bugün
- true'nin iki kadın arasında kalması14
- an itibarıyla yazarların nerede olup ne yaptığı28
- ak parti'nin gideceğini sanan enayi13
- namaz14
- escortların tehlikeli olması18
- yaşı geldiği halde evlenmeyen insan8
- anın görüntüsü11
- doktorların hastalara sevgi göstermemesi20
- 200 tl lik banknot16
- diana luna hekate8
- abdülkadir selvi21
- bulunduğunuz yerin hava durumu13
- sözlük yazarlarının akşam yemekleri8
- güzel erkek isimleri10
- yüz yıkama jeli kullanan erkek19
- yapılan tatlının olmaması13
- türk sosyalizmi16
- true yi evlendiriyoruz13
- keçinin yediği ayet9
- hala akp ve mhp'yi savunan güruh10
- 21 kasım 2024 istanbul yağmuru10
- afad'ın başında tasavvufçu mahruki hapiste10
- kürdüm 5000 yıllık tarihim var var mı diyeceğin17
- 20 cm in üzerinde tam 4 saat zıplamak13
- akp belediyesinin 85 milyon liraya konser vermesi10
- sana şimdi ne mesajlar geliyordur8
- yazarların çektiği çiçek fotoğrafları12
- bir kediye verilebilecek en güzel isim16
- kale3112 entry ni beğendi favladı14
- chatgpt ile yazarların görselleri18
- yenidoğan çetesi19
- hayatı seviyorum eylemleri9
- 20 kasım 2024 nasuh mahruki'nin tutuklanması23
- derdini kimseye anlatamamak13
- yazarların ihtiyacı olan şeyler26
- sözlükteki ruh hastaları13
- seküler yaşamın faşist bakış açısı14
- gecenin şarkısı17
- esnaf enflasyon bahanesiyle vurgun yapıyor23
- manyak olmaya karar verdim8
- rusya nükleer güç kullanılır mı sorusu14
- almanyadaki büyük küçükbaş hayvan sayısı bizden az29
- hobileriniz9
- true'nun artık evlenmesi gerektiği9
- insan olmaya ceyrek kala17
- kuzeniyle evlenen insan13
- ay çok sıkıldım12
- aynı evde yaşıyormuş gibi entryler11
- 19 kasım 2024 karadağ türkiye maçı23
- geceye bir şarkı bırak10
entry'ler (7246)
bugün, hem türkiye gazeteciler cemiyeti başkanı turgay olcayto’ya, hem de belli başlı medya sitelerine gönderdiği muhteşem mektubuyla, çişini tutamayan adamların köşeleri kaptığı bu çağdışı, partizan, iyiden iyiye siyasallaşmış meslek örgütümsüsünün ipliğini pazara çıkarmış delikanlı gazeteci, yazar, sinemacı, akademisyen ve en önemlisi de “adam”…
daha şimdiye kadar mesleğinde birileriyle çarpışırken, erdemsiz tiplere karşı erdem mücadelesi verirken korkup gerilediğini görmüşlüğümüz henüz hiç olmadı. olacağını da sanmıyoruz. severiz kendisini… dostumuzdur, ağabeyimizdir, yoldaşımızdır. bu çürümüşlükler devrinin kıymetini bilemediği çok özel bir insandır. onu yakından ve içten tanıma bahtiyarlığına erişmiş herkes de böyle düşünür.
(bkz: #41131107)
daha şimdiye kadar mesleğinde birileriyle çarpışırken, erdemsiz tiplere karşı erdem mücadelesi verirken korkup gerilediğini görmüşlüğümüz henüz hiç olmadı. olacağını da sanmıyoruz. severiz kendisini… dostumuzdur, ağabeyimizdir, yoldaşımızdır. bu çürümüşlükler devrinin kıymetini bilemediği çok özel bir insandır. onu yakından ve içten tanıma bahtiyarlığına erişmiş herkes de böyle düşünür.
(bkz: #41131107)
türk medyasına son 34 yıl boyunca muhabir, röportajcı, köşe yazarı, foto-muhabiri, tv programcısı, metin yazarı, yönetmen, film eleştirmeni, editör, şef, müdür, velhasıl aklınıza gelebilecek hemen bütün meslekî pozisyonlarda hizmetler vermiş; bu hizmetleri karşılığında da ölümüne kadar geçerli “sürekli basın kartı” taşımaya hak kazanmış, sinema ve televizyon üzerine kitaplar yazmış, benim bilebildiğim iki düzineye yakın takdir beratı, başarı belgesi ve ödülü bulunan, şu anda da istanbul medipol üniversitesi’nde gazetecilik ve sinema-tv bölümlerinde meslek dersleri veren saygın gazeteci-televizyoncu-sinemacı, değerli dostum ali murat güven’in -cemiyet’te hiçbir özel yetki ve imtiyaz içermeyen, alelade- üyelik başvurusunu, aday kişi bütün üyelik kurallarına fazlasıyla uyuyor olmasına rağmen, yaklaşık 9 ay süren bir bekletmenin sonucunda gerekçesiz olarak reddetmiş sözde meslek örgütüdür. bu başvuruyu reddeden “balotaj kurulu”nun üyelerinin büyük bölümünün herhangi bir meslekî faaliyetini ise hafızanızı ne kadar zorlasanız da hatırlayamıyorsunuz.
başvurusu reddedilen dostumun, evrensel gazetesi yazarı olan cemiyet başkanı turgay olcayto ve (tamamı solculardan oluşan) diğer bütün yönetim kurulu üyelerine gönderdiği, lafı çok sağlam sokan aşağıdaki mektubunda da afişe ettiği gibi, türkiye işte böyle boktan bir ülke… “herkes için” sloganıyla yola çıkan ne kadar dernek, vakıf, meslek örgütü, stk var ise bir süre sonra artık yalnızca kendi çıkar çevresi, yandaşları, koruyup kolladığı kesim için var olmaya başlıyor.
olay, üzerine öyle uzun uzadıya yorum yapılmaya gerek olmayacak kadar açık bir partizanlık ve tarafçılık gösterisi içerdiğinden, bu arada aşağıdaki tarihî değere sahip mektup da zaten söylenmesi gereken her şeyi fazla fazla söylediğinden dolayı, bugün medya mensuplarına dağıtılan o mektubu paylaşmakla yetiniyorum ben de…
* * *
sayın turgay olcayto
“türkiye -belli bir siyasal görüşe mensup- gazeteciler cemiyeti”
genel başkanı
cağaloğlu-istanbul
20 şubat 2019 çarşamba
pek muhterem “gazetecilik meslek örgütü” başkanımız,
mesleğimizin ve meslektaşlarımızın kıdemli ağabeyi, koruyucusu, kollayıcısı, hâmisi (!) turgay olcayto beyefendi,
bilesiniz ki bu mektubu size ellerim klavyede sinirden zangır zangır titreyerek yazıyorum.
yazsam ayrı bir dert; yazmasam, yıllardır “babanızın çiftliği” edâsında yönettiğiniz o cemiyet’te nicedir yürürlükte bulunan gayrı âdil, gayrı nizâmî, tarafgir düzenin devam etmesini onaylayan bir meslek mensubu görüntüsü verme riskim var ki doğrusu bundan da utanç duyarım.
o yüzden, kalbinden ve aklından bundan böyle “türkiye gazeteciler cemiyeti” diye bir -sözümona- meslek örgütünü tamamen silmiş 34 yıllık bir medya mensubu olarak, yaşadığım şaşkınlık ve dehşeti en azından birinci elden bilmenizin; oturduğunuz o koltukta sizin ve yönetim kurulu üyelerinizin konforunun en azından beş dakikalığına bozulmasının bile yüksek insanlık değerleri adına önemli bir kazanç olduğuna inanarak, size böyle bir mektubu inadına göndermeye karar verdim. hem size, hem de ismi bile bundan 50 yıl öncesinden kalmış köhne ve geçersiz bir gazetecilik jargonunu yansıtan o “balotaj kurulu”nuzun pek muhterem üyelerine ayrı ayrı göndereceğim mesajımı…
bu dünyaya istanbul’da, pek çok üyesi gazeteci, sinemacı ve reklamcı bir ailenin mensubu olarak geldim.
1985’de, istanbul üniversitesi iletişim fakültesi’ni üçüncülükle kazandım. ki bu fakülte de zaten benim ilk tercihimdi. çocukluğumdan bu yana benzersiz bir arzu ve tutkuyla gazeteci olmayı istiyordum.
henüz fakültenin ilk yılından itibaren, okul hayatıma paralel olarak, türk medyasında aktif olarak çalışmaya başladım. daha 20 yaşında günlük gazete sayfaları çizebilen bir sayfa sekreteri, türkçe’yi gayet kıvrak şekilde kullanan bir editör, sahadaki en zor görevlerden alnının akıyla çıkan usta bir fotoğrafçı ve en zorlu işlere gönderilen bir özel haber muhabiriydim. gençlik yıllarım babıâli yokuşunda bir aşağı bir yukarı binlerce defa tazı gibi koşturmakla geçti. artık bir kısmını unuttuğum, sayamayacağım kadar çok dergi, gazete ve ajansta uzun ya da kısa süreli olarak görev yaptım.
askere gittiğimde bile, doğu’da ordu foto-film merkezi adına fotoğraf ve film çekimleri yapmakla görevlendirildim.
türkiye’nin her köşesini, dünyanın beş kıtasını gördüm, muhabir olarak beş pasaport doldurup eskittim, anadolu ajansı’ndan millî gazete’ye, star televizyonu’ndan yeni şafak’a kadar yığınla irili ufaklı yazılı, sesli, görüntülü ve elektronik medya kuruluşu için hesabı tutulamayacak miktarda haber hazırladım.
1996 yılından itibaren “sarı basın kartı” taşımaya başladım, 2016 yılında da “sürekli basın kartı”na hak kazandım. ki sanırım, türkiye’de bir gazetecinin “sürekli basın kartı”nı hangi şartları yerine getirerek almaya hak kazandığını siz de biliyorsunuzdur.
o güne kadar türkiye gazeteciler cemiyeti’ne üye olmayı yüzlerce kez hak etmeme rağmen, böyle bir başvuru, meslek hayatımın yoğun temposu içinde 2018 yılı yaz aylarına kadar mümkün olamadı, ben de bu üyeliği çok fazla kafama takmadım. nihayet, tempom biraz düşüp de meslek hayatımı genç gazetecilerin yetişmesine yönelik olarak üniversitede akademisyenliğe doğru kaydırınca, memleketimizin bu anlı şanlı meslek örgütüne üye olmaya artık iyi-kötü hakkım doğduğunu düşünmeye başladım.
böylelikle, 2018 yılı yaz başında, cemiyet’inize, üyelik için bütün şartlara uygun bir vasıf ve kıdemde, yanı sıra benden istenen bütün başvuru belgelerini de özenle hazırlamış bir şekilde resmî başvuru yaptım.
yaşadığım büyük komedi de bundan sonra başladı.
aradan koca bir yaz geçti, sonra da sonbahar… aklıma geldiği bir-iki defa cemiyet’i aradım ve “üyelik başvurularını değerlendirmekle görevli balotaj kurulunun ne zaman toplanacağını” sordum. türkiye’nin göbeğindeki bir basın meslek örgütünde çalışıyor olmaktan ziyade kuş uçmaz kervan geçmez bir taşra şehrindeki küçük ve unutulmuş bir devlet dairesinde görevli, içi geçmiş memurlar izlenimi uyandıran “halkla ilişkiler” personeliniz, her seferinde 10-15 dakika boyunca başvuru belgelerimi araştırdıktan sonra, “balotaj kurulunun, cemiyete yapılan üyelik başvurularını değerlendirmek için toplanmasının hiçbir düzenli periyodu ve tarihi bulunmadığını, bu kurulun yıllardan beri kafasına göre bir zamanda toplanıp biriken başvuruları değerlendirmekte olduğunu” bildirdi bana…
gerçi, telefonda alelacele yapılan bu açıklamalar bana nasıl da köhnemiş bir yapıyla karşı karşıya olduğum noktasında peşinen bir fikir vermişti vermesine; ama yine de erken bir suizanda bulunmamak adına, bir süre daha beklemeyi tercih ettim.
