bugün

şehit asteğmen. ruhu şad olsun
şehidimiz, ruhun şad olsun.
merak ettim facebooka yazdım adını. mimarmış trakya üniversitesinden mezun olmuş. fotoğraflarına baktım türk bayrağını gördüm gülen yüzüne baktım. ilişkisi başlamış 2012te. 2 ay kalmıştı teskeresini almaya belli ki güzel bir hayatı vardı, olacaktı. şerefsizlerin saldırısında şehit düştü asteğmenim. aldılar o güzelim hayatı ellerinden. şimdi o hayatın yerini 2 dakikalık son dakika haberleri ve 3 5 kelimeden oluşan altyazılar aldı.

vatan sağolsun, ruhu şad olsun.

ama bu kez bıçak kemiğe dayandı olmasın.
321. dönem asteğmendim, mimardım.

burak erdi uysal ise 343. dönem asteğmendi, o da mimardı.

görev yerinin belirleneceği kura torbasından çekilen kağıt beni izmir e yoladı onu şırnak a.

yaşamla ölümü ayıran şey torbadan rastgele seçilen bir kağıt parçası değil elbette. yaşamla ölümü ayıran aslında her şehit haberinden sonra bıçak kemiğe dayandı diyen, işine geldiğinde barış ve demokrasiden bahseden koltuk sevdalılarını seçmek için oy sandığına attığımız kağıt parçası.
Aynı yaşta olduğum, aynı memleketi paylaştığım, fakat tanışma fırsatı bulamadığım bir yiğit kendisi. Az evvel ateşin düştüğü evde, babasının elini sıkabildim. Allah sabır versin.
Şırnak Beytüşşebap'a gitmek üzere Tekirdağ Hayrabolu'daki birliğinden, aralarında çocukluk arkadaşım Hüseyin'in de bulunduğu 3 arkadaşıyla birlikte geldiler Diyarbakır'a. 7. Kolordu nizamiyesinde karşıladım bunları. KTM'ye katılış yaptılar. Şırnak'a giden konvoy bir gün sonraymış, bu yüzden bir gece Diyarbakır'da kalmaları icab etti. Ben de üst devreleriyim ya, Diyarbakır'da görev yapıyorum ya, içlerinden biri benim mahalle arkadaşım ya; hemen ev sahibi moduna girip aldım bunları himayeme. Kolordu misafirhanelerinde yer olmadığından dışarda bir yer bakmaya başladık, nitekim de bulduk. Yerleştirdim bunları. Ben, çocukluk arkadaşım Hüseyin, Burak ve adını hatırlayamadığım diğer 2 çocuk, takılmaya başladık. Herkesin neşesi yerindeydi. "Diyarbakır'a geldim de beni niye Ciğerci Muharrem'e götürmedin?" demesinler diye Ofis-Kasaplar'daki Ciğerci'ye götürdüm bunları. Gözlerindeki heyecan rahatlıkla okunabiliyordu. Muhabbet fix zaten; bir asteğmen ne yapar, astlarla ilişkiler, er ve erbaşlarla ilişkiler. Ben 3.5 ay daha kıdemli olarak yaşadığım tecrübeleri aktarıyorum ister istemez. Hiç üs bölgesine çıkmadığım için üs bölgesiyle ilgili bir resim ya da bilgi veremiyorum haliyle. Ancak devre arkadaşlarımdan duyduklarımı sıkıştırıyorum cümle aralarına.
Yedik içtik, biraz Ekinciler'de turladık. Sabah erken saatte yolculuk oldugundan fazla uzatmayalım dedik grupça. Otele döndük. Sabah 6'da uyanmamız gerekiyordu. Biz yine de 3'e kadar muhabbet ettik. Hatta ben ve Hüseyin, eski günleri yad ettiğimiz için 4'ü gördük. Prosedür gereği uyuduk resmen. 6'da ilk ben uyandım. "Haydi gençler!" dedim kıdemlileri olarak, "Vakit gitme vaktidir!".

Nerden bilirdim Burak kardeş, seni şehadet şerbetini içmeye gönderdiğimi? Vardığın makamın yüceliğine lafım yok! Ama şu gönüle, hadi benim gönlümü söküp atalım, ailenin, yakınlarının gönlüne düşürdüğün ateşi gördükten sonra, o güne geri dönsem, seni o sabah uyandırır mıydım sanıyorsun?

En çok da ne koyuyor biliyor musun? Hatırlıyor musun bana gideceğiniz yerle ilgili "Olay oluyor muymuş bizim orda, bir bilgin var mı?" diye sormuştun. Ben ise, küçük beynimle sana/size "sittin sene çatışma görmezsiniz, sizin oralar sakin, Şemdinli civarları hareketli, sizin oralar eskiden hareketliymiş, artık değilmiş." cevabını vermiştim. Aklımca sizi rahatlatmaya çalışıyorum işte.

Hakkında sayfalarca yorum yapacak kadar şey bilmiyorum. Ama gönül güzelliğinin yüze yansıdığına inanan insanlardanım ben. Ve senin çok güzel bir yüzün var. Çok temiz bir gülüşün.Ve o gülüşü bizden aldılar. Ailenden çaldılar.

Hüseyin'le konuşuyorum telefonda. Onunla teselli buluyorum ancak. Onun için şafak sayıyorum.
askerlik bitiyor da, senin yüzünü hatırlayınca, yeniden başlıyor be Burak...