bugün
- sözlükten hatun kaldırmak14
- uzay pornosunun adı ne olmalı12
- ali koç da bizim aziz yıldırım da bizim22
- gavsın 4 büyük meleğin özelliklerini taşıması13
- herkesle iyi geçinmek15
- irem derici'nin erkek sevdası17
- anın görüntüsü13
- tezgahtarlık yapan doktora mezunu27
- akraba evliliği bir özgürlüktür19
- kürt milliyetçiliğinin çok komik olması17
- savaştaki ülkelerden daha fazla enflasyon olması16
- kur koruma ne demek11
- rte türkiyenin geleceğinin garantisidir15
- bizi tanrı değil bilim kurtaracak16
- cinlerin musallat olma sebepleri20
- hiç yaşamadığın şeyi hatırlamak11
- ali koç12
- kadının kocasına ismi ile seslenmesi mekruhtur18
- icardi190519
- ellerim bos gonlum hos9
- gideon reid morgan jj29
- jose mourinho18
- küresel ıkınmanın yahudi olması gerçeği14
- islam10
- meral akşener14
- bir insanın sizi sevmediğini nasıl anlarsınız12
- ctrlx ile adana sokaklarında gece vakti gezmek9
- üstteki yazar hakkında fikrini söyle13
- allah'ın bizi yobazlarla imtihan ettiği gerçeği15
- arkadaşlar sizce bu bana yakışır mı8
- saraca silsüpüroğlu14
- tatvan belediyesinde rte'nin resminin indirilmesi26
- aktroll yazarları donuzlayıp umursamamak11
- amerikan film klişeleri9
- esma bint mervan15
- fenerbahçe9
- atatürk'ün yabancılarla evliliği desteklememesi11
- aziz yıldırım ve ali koç'un canlı yayına çıkması43
- dursun özbek'in aziz yıldırım'a verdiği ayar9
- erkek sünnetine 18 yaş sınırı getirilmesi16
- maca sekiz8
- erkek erkeği siker mi15
- yazarların bira içme rekorları13
- bik bik'in gece kapısına gidip serenat yapmak14
- aziz yıldırım12
- bir hafızın ateiste karşı müthiş açıklamaları9
- 9 haziran 2024 fenerbahçe başkan seçimi11
- akp nin iktidardan düştüğü gün13
- ali koç ve aziz yıldırım başkanlık seçimi8
- giden gider9
(bkz: selahattin duman) ın üzerine mani yazdığı ağaç
saz yapımında kullanılan agac! ayrıca, trio aksak ve ezginin günlüğü yorumları oldukça güzel olan türkü!
yapraklarıyla ipek böceği kelebeği de beslenen ağaçtır ki dutlar olgunlaştığında bu ağaca çıkıp dut yemesi çok keyiflidir...
meyvaları yenen yaprakları ipek böcekçiliğinde kullanılan ağactır.
genelde meyvaları olgunlasınca dökülüp pislik olusturmaktadır.
genelde meyvaları olgunlasınca dökülüp pislik olusturmaktadır.
meyvesini toplarken insanların arılar tarafından epey rahatsız edildiği, saz yapımında da kullanılan ağaç türü.
(bkz: taşlanması olası ağaçlar)
(bkz: taşlanması olası ağaçlar)
(bkz: sıkılmış dutun davası olmaz)
(bkz: 24 ayar) albümünden bir barış manço $arkısıdır ayrıca.
