bugün

evimiz 2. kattaydı, balkonun demirlerinde duran bi halı vardı sanırım annem halı yıkamıştı ve kurusun diye koymuştu. nasıl olduysa halı aşağı düştü, aşağısı da evin bahçesiydi öyle önemli bir şey değil yani. ve ben halı düşünce hüngür hüngür ağladım. bi 15-20 dakika ağlamışımdır. neden ağladım inanın bilmiyorum.
Ortaokulda nöbetçiydim. Müdür yardımcısı çağırdı, sınıflara pasoların geldiğini isteyenlerin isimlerini öğretmenlerine yazdırmalarını söylememi istedi. Hoşlandığımın da bulunduğu sınıfa hava ile girdim. Öğretmenden duyuru yapmak için izin istedim. sonra da pasaport isteyenlerin gelip alması gerektiğini söyledim. onlar gülerken ben kırmızı suratımla sınıftan çıkmaya çalışıyordum.
Dolaba tırmanıp orda bulduğum çakmakla evi yakmıştım,komle yanmadı tabi 1 odası yandı beşikte kardeşimde uyuyordu ona bişey olmadı allahtan.

Not; bu salaklıktan öte biliyorum.
Burnumdan çıkan çapakları yerdim. Tuzlu tuzlu ne giderdi be.
televizyonda sinema programı varken şöyle derlerdi" aynı isimli romanından uyarlanan film ..." ben de her kitabın adını aynı isimli zannederdim.
çöpte bulduğum portatif lamba duyuna yine çöpte bulduğum silecek motunu bağlayıp evin elektrik tesisatını yakmışlığım var.
overlok makinası ayağınıza geldi halı kilim paspas kenarına, halıfleks kenarına, yolluk kenarına overlok yapılır, 3 dakikada dikilir hemen teslim edilir.

işte bu sözlerin söylendiği aracı mahalleden her geçtiğinde durdururdum, annem şimdi geliyor diyerek aracın içindeki kızı görmeye çalışırdım.
her seferinde kız koltuğun altından mı okuyor diye merak ederdim.
hatta iyi bir çocuk olursam bir gün onu görebileceğimi bile düşündüm.
ancak hiç göremedim sözlük.

acı gerçek ile 10 yaşındayken yüzleştim.
bant kaydıymış amk!
dünyam yıkıldı.

hiç yılmadım. bir gün onu göreceğimin umuduyla yaşıyorum.
Günümüzdeki fotoğraf makineleri çıkmadan önce pozlu fotoğraf makineleri vardı.içine bir film makarası koyuyordunuz dolunca da gidip filmi bastırıyordunuz.evde bir tanesi ya bozuk olduğu ya da bir üst modeli çıktığı kullanılmıyordu.bir gün evde kimsenin olmadığı bir zaman diliminde ben o kullanılmayan fotoğraf makinesini tamir edeceğim diye aldım.parçalarını söktüm.hepsini sıraya koydum ki takarken sırayı kaçırmayayım.ama sökülen parçaları bir araya getirmek mümkün olmuyordu.ileride hep bir teknolojik gelişmeye imza atacağım ve bu olayı anlatacaktım.ama nerde?

Eve annemin gelmesiyle panikledîm.fotoğraf makinesini öyle görünce sitem etti.evet sevgili sözlük başaramamıştım.o makineyi tamir edip yeni çalışmalara başlayabilirdim ama olmadı.eğer her şey yolunda gitseydi uzay çalışmalarımız daha hızlı ilerlerdi ve bu satırları belki de uzaydan yazardık.
koltuk minderleriyle ev yapmak. Sonrada komşu kızını o evde ellemek.
dolabın içine girip arkasında birilerinin yaşadığını düşünüyordum ve dolaba vurup çıkın oradan diye bağırmışlığım vardır. Cesarete bak hele.
buzdolabı poşetlerine sabunlu su doldurup caddeden geçen arabalara atmak.

baya bi arabayı temizlemişimdir böyle.

tabi şöför amcalar pek bi sinirliydiler hep. ağza alınmayacak küfürlerle kovalarlardı beni.

tabi yakalayamazlardı ama o adrenalini bugün bile özlüyorum.

ha birde kocaman kocaman taşları yoldan son sürat geçen arabaların kaportalarına atmak ve küüüüt, güüüüüm diye sesleri duyunca artı arabaların 3-4 saniye sonra kenara çektiğini görünce hemen olay yerinden tüymek. bir defasında yine okul dönüşü zevklerimden biri olan bu olayı yaparken bir son model passat'ın kaportasına hatrı sayılır bir göçük açmıştım kaya formatında bir taş atarak ki zaten attığım bütün taşlar hayli iri taşlardı.

kazaya bile sebebiyet verebilirdim ama çocukluk işte *

gerçekten inanılmaz bir adrenalindi şu anda yazarken bile heyecanlandım.

birdefasında yine taşı son sürat geçen "karsan" okul minibüsüne attım yine kaportadan hayvani bir ses çıktı şöför kenara çekip beni gördü bilerek kaçmadım (adrenaline ve dayaktan gebermeye en yakın olduğum an idi) ardından pala bıyıklı servis şöförü peşime düşsede öyle güvenli sota biryerdeydim ki;

önüm çitlerle çevrili anca arkadan dolaşacak gelecek, eh o zamana kadar koşu şampiyonu olsa beni yakalayamaz.

