bugün

(bkz: Fatih Sultan Mehmet)
fatih sultan mehmed’i istanbul’un fethi ile anıyoruz, fakat benim daha da önemsediğim özelliği, böylesi bir başarının hemen ardından eğitim çalışmalarına bizatihi emriyle atılınmış olmasıdır. 29 mayıs 1453 salı gününün, yani fetih gününün ertesi günü eğitim-öğretim faaliyetleri; zeyrek medresesi’nde ve ayasofya medresesi’nde ilim öğretimi başlamıştır. ayrıca istanbul üniversitesi’nin kuruluşu da bu tarihe dayandırılmaktadır. ayrıca, prof. dr. hüseyin atay’ın dediğine göre fatih sultan mehmed, kendi adıyla anılan medreseleri inşa ettirdiği zaman programlarıyla da ilgilenmiş, zamanının bilginleriyle ana dersleri programa ve vakfiyesine koydurtmuştur. yani yalnızca konuları ve ilim dallarını değil, hangi ilim dalında hangi kitabın okunması gerektiğini de açıklamıştır.
https://www.fikriyat.com/...an-mehmedin-buyuk-sevgisi
Fatih Sultan Mehmed'e hayran olan biri olarak bu yazı sayesinde hayranlığım çok daha fazla arttı.
En sevdiğim, saygı duyduğum padişahımızdır.
Biz istanbul'un fethine çok fazla anlam yükleriz ama onun zamanına gelmiş bir tarihsel süreçtir. Elbette ki onun kararlılığı, cesareti, stratejisi olmasa istanbul'un ele geçirilişi daha sonraki yıllara uzayabilirdi.
Fatih'in istanbul'u almak için MAcar Urban'a Şahi toplarını döktürmesi bana göre bugün orduya F35 almak ya da Tomehawk füzeleriyle donatmak gibidir. Bu anlamda teknolojiye, bilime değer vermesine inanılmaz saygı duyarım.
Sonra kendi resmini de yaptırmış hatta yakın zamanda öğrendiğimiz kadarıyla kendi de amatör çizimler yapmıştır. Bunlar karikatür seviyesinde olsa da önemli değil. PAdişahlarımızdan birinin resmini yaptırması ve resim yapmasını çok değerli buluyorum. Sonrasında gelen askeri önderlerin biraz da bu yönleri olsaydı Osmanlı belki de hala yaşıyor olurdu.

Ama bunların yanı sıra FAtih Sultan Mehmet Avni mahlasıyla şiirler de yazar. Hatta şairlere kol kanat germekle kalmaz iran'dan Molla Cami'yi getirir, divan edebiyatında fars etkisinin kalıcılığının yolunu açmış, padişahlara divan yazma geleneğini de başlatmıştır.

Uzman yorumlarına göre, Fatih, bir Baki ya da Nedim değilse de iyi bir şairdir.

Bilmezem bu hilkat-i alemde mi insaf yok
Olmadum mı yoksa ben hala seza-yı merhamet

Koca Fatih bugünün Türkçesi ile diyor ki: "Acaba bu alemin yaratılışında mı insaf yok; yoksa ben henüz merhamete layık mı olamadım, bilemiyorum."

Bir başka şiirinde ise;
Cigerüm pareledi hançer-i cevr ü sitemün
Sabrumun camesini doğradı mikraz-ı gamun

Yani koca Fatih sevgiliye diyor ki, senin sitem ve eziyetlerinin hançeri ciğerimi parça parça etti; aşkın yüzünden çektiğim gamların makası da sabrımın elbisesini doğradı.

Günümüzden neredeyse 600 yıl önce hemen hemen en çok tanınan Osmanlı padişahımız tarafından yazılmış nasıl da güzel beyitler bunlar.

Eğer atalarımızın sadece savaştan savaşa koşan hayallerinden sıkıldıysanız ve arada onların iç dünyalarına ait izlere de dokunmak isterseniz Yazma Eserler Kurumu'nun hazırlamış olduğu Fatih
Divanı ve Şerhi kitabını http://ekitap.yek.gov.tr/404.aspx adresinden okuyabilirsiniz. Kitapta şiirlerin şerhlerinin hepsi Prof. Muhammet Nur Doğan tarafından yazılmış. Bunların ingilizcesi de Michael D. Sheridan tarafından ingilizceye aktarılmış. Ayrıca bu nadide kitabın bir ilginç yönü daha var. O da kitabın sonunda Fatih'in çizimlerini içermesi. Anlayacağınız Fatih, şiirde farsa yönelirken, haram filan dinlememiş, resim sanatını da batıdan getirmeye çalışmış. Fanatik Osmanlı hayranlarının at üstünde kılıç sallayan Batı'dan arak at üstünde kılıç sallayan resminden oldukça farklı olarak Fatih gül koklarken bir resmini yaptırmıştır. işte gül koklayan koca Fatih'i Avni'nin şiirlerinde bulabilirsiniz.