bu sabah doğup büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaştım
çocukluğumu tekrar yaşamak istedim bu sabah ve bir an keşke bugün
hiç olmasaymış diye düşündüm keşke dün dün kalsaymış
şu sağdaki iki katlı ev nezahat hanımlarındı galiba
yok yok bu yekta beylerinki olmalıydı
nezahat hanımlarınkinin yanı top oynadığımız boş arsaydı
iyi ama nerde boş arsa ya bakla tarlası peki taş mektep
nerdeler kimler götürdü kimler çaldı o güzelim anıları benden
birden rıza amcayı gördüm yine o dut ağacının altında oturuyordu
koştum ellerine sarıldım önce tanımadı sonra rıza amcanın
sımsıcak ellerinde çocukluğumu yeniden yaşamaya başladım
tam karşımızdaki evin üçüncü katında otururlardı
ondört yaşında boyanmaya başladığından mahalleli
sonunu iyi görmezdi doğrusu bu kız çok tango olmuş derlerdi
evlenmiş iki sokak öteye taşınmışlar eskisi gibimi diye sordum
eskisi gibiymiş biraz kilo almış o kadar olsun
kim bilir kilolu olmak bile ne yakışmıştır ona zaten ne yakışmazdı ki
rengini beğenmedim bugün rıza amca üstelik bayağı süzülmüşsün
tabi gece hayatı içki sigara bakmıyorsunuz ki kendinize
ilahi rıza amca birlikler umumi katipliğinden emekli oluvereli
gecesi gündüzü bu dut ağacının altında geçerdi
son üç sadrazamı ve cumhuriyetten bu yana bütün başvekilleri
sırasıyla ezbere bilir bize de saydırırdı çocukluğumuzda
hala hatırlıyor musun diye sordum
hatırlıyor muyum hiç unutmamıştım ki
bilekten bağlı açık sandaletler giyerdi nedense pek derin
nedense pek derin bir iz bıraktı
bende bu sandaletler bir de
kol altları genişçe oyulmuş pembe bulüzü
ilk sigarasını yakışımı hatırlıyorum da
ne gururlanmıştım yarabbim
nasıl bakmıştı gözlerime yıllar yılı bu bakışlarla yaşadım
onlarla uyudum onlarla uyandım şimdi kim bilir
hangi eller yakıyordur sigarasını
oysa bu dut ağacının altında
söz vermiştim söz söz söz hep lafta kaldı dedi rıza amca
yıkılmadık ev bırakmadılar mahallede evlerle beraber
bahçeler de yok oldu
bir şu dut ağacı kaldı onu da kesmeseler bari
birden gözleri parladı
sahi sen televizyona filan çıkıyorsun dedi
tabi ya seni dinlerler bir seferinde
söyle çık pat pat söyle
şu dut ağacını kesmesinler de
aslında dizlerinde derman olsa nafa vekilini bile çıkarırdı
rıza amca gençler ne güne duruyordu ki
söz verdim rıza amcaya
dut ağacını kestirmeyeceğime söz verdim
dünü bilmeden bugünü yaşamanın bedeli öylesine ağırdı ki
yarını bugünden kurtarmak için hayatımda
ikinci kez söz verdim
birinciyi tutamamıştım ama
ikinciyi tutacağıma söz vermiştim
bu sabah doğup büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaştım
çocukluğumu tekrar yaşamak istedim bu sabah ve bir an keşke bugün
hiç olmasaymış diye düşündüm keşke dün dün kalsaymış
şu sağdaki iki katlı ev nezahat hanımlarındı galiba
yok yok bu yekta beylerinki olmalıydı
nezahat hanımlarınkinin yanı top oynadığımız boş arsaydı
iyi ama nerde boş arsa ya bakla tarlası peki taş mektep
nerdeler kimler götürdü kimler çaldı o güzelim anıları benden
birden rıza amcayı gördüm yine o dut ağacının altında oturuyordu
koştum ellerine sarıldım önce tanımadı sonra rıza amcanın
sımsıcak ellerinde çocukluğumu yeniden yaşamaya başladım
tam karşımızdaki evin üçüncü katında otururlardı
ondört yaşında boyanmaya başladığından mahalleli
sonunu iyi görmezdi doğrusu bu kız çok tango olmuş derlerdi
evlenmiş iki sokak öteye taşınmışlar eskisi gibimi diye sordum
eskisi gibiymiş biraz kilo almış o kadar olsun
kim bilir kilolu olmak bile ne yakışmıştır ona zaten ne yakışmazdı ki
rengini beğenmedim bugün rıza amca üstelik bayağı süzülmüşsün
tabi gece hayatı içki sigara bakmıyorsunuz ki kendinize
ilahi rıza amca birlikler umumi katipliğinden emekli oluvereli
gecesi gündüzü bu dut ağacının altında geçerdi
son üç sadrazamı ve cumhuriyetten bu yana bütün başvekilleri
sırasıyla ezbere bilir bize de saydırırdı çocukluğumuzda