velhasıl kelâm en büyük salaklığımda bildiğin demir makası elektrik prizine sokmaktı. iyi ölmemişim. fakat ufacık devre ampulünü kocaman bir akrobat ampul yuvasına sokmaya çalışırken çarpıldım. deli gibi bir titreme geldi. hah son olarak da evdeki cam fanus içinde beslediğimiz balıkların suyuna şu üfleyince baloncuklar püsküren oyuncakla baloncuklar püskürtmüştüm. tabi bu kimyasal onlar için ölümcüldü, öyle de oldu hepsi hakkın rahmetine kavuştu.

salaklık mı bilemem ama mahallede ne kadar çirkin kapıcı çocuğu varsa döverdim. resmen önüne geçemediğim bir içgüdü gibiydi. abileride beni ararlardı. ortamdan arazi olurdum.

hah birde bir kız arkadaşımla (tahminen ortaokul 1 falandık) bir site inşaatına gittik neden mi? "macera aramak için" derken çamurların içinde bata çıka siteyi dolaştık, eve geldiğimizde kıyafetlerimiz sıfır abartıyla yazıyorum belimize kadar çamura batmıştı. birşeyin içine düşmüştük hatta resmen harç kuyusu mu neydi, bembeyazdı ve hareket ettikçe içine batıyorduk. her ikimizde de sike sürülecek akıl olmadığı kesindi. fakat şu keşfetme ve macera arama merakı daha pek çok vakitler başımı derde sokmuştu...
Boyama kalemleri ile göz makyajı yapmıştım. Iltihaplanmıştı gözüm.
d-100 den geçen arabalara yumruk kadar elma atardım.
e6 karayolu kenarında bulunan arkadaşa ait çadırı yakıp koşarak arkadaşa gidip aaaaahmeeeeeeeet olum çadırınız yanıyor lan demek.
atatürk'ü allah sanmaktır efendim. evet.
bir keresinde dayımın şortunu kadıköy'ün göbeğinde indirdiğimi biliyorum. o zaman bi bok yapamamıştı eve gelince ağzıma sıçtı tabi.

tüm kedilerin üstüne balkondan aşağı tükürüyordum, bu alışkanlığımı 3 sene önce bıraktım. evet. apartman boşluğuna tükürmeyi saymıyorum bile, istemsizce tükürük bezlerim harekete geçiyor, şu anda bile.

eskiden evde taş devrinden kalan bilyeli mause bulmuştum-evde bilgisayar yok nerden geldiyse- bilyesini çıkartıp kardeşimin kafasına atıp, kardeşimin dengesini bozarak kafasını betona vurmasını sağlamıştım.sonra hastaneye falan gittik, babamdan ilk defa kemerle dayak yemiştim.

mahalledeki delinin evinin üstünü boyamıştık-buna hala üzülüyorum-

ah çocukluk, vah çocukluk.
Tek tek yazmak istemiyorum ama cidden çok salak saf bir çocukmuşum. Öyle ki kuzenler falan sen nasıl o halden bu duruma gelebildin diye hayretle bahsederler şu an bile.
ilk okulda silgi tozu biriktirme huyumuz vardı. çocuk aklı ya. silgi tozlarını bir kapta birleştirip, sıcak su ile yoğurup o kapla buzluğa atınca yeniden silgi olacak diye inanırdık. vay anasını okula sırf toz biriktirmek için giderdim. kim en çok biriktirmiş yarışına girerdik. arkadaş arasında öne çıkmanın altın kuralıydı bizde. Ayrıca amaç olarak, çocuk ruhuna tutumlu olmayı ve “ben bişeyler yapıyorum, kazanıyorum” tadını aşılıyordu bize
annemlere evden çıkarken anahtar bırakacağım. telefonum yok o dönemler malum. annemler de evde yoklar. not yazdım. kapıya yapıştırdım. anahtarı da paspasın altına koydum. notta yazan yazı şuydu "anahtar paspasın altında"
-pazarda aşırı çirkin pembe abiye bir elbiseyi anneanneme zorla aldırmam, aldığı anda giyip bütün pazarı öyle gezmem.

-heryerime yapışıyor diye kumda oynamaktan (hatta ellemekten bile) nefret etmem.
evin içinde koltuktan koltuğa atlarken, düşüp, kafayı masanın sivri kenarına vurmak. allah'tan kafam kalın.
minibüsteyken abi inecek var, müsait bi yerde gibi inme cümlelerini kuramamak. gideceği yere yakın veya geçtikten sonra inen birinin arkasından inip geri yürümek.
Kendi saçımı kesmeye kalkmıştım tabi babamın farketmesi ile soluğu berberde aldık bu da böyle salaklık.
köye gittiğimizde sobalı odada kalırdık. halam kuzenimin çişini soğukta tuvalete çıkmasın diye şişeye yaptırırdı. her seferinde görürdüm kuzenimi, şişeye işiyor çok havalı. her görüşümde tuttururdum ben de şişeye yapıcam ben de şişeye yapıcam diye. annem de kızım sen yapamazsın onu erkekler yapar diyince başlardım ağlamaya. sonra annem de inatlaşamaz şişeye yaparırdı çişimi.
Birine kızınca biraz ekmek biraz zeytin alıp evi terkedeceğini sanmak,o ekmek ve zeytinlede arkadaşlarıyla piknik yapıp tıpış tıpış eve gelmek.