öte yandan, telefonla arandıklarında mecburen cevap veren iletişim personelinizin, cemiyet’in resmî e-posta adresine aynı konularda bir mesaj gönderildiğinde ise elektronik mesajlara kesinlikle geri dönüş yapmadığını da yine aynı vesileyle tecrübe etme imkânı buldum. farklı tarihlerde attığım her iki e-postaya da tek satırlık bir cevap alamadım. ki bu da cemiyetin dış ilişkilerindeki “süper ciddiyet”i ortaya koyan önemli bir veriydi.
nihayet, dün, artık neredeyse birinci yılına ulaşacak olan üyelik başvurumun akıbetini öğrenebilmek için cemiyetinizi bir kez daha telefonla aradım. bu defa da 10 dakika boyunca başvuru kaydımı dosyalar arasında arayan hanım, en sonunda “siz balotaj kurulu tarafından reddedilmişsiniz, reddettiğimiz kişilere herhangi bir bilgi vermiyoruz” deyince, -normalde son derece mâkûl bir insan olmama karşın- en sonunda aklım yerinden çıktı.
üstad, sizin ve ekip arkadaşlarınız, orayı ciddi bir meslek örgütü olarak mı, yoksa babanızın kendi parasıyla kurduğu özel bir şirket olarak mı görüyor ve yönetiyorsunuz?
cemiyet’inizin tüzüğünü baştan aşağıya bir kez daha okudum, üyeliğe kabul şartlarına satır satır baktım. görünür duruma göre, üye olmamı engelleyebilecek hiçbir çapak, kusur ya da eksiklik söz konusu değil…
türkiye gazeteciler cemiyeti, hiçbir ırk, din, politik görüş, nüfuz, kıdem ayrımı yapmaksızın, türkiye’de medya sektörünün bütün emekçilerinin haklarını korumak ve onlara zor zamanlarda kılavuzluk etmek üzere kurulmuş, partiler üstü, siyasetler üstü, inançlar üstü, iktidarlar üstü sivil bir meslek örgütüdür. ya da en azından 52 yaşına ulaşan ben, bu yaşa kadar bu konuyu böyle biliyordum.
1) türkiye’de toplam 5 tane gazetecilik fakültesi var iken bunlardan birini üçüncülükle kazanmış ve mezun olmuş,
2) yine aynı alanda yüksek lisans yapmış,
3) ömrünün 34 yılını yurt içinde ve yurt dışında gazetecilik, televizyonculuk yaparak geçirmiş,
4) bir düzine meslekî ödüle sahip,
5) hiçbir sabıkası bulunmayan,
6) yayınlanmış üç ayrı kitabı olan,
7) şimdiye kadar yurt içi ve dışındaki üniversitelerde, liselerde, vakıflarda, derneklerde, meslekî konferanslarda gazetecilik üzerine yüzlerce kez kürsüye çıkıp konuşmalar yapmış,
8) halen medipol üniversitesi iletişim fakültesi’nde de gazetecilik dersleri vermekte olan ben,
türkiye gazeteciler cemiyeti’ne, yönetiminde hiçbir söz hakkı bulunmayan, alelâde bir üye olarak kabul edilmemişim. gerekçesiz ve açıklamasız…
neymiş?
bazıları ta 2. haçlı savaşları zamanında gazetecilik yapmış olan kıymeti kendinden menkûl 10 kişiden oluşma, komik ve demode isimli “balotaj kurulu” isimli bir ekip bunu böyle uygun görmüş!
o hâlde, ben de soruyorum: hangi nesnel kriterlere göre?
bütün eğitimini ve hayatını medyaya adamış bir türk gazetecisine, “seni meslek örgütümüze kabul etmiyoruz ve bunun gerekçesini de açıklamaya gerek duymuyoruz” demek, ona düpedüz sülale boyu küfür etmektir. ki ben de bu dolaylı küfürünüzü kesinlikle yememeye kararlıyım.
başkan beyefendi,
o dernek ne sizin, ne yönetim kurulunuzun, ne balotaj kurulunun, ne de bilmemne kurulunun babasının tapulu malı değildir. o dernek, türk gazetecilerinin ortak derneğidir, hepimizindir, sizin olduğu kadar benim de bir ömür boyunca süren alın terimin ve mücadelemin bir ürünüdür.
bu red cevabını duyduğum dakikadan itibaren, benim için “türkiye gazeteciler cemiyeti” diye bir kuruluş kalmamıştır. keyfiniz gelip de ihsan edeceğiniz o üyelik ta yerin en dibine batsın!
ancak, bu demek değil ki uğradığım onur kırıcı haksızlığı, dahası apaçık hakareti sessizce sineye çekip yutmak zorundayım. öyle bir şey yok! bu saçmasapan yönetim düzeni ve bu saçmasapan üyelik kabul-red mekanizması kamuoyuna kesinlikle ifşâ edilecek! herkes, medyayla ilgili anma törenlerinde kürsülere çıkıp afili konuşmalar yapan muhterem başkan ve avanesinin nasıl bir mantık içinde cemiyet yönettiğini görecek, anlayacak, bilecek.
ha, diyelim ki bir insanın meslekî şöhreti çok kötüdür, meslekî sigortası ve basın kartı yoktur, sabıkası vardır, alkoliktir, eroinmandır, pkk’lıdır, fetö’cüdür, şudur budur, o zaman reddedilmesini elbette ki anlarım. ki zaten o durumdaki biri de reddedileceğini peşinen bilir, böyle meslek örgütlerine hiç başvuru yapmaz.
ben ise büyük bir iyi niyet ve masumiyet içinde bir çuval dolusu belgeyi hazırlıyorum, üstüne bir yıla yakın süre boyunca da sabırla bekliyorum. sonuçta ise bilmem kaçıncı telefonla aramamdan sonra beyzadelerimiz tarafından reddedildiğimi -o da lütfen- öğrenebiliyorum.
öyle yağma yok başkan beyefendi,
oturduğunuz o koltuğun, o koltuk sayesinde elde ettiğiniz onca imtiyazın hakkını vereceksiniz; diğerleri de çatır çatır verecekler. gazeteciler toplumun en bilgili, en zeki, hakkını hukukunu en iyi bilen mensuplarıdır. zaten öyle olmasalar, gazeteci olamazlardı.
bu arada, size şunu da söyleyeyim, ben aslında tamamı fanatik solculardan oluşan derneğin yönetiminde neden reddedildiğimi de az çok tahmin edebiliyorum; ancak bunu sizlere de dürüstçe ikrar ettirene kadar onur mücadelemi sürdüreceğim. bu işin yolu mahkemeye kadar gidecek.
önümüzdeki günlerden itibaren, bu memlekette ne kadar internet haber portalı var ise bu mektubumu ve konuyla ilgili olarak yaşadıklarımı, somut belgeleriyle birlikte bütün gazetecilik sitelerinde tek tek yayınlatacağım. genç kuşaktan meslektaşlarımız ileride size ezkaza üyelik başvurusu falan yapmaya kalkışırlarsa, “meslek örgütü” görünümünde nasıl bir “çiftlik” ile karşılaşacaklarını şimdiden bilsinler.
gazeteci olarak geçmişte bir-iki kez derneğin yönetim merkezine, yine bir-iki kez de basın müzesi’ne gelmişliğim vardır. tepeden tırnağa çağın gerisinde kalmış, alabildiğine demode, komedi derecesindeki arkaik personel ve organizasyon yapınız daha kapıdan içeri girer girmez kendisini fazlasıyla belli ediyor. medya sektörüne yakın ve yatkın kişiler olmaktan ziyade tam bir “eski model devlet dairesi memuru” görünümünde, işleri yokuşa sürmek ve başvuranlara "bugün git, yarın gel” demekten büyük keyif alan fosilleşmiş çalışanlar, içinde bulunduğumuz şu olağanüstü iletişim ve bilgisayar çağında bile en basit yazışmaları, form-belge doldurmalarını taş devrinden kalma yöntemlerle yapmalar, gayet yavaş bir çalışma ve hizmet hızı, “basın müzesi” gibi son derece heybetli bir isme sahip iken yıllardır bütün numarası iki tane paslı matbaa makinesi kalıntısını sergilemek olan devâsâ bir bina…
doğrusu, pek muhteşem yönetiyorsunuz bu meslekî örgütü ve uzantılarını… o kadar muhteşem yönetiyorsunuz ki, son 15-20 yıldır toplumda, meslekî câmiâda ve iktidar kanadında var mısınız yok musunuz belli değil, bir allah’ın kulu artık bildirilerinizi ve açıklamalarınızı ciddiye almıyor!
ismimi lütfen hiç unutmayın başkan beyefendi…
siz hukukçusunuz. ben de epeyce bir bilirim hukuku… hukuk çerçevesinde hakkımı sonuna kadar arayacağım ve başınızı da ağrıtabildiğim kadar ağrıtacağım. çünkü, bu mesleğe ömrünü adamış, günümüzde de ders verdiği fakültelerde yeni gazetecilerin yetişmesine canla başla hizmet eden biri olarak, bilin ki benim onurumu çok kötü kırdınız.
gerçek gazeteciler, parayla pulla, malla mülkle işi olan insanlar değillerdir. gerçek gazeteciler, taltifle, moralle, saygı görerek motive olur ve ayakta kalırlar. bunca yıllık hizmetten sonra, bana ülkemdeki bir meslek örgütünün alelâde üyeliğini bile lâyık görmeyerek, bana farklı bir lisan ile hakaret ettiniz.
ben de bundan böyle sizin ve o köhnemiş düzeninizin canını sıkabildiğim her platformda sıkacağım.
selametle,
ali murat güven
başvurusu reddedilen dostumun, evrensel gazetesi yazarı olan cemiyet başkanı turgay olcayto ve (tamamı solculardan oluşan) diğer bütün yönetim kurulu üyelerine gönderdiği, lafı çok sağlam sokan aşağıdaki mektubunda da afişe ettiği gibi, türkiye işte böyle boktan bir ülke… “herkes için” sloganıyla yola çıkan ne kadar dernek, vakıf, meslek örgütü, stk var ise bir süre sonra artık yalnızca kendi çıkar çevresi, yandaşları, koruyup kolladığı kesim için var olmaya başlıyor.
olay, üzerine öyle uzun uzadıya yorum yapılmaya gerek olmayacak kadar açık bir partizanlık ve tarafçılık gösterisi içerdiğinden, bu arada aşağıdaki tarihî değere sahip mektup da zaten söylenmesi gereken her şeyi fazla fazla söylediğinden dolayı, bugün medya mensuplarına dağıtılan o mektubu paylaşmakla yetiniyorum ben de…
* * *
sayın turgay olcayto
“türkiye -belli bir siyasal görüşe mensup- gazeteciler cemiyeti”
genel başkanı
cağaloğlu-istanbul
20 şubat 2019 çarşamba
pek muhterem “gazetecilik meslek örgütü” başkanımız,
mesleğimizin ve meslektaşlarımızın kıdemli ağabeyi, koruyucusu, kollayıcısı, hâmisi (!) turgay olcayto beyefendi,
bilesiniz ki bu mektubu size ellerim klavyede sinirden zangır zangır titreyerek yazıyorum.
yazsam ayrı bir dert; yazmasam, yıllardır “babanızın çiftliği” edâsında yönettiğiniz o cemiyet’te nicedir yürürlükte bulunan gayrı âdil, gayrı nizâmî, tarafgir düzenin devam etmesini onaylayan bir meslek mensubu görüntüsü verme riskim var ki doğrusu bundan da utanç duyarım.
o yüzden, kalbinden ve aklından bundan böyle “türkiye gazeteciler cemiyeti” diye bir -sözümona- meslek örgütünü tamamen silmiş 34 yıllık bir medya mensubu olarak, yaşadığım şaşkınlık ve dehşeti en azından birinci elden bilmenizin; oturduğunuz o koltukta sizin ve yönetim kurulu üyelerinizin konforunun en azından beş dakikalığına bozulmasının bile yüksek insanlık değerleri adına önemli bir kazanç olduğuna inanarak, size böyle bir mektubu inadına göndermeye karar verdim. hem size, hem de ismi bile bundan 50 yıl öncesinden kalmış köhne ve geçersiz bir gazetecilik jargonunu yansıtan o “balotaj kurulu”nuzun pek muhterem üyelerine ayrı ayrı göndereceğim mesajımı…
bu dünyaya istanbul’da, pek çok üyesi gazeteci, sinemacı ve reklamcı bir ailenin mensubu olarak geldim.