hala hatırlıyor musun diye sordum
hatırlıyor muyum hiç unutmamıştım ki
bilekten bağlı açık sandaletler giyerdi nedense pek derin
nedense pek derin bir iz bıraktı
bende bu sandaletler bir de
kol altları genişçe oyulmuş pembe bulüzü
ilk sigarasını yakışımı hatırlıyorum da
ne gururlanmıştım yarabbim
nasıl bakmıştı gözlerime yıllar yılı bu bakışlarla yaşadım
onlarla uyudum onlarla uyandım şimdi kim bilir
hangi eller yakıyordur sigarasını
oysa bu dut ağacının altında
söz vermiştim söz söz söz hep lafta kaldı dedi rıza amca
yıkılmadık ev bırakmadılar mahallede evlerle beraber
bahçeler de yok oldu
bir şu dut ağacı kaldı onu da kesmeseler bari
birden gözleri parladı
sahi sen televizyona filan çıkıyorsun dedi
tabi ya seni dinlerler bir seferinde
söyle çık pat pat söyle
şu dut ağacını kesmesinler de
aslında dizlerinde derman olsa nafa vekilini bile çıkarırdı
rıza amca gençler ne güne duruyordu ki
söz verdim rıza amcaya
dut ağacını kestirmeyeceğime söz verdim
dünü bilmeden bugünü yaşamanın bedeli öylesine ağırdı ki
yarını bugünden kurtarmak için hayatımda
ikinci kez söz verdim
birinciyi tutamamıştım ama
ikinciyi tutacağıma söz vermiştim
buralar hep dutluktu sözüne sebebiyet vermiş meyvesi tadından yenmeyen ağaçtır.
baris manco'nun 24 ayar albumundeki sigara yaktiran, kopartan sarkisidir.
trio aksak tarafindan da mukemmel seslendirilmi$ bir azeri turkusu.
(bkz: dutlara dalan var)
gelmiş geçmiş en lezzetli meyveyi üreten ağaçtır.*
yeşilin çok hoş bir tonunda yaprakları olan ağaç. dibinde bir sürü ezik dut vardır her zaman, ipek böcekleri için ev gibidir.
mayıs sıkıntılarının, kasaba meyhanesi gibi mutsuzlukların takvimlerden kendine yeni yeni yapraklar kopardığı yıllardı, güneş bile henüz alışkın değildi çocuk gölgeme hüzün vurmaya, ben; arka bahçe sürgünüydüm o zamanlar, sadece orada yer bulabiliyordum maydanoz kokusuna, sadece orayı mesken biliyordum ilkyaz akşamüstlerine, "akşamebesikilit" koşuşturmalarına sadece orada geçit veriyordu "dışarısı". sokak, kirliydi çünkü, sokakta insanın başına her türlü kötülük gelebilirdi, sokak, "çingeneler zamanı"ydı mesela, başıboş köpekler mekÂnıydı, en iyisi biz arka bahçede kalalımdı...
"arka bahçe" üç tarafı betonlarla çevrili tüm iç acıların toplamıydı o zamanlar ve biz, komşu çocuklarıyla orada kendimize yeni oyunlar icat ederken, belki yalnızca bir işe yarayabilmeyi, köşedeki dut ağacının tepesinde kendimizi bir şey sanmayı-in oradan, -düşeceksin!- ağacın cetvel tanımaz dallarına tutunarak öğreniyorduk. sonraları keşfedecektik bunun takdire şÂyan bir yanı olmadığını, ama olsundu, neticede dikenli tellerine ben'cilik oyunlarını kanattığımız küçük bir sınır ihlÂliydi orası. dut topluyorduk ağaçtan, en yükseğe tırmanan sallıyordu dalları, yaz, bir bıçak gibi orta yerinden kesiliyordu ve yerlere düşenleri toplamak hep, rüzgara düşüyordu, bir de kedilerin bile yüz vermediği kapıcının yaşından çok daha küçük gösteren oğluna... en çok onun renksiz,(sarı?) yüzündeki o ağlak ifadeye üzüldüğümü hatırlıyorum o zamanlar, yediği dayakların içime attığı kesikleri biraz olsun hafifletsin diye ona yardım etmeye çalıştığımı, annemin ezan sesine karışan eve çağrılarını, annemin dut sevmediğini ve annemin acaba benden başka bir şeyi sevmediğini mi düşündüğümü... ateşlenirdim çokça, yaz süregitmekteyken ve ben hastalandım diye cezalandırılırken, arka bahçeye bile çıkamazken, mutfakta oturup dut ağacının yapraklarına kim bilir neleri asarken, pencereden görünen avuç içi kadar denizi "mavi"ye denk tutmaya çalışırken, içimde hep o sürgünün körebe yalnızlığına çareler arıyordu çocuk gözlerim. dut ağacının damağımda bıraktığı o kekremsi, o zemheri tat bundandır belki. hep bir mukayese çabası işte, bir tarafta yitenlerin muhayyel dökümü, diğer tarafta geçmişin, siyah beyaz zamanların gerçekçi fiil çekimleri...
