkuyorum.

Tövbe, cepheden değil. Cepheden kuşkum yok. Musul'u da Kerkük'ü de alır, Barzani'yi de tükürükle boğarız. Şu kurulup da kurulamayan Kürt Devleti'nin çanına ot tıkarız. Amerika karışmasa Bağdat'a bile yürürüz. Türk ordusu üç buçuk çapulcunun canına okur. Yunan ordusunu ezmiş geçmiş ordumuz bu serserileri havada karada dümdüz eder. Çok acılar çektiririz bize acı çektirene, misliyle karşılık veririz... işin bu yanı kolay.

Sonrasından korkarım.

Yani, Amerika'nın bize atacağı açık ya da gizli kazıklardan. Çıkaracağı faturadan.

Daha açık konuşayım: Yeni bir 12 Eylül öncesinden korkarım. Yaşı otuzun altında olanlar o korkunç günleri bilemezler.

Bedel kelimesiyle bunu kastetmiştim, sen de benim Fransız şarabı içemeyeceğimi düşünüp üzüldüğümü mü sanmıştın, Anadolu kasabalarının Internet Cafe'lerinde gazozunu içerken bana akıl öğreten genç lumpen?

Bütün o çileler bize 'Kıbrıs'tan vakitlice çekilmeyi bilmediğimiz' için çektirildi, önce ASALA, sonra PKK boku bu nedenle icat edildi. O günlere kadar bazı Ermeni ve Kürt çevrelerinde uyur durumda yatan (latent) Türk düşmanlığı bu yüzden körüklendi.

Başımıza bir bela sardılar, otuz yıldır çekeriz.

Türkiye'nin başını nice dertlere sokmuş olan Sayın Ecevit, en durulmayacak zamanda durmuş, en yürünmeyecek zamanda yürümüştü. Yüzde yüz haklı olduğumuz ve bütün dünyanın bize parmak ısırdığı bir konumdan, üstelik Yunanistan gibi 'demokrasinin beşiği' kabul edilen bir ülkeye demokrasiyi yeniden hediye edenler olmak fiyakasından, birdenbire haksız duruma düşmüştük...

Çünkü 'barış harekâtı' dediğimiz girişim, 'Kıbrıs'ı aldık' efelenmesine geldi bağlandı.

Bu sefer de öyle olmasın.

Hitler ile Stalin'in Polonya çapuluna yumulmaları gibi, Amerika'yla Irak'ta birbiriyle sürtüşen iki işgalci olmayalım dünyanın gözünde.

Musul'u ve Kerkük'ü mü istiyorsun? Yani Irak petrollerinden de pay almak... Osmanlı yeniden toprak istiyor ha?... Kuzey Kıbrıs kesmedi, bir de Kuzey Irak... Üstelik de petrol bölgesi... Tekrar soruyorum: Yeni bir 12 Eylül öncesine hazır mısın?

Ölecek olan ben değilim yavrum, ona göre... Ben en fazla sıkıntı çekerim ki, bizim kuşak sıkıntının feriştahını görmüş, kitabını yazmış kuşaktır! Rahata alışmış olanlar sizlersiniz. Sizin için korkuyor bu korkak amcanız.

Cumhuriyet bayramın da kutlu olsun.

engin ardıç