bugün

istemeden gelen yaşanıldığı taktirde anlaşılabilendir.
sadece o mutlu olsun diye anlatamazsınız bazen...
yoğun duygu fırtınasıdır. baş döndürür, insanı salağa çevirir. korunmaya çalışsanız da, açık bir yer illaki bulur.
nasıl bir acıdır bu?
nasıl bir iç çekiştir? bazen aklım almıyor daha 16 yaşında tattım o acıyı.
önce ikibüklüm oluyorsun, küçükken eski evimin balkonunda kumlarla oynamak için annemin aldığı tasa su doldurup karıncaları atar nasıl büküldüğünü seyreder gülüp geçerdim, bilmezdim ilerde benimde öyle olacağımı.
işte öyle oluyorsun,kabuğuna sığınan yavru karınca gibi...
sonra etrafa bakınıyorsun biliyorsun nereye baksan onu göreceksin.
hafızan siliniyor hiçbirşeyi tutamıyorsun aklında hipnoz edilmiş deli gibi boş boş bakıyorsun etrafa, bir sızı hissediyorsun ama yerini bulamıyorsun, aynı sırtımda biryerde kaşınan yeri yokladığım halde bulamamam gibi.
susuyorsun çıt çıkmıyor odanda ve yanlız kalıyorsun, içten içe özlem duygun artıyor ve onu istiyorsun, hiç yoktan bir gülüşünü bekliyorsun o ise sigaranın sonu gibi tükeniyor, çeksen bitecek bıraksan dumanlaşacak, çaresiz kalıyorsun çırpınıyorsun, o ise gülüyor ...
kızıyorum çaresiz olduğumu söyleyip bağırıyorum ne bu diyorum? ne bu?
yaklaşarak fısıldıyor kulağıma ve
aşk diyor
aşk
bir buse konduruyor yanağıma ve uzaklaşıyor.
şaşkınlıkla bakıyorum arkasından ve sadece "bu gidişindemi aşk" diye sorup duruyorum...
''hani hem herkes duysun, hem kimseler duymasın istersin ya...''
kiminin yaşam, kiminin ölüm sebebidir aşk.....
çok sevmene rağmen mutluluklar dileyebilmektir bazen başkasıyla.
şimşeğin çaktığı anı 7 yıl sonra bile hatırlayıp, 4 yıl boyunca bitmesi için tanrı ya yalvarıp, 6 yıl sonra tekrar karşılaşıldığında konuşacak hiçbir şeyin kalmadığının, çekim gücünün sıfırlandığının farkına varılarak 2 eski tanıdık olarak mekandan uzaklaşmaktır.buna rağmen aşk sürer, aşık olunduğu zannedilen kişiye karşı değil, bu simanın üzerine yapıştırılan mükemmel karaktere karşı.durumun farkına varılmasıyla aşk ve inancı sona erer.
çoğu insanın bahanesidir. bazen de kaçışı. kimisi bilir ne istediğini, kimisi farkında bile olmaz. aşk filmlerini izleyip ağlayan sonrasında aşığına, aşık olduğuna acılar çektiren insanlar var bu dünyada. aşk derler geçerler. çok severler facebook olsun msn olsun iletilerine, resimlerine koyarlar aşk bu süper şey, çok değerli benim için, ah aşk ah. ama sonuç kocaman bir sıfır. rol yapmaya gelince herkesin dayanağı. iş gerçeğe dönüşünce herkesin kaçışı.
Aşk, Tanrının insanlara bu hayattaki en büyük armağanıdır.
Aşk; hayatı,insanları çılgınlar gibi sevmektir.
Ben aşkı Elif Şafak'ın aşkıyla anlatmaya çalışacağım.Kendini kendi yekparenliğini başkasının vücuduyla bir bütün haline gelmesi. ya da