bu bir özgürlüktü aslında belki, değil mi ki kimselere söyleyemediğim altı çizili satırları arka bahçelere hapsederken, orada sadece kendi hacmimden ibaretken, benim olan, aidiyet duygusuna hÂsıl olan bir şey vardı işte. bütün cümlelere yetecek kadar nokta, bütün virgülleri tamamlayacak kadar sözcük, bütün özneleri boyayacak kadar "dut" vardı orada. ve yeteri kadar karalama. onun için, çocukluğumun, üzerinden çok okuma geçmiş nüsha temizlerine değil, arka bahçelerden, sürgünlerden, yasaklardan, uzaklardan ibaret müsveddelerine talip oldum hep. dut ağacı o müsveddelerden biriydi işte, pamukhelvası akşamüstlerinin yakasına iliştirilmiş bir n'azar boncuğu zihnimde...
sonra o dut ağacını kestiler. yaşlıydı, kurtlanmaya başlamıştı, dahası dut falan da vermiyordu artık, kurumuştu işte. annem, umursamadı, içimde ne denli bir boşluk yarattığını hiç bilmedi o dut ağacının, zaten dedim ya, sevmiyordu onu...
ivmesi giderek artan düşlerin karanlığında, çocukluğumdan düşen yapraklar bir bir sararırken, ki ben de artık büyümenin o mevsim değişikliği kökenli kırıklığından, kabuk bıraktıran tehlike anı korkularından geçiyorken anlıyordum yavaş yavaş;
"meğer ateşli bir hastalıkmış hayat... "
yaralı bir arıkuşu.
ve güneşli havalarda da uçmak zorunda kalan yağmurkuşu ölçeğinde...
"arka bahçe" üç tarafı betonlarla çevrili tüm iç acıların toplamıydı o zamanlar ve biz, komşu çocuklarıyla orada kendimize yeni oyunlar icat ederken, belki yalnızca bir işe yarayabilmeyi, köşedeki dut ağacının tepesinde kendimizi bir şey sanmayı-in oradan, -düşeceksin!- ağacın cetvel tanımaz dallarına tutunarak öğreniyorduk. sonraları keşfedecektik bunun takdire şÂyan bir yanı olmadığını, ama olsundu, neticede dikenli tellerine ben'cilik oyunlarını kanattığımız küçük bir sınır ihlÂliydi orası. dut topluyorduk ağaçtan, en yükseğe tırmanan sallıyordu dalları, yaz, bir bıçak gibi orta yerinden kesiliyordu ve yerlere düşenleri toplamak hep, rüzgara düşüyordu, bir de kedilerin bile yüz vermediği kapıcının yaşından çok daha küçük gösteren oğluna... en çok onun renksiz,(sarı?) yüzündeki o ağlak ifadeye üzüldüğümü hatırlıyorum o zamanlar, yediği dayakların içime attığı kesikleri biraz olsun hafifletsin diye ona yardım etmeye çalıştığımı, annemin ezan sesine karışan eve çağrılarını, annemin dut sevmediğini ve annemin acaba benden başka bir şeyi sevmediğini mi düşündüğümü... ateşlenirdim çokça, yaz süregitmekteyken ve ben hastalandım diye cezalandırılırken, arka bahçeye bile çıkamazken, mutfakta oturup dut ağacının yapraklarına kim bilir neleri asarken, pencereden görünen avuç içi kadar denizi "mavi"ye denk tutmaya çalışırken, içimde hep o sürgünün körebe yalnızlığına çareler arıyordu çocuk gözlerim. dut ağacının damağımda bıraktığı o kekremsi, o zemheri tat bundandır belki. hep bir mukayese çabası işte, bir tarafta yitenlerin muhayyel dökümü, diğer tarafta geçmişin, siyah beyaz zamanların gerçekçi fiil çekimleri...