1985’de, istanbul üniversitesi iletişim fakültesi’ni üçüncülükle kazandım. ki bu fakülte de zaten benim ilk tercihimdi. çocukluğumdan bu yana benzersiz bir arzu ve tutkuyla gazeteci olmayı istiyordum.
henüz fakültenin ilk yılından itibaren, okul hayatıma paralel olarak, türk medyasında aktif olarak çalışmaya başladım. daha 20 yaşında günlük gazete sayfaları çizebilen bir sayfa sekreteri, türkçe’yi gayet kıvrak şekilde kullanan bir editör, sahadaki en zor görevlerden alnının akıyla çıkan usta bir fotoğrafçı ve en zorlu işlere gönderilen bir özel haber muhabiriydim. gençlik yıllarım babıâli yokuşunda bir aşağı bir yukarı binlerce defa tazı gibi koşturmakla geçti. artık bir kısmını unuttuğum, sayamayacağım kadar çok dergi, gazete ve ajansta uzun ya da kısa süreli olarak görev yaptım.
askere gittiğimde bile, doğu’da ordu foto-film merkezi adına fotoğraf ve film çekimleri yapmakla görevlendirildim.
türkiye’nin her köşesini, dünyanın beş kıtasını gördüm, muhabir olarak beş pasaport doldurup eskittim, anadolu ajansı’ndan millî gazete’ye, star televizyonu’ndan yeni şafak’a kadar yığınla irili ufaklı yazılı, sesli, görüntülü ve elektronik medya kuruluşu için hesabı tutulamayacak miktarda haber hazırladım.
1996 yılından itibaren “sarı basın kartı” taşımaya başladım, 2016 yılında da “sürekli basın kartı”na hak kazandım. ki sanırım, türkiye’de bir gazetecinin “sürekli basın kartı”nı hangi şartları yerine getirerek almaya hak kazandığını siz de biliyorsunuzdur.
o güne kadar türkiye gazeteciler cemiyeti’ne üye olmayı yüzlerce kez hak etmeme rağmen, böyle bir başvuru, meslek hayatımın yoğun temposu içinde 2018 yılı yaz aylarına kadar mümkün olamadı, ben de bu üyeliği çok fazla kafama takmadım. nihayet, tempom biraz düşüp de meslek hayatımı genç gazetecilerin yetişmesine yönelik olarak üniversitede akademisyenliğe doğru kaydırınca, memleketimizin bu anlı şanlı meslek örgütüne üye olmaya artık iyi-kötü hakkım doğduğunu düşünmeye başladım.
böylelikle, 2018 yılı yaz başında, cemiyet’inize, üyelik için bütün şartlara uygun bir vasıf ve kıdemde, yanı sıra benden istenen bütün başvuru belgelerini de özenle hazırlamış bir şekilde resmî başvuru yaptım.
yaşadığım büyük komedi de bundan sonra başladı.
aradan koca bir yaz geçti, sonra da sonbahar… aklıma geldiği bir-iki defa cemiyet’i aradım ve “üyelik başvurularını değerlendirmekle görevli balotaj kurulunun ne zaman toplanacağını” sordum. türkiye’nin göbeğindeki bir basın meslek örgütünde çalışıyor olmaktan ziyade kuş uçmaz kervan geçmez bir taşra şehrindeki küçük ve unutulmuş bir devlet dairesinde görevli, içi geçmiş memurlar izlenimi uyandıran “halkla ilişkiler” personeliniz, her seferinde 10-15 dakika boyunca başvuru belgelerimi araştırdıktan sonra, “balotaj kurulunun, cemiyete yapılan üyelik başvurularını değerlendirmek için toplanmasının hiçbir düzenli periyodu ve tarihi bulunmadığını, bu kurulun yıllardan beri kafasına göre bir zamanda toplanıp biriken başvuruları değerlendirmekte olduğunu” bildirdi bana…
gerçi, telefonda alelacele yapılan bu açıklamalar bana nasıl da köhnemiş bir yapıyla karşı karşıya olduğum noktasında peşinen bir fikir vermişti vermesine; ama yine de erken bir suizanda bulunmamak adına, bir süre daha beklemeyi tercih ettim.
öte yandan, telefonla arandıklarında mecburen cevap veren iletişim personelinizin, cemiyet’in resmî e-posta adresine aynı konularda bir mesaj gönderildiğinde ise elektronik mesajlara kesinlikle geri dönüş yapmadığını da yine aynı vesileyle tecrübe etme imkânı buldum. farklı tarihlerde attığım her iki e-postaya da tek satırlık bir cevap alamadım. ki bu da cemiyetin dış ilişkilerindeki “süper ciddiyet”i ortaya koyan önemli bir veriydi.
nihayet, dün, artık neredeyse birinci yılına ulaşacak olan üyelik başvurumun akıbetini öğrenebilmek için cemiyetinizi bir kez daha telefonla aradım. bu defa da 10 dakika boyunca başvuru kaydımı dosyalar arasında arayan hanım, en sonunda “siz balotaj kurulu tarafından reddedilmişsiniz, reddettiğimiz kişilere herhangi bir bilgi vermiyoruz” deyince, -normalde son derece mâkûl bir insan olmama karşın- en sonunda aklım yerinden çıktı.
üstad, sizin ve ekip arkadaşlarınız, orayı ciddi bir meslek örgütü olarak mı, yoksa babanızın kendi parasıyla kurduğu özel bir şirket olarak mı görüyor ve yönetiyorsunuz?
cemiyet’inizin tüzüğünü baştan aşağıya bir kez daha okudum, üyeliğe kabul şartlarına satır satır baktım. görünür duruma göre, üye olmamı engelleyebilecek hiçbir çapak, kusur ya da eksiklik söz konusu değil…
türkiye gazeteciler cemiyeti, hiçbir ırk, din, politik görüş, nüfuz, kıdem ayrımı yapmaksızın, türkiye’de medya sektörünün bütün emekçilerinin haklarını korumak ve onlara zor zamanlarda kılavuzluk etmek üzere kurulmuş, partiler üstü, siyasetler üstü, inançlar üstü, iktidarlar üstü sivil bir meslek örgütüdür. ya da en azından 52 yaşına ulaşan ben, bu yaşa kadar bu konuyu böyle biliyordum.
1) türkiye’de toplam 5 tane gazetecilik fakültesi var iken bunlardan birini üçüncülükle kazanmış ve mezun olmuş,
2) yine aynı alanda yüksek lisans yapmış,
3) ömrünün 34 yılını yurt içinde ve yurt dışında gazetecilik, televizyonculuk yaparak geçirmiş,
4) bir düzine meslekî ödüle sahip,
5) hiçbir sabıkası bulunmayan,
6) yayınlanmış üç ayrı kitabı olan,
7) şimdiye kadar yurt içi ve dışındaki üniversitelerde, liselerde, vakıflarda, derneklerde, meslekî konferanslarda gazetecilik üzerine yüzlerce kez kürsüye çıkıp konuşmalar yapmış,
8) halen medipol üniversitesi iletişim fakültesi’nde de gazetecilik dersleri vermekte olan ben,
türkiye gazeteciler cemiyeti’ne, yönetiminde hiçbir söz hakkı bulunmayan, alelâde bir üye olarak kabul edilmemişim. gerekçesiz ve açıklamasız…
neymiş?
bazıları ta 2. haçlı savaşları zamanında gazetecilik yapmış olan kıymeti kendinden menkûl 10 kişiden oluşma, komik ve demode isimli “balotaj kurulu” isimli bir ekip bunu böyle uygun görmüş!
o hâlde, ben de soruyorum: hangi nesnel kriterlere göre?
bütün eğitimini ve hayatını medyaya adamış bir türk gazetecisine, “seni meslek örgütümüze kabul etmiyoruz ve bunun gerekçesini de açıklamaya gerek duymuyoruz” demek, ona düpedüz sülale boyu küfür etmektir. ki ben de bu dolaylı küfürünüzü kesinlikle yememeye kararlıyım.
başkan beyefendi,
o dernek ne sizin, ne yönetim kurulunuzun, ne balotaj kurulunun, ne de bilmemne kurulunun babasının tapulu malı değildir. o dernek, türk gazetecilerinin ortak derneğidir, hepimizindir, sizin olduğu kadar benim de bir ömür boyunca süren alın terimin ve mücadelemin bir ürünüdür.
bu red cevabını duyduğum dakikadan itibaren, benim için “türkiye gazeteciler cemiyeti” diye bir kuruluş kalmamıştır. keyfiniz gelip de ihsan edeceğiniz o üyelik ta yerin en dibine batsın!
ancak, bu demek değil ki uğradığım onur kırıcı haksızlığı, dahası apaçık hakareti sessizce sineye çekip yutmak zorundayım. öyle bir şey yok! bu saçmasapan yönetim düzeni ve bu saçmasapan üyelik kabul-red mekanizması kamuoyuna kesinlikle ifşâ edilecek! herkes, medyayla ilgili anma törenlerinde kürsülere çıkıp afili konuşmalar yapan muhterem başkan ve avanesinin nasıl bir mantık içinde cemiyet yönettiğini görecek, anlayacak, bilecek.
ha, diyelim ki bir insanın meslekî şöhreti çok kötüdür, meslekî sigortası ve basın kartı yoktur, sabıkası vardır, alkoliktir, eroinmandır, pkk’lıdır, fetö’cüdür, şudur budur, o zaman reddedilmesini elbette ki anlarım. ki zaten o durumdaki biri de reddedileceğini peşinen bilir, böyle meslek örgütlerine hiç başvuru yapmaz.
ben ise büyük bir iyi niyet ve masumiyet içinde bir çuval dolusu belgeyi hazırlıyorum, üstüne bir yıla yakın süre boyunca da sabırla bekliyorum. sonuçta ise bilmem kaçıncı telefonla aramamdan sonra beyzadelerimiz tarafından reddedildiğimi -o da lütfen- öğrenebiliyorum.
öyle yağma yok başkan beyefendi,
oturduğunuz o koltuğun, o koltuk sayesinde elde ettiğiniz onca imtiyazın hakkını vereceksiniz; diğerleri de çatır çatır verecekler. gazeteciler toplumun en bilgili, en zeki, hakkını hukukunu en iyi bilen mensuplarıdır. zaten öyle olmasalar, gazeteci olamazlardı.
bu arada, size şunu da söyleyeyim, ben aslında tamamı fanatik solculardan oluşan derneğin yönetiminde neden reddedildiğimi de az çok tahmin edebiliyorum; ancak bunu sizlere de dürüstçe ikrar ettirene kadar onur mücadelemi sürdüreceğim. bu işin yolu mahkemeye kadar gidecek.
önümüzdeki günlerden itibaren, bu memlekette ne kadar internet haber portalı var ise bu mektubumu ve konuyla ilgili olarak yaşadıklarımı, somut belgeleriyle birlikte bütün gazetecilik sitelerinde tek tek yayınlatacağım. genç kuşaktan meslektaşlarımız ileride size ezkaza üyelik başvurusu falan yapmaya kalkışırlarsa, “meslek örgütü” görünümünde nasıl bir “çiftlik” ile karşılaşacaklarını şimdiden bilsinler.
gazeteci olarak geçmişte bir-iki kez derneğin yönetim merkezine, yine bir-iki kez de basın müzesi’ne gelmişliğim vardır. tepeden tırnağa çağın gerisinde kalmış, alabildiğine demode, komedi derecesindeki arkaik personel ve organizasyon yapınız daha kapıdan içeri girer girmez kendisini fazlasıyla belli ediyor. medya sektörüne yakın ve yatkın kişiler olmaktan ziyade tam bir “eski model devlet dairesi memuru” görünümünde, işleri yokuşa sürmek ve başvuranlara "bugün git, yarın gel” demekten büyük keyif alan fosilleşmiş çalışanlar, içinde bulunduğumuz şu olağanüstü iletişim ve bilgisayar çağında bile en basit yazışmaları, form-belge doldurmalarını taş devrinden kalma yöntemlerle yapmalar, gayet yavaş bir çalışma ve hizmet hızı, “basın müzesi” gibi son derece heybetli bir isme sahip iken yıllardır bütün numarası iki tane paslı matbaa makinesi kalıntısını sergilemek olan devâsâ bir bina…
doğrusu, pek muhteşem yönetiyorsunuz bu meslekî örgütü ve uzantılarını… o kadar muhteşem yönetiyorsunuz ki, son 15-20 yıldır toplumda, meslekî câmiâda ve iktidar kanadında var mısınız yok musunuz belli değil, bir allah’ın kulu artık bildirilerinizi ve açıklamalarınızı ciddiye almıyor!
