bugün

yer aldıkları eserin adı dede korkut kitabi, tam adıyla kitab-ı dede korkud ala lisan-ı taife-i oğuzan yani "oğuzca dede korkut kitabı"dır.
(bkz: dede korkut kitabi/#13219955)
birkacini çocukken dedemden dinledigim hikayeler. dedem kitap falan okumaz. bu hikayelerin tamamen sozlu olarak dede korkuttan dedeme ulastigina dair ciddi suphelerim var.
Korkunç hikayelerdir.
türk çocuklarına anlatılması gereken hikayeler.
türk hayatını anlatan yegane kaynaklardan biridir. her bir hikayesi bir öğüt gibidir, medarı iftiharımızdır.
Tam isminin kitab-ı dede korkut ala lisan-ı taifei oğuzan olduğunu öğrendiğim kitap.
Son hikaye dış oğuzun iç oğuz a asi olup beyrek in öldüğü destandır.
Destansı halk hikayeleridir. Dede korkut hikayeleri denmesinin nedeni hikayelerin anlatıcısı dede korkut olduğu içindir.
Küçükken köyümüzün camisinin elma, erik, armut, ayva, Vişne, kiraz, ceviz, dut ağaçlarıyla Süslü geniş bir bahçesi vardı. Köyün ihtiyarları öğle namazından ikindiye kadar burada oturur sohbet eder caminin Çay ocağından çaylarını içerdi. işte bu ihtiyarlardan emekli ÖĞRETMEN bir dede biz köy çocuklarını dizinin dibine toplar bir yandan çakısıyla yere Düşen meyvelerin eziğini çürüğünü ayıklayıp dilim dilim bize verirken bir yandan da Heredot Cevdet gibi dede Korkut hikayelerini anlatırdı. Adeta anlatırken sanki Yaşar bize de yaşatırdı.

Kan tuğralı, bamsı bey, deli dumrul, Boğaç han hep o dededen ağzımız açık dinlerdik.

Hele bir hikayede kan tuğralı esir düşünce düşman askerlerine "itimle bir yalaktan Bulaşık suyu içen kafir" demişti.

Öyle bir Demişti ki bunu o ihtiyar adam sesi titreye titreye o an çocuk hâlimle bile kan tuğralının yanında olup kurtarmaya çalışmak istedim.
Türk Tarihi'ne ışık tutan ve tabiat unsurunun içinde geçtiği hikayelerdir.

Günümüze ulaşan nüshlardan birisi Dresden Kütüphanesi'nde, birisi de Vatikan Kütüphanesi'ndedir.

NOT: Keşke bu nüshaların ikisi de Türkiye'de olsaydı.
12 hikayeden oluşan Türk toplumunun yapısını gösteren hikayelerdir.
on iki destansı hikaye ve bir önsözden oluşur.

oğuz türklerinin bilinen en eski epik destansı hikayeleridir. Oğuzların yaşam biçimlerinden, ekonomisine, inançlardan, giyinişlerine, beslenmelerinden, içinde yaşadıkları doğaya kadar pek çok konuda bilgi sağlayan bir kaynaktır. Günümüze ulaşan iki el yazması nüshadan birisi dresden kütüphanesinde diğreri de vakitan kütüphanesindedir.
https://sepyadergi.com/dede-korkut-hikayeleri/
Ben okudum.
Pekte korkutmayan hikayelerdir.
Oğuz Türklerinin diğer Türk boylarıyla ya da Rum, Abaza ve Gürcülerle yaptıkları savaşlara ait destanî hikâyelerdir. Halk arasında söylene söylene XIV. yüzyılda son şeklini almış, 15. ve 16. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Hikâyelerin yazarı belli değildir. Dede Korkut hikâyelerinin biri Almanya’da Dresden Kütüphanesi’nde, diğeri Vatikan’da olmak üzere, iki yazma nüshası vardır.

Dede Korkut'un kişiliği üzerinde yeterli bilgimiz yoktur. Korkut-Ata adıyla da tanınan Dede Korkut, söylentilere göre Oğuzların Bayat Boyundan Kara Hoca’nın oğludur. Onun, IX. ve XI. yüzyıllar arasında Türkistan’da Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu, Oğuz Türklerinden büyük saygı gördüğü, bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına akıl hocalığı ve danışmanlık ettiği hikâyelerden anlaşılmaktadır.