Şimdi bir çoğunuzun hoşuna gitmeyebilir ama Fatih'in şiirlerinde mekan çoğunlukla meyhanedir. Servi boylu sevgiliye ulaşmaktır şairin amacı. Sevgili naz yapar, bakışlarıyla yakar. Rakipleri de vardır şairin. Onları aşıp sevdiğine ulaşmak ister.

Halil inalcık da Fatih'i anlattığı kitabında "Fatih'in saray bahçelerinde yaptırdığı kasrlarda işret meclisleri düzenlediğine kuşku yok." der. Sultanların işret meclisine devlet ricalini çağırmadıklarını, yanlız musahibleriyle başbaşa içip eğlendiklerini anlatır. Aynı kitapta fatih döneminde bir bahçe köşkünde işret'i betimleyen bir minyatürü de sunar. (işret Meclisi: içki içilen, şiir ve musiki dinlenen mekanlar)

Avni'nin şiirleri Fatih'in yaşantısının anlatılması mıdır, yoksa kurmaca mıdır? Ne olursa olsun bu şiirler işret kültürünün ürünleridir. Şiirlerde cinsel istek görürüz. Koskoca Fatih böyle şeyle mi yazar, böyle şeyler mi yapar diye de düşünmemeli, günümüzün ölçülerine göre yargılamaya kalkışmamalıyız. Şiirleri okumaktan tat alabilmeliyiz.

Ancak, anlamdırma yaparken de gerçekçi olmalıyız. Çoğunlu meyhane tekkenin metaforu değildir. Meyhane, meyhanedir. ŞArap da şaraptır. Kuran'da haram olduğu yazan bir içkinin kutsal duyguların simgesi olarak gösterilmesi de oldukça mantıksız zaten.

Kısacası atalarımız içki ve eğlence severmiş. Dine karşıt görüldüğü için onlara böyle şeyleri yakıştırmayıp meyhaneyi, şarabı mecaz diye anlatmak çoğu zaman gereksizdir. Ayrıca Sultan da olsalar atalarımızın insan olduğunu unutmak sadece onları putlaştırmaya götürür. Fatih aşağıdaki şiirde tek gecelik ilişki çekinmeden övmüştür:
"Geydürür canına zevk ile safa hullelerin
Her kim ol sim-teni bir gece üryan eyler"

Yani, o gümüş tenli sevgiliyi bir geceliğine de olsa soyup bedenine saran kişi, canına zevk ve safa elbisesini giydirmiş gibi olur. Daha ne desin adam?

"Kevseri anmaz ol içdügi mey-i nabı içen
Mescide varmaz o varduğı kilisayı gören"

Fatih'in burada bahsettiği Hristiyan güzelinin içtiği saf şarabı içenler artık hatırlarına bile getirmezler; onun gittiği kiliseyi görenler bir daha mescide adım atmazlar. Elbette burada Fatih'in çok engin tasavvufi duygularla ve mecaza girerek dini bir şeyler ifade ettiğini savunanlar da var. Gerisi size kalmış.

Yine de Fatih'in sevgiyi dinsel boyuta taşıyan şiirleri de vardır.
"Işk ile viran eden gönlini ma'mur istemez
Hatırın mahzun iden bir lahza mesrur istemez"

Burada da gönül, divan şiirinde genellikle eve, saraya, ülkeye benzetilir. (Teşbih) Bu beyitte de aşığın gönlü, gam yüzünden viran olmuş bir eve benzetilmiş. Aşığın hatırası da o evde oturan hüzünlere batmış bir insan gibi düşünülmüştür.

Avni o zamanın ölçülerine gönül şairidir. Koca padişahımızın yeri geldiğinde bu kadar naif olabildiğini düşünmek insanı etkiliyor açıkçası. Yine de bu nailflik yeri geldiğinde birden kaybolur. Ve şair Avni birden Fatih'e dönebilir:

"Bizümle saltanat lafın idermiş ol Karamani
Huda fursat virürse ger kara yire Karam anı"

FAtih, bu beyitte Karaman Beyi'ne kızmış. Onların bizimle saltanat lafı etmesinden rahatsız. Eğer Allah fırsat verirse, (pek yakında varıp) onu kara toprağa karacağım. Nitekim 1472 yılında Fatih, düşmanları ile ittifak ilişkisine girer Karamanpğlu Kasım Bey'in ülkesini fethederek beyliği ortadan kaldırmıştır.

Fatih'in divanında tüm yazdıklarının ötesinde belki şu beyitini akılda tutmakla özel bir anlam vardır.

"Çün ecel sulh itdürür ahir niza'ı kaldurur
Pes nedür dünya içün bu kurı gavgadan murad"

Madem ki ecel sonunda çekişmeyi sona erdirir ve herkesi birbiri ile barıştırır; o halde dünya için bu kuru kavgaya ne gerek var anlamındadır. Ömrü savaşmakla geçmiş bu büyük sultanın verdiği son ders de bu olsa gerek.