ismimi lütfen hiç unutmayın başkan beyefendi…
siz hukukçusunuz. ben de epeyce bir bilirim hukuku… hukuk çerçevesinde hakkımı sonuna kadar arayacağım ve başınızı da ağrıtabildiğim kadar ağrıtacağım. çünkü, bu mesleğe ömrünü adamış, günümüzde de ders verdiği fakültelerde yeni gazetecilerin yetişmesine canla başla hizmet eden biri olarak, bilin ki benim onurumu çok kötü kırdınız.
gerçek gazeteciler, parayla pulla, malla mülkle işi olan insanlar değillerdir. gerçek gazeteciler, taltifle, moralle, saygı görerek motive olur ve ayakta kalırlar. bunca yıllık hizmetten sonra, bana ülkemdeki bir meslek örgütünün alelâde üyeliğini bile lâyık görmeyerek, bana farklı bir lisan ile hakaret ettiniz.
ben de bundan böyle sizin ve o köhnemiş düzeninizin canını sıkabildiğim her platformda sıkacağım.
selametle,
ali murat güven
Bu siteye geçen gece yarısı internette sörf yaparken rastgeldim. ilk anda, içeriği oradan buradan devşirme, bütünüyle reklama abanmış standart bir alışveriş sitesi beklerken, sayfalarında gezdikçe gitgide sarmaya başladı. Yazılara, haberlere, röportajlara dikkat kesilince gördüm ki içerik malzemeleri toplama değil, hepsi de bu siteye özel yazılmışlar. “Demek ki, tek bir web admini başına oturtup ‘sağdan soldan ne bulursan kopyala yapıştır, burayı bir şekilde ucuz yollu doldur’ dememişler” diye düşündüm kendi kendime…
Öncelikle, yayındaki celebrity söyleşileri çok sağlamdı. Sinema sektöründen iki popüler sanatçı, Müfit Can Saçıntı ve ipek Tuzcuoğlu ile yapılmış çok keyifli iki söyleşi okudum. Bunun dışında, sevdiğim sinema yazarlarından Burak Göral’ın hazırladığı “Burak Göral ile Kültür-Sanat Reyonu” başlıklı bir köşeye rastgeldim ki Göral burada Posta gazetesindeki yazılarının aksine yalnızca gösterime giren sinema filmleriyle sınırlı kalmayıp, yeni çıkan kitaplardan konserlere, filmlerden sergilere, sanatın bütün dallarına uzanan bir çizgide eleştiriler yazıyor.
Sitenin genel sayfa tasarımı da çok sade… Ancak bu sadelik bir amatörlük görüntüsü vermiyor. Tam aksine, aradığınız her şey kolayca bulunacak şekilde dizilmiş. Haberler, röportajlar, köşe yazıları bütün o sinir bozucu internet atraksiyonlarından, sürekli kıpır kıpır olan, habire yanıp sönen zımbırtılardan uzakta, sakin bir olgunluk içinde okuyucularını bekliyor. Girdiğiniz bütün sayfalarda gayet temiz bir işçilik var, kullanılan fontlar da insanın gözünü yormayan cinsten…
Sonra, sitenin ismi kafama takıldı. “Kioskla” ne ola ki diye düşünürken, onun açıklamasını da bir butonun altında buldum:
“Kiosk, AVM’ler, kültür merkezleri, havalimanları gibi büyük boyutlu ortak yaşam alanlarında ziyaretçiler tarafından bilgi edinmek için kullanılan led ekranlı elektronik panellere verilen ortak isimdir. Kreatif ekibimiz tarafından türetilen ‘Kioskla’ fiili ise AVM etkinliklerini, indirimleri, kampanyaları, yeme-içme konularında en isabetli lezzet noktalarını, teknoloji haberlerini, modayı, yeni trendleri, güzelliği, eğlenceyi, sinemayı, tiyatroyu, konseri, sergiyi, diğer sanatsal faaliyetleri ve kaliteli bir yaşama dair her ne varsa bütün bu gelişmeleri okuyucuları için özel olarak takip ederek keyifli haber metinlerine dönüştüren, şu anda ziyaret etmekte olduğunuz özgün içerikli bilgilendirme alanını kastetmektedir. Sizleri burada destan gibi uzun, sıkıcı metinlerden, boğucu bir sayfa düzeninden, her biri birbirinin tıpatıp aynısı copy/paste haberlerden kurtararak, sitemize özel bir haber ve yazı dili eşliğinde, tıpkı bir kiosk gibi kısa ve öz metinlerle bilgilendirmeyi amaçlıyoruz. Kent yaşamını ayrıcalıklı kılan bütün bu içerikleri özgün ve eğlenceli haber-yorum metinleri üzerinden takip etmek istiyorsanız, gelin sayfalarımızı hep birlikte kiosklayalım.”
Velhasıl, gece yarısı bir de baktım, nasıl olduğunu anlamadan bu sitenin köşe yazıları, haberleri, röportajları arasında iki saat geçirivermişim. Normalde, hayat görüşüm gereği, tüketimi pompalamaktan başka bir misyonu olmayan alışveriş sitelerini hiç sevmem. Ancak, kioskla özgün bir tasarım ve içerik geliştirerek o sevimsizliği kırmış, kendisini bayağı bayağı bir kültür-sanat ve kent kültürü sitesi olarak farklı bir noktada konumlandırmış.
Bu arada, içerik güncelleme hızlarına da dikkat ettim ki bu da hiç fena değil. Sitede önümüzdeki haftaların kültür-sanat etkinliklerinin duyuruları bile yer alıyor; yani bayat haber ve geriden takip gibi bir meseleleri yok.
Sonuçta, içerik beni iknâ etti, sık kullanılanlarıma aldım. Takip etmeyi sürdüreceğim. Akşamları sörf yaparken keyifli bir yerler arayanlara da tavsiye ederim.
Yalnız uzantısını “com” olarak yazmayın, gelmez. Çünkü kioskla.co olarak kayıt altına alınmış.
http://kioskla.co
Öncelikle, yayındaki celebrity söyleşileri çok sağlamdı. Sinema sektöründen iki popüler sanatçı, Müfit Can Saçıntı ve ipek Tuzcuoğlu ile yapılmış çok keyifli iki söyleşi okudum. Bunun dışında, sevdiğim sinema yazarlarından Burak Göral’ın hazırladığı “Burak Göral ile Kültür-Sanat Reyonu” başlıklı bir köşeye rastgeldim ki Göral burada Posta gazetesindeki yazılarının aksine yalnızca gösterime giren sinema filmleriyle sınırlı kalmayıp, yeni çıkan kitaplardan konserlere, filmlerden sergilere, sanatın bütün dallarına uzanan bir çizgide eleştiriler yazıyor.
Sitenin genel sayfa tasarımı da çok sade… Ancak bu sadelik bir amatörlük görüntüsü vermiyor. Tam aksine, aradığınız her şey kolayca bulunacak şekilde dizilmiş. Haberler, röportajlar, köşe yazıları bütün o sinir bozucu internet atraksiyonlarından, sürekli kıpır kıpır olan, habire yanıp sönen zımbırtılardan uzakta, sakin bir olgunluk içinde okuyucularını bekliyor. Girdiğiniz bütün sayfalarda gayet temiz bir işçilik var, kullanılan fontlar da insanın gözünü yormayan cinsten…
Sonra, sitenin ismi kafama takıldı. “Kioskla” ne ola ki diye düşünürken, onun açıklamasını da bir butonun altında buldum:
“Kiosk, AVM’ler, kültür merkezleri, havalimanları gibi büyük boyutlu ortak yaşam alanlarında ziyaretçiler tarafından bilgi edinmek için kullanılan led ekranlı elektronik panellere verilen ortak isimdir. Kreatif ekibimiz tarafından türetilen ‘Kioskla’ fiili ise AVM etkinliklerini, indirimleri, kampanyaları, yeme-içme konularında en isabetli lezzet noktalarını, teknoloji haberlerini, modayı, yeni trendleri, güzelliği, eğlenceyi, sinemayı, tiyatroyu, konseri, sergiyi, diğer sanatsal faaliyetleri ve kaliteli bir yaşama dair her ne varsa bütün bu gelişmeleri okuyucuları için özel olarak takip ederek keyifli haber metinlerine dönüştüren, şu anda ziyaret etmekte olduğunuz özgün içerikli bilgilendirme alanını kastetmektedir. Sizleri burada destan gibi uzun, sıkıcı metinlerden, boğucu bir sayfa düzeninden, her biri birbirinin tıpatıp aynısı copy/paste haberlerden kurtararak, sitemize özel bir haber ve yazı dili eşliğinde, tıpkı bir kiosk gibi kısa ve öz metinlerle bilgilendirmeyi amaçlıyoruz. Kent yaşamını ayrıcalıklı kılan bütün bu içerikleri özgün ve eğlenceli haber-yorum metinleri üzerinden takip etmek istiyorsanız, gelin sayfalarımızı hep birlikte kiosklayalım.”
Velhasıl, gece yarısı bir de baktım, nasıl olduğunu anlamadan bu sitenin köşe yazıları, haberleri, röportajları arasında iki saat geçirivermişim. Normalde, hayat görüşüm gereği, tüketimi pompalamaktan başka bir misyonu olmayan alışveriş sitelerini hiç sevmem. Ancak, kioskla özgün bir tasarım ve içerik geliştirerek o sevimsizliği kırmış, kendisini bayağı bayağı bir kültür-sanat ve kent kültürü sitesi olarak farklı bir noktada konumlandırmış.
Bu arada, içerik güncelleme hızlarına da dikkat ettim ki bu da hiç fena değil. Sitede önümüzdeki haftaların kültür-sanat etkinliklerinin duyuruları bile yer alıyor; yani bayat haber ve geriden takip gibi bir meseleleri yok.
Sonuçta, içerik beni iknâ etti, sık kullanılanlarıma aldım. Takip etmeyi sürdüreceğim. Akşamları sörf yaparken keyifli bir yerler arayanlara da tavsiye ederim.
Yalnız uzantısını “com” olarak yazmayın, gelmez. Çünkü kioskla.co olarak kayıt altına alınmış.
http://kioskla.co
mülk alırken de satarken de mutlaka danışılması gereken kişi.
tavsiye arayanlar için 40'tan fazla pazarlama planı ve yöntemi kullanan serdar sevinç'i öneririm.
http://serdarsevinc.com.tr/
tavsiye arayanlar için 40'tan fazla pazarlama planı ve yöntemi kullanan serdar sevinç'i öneririm.
http://serdarsevinc.com.tr/
paylaştıkça artan kazanç sloganı ile kurulan iş geliştirme platformu.
web sitelerinde kendilerini:
--- spoiler ---
günümüz şartlarında teknolojiyi yoğun kullanmak yaşamı daha kolay ve daha hızlı bir hale getirmektedir. sonuçta bu insanı değişime zorlamaktadır. ancak bu durumda kişisel yaşamımız etkilenmekte ve ilişki kalitemiz azalmaktadır. işte bu ortamda farklı sektörlerden üyelerin katılımıyla oluşturulan globn iş platformu üyelerine işleri için ihtiyaç hissettikleri her konuda yardımcı olmayı hedefliyor. üyelerin zamanlarını verimli bir şekilde kullanmalarını sağlamak amacıyla onları önceden derlenmiş bilgilerle zenginleştiriyor.
--- spoiler ---
şeklinde tanımlıyorlar.
http://www.globn.com.tr/
web sitelerinde kendilerini:
--- spoiler ---
günümüz şartlarında teknolojiyi yoğun kullanmak yaşamı daha kolay ve daha hızlı bir hale getirmektedir. sonuçta bu insanı değişime zorlamaktadır. ancak bu durumda kişisel yaşamımız etkilenmekte ve ilişki kalitemiz azalmaktadır. işte bu ortamda farklı sektörlerden üyelerin katılımıyla oluşturulan globn iş platformu üyelerine işleri için ihtiyaç hissettikleri her konuda yardımcı olmayı hedefliyor. üyelerin zamanlarını verimli bir şekilde kullanmalarını sağlamak amacıyla onları önceden derlenmiş bilgilerle zenginleştiriyor.