Dede Korkut Hikayeleri’nin özellikleri şunlardır:

-Dede Korkut hikâyeleri on iki hikâye ile bir önsözden oluşmaktadır.

-Hikâyelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir.

-Arı bir dil kullanılmış, olağanüstü olaylara yer verilmiştir.

-Türkçenin canlı ve doğal anlatım güzelliğini gösteren hikâyelerde ses tekrarlan da sıkça yer almaktadır.

-Dede Korkut un Türkler arasında, ağızdan ağıza, dilden dile dolaşan hikâyeleri XV. yüzyılda Akkoyunlular devrinde Dede Korkut Kitabı adıyla bir kitapta toplanmış, böylelikle sözden yazıya dökülmüştür.

-Bu hikâyeler, Türk ruhuna, Türk düşüncesine, Türk kültürüne ve hayat tarzına ışık tutan en açık belgelerdir. Dede Korkut, Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlakını, ruh enginliğini, saf, arı, duru bir Türkçe ile dile getirir. Hikâyelerdeki şiirlerde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası vardır. Dede Korkut un kahramanları, iyiliği ve doğruluğu öğütler. Güçsüzlerin, çaresizlerin, her zaman yanındadır. Tok sözlü, sözlerinin eridirler. Türk milletinin birlik ve beraberliğini, millî dayanışmayı, el ele tutuşmayı öne çıkarır.

Dede Korkut Hikayeleri’nin Edebi Değeri ve içeriği

Türk edebiyatının en önemli eserlerinden birisi 12 hikâyeyi içine alan Dede Korkut Kitabı’dır. Bu eser üzerinde yerli ve yabancı araştırıcılar tarafından yüzlerce çalışma yapılmıştır. Eserin iki önemli yazması bulunmakta olup bunlar Almanya’nın Dresden şehrinde ve Vatikan’dadır.

Bir giriş ve on iki hikâyeden oluşan Dede Korkut hikâyelerinin konusu da çeşitlilik göstermektedir. Bunlardan birinci (Dirse Han Oğlu Boğaç Han) ve on ikinci (iç Oğuzun Dış Oğuza Asi Olup Beyrek’in Öldürülmesi) hikâyelerde Oğuzların kendi aralarındaki mücadeleler anlatılmaktadır. Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Hikâye ile Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Hikâyesinde ise Oğuzların olağanüstü güçlerle olan mücadelesi ele alınmıştır. Kalan sekiz hikâyede (Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması, Kam Püre Oğlu Bamsı Beyrek, Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düşmesi, Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı, Kazılık Koca Oğlu Yigenek, Begil Oğlu Emren, Uşun Koca Oğlu Segrek, Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Kurtarması) ise Oğuzların komşuları ile olan mücadelelerini görmekteyiz.

Dede Korkut hikâyelerinin birinci derecede kahramanı Dede Korkut, Kazakistan kaynaklarına göre Kızılordalıdır ve mezarı Sırderya Irmağı’nın kenarındadır. Hikâye kahramanı Dede Korkut’un doğumu, mitoloji ve efsane ile süslenerek 36 ayda dünyaya gerçekleşmiştir. O, doğduğunda olağanüstülükler olmuş, mevsim değişmiştir. Tıpkı doğumu gibi Dede Korkut’un ölümü de olağanüstülüklerle doludur. Bir rivayete göre 295 yıl yaşamıştır. Öleceğini hissedince dört bir yana gitmiş, ama her gittiği yerde kendi mezarını kazanlarla karşılaşmıştır. Bunun üzerine ölümden kaçamayacağını anlamış ve Sırderya Irmağı’nın üzerine seccadesini sermiş ve ibadet etmeye başlamıştır. Bu sırada bir yılan onu sokmuş ve ırmağın dalgaları Dede Korkut’u bugünkü mezarının olduğu yere bırakmıştır.

Dede Korkut hikâyeleri IX ve XI. yüzyıllarda oluşmuş, XV. yüzyılın sonunda, adını bilmediğimiz biri tarafından yazıya geçirilmiştir. Hikâyeler, Hanlar Hanı Bayındır Han veya Salur Kazan’ın verdiği ziyafetle başlar. Oğuz beyleri Bayındır Han veya Salur Kazan’dan izin aldıktan sonra ava giderler. Bu arada yurtları düşman saldırısına uğrar. Bunun sonucunda mallarını kaybederler, bu sırada Oğuz beyleri bir bir gelirler ve düşmanı yenerek ülkelerini ve tutsakları kurtarırlar.