Hiç biraz da olsa aldırış ettiniz mi?
Bazen bir kitap okursunuz asdece ve sadece hayal dünyasını anlattığından sizde sadece okumuş olmuş olursunuz. Bazı kitaplar da vardır ki öyle hayatlar öyle yaşamlar öyle aşklar anlatır ki hayatınızda derin yaralar açar, derin sevdalar oluşturur. Her ne kadar elif şafak'ın kendisini sevmesem de aşk adlı kitabıda bu türden bir kitap.Mevlana ile şems manevi boyuttaki(?) (gerçi maddiyata geçse ne yazar) aşklarının nasıl da iki farklı bedeni yek vucut haline getirdiğine şahit olursunuz. Toplumun kalıpyargılarının cahillerin kurucusu, savunucusu, kollayıcısı olduğu kalıpyargılarının nasıl toplumu yönlendirdiğini ortaya serer bu kitap. ya Şems gibi asi ya Mevlana gibi uysal ya da cahil kitlenin kendisi oluruz. Cahil kitleyi bir kenara bırakırsak şems olmak zor olduğundan Mevlana olup Şems gibi dostluklar edinmeliyiz diğer seçenek olarak.Kitapta ki Ella nın da hayatı böyle. Varlık içinde , hiç bir zorluk çekmeden monoton bir hayat sürmekte. Yani tam Mevlana nın kendisini simgelemekte. fakat karşısına Aziz yani Şems çıkınca hayata aslında yeni

başladığını kendisi de fark eder.
Peki Şems olamıyoruz.Bu Mevalana olacağımız anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Mevlana gibi durgun bir deniz ya da Şems gibi çağıl çağıl çağlayan bir ırmak değil isek olabileceğimzi diğer şey ise o cahil kitlenin ta kendisidir. Kendi yanlışlarını görmeyen, kendi hatalarını görmeyen, sürekli başkalarını sırf kendi düşüncesine uymuyor diye yargılayan o kesimin ta kendisi oluruz. Şems in güzide bir kuralıyla yağmuru mu kesiyorum:
¨
otuzikinci kural: Aranızda ki bütün perdeleri tek tek kaldırın ki tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma.Bilhassa putlardan uzak dur, dost.Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. inancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama.¨

Umarım bununla tanrı denince sadece tanrı kavramı, doğru denince sadece dini kurallar,put denince sadece şirk akla gelmiyordur. Gelmemeli ki cahil kesimden bir farkımız olsun. gelmemeli ki Şems in büyüklüğünü kavrayabilelim.
beraberinde sonsuz bir mutluluk getiremeyen.
olmadığı halde varlığına inandıran yegane duygu. bir deli taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış misali.. biri aşk diye bir şey var demiş, herkes onu aramış. noktayı koyuyorum.. yok aşk falan, kandırmayın artık birbirinizi. "ben sana aşığım bebeğeeeeem" cümlelerini kurmayın artık. ey aşk denen yokluk.. "ben geldim" diye çalma kapıları. bir çocuk muzurluğunda kapı ziline basıp kaçarak oynama sana inananlarla. gel benim kapıyı çal.. sana kapı duvarım, gelsen de evde yokum.
Aşk..
Güzelliklerini yaşamakta olanların, hakkında en güzel şeyleri yazdığı..
Acısını çekmekte olanların ise, yalanladığı, hakaret ettiği, inanmamadığı duygu..

Bu başlığa ne zaman bakıyorum biliyor musunuz?
Birisine aşık olduğumda.
Ne diyorum biliyor musunuz?
Ulan şöyle aşk yoktur, yalandır, bilmem nedir diyen adamlar ne kadar da bencil yahu, aşktan güzeli var mıdır?

Sonra ne mi oluyor?
Terkediliyorum.
Acı çekiyorum.
işte o zamanlarda, yine kapım "aşk" oluyor.
"insanların gözleri ne kadar da boyalı" diyorum. Hiç bir şeyin farkında değiller. Yok aşk her şeydir, yok onsuz olamazsın, hayatındır, falandır filandır.. Yalan yahu, bunların hepsi yalan, bugün "seni seviyorum" diyen, yarın "sen benim hiç bir şeyim değilsin artık" diyecek.. Gözleriniz açık olsun biraz. Avanaklar.

Yine girdim bu başlığa, entryleri okudum, evet. Neden?
Yine aşık oldum.
Aşk şu fani dünyadaki en tatlı şeydir.
Nefes alıp vermekten mutluluk duyarsın, sebepsiz yere. Var mıdır ötesi be?