--- spoiler ---
şeklinde tanımlıyorlar.
http://www.globn.com.tr/
bütün gün ofiste tam bir kıro gibi aşağıdaki şarkıyı dinleyen yazar.
http://www.youtube.com/watch?v=RqRsRlftQ84
http://www.youtube.com/watch?v=RqRsRlftQ84
hiçbir bir ayrım gözetmeksizin; sadece iyiliği düstur edinerek, afrika’nın önümüzdeki yüzyıl içindeki gelişimine ve dönüşümüne katkı sağlayacak projelerle büyük bir adımın öncüsü olmak üzere yola çıkan bir grup akademisyen, doktor, esnaf, iş adamı, avukat ve öğrencinin kurduğu hayır derneği.
http://www.tadd.org.tr/tr/hakkimizda/tadd-hakkinda
http://www.tadd.org.tr/tr/hakkimizda/tadd-hakkinda
son romanı butimar ile iki değerli edebiyat ödül alan, son dönemdeki has edebiyatın yazarlarındandır. doğu- batı arasındaki çatışmaları postmodern bir çerçeve ve büyülü gerçeklik akımı dahilinde başarıyla uyguluyor. ihsan oktay anar, orhan pamuk, murat gülsoy ve hasan ali toptaş'la beraber severek okuduğum yazarlardan biri oldu.
şair haydar ergülen, butimar romanı ile alakalı şöyle bir yazı yazmış,
-adı butimar, içi simurg!-
http://www.artfulliving.com.tr/…-ici-simurgi-i-4965
şair haydar ergülen, butimar romanı ile alakalı şöyle bir yazı yazmış,
-adı butimar, içi simurg!-
http://www.artfulliving.com.tr/…-ici-simurgi-i-4965
Televizyon tarihimizin kilometre taşlarından birini oluşturan büyük usta Sadettin Teksoy Facebook ortamına ilk kez dahil oldu. Kendisi hakkındaki sayısız fake site ve sayfanın ardından, gerçekten o ve ona bağlı bir profesyonel PR ekibi tarafından yönetilen, neredeyse her gün olağanüstü güzellikte bilgi ve fotoğraf paylaşımları yapılan "resmî hayran sayfası" geçtiğimiz günlerde hizmete girdi. Teksoy'u, piyasada yıllardır dolaşan onca asılsız palavra, yalan dolan ve hakaretin ötelerine sıçrayıp, gerçek kişiliği ve meslekî başarılarıyla tanımak isteyenler için müthiş bir kaynak burası. Öyle ki sayfadaki (kendisi tarafından onaylanmış) ayrıntılı özgeçmişini okuduğunuzda bile içinizde derhal ayağa kalkıp önünüzü ilikleme arzusu uyanıyor.
Mütevazılığıyla tanınan Teksoy ustanın arkadaş kabulünde de hiçbir nazlanması söz konusu değil. Arkadaşlık isteği gönderdiğinizde isteğiniz beş-on dakika içinde onaylanıyor ve kısa sürede O'nun renkli dünyasına dahil oluyorsunuz. Şiddetle tavsiye ederim. Türk toplumunun kafasında yıllar yılı doğru bir şekilde konumlandıramadığı sıradışı bir haberciye geç de olsa fazlasıyla hak ettiği saygıyı gösterebilmek için:
https://www.facebook.com/...le.php?id=100009736121664
Mütevazılığıyla tanınan Teksoy ustanın arkadaş kabulünde de hiçbir nazlanması söz konusu değil. Arkadaşlık isteği gönderdiğinizde isteğiniz beş-on dakika içinde onaylanıyor ve kısa sürede O'nun renkli dünyasına dahil oluyorsunuz. Şiddetle tavsiye ederim. Türk toplumunun kafasında yıllar yılı doğru bir şekilde konumlandıramadığı sıradışı bir haberciye geç de olsa fazlasıyla hak ettiği saygıyı gösterebilmek için:
https://www.facebook.com/...le.php?id=100009736121664
Türk sinema, tiyatro, televizyon ve foto-roman oyuncusu. Yanı sıra senarist, yapımcı, yönetmen, set amiri, dublör, dövüş sahneleri tasarımcısı ve koordinatörü.
Asıl adı Şükrü Ocak’tır. 1960’ların sonlarından günümüze kadar sinema-TV çalışmalarında kesintisiz biçimde kullandığı “Levent Çakır” afiş adı, kendisine, sinema sektörüne girdiği ilk yıllarda o dönemin önde gelen serüven filmi yapımcı-yönetmenlerinden Kayahan Arıkan tarafından takılmış, Ocak da bu takma adı bütün bir oyunculuk kariyeri boyunca benimsemiştir.
HAYATI VE MESLEKÎ KARiYERi:
1950 yılında Edirne’de dünyaya geldi. 1952 yılında, henüz iki yaşındayken, o sırada askerlik görevini yapmakta olan babası Erzurum’da düzenlenen bir askerî tatbikatta yanlış noktaya düşen bir havan mermisi nedeniyle şehit olunca, bebek yaşta yetim kaldı. O günlerden ilk gençlik yıllarına kadar da dul annesi Emine Ocak tarafından zor şartlar altında büyütüldü.
Çocukluk ve ilk gençlik yılları Edirne’de geçen Levent Çakır, ilkokulu bitirdikten sonra, babasızlığın da verdiği duygusal eziklik ve arayışlarla, henüz 13 yaşındayken Türkiye’nin dört bir tarafını gezerek gösteriler yapan gezginci bir sirk kumpanyasına katılarak memleketinden ayrıldı. Birbirinden renkli ve yetenekli simâların bir araya geldiği o toplulukta “Kemiksiz Fatma” lâkaplı ünlü ip cambazı Fatma Soydar’ın asistanlığını üstlenen genç Çakır, bu yetenekli kadın ve oğlu Mümtaz Soydar’dan, sonraki yıllarda Yeşilçam’ın en gözde dublör ve aksiyon oyuncularından biri olmasını sağlayacak sayısız tehlikeli numaranın sırlarını öğrenme fırsatını bulacaktı.
Yaklaşık üç yıl boyunca “Kemiksiz Fatma” ve arkadaşlarının gezginci grubuyla birlikte pek çok şehre gidip, oralarda kurdukları çadırlarda akrobatik gösteriler yapan, bu süreçte de gerek fiziksel albeni, gerekse akrobatik kıvraklık açısından oldukça ciddi bir gelişme kaydeden genç adamın yolu, 1966 yılında da istanbul’un Beykoz ilçesine düşecekti. Kumpanyanın kendisine yeni gösteri alanı olarak Beykoz Çayırı’nı seçmesiyle birlikte, burada Soydar Ailesi’nin liderliğinde aylar boyunca sürecek ilgi çekici gösteriler sergileyen Çakır, gösterilerden arta kalan boş zamanlarında da her taşralı gencin hayâllerini süsleyen istanbul şehrinin ilginç yerlerini, özellikle de Beyoğlu bölgesini keşfe çıkıyordu.
Çakır, izinli olduğu bir gün yine Beyoğlu’nun film yapım şirketlerinin ofisleriyle dolu ara sokaklarından birinde yürürken, yaşına göre hayli olgun görünümü ve dönemin pek çok aksiyon yıldızından daha sportmen bedeni yapımcı-yönetmen Nejat Okçugil’in dikkatini çekecekti. Çakır’a ne işle uğraştığını soran Okçugil, genç adamın akrobat olduğunu öğrenmesiyle birlikte O’na bir kartvizitini vererek kısa süre içinde mutlaka kendisine uğramasını tenbihledi. Bu tesadüfî tanışma da Levent Çakır’ın sinema sektörüne girmesine vesile olacaktı.
1966 yılından itibaren, o dönemin serüven filmlerinde önce dublörlük yapan, ardından da dublörlüğe paralel olarak diyalogsuz küçük roller üstlenen, kavgacı karakterleri canlandırmaya başlayan Çakır, yetenekli bir oyuncu adayı olması nedeniyle kısa süre içinde “Yeşilçam kavgacılarının koruyucusu ve kollayıcısı” olarak tanınan Hüseyin Zan’ın kanatları altına girdi. 1960’ların ikinci yarısında istanbul’da bir “dublör ve kavgacı okulu” kuran Zan, Anadolu’dan oyuncu olmak üzere gelen gençler arasından yetenekli bulduklarını ekibine alarak, onlara serüven sinemasının temel ilkelerini sabırla öğretmekteydi. ilk kamera önü deneyimini Cevat Okçugil’in yönettiği “Bana Bela Derler” (1966) filminde küçük bir rolde boy göstererek yaşayan Çakır da zaman içinde bu yetenekli ekibin en gözde üyelerinden birine dönüşecekti.
1966-1970 yılları arasında, Hüseyin Zan’ın menajerliği ve genel koordinasyonu altında iki düzine dolayında filmde irili ufaklı roller üstlenen sanatçı, aynı dönemde, kendisine “Üç Namus Bekçisi” adlı yeni filminde (1969) biraz daha vitrin bir rol vermeyi düşünen yapımcı-yönetmen Kayahan Arıkan’ın önerisiyle afişlerde ve film jeneriklerinde gerçek adını kullanmaktan vazgeçti; bunun yerine Arıkan’ın -cesareti, çevikliği ve parlak mavi gözleri nedeniyle- kendisine yakıştırdığı “Levent Çakır” adını kullanmaya başladı. Kendisini adım adım başrole taşıyan bu ısınma evresinde de Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Yılmaz Gündüz başta olmak üzere, dönemin en önde gelen yıldızlarına tehlikeli çekimlerde dublörlük yapmayı sürdürdü. Dahası, bu dönemde yalnızca erkek oyunculara değil, Fatma Girik, Türkân Şoray ve Canan Perver gibi kadın oyunculara da dublörlük yapmasıyla dünya sinema tarihinde bir ilke imza atacaktı.
Levent Çakır, ünü zamanla Türkiye sınırlarını aşan bir oyuncuya dönüşmesine sağlayan asıl büyük çıkışını ise 1970 yılında, dönemin en üretken düşük bütçeli film yapımcılarından Hasan Tual’in şirketi Tual Film adına çektiği iki unutulmaz filmle gerçekleştirdi. Türkiye’nin hiçbir uluslararası telif hakları sözleşmesine taraf olmadığı, sanat eserlerine ilişkin küresel fikrî hakların iç hukukta çok da ciddi bir anlam ifade etmediği o “özgür” günlerde, en bilindik Hollywood filmlerinin senaryoları, Batı kökenli çizgi roman karakterleri, yabancı filmler için bestelenmiş özgün müzikler ve nihayet aynı ünlü filmlerin aksiyon sahneleri, son derece dar bütçelerle çalışmak durumunda kalan Türk yönetmenleri tarafından yerli filmlerin kurgu ve seslendirme masalarında deyim yerindeyse “yağmalanıyordu”. Bu denetimsiz sinema ortamında, Tual Film’in yapım ekibi de çizgi roman evreninin gelmiş geçmiş en popüler simâlarından biri olan “Baltalı ilah Zagor” karakterini, italya’daki özgün eser sahibi Bonelli Comics şirketine hiçbir bilgi vermeden, herhangi bir telif hakkı ödemesi yapmadan doğrudan beyazperdeye aktarmaya niyetlenmişti. Yabancı çizgi roman karakterlerinin film kahramanlarına dönüştürülmesi furyasının ülkemizdeki öncü yönetmeni Yılmaz Atadeniz’in çektiği “Killing” serisinden o tarihe kadar, Yeşilçam yönetmenleri, üzerlerinde tayt, yüzlerinde de maske olan ne kadar süper kahraman varsa hepsini en az birer kez beyazperdeye taşımışlardı. Zagor da henüz el atılmamış son birkaç karakterden biri olarak, Tual Film tarafından çekilmek isteniyordu.