Hikâyelerin geçtiği coğrafi alan Hazar Denizi’nin doğusu ve batısıdır. Doğusunda geçen yerler arasında Kazılık Dağı, Ala Dağ, vb. yerler ilk aklımıza gelenlerdir. Hazar Denizi’nin batısında ise bu bölge Azerbaycan ve Türkiye’nin Kuzey Doğu Anadolu Bölgesidir. Bu geniş coğrafya adı konulmasa da bir Oğuz ülkesidir.

Dede Korkut, Oğuzların akıl hocasıdır. O, Oğuz kavminin sorunlarını çözer, yeni doğan çocuklara ad verir, evlenmek isteyenleri evlendirir. O aynı zamanda kopuzun bulucusu ve ozanların piridir. Her hikâyenin sonunda yapılan şenliklerde kopuz çalar, destanlar söyler.

Dede Korkut hikâyelerinde Hanlar Hanı Bayındır Han en üst mevkidedir. Ondan sonra Salur Kazan gelir. Her beyin bir divanı bulunmaktadır. Beylerin çocuklarına av avlayıp, kuş kuşladıktan ve baş kestikten sonra beylik verilir. Yine av avlamayan, kuş kuşlamayan ve baş kesmeyen çocuğa ad verilmez. Hikâyelerde beylerin yanında 300, çocuklarının yanında ise 40 yiğit vardır. Hatunların yanında da 40 ince belli kız bulunmaktadır.

Hikâyelerde Oğuzlar Müslüman’dırlar, ancak din kuvvetli bir unsur olarak görülmez. Oğuz beyleri sefere çıkmadan önce arı sudan abdest alırlar, iki rekât namaz kılarlar. Düşmanlara saldırıları sırasında “adı görklü Muhammed”e salâvat getirirler. Savaşların sonunda daima düşmanlarından aldıkları kalelerdeki kiliseyi mescide çevirirler, keşişleri öldürüp ezan okuturlar. Ayrıca hikâye boyunca dört büyük melek (Cebrail, Azrail, israfil, Mikail)ten, peygamberler (Hazreti Musa, Hazreti Muhammed)den, üç halife (Hazreti Ebubekir, Hazreti Osman, Hazreti Ali)den ve Kur’an-ı Kerim (Amme, Tabereke, Yasin, ihlâs Sureleri, vb)’den söz edilir.

Bütün bunlara rağmen islamiyet’in yasakladığı içkiyi içerler, kâfir kızlarına sağrak [kadeh] sundururlar. At eti yerler, kımız içerler. Hatta Deli Dumrul, Allah’ı tanımaz ve onunla savaşmak ister.

Hikâyelerde aile çok sağlamdır. Bamsı Beyrek hikâyesinin dışında bütün Oğuz beylerinin tek eşle evlilikleri söz konusudur. Bamsı Beyrek’in ikinci evliliği de Parasar’ın Bayburt Hisarı’ndan kurtulması sırasında kızın yardım etmesi ve Beyrek’in verdiği sözden dolayıdır. Oğuz beyleri kadınlara karşı saygılıdırlar.

Hikâyelerde, alp tipi evlilik vardır. Bunun en güzel örneği Bamsı Beyrek ve Kan Turalı hikâyelerinde görülmektedir. Bu arada beşik kertmesi evliliğin varlığından da söz edebiliriz. Yine Deli Karçar’ın Banu Çiçek için istediği, 1000 dişisini görmemiş erkek deve; 1000 dişisini görmemiş koç; 1000 dişisini görmemiş aygır; 1000 kuyruksuz, kulaksız köpek; 1000 pire bu dönemin kalını (başlık parası)dır.

Dede Korkut hikâyelerinde iki yüzlülük yoktur. Bütün beyler ve kadınlar merttirler. Yalan söylemezler, hikâyelerin tek yalancısı Yalancıoğlu Yaltacuk ise konu gereği Bamsı Beyrek hikâyesinde karşımıza çıkar. Anneye çok değer verilir, Oğuzlara göre “ana hakkı Tanrı hakkıdır". Tercih edilen çocuk erkektir. Hikâyelerdeki hayat tarzı göçebeliktir. Tek varlıkları sürüleridir. Onların develeri, atları, koyunları çok kıymetlidir. Sayıları binlerle ifade edilen bu hayvanların çobanları vardır.

