bana bunu kimsenin yapmaya hakkı yok. bedelini ağır ödeyeceksiniz. benimle bi derdiniz varsa adam gibi kozunuzu benle paylaşın. dostlarımı sevdiklerimi hedef almayın. yeter... herkesin bi dayanma sınırı var be.. bu kalleşliği ödeyeceksiniz...

bu sözlükte yazmaya başladığımdan beri tehditler alıyorum. bu yeni bişey değil. fakat son 2 ayda bu tehditlerin şiddeti arttığı gibi sırf benimle yakınlığı var diye birçok insanı hedef almaya başladı. arkadaşımın mekanı basıldı bi gece yarısı. tamam dedim. sineye çektim. sonra sırf bana olumlu bi nick altı yazdı diye bir sözlük yazarının zirvede itin götüne sokulduğunu öğrendim. bununla da kalınmamış. çocuğu sıkışıtıp avuçlamışlar. çıldırdım. teke teke çağırdım ibneleri ama hiç biri gelemedi. sonuçta bu hareketi de karşılıksız bırakmak zorunda kaldım. bitmedi tabi. daha bir sürü haysiyetsiz hadise. nesiniz lan siz? ederiniz bu kadar mı? şerefsizler...


uğur mumcu, muhammer karaca, fikret bila, engin noyan, bahriye üçok, sevim egesoy gibi
inandığı değerler uğruna gerek bedeni gerekse manevi hayatını feda eden insanların yolundan
gidiyorum ben. susturamazsınız. sizin gibi gizli eşcinselleri, ezikleri, pasif ve ödlekleri, yeteneksiz
ibneleri bulup anüslerini honey mustard dökerek chicken finger'e batırmadan huzur yok bana.

gözümden bi damla yaş aktı şu an. ve bu akan tek yaşın karşılığını gürgen ağacının altında
inleyerek ödeyeceksiniz.

17 yaşındaydım. sevgilime mektup yazan puştu arkadaşlarım yanıma getirdi. onu fena
döveceğimi, hatta kontrolümü kaybedip öldürebileceğimi düşündüklerinden tetikte bekliyorlardı. her an biri araya girmeye hazırdı. sakindim ama ben. kollarından sürükleyerek dut ağacanın dibine götürdüm. kendi ellerimle soydum iti. sadece üzerinde beyaz bi atlet kaldı. altı çıplaktı. ellerini ağaca bağladım. bacaklarını ise ayırabildiğim kadar ayırıp iki ayağının bağ barmağını taşla ezerek önce kendi hırsımı biraz dindirdim. olaya duygularımı karıştırmak istemiyordum çünkü. sonra iki arkadaşımı baş parmakların başına diktim. tutun bunları, sakın ayırmayın, yoksa onu öldürürüm dedim.

sikinin başına ezilmiş dutları attım. onlarca yüzlerce dut vardı cinsel organı ve çevresinde. suları testislerine akacak şekilde ayağımla ezdim bazılarını. sonra yerine yenilerini koydum. ağlıyordu piç. yalvırıyordu bana. sus lan it deyip dut ağacına çıkıp sallıyordum ağacı. müthiş bir zevkti. 15 dakika sonra arılar kaplamıştı dutlarla beraber sikini ve çevresini. manzara insanı kendine çekiyordu. dutun balından tadından yapışmış cansız arılar, duta yumulan canlı arılar... çığlıkları duyulmasın diye ağzına gülsuyu döküp dudaklarına kömür tozu sürüyordum. inliyordu göt.

arıların bazılarını kanadından tutuyor, kızdırıyor, onları kurbanımın sikinin başına sokmaya
zorlayarak ölüme yolluyordum. ahhhaa doymuyordum ama. geçmiyordu öfkem. bir düzineden fazla arının soktuğu sik başı, ki çok ufaktı zaten ibnenin siki, 5 dakikada 6 testis boyutunu almıştı. acıdan kendini kaybeden hayvanı öylece bıraktım. birdenbire hevesim geçti. soğudum. sonradan öğrendiğim kadarıyla arkadaşlarım yardım etmiş o uyruksuz sıçana.

dün küçük kardeşimle sırf tekerlekli sandalyeye mahkum diye dalga geçildiğini öğrendim. abine
selam söyle diyerek çocuğa eziyet etmişler. allah belanızı versin lan sizin...şu an sinirden avuç
içlerimi emiyorum. ve emerken de size bu cümleyi haykırıyorum. arılar cinsel organından karpuz suyu emecek. dut kesmez bu sefer beni.