Hasan Tual’in Zagor’a hem fizyonomi, hem de atletik beceri açısından benzeyen aktör arayışlarının sonucunda, o günlerde Yeşilçam’daki aksiyon filmlerinde dublör ve yardımcı oyuncu olarak fırtına gibi esen Levent Çakır’da karar kılındı. Çakır ile 6 filmlik bir “Zagor serisi” anlaşması yapan Tual, yönetmenlik koltuğunu da gişede başarı kazanmış iş filmlerinin ustası konumundaki Nişan Hançeryan’a teslim edecekti. Bütçe sorunlarından dolayı siyah-beyaz olarak çekilen ilk iki “Zagor” serüveni, “Zagor: Kara Bela” ve “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri”, 1970-1971 sinema sezonunda büyük kentlerin periferisindeki görece daha gösterişsiz kenar mahalle sinemalarında gösterime girdiğinde, elde ettikleri olağanüstü gişe başarısı hem Tual Film’i büyük bir ekonomik darboğazdan çıkartıyor, hem de Levent Çakır’ı adı afişlerde ilk kez en üstte yer alan bir yıldız oyuncuya dönüştürüyordu. Antalya’nın deniz kıyısındaki kırsal bölgelerinde, daha ucuza çıkmaları için hemen hemen aynı oyuncu kadrosuyla ve ardı ardına çekilen bu iki film, ilkel özel efektleri ve bir hayli zayıf hikâye yapılarına rağmen, gerek Türkiye, gerekse Avrupa’da çok sevilen bir çizgi roman kahramanı olan Zagor’un ete kemiğe bürünmüş ilk beyazperde uyarlaması olarak büyük ilgi gördü. Her iki yapım da aylarca Anadolu sinemalarını dolaşarak uzun bir süre gösterimde kalmayı başaracaktı.
Her ne kadar Tual Film, Çakır ile yaptığı 6 filmlik Zagor sözleşmesinin devamını getiremediyse de sanatçı bu filmlerin kendisine kazandırdığı büyük ün ve prestijle kariyerinin bundan sonraki 10 yıllık bölümünde neredeyse kesintisiz olarak başrol oynayacaktı. Batı patentli süper kahramanların beyazperde uyarlamalarının önünde hiçbir hukukî engelin bulunmadığı o günlerde, Çakır da bu tür serüven-fantazi filmleri için olmazsa olmaz bir koşul konumundaki gösterişli fizyonomisi ve dövüş sanatlarına hâkimiyetiyle, 1970’lerin ortalarına kadar ardı ardına bir dizi mahkeli kahramanı dergi sayfalarından karanlık salonlara başarıyla taşıdı. Kendi özgü bir ritmi ve anlatım dili olan, (her ne kadar Türkiye’deki örneklerinde acıklı bir görünüm sunsa da) özellikle çocuk ve genç izleyiciye heyecan veren özel efektlerle donatılmış bu filmlerin yanı sıra, sanatçı, o dönemde Türk tarihine ilişkin destansı kahramanlık hikâyeleri ve polisiye filmlerde de gözde bir başrol oyuncusuna dönüşecekti.
Gençlik dönemi kariyerinin önemli bir bölümünde ağırlıklı olarak tarihsel serüven, polisiye, suç serüveni, bilim-kurgu, western türündeki fantastik filmlerde ve çoğunlukla başrol oynayan Levent Çakır, buna karşılık, Türkiye'de video kaset piyasasının hızlı bir yükselişe geçtiği 1980’lerden itibaren, sinemamıza yeni bir ticarî açılım alanı kazandıran bu mecrânın tüketicilerinin hedeflendiği düşük bütçeli arabesk melodramlar ve vulgar komedilerde de yardımcı karakter rolleri almaya başladı.
Yarım yüzyıla ulaşan oyunculuk kariyeri boyunca beyazperdede yalnızca bir kaç kez kötü huylu karakterleri canlandırmış olan Çakır’ın bu türdeki rolleri de onun günümüzde Türk sinema izleyicileri tarafından en fazla hatırlanan performansları arasındadır. Sanatçının, zaaflarına yenik ve sürekli çıkarlarının peşinden koşan sevimsiz kişiliklere büründüğü bu sayılı rollerden en bilindik ikisi, yönetmenliğini Remzi Aydın Jöntürk’ün üstlendiği 1981 yapımı “Çile” filminde, ailesi için canını dişine takarak çalışan fedakâr taksi şoförü ibo’nun (ibrahim Tatlıses) kendisine beslenen bütün umutları boşa çıkartarak kötü yollara sapan hırslı kardeşi ismet ve yine Jöntürk'ün imzasını taşıyan 1982 yapımı "Unutulmayanlar"daki zâlim köy ağası Emir Aşıroğlu'dur.
1984-1986 yılları arasında, yönetmen Yücel Çakmaklı tarafından, Türk televizyonculuk tarihinin o tarihe kadarki en yüksek bütçeli ve de en kalabalık kadrolu dizisi olarak hatırlanan “Kuruluş”un (Osmancık) birinci halka oyuncu kadrosuna davet edilen Levent Çakır, ülkemizdeki tarihsel film prodüksiyon anlayışını kökten değiştiren bu önemli dizide Orhan Gâzi’nin yoldaşlarından Kıyan Selçuk’u canlandırdı.
2000’li yıllardan itibaren, ilerleyen yaşı ve değişen fizyonomisine paralel olarak, sinema ve televizyonda genç serüvenci karakterleri oynamayı bırakıp daha ziyade Osmanlı dönemi subayı, Kurtuluş Savaşı komutanı, evliya, din adamı, köyün bilge kişisi, ailenin dedesi, mahallenin esnafı gibi roller üstlenmeye başlayan sanatçı, bu gibi olgunluk çağı rollerinde de kariyerinin ikinci baharını yaşayacak ve özellikle “Dumanlı Yol” (2002, Kanal 7) dizisindeki “imam”, “Kunduracı” (2007, Kanal 7) adlı televizyon filmindeki “Esnaf Veli” karakterleriyle büyük beğeni toplayan performanslar ortaya koyacaktı.
Dünya sinema tarihinde üstün yetenekli kahramanlar evreninin önde gelen üyeleri “Süper Adam” (Superman), “Kızıl Maske” (Phantom), “Yarasa Adam” (Batman) ve “Baltalı ilah”ı (Zagor) beyazperdede ardı ardına canlandırmış tek aktör olarak kolay kırılamayacak bir rekora da sahip olan Çakır, Türk Fantastik Sineması'nın gelişimine verdiği yoğun emekler nedeniyle 2011 yılında Ankara’da düzenlenen “Fantasturka / 1. Türk işi Fantastik Filmler Festivali”nde “Ömür Boyu Başarı Ödülü”, 2012 yılında da yine Ankara Ünversitesi iletişim Fakültesi yönetiminin kendisine sunduğu “Meslekte 50. Altın Yıl” ödülleriyle onurlandırılmıştır.
Yanı sıra, Türk fantastik sinemasına yönelik ilginin yeniden canlandığı ve geçmişte hor görülen bu tür filmlerin daha farklı bir bakış açısıyla ele alınmaya başlandığı 1990’lardan itibaren Çakır’ın fantastik sinemaya yaptığı özverili katkılar da lâyık oldukları şekilde takdir edilmeye başlanmış, bu kapsamda bir çok yerli yabancı basın-yayın organı kendisiyle meslek hayatı üzerine geniş çaplı gazete-dergi söyleşileri, televizyon programları ve belgesel yapımlar için özel çekimler gerçekleştirmiştir.
Sanatçının neredeyse her türden sinema-televizyon filmi ve dizinin yer aldığı zengin filmografisinde iki de yabancı yapım yer almaktadır. Bunlardan ilki, büyük bölümü ülkemizin değişik şehirlerinde çekilen 1969 yapımı "Hepsini Birden Yenemezsin" (You Can't Win 'em All) adlı savaş serüvenidir. Çakır, yönetmenliğini ingiliz sinemacı Peter Collinson'un yaptığı, Türkiye'de "Paralı Askerler" adıyla tanınan bu ingiltere-ABD ortak yapımı filmin aksiyon sahneleri için istanbul'da düzenlenen yardımcı oyuncu seçmelerinde başarılı olarak, Kuvvayi Millîye birliklerine mensup bir Türk askerini canlandırmıştı. Ki başrollerinde Charles Bronson ve Tony Curtis gibi iki büyük Hollywood yıldızının yer aldığı, dönemine göre oldukça yüksek sayılabilecek bir bütçeyle gerçekleştirilen bu savaş serüveninde üstlendiği o küçük ve diyalogsuz rol bile, adım adım başrollere doğru ilerleyen kariyerinde kendisine son derece yüksek bir prestij sağlayacaktı.
Çakır'ın yabancı sinemacılarla gerçekleştirdiği ikinci önemli işbirliği ise italyan yönetmen Anthony M. Dawson'un (Antonio Margheriti) 1983'de Nevşehir-Göreme'de çektiği bir bilim-kurgu serüveni olan "Yor: Gelecekten Gelen Savaşçı"da (Yor: The Hunter from the Future) canlandırdığı antik çağ savaşçısı karakteriydi. Bu da görece küçük çaplı bir rol olmasına karşılık, Batı sermayeli yapımların çalışma koşullarına yönelik olarak gözlem ve tecrübelerinin artmasına ciddi katkılarda bulunuyordu.
Türk sinema işletmeciliğinde uzun bir dönem boyunca üretilen filmlerin 35 mm master negatif ve pozitif gösterim şeritlerinin saklanmasına gereken önem verilmediğinden, dahası sinemalarda ilk gösterimleri tamamlanan pek çok siyah-beyaz film şeridinin (yüzeylerindeki gümüş elementinin çıkartılıp satılabilmesi için) film eriticisi firmalara yok pahasına satılması dolayısıyla, diğer pek çok siyah-beyaz dönem sinema sanatçısı gibi, Levent Çakır’ın da 1975 öncesine ait filmlerinden bir kısmı günümüzde artık geri dönüşsüz bir şekilde yok olmuş durumdadır.
2010 yılında, çok uzun yıllardan bu yana hem 35 mm master negatifleri, hem de 35 mm gösterim kopyaları kayıp durumda olan iki Zagor filmi, “Zagor: Kara Bela” ve “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri”nin Fanatik Film şirketi yetkilileri tarafından bir depoda bulunup, özenle gerçekleştirilen dijital restorasyonun ardından DVD formatında yeniden gün ışığına çıkartılmasının şerefine, aynı yılın Eylül ayında, istanbul’da düzenlenen 29. TÜYAP Kitap Fuarı’na Zagor’un yaratıcısı ünlü italyan çizer Gallieno Ferri de davet edildi. istanbul’a, yeni nesil Zagor çizerlerinden oluşan ekibiyle birlikte gelen Ferri, TÜYAP kapsamında kendisi için düzenlenen saygı etkinliğinde, dünya sinema tarihinde Zagor’u canlandıran ilk ve hâlâ tek oyuncu unvanına sahip Levent Çakır ile tanışacak, onunla birlikte (şöhretini duyduğu, ancak yıllardır kayıp oldukları için henüz görme şansı bulamadığı) her iki "Zagor" filmini başbaşa ve keyifle izleyecekti. Ferri, o buluşmada, söz konusu filmlerden herhangi bir telif ücreti almamasına rağmen, “Türk sinemacılarının bir italyan çizgi romanı olan Zagor’u beyazperdeye aktarmada italyan yapımcılarından daha seri ve vizyonerce davranmalarından dolayı bu yapıtların uluslararası telif hakkı yasalarını ihlâl edişinin kendisini artık pek de fazla ilgilendirmediğini, aksine, 1961’de yarattığı kahramanını beyazperdede ilk kez ete kemiğe bürünmüş olarak görebilmenin onu bir sanatçı olarak çok mutlu ettiğini” belirtiyordu.
Çakır, 2010 yılında gerçekleştirdiği bir televizyon söyleşisinde, setlerde şimdiye kadar ölümcül nitelikte bir yara almamakla birlikte, yarım yüzyılı geride bıraktığı meslek hayatında en az bir düzine kırık ve çıkık olayı yaşadığını, bir o kadar da kesik ve kanamalı yaralanma atlattığını belirterek, çoğunda hiçbir ciddi güvenlik önlemi ya da sosyal güvence olmaksızın çalıştığı bütün bu serüven filmlerinin acı verici bedensel sonuçlarının 60’lı yaşlarından sonra yoğun vücut ağrıları ve eklem romatizması gibi hastalıklarla teker teker ortaya çıktığını belirtmiştir.
iki kez evlenmiş olan sanatçının bu evliliklerinden bir kız, bir de erkek çocuğu bulunmaktadır.
Levent Çakır, 2015 yılı Nisan ayında, dönemin Edirne Valisi Dursun Ali Şahin tarafından Edirne Valiliği Sanat Danışmanlığı görevine getirilmiştir.