bu bir özgürlüktü aslında belki, değil mi ki kimselere söyleyemediğim altı çizili satırları arka bahçelere hapsederken, orada sadece kendi hacmimden ibaretken, benim olan, aidiyet duygusuna hÂsıl olan bir şey vardı işte. bütün cümlelere yetecek kadar nokta, bütün virgülleri tamamlayacak kadar sözcük, bütün özneleri boyayacak kadar "dut" vardı orada. ve yeteri kadar karalama. onun için, çocukluğumun, üzerinden çok okuma geçmiş nüsha temizlerine değil, arka bahçelerden, sürgünlerden, yasaklardan, uzaklardan ibaret müsveddelerine talip oldum hep. dut ağacı o müsveddelerden biriydi işte, pamukhelvası akşamüstlerinin yakasına iliştirilmiş bir n'azar boncuğu zihnimde...
sonra o dut ağacını kestiler. yaşlıydı, kurtlanmaya başlamıştı, dahası dut falan da vermiyordu artık, kurumuştu işte. annem, umursamadı, içimde ne denli bir boşluk yarattığını hiç bilmedi o dut ağacının, zaten dedim ya, sevmiyordu onu...
ivmesi giderek artan düşlerin karanlığında, çocukluğumdan düşen yapraklar bir bir sararırken, ki ben de artık büyümenin o mevsim değişikliği kökenli kırıklığından, kabuk bıraktıran tehlike anı korkularından geçiyorken anlıyordum yavaş yavaş;
"meğer ateşli bir hastalıkmış hayat... "
yaralı bir arıkuşu.
ve güneşli havalarda da uçmak zorunda kalan yağmurkuşu ölçeğinde...
oyma saz yapımı için en ideal materyallerdendir.
güzel bir ezginin günlüğü şarkısıdır.
--spoiler--
Dut ağacı boyunca
Dut yemedim doyunca
Yari halvette gördüm
Danışmadım doyunca
Menim balam kime neyler
Körpe balam kime neyler
Menim balam ay balam
Körpe balam ay balam
Kızıl üzüm siyahladı
Verdim anam sahladı
Anama kurban olum
Meni tez adahladı
Gedirdim yavaş yavaş
Ayağıma değdi taş
Senden mene yar olmaz
Gel olah bacı gardaş
--spoiler--
--spoiler--
Dut ağacı boyunca
Dut yemedim doyunca
Yari halvette gördüm
Danışmadım doyunca
Menim balam kime neyler
Körpe balam kime neyler
Menim balam ay balam
Körpe balam ay balam
Kızıl üzüm siyahladı
Verdim anam sahladı
Anama kurban olum
Meni tez adahladı
Gedirdim yavaş yavaş
Ayağıma değdi taş
Senden mene yar olmaz
Gel olah bacı gardaş
--spoiler--
mevsimi gelince yere dökülen dutlarıyla ortalığı vıcık vıcık yapan, bi de çok kötü kokutan ağaçtır. ama o kacaman kocaman dutlar ezilmiyor mu yerlerde, üzülüyorum ben buna.
istanbul anadolu yakasında bolca bulunan .
-DUTağacı-
Afyonkarahisar ilinin Sandıklı ilçesine bağlı bir köy.
ilçenin tüm köyleri için:
(bkz: Sandıklı)
Afyonkarahisar ilinin Sandıklı ilçesine bağlı bir köy.
ilçenin tüm köyleri için:
(bkz: Sandıklı)
yazın yolda yürürken 2- 3 metre öteden bile ilerde dut ağacı olduğu yerlere düşmüş dutların izlerinden anlaşılabilecek ağaçtır.
bülbüller bu ağacın dallarına konup, meyvasından biraz tatınca birbirlerine küserler ve konuşmazlar.
olgun ve kara dutların daima yüksekte olduğu ağaçlardır. dala erişilemediğinde içte büyük bir üzüntü bırakır.
serçe kuşlarının vazgeçilmez yazlıkları arasındadır.
bir çok sanatçı gibi grup eylül'ün de seslendirdiği azeri türkü.
http://www.youtube.com/wa...dcROc&feature=related
http://www.youtube.com/wa...dcROc&feature=related
dut ağacının türk kültüründeki önemi şarkının görünmeyen kısmı. (bkz: barış manço)
güncel Önemli Başlıklar