Hikâyelerde kopuzun yanında davuldan da söz edilir. Savaşa gitmeden önce davul çalınırken kopuz hemen hemen her Oğuz beyinin yanından hiç eksik etmediği müzik aletidir. Hatta kopuz Oğuzlarda tanınma işaretidir.

Hikâyelerde tabiat çok canlıdır, heybetlidir, hırçındır, dağlar geçit vermez. Hikâyelerde dağlar, sular canlı gibi düşünülmüş ve onlarla konuşulmuştur. Hikâyelerin değişmezlerinden birisi de avdır. Hemen hemen her hikâyede ava çıkılmaktadır. Av alanında önemli kararlarında alındığını hatırlatmakta yarar vardır. Eser, Türk dili ve kültürü açısından olduğu kadar halk bilimi açısından da son derece önemli bir kaynaktır. Türklerin doğum, evlenme ve ölüm âdetleri, antları, çocuk oyunları, halk hekimliği ve halk baytarlığı, vb. konularda başvuracağımız ilk kaynakların başında Dede Korkut hikâyeleri gelir.

Türk âşıklık geleneğinin kökeni hakkında bilgi sahibi olduğumuz en önemli eser yine Dede Korkut hikâyeleridir. Hikâyenin giriş kısmında; “Kolça kopuz götürüp ilden ile bigden bige ozan gezer. Er cömerdin er nakesin ozan bilür. îleyünüzde çalup aydan ozan olsun. Azup gelen kazayı Tanrı savsın hanum hey.” denilerek âşıkların en önemli özelliği bu eserde ortaya konulmuştur. Halk mutfağıyla ilgili bilgileri yine bu eserde bulmaktayız: Kara koyun yahnisi, bazlama, bir külek yoğurt, vb.

Dede Korkut hikâyeleriyle ilgili olarak Kilisli Muallim Rıfat, Orhan Şaik Gökyay, Muharrem Ergin, Saim Sakaoğlu, Osman Fikri Sertkaya, Semih Tezcan, Dursun Yıldırım, Keriman Üstünova, Güllü Yoloğlu, Ali Duymaz, vb. bilimsel çalışma yapanlardan bazılarıdır.

Semih tezcan'ın dede korkut hikayeleri kitabı güzeldir. Metinler, transkripsiyonlu bir şekilde verilmiştir. Okunulması tavsiye edilir.
boğaçhan hikayesi harika olan hikayelerdir...
Tamamı yaşananlardan oluşan ama destansı bir üslupla anlatıldığı için destan statüsünde yer alan ve Oğuzname'nin bir parçasını olduğu söylenen Korkut Atam'ın soylamalarıdır.
Kanturalı favorimdir.
azrail bir yigidin canını almıs.
bizim yigit bogac efendi azrail in kim oldugunu bilmiyormus.
efelenmeye baslamıs, gel azrail, savasalım.
velhasılı bu hadsizligi duyan tanrı azrail i canını almak uzere bogac hana yollamıs.
azrail le savasmıslar, bogac han olmek uzereyken yalvarmıs, lutfen aileme veda etmeme musade et.
tanrı azrail e izin vermesini soylemis.
hatta tanrı demis ki boyun egdigi icin onun canına karsılık baska birinin canını getirirsen bogac ın canını bagıslarım.
azrail tanrı nın bu sozunu bogac a iletmis.
bogac babasına gitmis, durumu anlatmıs.
babası demis ki tarlalarım, degerli seylerim, hepsi senin olsun ama canımı veremem.
bogac annesine gitmis.
annesi demis ki butun muceverlerim senin olsun, ama canım tatlıdır, veremem.
bogac beraber yiyip ictigi 40 yigide teker teker gitmis. hicbiri canını vermemis.
en son ölmeden veda etmek uzere esine gitmis.
esi demis ki "yigidim, aslanım, ben sensiz yasayamam. al bu can senin olsun."
bu yuce askı ve fedakarlıgı duyan tanrı sevenleri bagıslamıs, ve bogac la esi hayatını sürdürmüş.
Aynı tarikatçı hikayeleri gibi bunlar ne aq.
hiç de korkunç değildir böyle yalancı edebiyat mı olur kardeşim.