(MASKELi / FANTASTiK / TARiHSEL KARAKTERLERi CANLANDIRDIĞI) ÖNEMLi SiNEMA FiLMLERi:
- “Bozkurtlar Geliyor” / “Göktürk Savaşçısı” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1967)
- “Maskeli Süvari Tommiks’e Karşı” / “Teğmen Bill” rolünde / Yönetmen: Kayahan Arıkan (1969)
- “Hepsini Birden Yenemezsin / Paralı Askerler” (You Can’t Win ‘em All) / “Kuvvayi Millîye Askeri” rolünde / Yönetmen: Peter Collinson (1970)
- “Adsız Cengaver” (Renkli-Cinemascope formatında çekilen ilk Türk filmi) / “Türkistanlı Savaşçı” rolünde / Yönetmen: Halit Refiğ (1970)
- “Tarkan: Gümüş Eyer” / “Hun Savaşçısı” rolünde / Yönetmen: Mehmet Aslan (1970)
- “Zagor: Kara Bela” / “Baltalı ilah Zagor” rolünde / Yönetmen: Nişan Hançeryan (1970)
- “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri” / “Baltalı ilah Zagor” rolünde / Yönetmen: Nişan Hançeryan (1970)
- “Maskeli Üçler” / “Maskeli Çete Üyesi” rolünde / Yönetmen: Melih Gülgen (1971)
- “Kızıl Maske’nin intikamı” / “Kızıl Maske” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1971)
- “Süper Adam” / “Süper Adam” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1972)
- “Batman” (Telif hakkı sorunları nedeniyle, afiş ve jeneriklerde “Betmen” olarak yazılmıştır) / “Batman” rolünde / Yönetmen: Savaş Eşici (1973)
- “Uçan Adam Batman” (Telif hakkı sorunları nedeniyle, afiş ve jeneriklerde “Bedmen” olarak yazılmıştır) / “Batman” rolünde / Yönetmen: Günay Kosova (1973)
- “Çılgın Kız ve Üç Süper Adam” / “Süper Adam” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1973)
- “Aybiçe: Kurt Kız” / “Aybars” rolünde / Yönetmen: Mehmet Aslan (1976)
- “Hakanlar Çarpışıyor” / “Sungur” rolünde / Yönetmen: Natuk Baytan (1977)
- “Yor: Gelecekten Gelen Savaşçı” (Yor: The Hunter from the Future) / “Antik Çağ Savaşçısı” rolünde / Yönetmen: Anthony M. Dawson (1983)
- “Üç Süpermen Olimpiyatlarda” / “Süper Adam” rolünde / Yönetmen: Yavuz Yalınkılıç (1985)
- “Altar” / “Emte” rolünde / Yönetmen: Remzi Aydın Jöntürk (1985)
ÖNEMLi TELEViZYON FiLMLERi:
- “Gülcü Baba” (Algül ve Akgül) / Kanal 7 / “Seyyid” rolünde / Yönetmen: Zeynep Tor (2005)
- “Ödül” / Kanal 7 / “Evliya” rolünde / Yönetmen: Zeynep Tor (2005)
- “Emanet ve ihanet” / Kanal 7 / “Selman” rolünde / Yönetmen: Zeynep Tor (2005)
- “Kunduracı” / Kanal 7 / “Kunduracı Veli” rolünde / Yönetmen: Nazif Tunç (2007)
- “Üçkâğıtçılar” / Kanal 7 / “Halil” rolünde / Yönetmen: Nursel Tozkoparan (2008)
- “Affet Usta” / Kanal 7 / “Fırıncı Rasim Usta” rolünde / Yönetmen: Özgür Pak (2013)
- “Zengin ve Yoksul” / Kanal 7 / “Hasip” rolünde / Yönetmen: Nazif Tunç (2014)
ÖNEMLi TELEViZYON DiZiLERi:
- “Kuruluş” (Osmancık) / TRT / “Kıyan Selçuk” rolünde / Yönetmen: Yücel Çakmaklı (1986)
- “Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif Ersoy” / TRT / “Mehmet Akif Ersoy’un damadı” rolünde / Yönetmen: Salih Diriklik (1986)
- “Dumanlı Yol” / Kanal 7 / “imam” rolünde / Yönetmen: Gani Rüzgâr Şavata (2002)
- “istiklâl” / Kanal 7 / “imam” rolünde / Yönetmen: Cem Akyoldaş (2007)
- “Zırtık Mafya” / (Yayımlanmadı) / “Profesör” rolünde / Yönetmen: Ömer Korkmaz (2008)
Asıl adı Şükrü Ocak’tır. 1960’ların sonlarından günümüze kadar sinema-TV çalışmalarında kesintisiz biçimde kullandığı “Levent Çakır” afiş adı, kendisine, sinema sektörüne girdiği ilk yıllarda o dönemin önde gelen serüven filmi yapımcı-yönetmenlerinden Kayahan Arıkan tarafından takılmış, Ocak da bu takma adı bütün bir oyunculuk kariyeri boyunca benimsemiştir.
HAYATI VE MESLEKÎ KARiYERi:
1950 yılında Edirne’de dünyaya geldi. 1952 yılında, henüz iki yaşındayken, o sırada askerlik görevini yapmakta olan babası Erzurum’da düzenlenen bir askerî tatbikatta yanlış noktaya düşen bir havan mermisi nedeniyle şehit olunca, bebek yaşta yetim kaldı. O günlerden ilk gençlik yıllarına kadar da dul annesi Emine Ocak tarafından zor şartlar altında büyütüldü.
Çocukluk ve ilk gençlik yılları Edirne’de geçen Levent Çakır, ilkokulu bitirdikten sonra, babasızlığın da verdiği duygusal eziklik ve arayışlarla, henüz 13 yaşındayken Türkiye’nin dört bir tarafını gezerek gösteriler yapan gezginci bir sirk kumpanyasına katılarak memleketinden ayrıldı. Birbirinden renkli ve yetenekli simâların bir araya geldiği o toplulukta “Kemiksiz Fatma” lâkaplı ünlü ip cambazı Fatma Soydar’ın asistanlığını üstlenen genç Çakır, bu yetenekli kadın ve oğlu Mümtaz Soydar’dan, sonraki yıllarda Yeşilçam’ın en gözde dublör ve aksiyon oyuncularından biri olmasını sağlayacak sayısız tehlikeli numaranın sırlarını öğrenme fırsatını bulacaktı.
Yaklaşık üç yıl boyunca “Kemiksiz Fatma” ve arkadaşlarının gezginci grubuyla birlikte pek çok şehre gidip, oralarda kurdukları çadırlarda akrobatik gösteriler yapan, bu süreçte de gerek fiziksel albeni, gerekse akrobatik kıvraklık açısından oldukça ciddi bir gelişme kaydeden genç adamın yolu, 1966 yılında da istanbul’un Beykoz ilçesine düşecekti. Kumpanyanın kendisine yeni gösteri alanı olarak Beykoz Çayırı’nı seçmesiyle birlikte, burada Soydar Ailesi’nin liderliğinde aylar boyunca sürecek ilgi çekici gösteriler sergileyen Çakır, gösterilerden arta kalan boş zamanlarında da her taşralı gencin hayâllerini süsleyen istanbul şehrinin ilginç yerlerini, özellikle de Beyoğlu bölgesini keşfe çıkıyordu.
Çakır, izinli olduğu bir gün yine Beyoğlu’nun film yapım şirketlerinin ofisleriyle dolu ara sokaklarından birinde yürürken, yaşına göre hayli olgun görünümü ve dönemin pek çok aksiyon yıldızından daha sportmen bedeni yapımcı-yönetmen Nejat Okçugil’in dikkatini çekecekti. Çakır’a ne işle uğraştığını soran Okçugil, genç adamın akrobat olduğunu öğrenmesiyle birlikte O’na bir kartvizitini vererek kısa süre içinde mutlaka kendisine uğramasını tenbihledi. Bu tesadüfî tanışma da Levent Çakır’ın sinema sektörüne girmesine vesile olacaktı.
1966 yılından itibaren, o dönemin serüven filmlerinde önce dublörlük yapan, ardından da dublörlüğe paralel olarak diyalogsuz küçük roller üstlenen, kavgacı karakterleri canlandırmaya başlayan Çakır, yetenekli bir oyuncu adayı olması nedeniyle kısa süre içinde “Yeşilçam kavgacılarının koruyucusu ve kollayıcısı” olarak tanınan Hüseyin Zan’ın kanatları altına girdi. 1960’ların ikinci yarısında istanbul’da bir “dublör ve kavgacı okulu” kuran Zan, Anadolu’dan oyuncu olmak üzere gelen gençler arasından yetenekli bulduklarını ekibine alarak, onlara serüven sinemasının temel ilkelerini sabırla öğretmekteydi. ilk kamera önü deneyimini Cevat Okçugil’in yönettiği “Bana Bela Derler” (1966) filminde küçük bir rolde boy göstererek yaşayan Çakır da zaman içinde bu yetenekli ekibin en gözde üyelerinden birine dönüşecekti.
1966-1970 yılları arasında, Hüseyin Zan’ın menajerliği ve genel koordinasyonu altında iki düzine dolayında filmde irili ufaklı roller üstlenen sanatçı, aynı dönemde, kendisine “Üç Namus Bekçisi” adlı yeni filminde (1969) biraz daha vitrin bir rol vermeyi düşünen yapımcı-yönetmen Kayahan Arıkan’ın önerisiyle afişlerde ve film jeneriklerinde gerçek adını kullanmaktan vazgeçti; bunun yerine Arıkan’ın -cesareti, çevikliği ve parlak mavi gözleri nedeniyle- kendisine yakıştırdığı “Levent Çakır” adını kullanmaya başladı. Kendisini adım adım başrole taşıyan bu ısınma evresinde de Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Yılmaz Gündüz başta olmak üzere, dönemin en önde gelen yıldızlarına tehlikeli çekimlerde dublörlük yapmayı sürdürdü. Dahası, bu dönemde yalnızca erkek oyunculara değil, Fatma Girik, Türkân Şoray ve Canan Perver gibi kadın oyunculara da dublörlük yapmasıyla dünya sinema tarihinde bir ilke imza atacaktı.
Levent Çakır, ünü zamanla Türkiye sınırlarını aşan bir oyuncuya dönüşmesine sağlayan asıl büyük çıkışını ise 1970 yılında, dönemin en üretken düşük bütçeli film yapımcılarından Hasan Tual’in şirketi Tual Film adına çektiği iki unutulmaz filmle gerçekleştirdi. Türkiye’nin hiçbir uluslararası telif hakları sözleşmesine taraf olmadığı, sanat eserlerine ilişkin küresel fikrî hakların iç hukukta çok da ciddi bir anlam ifade etmediği o “özgür” günlerde, en bilindik Hollywood filmlerinin senaryoları, Batı kökenli çizgi roman karakterleri, yabancı filmler için bestelenmiş özgün müzikler ve nihayet aynı ünlü filmlerin aksiyon sahneleri, son derece dar bütçelerle çalışmak durumunda kalan Türk yönetmenleri tarafından yerli filmlerin kurgu ve seslendirme masalarında deyim yerindeyse “yağmalanıyordu”. Bu denetimsiz sinema ortamında, Tual Film’in yapım ekibi de çizgi roman evreninin gelmiş geçmiş en popüler simâlarından biri olan “Baltalı ilah Zagor” karakterini, italya’daki özgün eser sahibi Bonelli Comics şirketine hiçbir bilgi vermeden, herhangi bir telif hakkı ödemesi yapmadan doğrudan beyazperdeye aktarmaya niyetlenmişti. Yabancı çizgi roman karakterlerinin film kahramanlarına dönüştürülmesi furyasının ülkemizdeki öncü yönetmeni Yılmaz Atadeniz’in çektiği “Killing” serisinden o tarihe kadar, Yeşilçam yönetmenleri, üzerlerinde tayt, yüzlerinde de maske olan ne kadar süper kahraman varsa hepsini en az birer kez beyazperdeye taşımışlardı. Zagor da henüz el atılmamış son birkaç karakterden biri olarak, Tual Film tarafından çekilmek isteniyordu.