Bir daha ne zaman uğrarım acaba bu başlığa...
Aşk..
Tek hecede olsa, tarifi imkansız Cemal Safi'ninde dediği gibi.
Herkes için farklı farklı anlamlar taşır, biri çok sever aşkı, biri nefret eder belki.
Ama nefret edilecek bişi değil bence 'AŞK'.. En ulvi duygudur insanın yaşadığı.
Bence aşk sevilendir.
Divan edebiyatındaki gibi gözler alır hep ilk sahneyi. Nefes kesilir, yüz kızarır. ve ses tonu hafif hafif aşağıya iner, nedense der insan ilk başta nedense.
Gözlerde başlayan ateş yüreğe doğru hareketlenmeye başlar. Kalbi sanki yürekte gizli br hazine gibidir. ve ateş yüreğe ulaştığında herşey bitmiştir, artık aşıksınız.
Bi süre daha sürer farketmenz aşık olduğunuzu eğer ilkse. ve yanar yüreğiniz sevdiğinizle. Yeşerir eğer karşılık görürseniz kalbinizin fidanları ateşle. Buz gibi olan kalbiniz ısınır bi anda ve bahar olur orda.
Nerden biliyorsun derseniz eğer söyleyim. Ben aşığım.
Aşk abdest gibidir,şüpheye düşersen bozulur.

mevlana.
bazen ona sadece sevgilim diyerek anlatabileceğin mükemmel bir duygudur defalarca seni seviyorum desen bile yetemicek kadar güzel, sabırsız, kelimeler karşısında yetersiz kalan tek şeydir aşk
kalp hastalığı
(bkz: kalp yetmezliği)
ingilizce'deki "love"kelimesinin kökeni; hint-iran koluna bağlı en eski belgeli lisan olan sanskritçe'deki "lobh" yani açgözlülük anlamına gelen bir kökten gelmektedir.
Kişinin kendinden çıkma gereksinimi. insan tapıcı bir hayvandır.
Tapmak kendini adamak ve orospulaşmaktır. Ve her aşk orospuluktur.*
bir kere yaşamışsanız, her sevgili bulduğunda, her birinden hoşlanışında yani her basit ve yavan ilişkilerine aşk diyen insanları boğmak isteği getirendir.
sadece bir kez, bir kaç dakikalığına çok yaklaştığım bir duygudur. sınıftan pek ilgim olmadığı bir arkadaş ayağını sakatlamıştı. ben de derslere girmemek için buna çiçek götürmeye giden ekibe katıldım. hastanenin kapısına yaklaştık. benim niyetim:' geçmiş olsun.' deyip, tüymek ve günümü kurtarmaktı. sonra biz hastanede arkadaşımızı aramaya başladık. bir türlü bulamadık ibneyi. en sonunda cesaret edip bir doktorun yanına yaklaştık ve:' bacağını sakatlayanlar nerede?' gibisinden bir şey sorduk, pek havalıydı ibne baktı bize sonra da yürüdü gitti. bıkkınlıkla karşımıza gelen ilk odaya girdik ve o'nu gördüm. odaya birinin girdiğini görünce umutla bakmıştı kapıya. benim elimde hastanenin önünden sınıftan topladığımız paranın yarısına aldığımız ucuz çiçek, bakakaldım. gözlerini çevirmedi, öylece baktı bize. peşimizden bir hemşire girdi ve ona derdimizi anlatmaya başladılar. o ise merakla bizi izliyordu. belli ki sıkılmıştı... sonra çektik gittik odadan... bulduk arkadaşı girdik yattığı odaya, hiç bir şeyi yoktu ibnenin, ' ağrımıyor bile lan, iki haftalık rapor verdi doktor.' deyip gülüyordu. bir yandan da hoşlandığı gül'e artistlik yapıyordu:' canım hiç acımıyor, doktorlar şaşırdı...' falan gibi. ben ise pişmandım sözlük, keşke çiçekleri ona bıraksaydım, keşke gitseydim yanına. bunları düşündüm ve hastaneden çıktım gittim, daha da pişmanım be sözlük ilk kez bu kadar yaklaşmıştım.
yeri gelir ıste bu dedirtir yeri gelir hay agzına scym emi dedırtır tarifi olmayan bu duyguyu ınsanoglu varolusundan beri sevmektedir sevecektir.
yeri gelir ıste bu dedirtir yeri gelir hay agzına scym emi dedırtır tarifi olmayan bu duyguyu ınsanoglu varolusundan beri sevmektedir sevecektir.