Hasan Tual’in Zagor’a hem fizyonomi, hem de atletik beceri açısından benzeyen aktör arayışlarının sonucunda, o günlerde Yeşilçam’daki aksiyon filmlerinde dublör ve yardımcı oyuncu olarak fırtına gibi esen Levent Çakır’da karar kılındı. Çakır ile 6 filmlik bir “Zagor serisi” anlaşması yapan Tual, yönetmenlik koltuğunu da gişede başarı kazanmış iş filmlerinin ustası konumundaki Nişan Hançeryan’a teslim edecekti. Bütçe sorunlarından dolayı siyah-beyaz olarak çekilen ilk iki “Zagor” serüveni, “Zagor: Kara Bela” ve “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri”, 1970-1971 sinema sezonunda büyük kentlerin periferisindeki görece daha gösterişsiz kenar mahalle sinemalarında gösterime girdiğinde, elde ettikleri olağanüstü gişe başarısı hem Tual Film’i büyük bir ekonomik darboğazdan çıkartıyor, hem de Levent Çakır’ı adı afişlerde ilk kez en üstte yer alan bir yıldız oyuncuya dönüştürüyordu. Antalya’nın deniz kıyısındaki kırsal bölgelerinde, daha ucuza çıkmaları için hemen hemen aynı oyuncu kadrosuyla ve ardı ardına çekilen bu iki film, ilkel özel efektleri ve bir hayli zayıf hikâye yapılarına rağmen, gerek Türkiye, gerekse Avrupa’da çok sevilen bir çizgi roman kahramanı olan Zagor’un ete kemiğe bürünmüş ilk beyazperde uyarlaması olarak büyük ilgi gördü. Her iki yapım da aylarca Anadolu sinemalarını dolaşarak uzun bir süre gösterimde kalmayı başaracaktı.
Her ne kadar Tual Film, Çakır ile yaptığı 6 filmlik Zagor sözleşmesinin devamını getiremediyse de sanatçı bu filmlerin kendisine kazandırdığı büyük ün ve prestijle kariyerinin bundan sonraki 10 yıllık bölümünde neredeyse kesintisiz olarak başrol oynayacaktı. Batı patentli süper kahramanların beyazperde uyarlamalarının önünde hiçbir hukukî engelin bulunmadığı o günlerde, Çakır da bu tür serüven-fantazi filmleri için olmazsa olmaz bir koşul konumundaki gösterişli fizyonomisi ve dövüş sanatlarına hâkimiyetiyle, 1970’lerin ortalarına kadar ardı ardına bir dizi mahkeli kahramanı dergi sayfalarından karanlık salonlara başarıyla taşıdı. Kendi özgü bir ritmi ve anlatım dili olan, (her ne kadar Türkiye’deki örneklerinde acıklı bir görünüm sunsa da) özellikle çocuk ve genç izleyiciye heyecan veren özel efektlerle donatılmış bu filmlerin yanı sıra, sanatçı, o dönemde Türk tarihine ilişkin destansı kahramanlık hikâyeleri ve polisiye filmlerde de gözde bir başrol oyuncusuna dönüşecekti.
Gençlik dönemi kariyerinin önemli bir bölümünde ağırlıklı olarak tarihsel serüven, polisiye, suç serüveni, bilim-kurgu, western türündeki fantastik filmlerde ve çoğunlukla başrol oynayan Levent Çakır, buna karşılık, Türkiye'de video kaset piyasasının hızlı bir yükselişe geçtiği 1980’lerden itibaren, sinemamıza yeni bir ticarî açılım alanı kazandıran bu mecrânın tüketicilerinin hedeflendiği düşük bütçeli arabesk melodramlar ve vulgar komedilerde de yardımcı karakter rolleri almaya başladı.
Yarım yüzyıla ulaşan oyunculuk kariyeri boyunca beyazperdede yalnızca bir kaç kez kötü huylu karakterleri canlandırmış olan Çakır’ın bu türdeki rolleri de onun günümüzde Türk sinema izleyicileri tarafından en fazla hatırlanan performansları arasındadır. Sanatçının, zaaflarına yenik ve sürekli çıkarlarının peşinden koşan sevimsiz kişiliklere büründüğü bu sayılı rollerden en bilindik ikisi, yönetmenliğini Remzi Aydın Jöntürk’ün üstlendiği 1981 yapımı “Çile” filminde, ailesi için canını dişine takarak çalışan fedakâr taksi şoförü ibo’nun (ibrahim Tatlıses) kendisine beslenen bütün umutları boşa çıkartarak kötü yollara sapan hırslı kardeşi ismet ve yine Jöntürk'ün imzasını taşıyan 1982 yapımı "Unutulmayanlar"daki zâlim köy ağası Emir Aşıroğlu'dur.
1984-1986 yılları arasında, yönetmen Yücel Çakmaklı tarafından, Türk televizyonculuk tarihinin o tarihe kadarki en yüksek bütçeli ve de en kalabalık kadrolu dizisi olarak hatırlanan “Kuruluş”un (Osmancık) birinci halka oyuncu kadrosuna davet edilen Levent Çakır, ülkemizdeki tarihsel film prodüksiyon anlayışını kökten değiştiren bu önemli dizide Orhan Gâzi’nin yoldaşlarından Kıyan Selçuk’u canlandırdı.
2000’li yıllardan itibaren, ilerleyen yaşı ve değişen fizyonomisine paralel olarak, sinema ve televizyonda genç serüvenci karakterleri oynamayı bırakıp daha ziyade Osmanlı dönemi subayı, Kurtuluş Savaşı komutanı, evliya, din adamı, köyün bilge kişisi, ailenin dedesi, mahallenin esnafı gibi roller üstlenmeye başlayan sanatçı, bu gibi olgunluk çağı rollerinde de kariyerinin ikinci baharını yaşayacak ve özellikle “Dumanlı Yol” (2002, Kanal 7) dizisindeki “imam”, “Kunduracı” (2007, Kanal 7) adlı televizyon filmindeki “Esnaf Veli” karakterleriyle büyük beğeni toplayan performanslar ortaya koyacaktı.
Dünya sinema tarihinde üstün yetenekli kahramanlar evreninin önde gelen üyeleri “Süper Adam” (Superman), “Kızıl Maske” (Phantom), “Yarasa Adam” (Batman) ve “Baltalı ilah”ı (Zagor) beyazperdede ardı ardına canlandırmış tek aktör olarak kolay kırılamayacak bir rekora da sahip olan Çakır, Türk Fantastik Sineması'nın gelişimine verdiği yoğun emekler nedeniyle 2011 yılında Ankara’da düzenlenen “Fantasturka / 1. Türk işi Fantastik Filmler Festivali”nde “Ömür Boyu Başarı Ödülü”, 2012 yılında da yine Ankara Ünversitesi iletişim Fakültesi yönetiminin kendisine sunduğu “Meslekte 50. Altın Yıl” ödülleriyle onurlandırılmıştır.
Yanı sıra, Türk fantastik sinemasına yönelik ilginin yeniden canlandığı ve geçmişte hor görülen bu tür filmlerin daha farklı bir bakış açısıyla ele alınmaya başlandığı 1990’lardan itibaren Çakır’ın fantastik sinemaya yaptığı özverili katkılar da lâyık oldukları şekilde takdir edilmeye başlanmış, bu kapsamda bir çok yerli yabancı basın-yayın organı kendisiyle meslek hayatı üzerine geniş çaplı gazete-dergi söyleşileri, televizyon programları ve belgesel yapımlar için özel çekimler gerçekleştirmiştir.
Sanatçının neredeyse her türden sinema-televizyon filmi ve dizinin yer aldığı zengin filmografisinde iki de yabancı yapım yer almaktadır. Bunlardan ilki, büyük bölümü ülkemizin değişik şehirlerinde çekilen 1969 yapımı "Hepsini Birden Yenemezsin" (You Can't Win 'em All) adlı savaş serüvenidir. Çakır, yönetmenliğini ingiliz sinemacı Peter Collinson'un yaptığı, Türkiye'de "Paralı Askerler" adıyla tanınan bu ingiltere-ABD ortak yapımı filmin aksiyon sahneleri için istanbul'da düzenlenen yardımcı oyuncu seçmelerinde başarılı olarak, Kuvvayi Millîye birliklerine mensup bir Türk askerini canlandırmıştı. Ki başrollerinde Charles Bronson ve Tony Curtis gibi iki büyük Hollywood yıldızının yer aldığı, dönemine göre oldukça yüksek sayılabilecek bir bütçeyle gerçekleştirilen bu savaş serüveninde üstlendiği o küçük ve diyalogsuz rol bile, adım adım başrollere doğru ilerleyen kariyerinde kendisine son derece yüksek bir prestij sağlayacaktı.
Çakır'ın yabancı sinemacılarla gerçekleştirdiği ikinci önemli işbirliği ise italyan yönetmen Anthony M. Dawson'un (Antonio Margheriti) 1983'de Nevşehir-Göreme'de çektiği bir bilim-kurgu serüveni olan "Yor: Gelecekten Gelen Savaşçı"da (Yor: The Hunter from the Future) canlandırdığı antik çağ savaşçısı karakteriydi. Bu da görece küçük çaplı bir rol olmasına karşılık, Batı sermayeli yapımların çalışma koşullarına yönelik olarak gözlem ve tecrübelerinin artmasına ciddi katkılarda bulunuyordu.
Türk sinema işletmeciliğinde uzun bir dönem boyunca üretilen filmlerin 35 mm master negatif ve pozitif gösterim şeritlerinin saklanmasına gereken önem verilmediğinden, dahası sinemalarda ilk gösterimleri tamamlanan pek çok siyah-beyaz film şeridinin (yüzeylerindeki gümüş elementinin çıkartılıp satılabilmesi için) film eriticisi firmalara yok pahasına satılması dolayısıyla, diğer pek çok siyah-beyaz dönem sinema sanatçısı gibi, Levent Çakır’ın da 1975 öncesine ait filmlerinden bir kısmı günümüzde artık geri dönüşsüz bir şekilde yok olmuş durumdadır.
2010 yılında, çok uzun yıllardan bu yana hem 35 mm master negatifleri, hem de 35 mm gösterim kopyaları kayıp durumda olan iki Zagor filmi, “Zagor: Kara Bela” ve “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri”nin Fanatik Film şirketi yetkilileri tarafından bir depoda bulunup, özenle gerçekleştirilen dijital restorasyonun ardından DVD formatında yeniden gün ışığına çıkartılmasının şerefine, aynı yılın Eylül ayında, istanbul’da düzenlenen 29. TÜYAP Kitap Fuarı’na Zagor’un yaratıcısı ünlü italyan çizer Gallieno Ferri de davet edildi. istanbul’a, yeni nesil Zagor çizerlerinden oluşan ekibiyle birlikte gelen Ferri, TÜYAP kapsamında kendisi için düzenlenen saygı etkinliğinde, dünya sinema tarihinde Zagor’u canlandıran ilk ve hâlâ tek oyuncu unvanına sahip Levent Çakır ile tanışacak, onunla birlikte (şöhretini duyduğu, ancak yıllardır kayıp oldukları için henüz görme şansı bulamadığı) her iki "Zagor" filmini başbaşa ve keyifle izleyecekti. Ferri, o buluşmada, söz konusu filmlerden herhangi bir telif ücreti almamasına rağmen, “Türk sinemacılarının bir italyan çizgi romanı olan Zagor’u beyazperdeye aktarmada italyan yapımcılarından daha seri ve vizyonerce davranmalarından dolayı bu yapıtların uluslararası telif hakkı yasalarını ihlâl edişinin kendisini artık pek de fazla ilgilendirmediğini, aksine, 1961’de yarattığı kahramanını beyazperdede ilk kez ete kemiğe bürünmüş olarak görebilmenin onu bir sanatçı olarak çok mutlu ettiğini” belirtiyordu.
Çakır, 2010 yılında gerçekleştirdiği bir televizyon söyleşisinde, setlerde şimdiye kadar ölümcül nitelikte bir yara almamakla birlikte, yarım yüzyılı geride bıraktığı meslek hayatında en az bir düzine kırık ve çıkık olayı yaşadığını, bir o kadar da kesik ve kanamalı yaralanma atlattığını belirterek, çoğunda hiçbir ciddi güvenlik önlemi ya da sosyal güvence olmaksızın çalıştığı bütün bu serüven filmlerinin acı verici bedensel sonuçlarının 60’lı yaşlarından sonra yoğun vücut ağrıları ve eklem romatizması gibi hastalıklarla teker teker ortaya çıktığını belirtmiştir.
iki kez evlenmiş olan sanatçının bu evliliklerinden bir kız, bir de erkek çocuğu bulunmaktadır.
Levent Çakır, 2015 yılı Nisan ayında, dönemin Edirne Valisi Dursun Ali Şahin tarafından Edirne Valiliği Sanat Danışmanlığı görevine getirilmiştir.
(MASKELi / FANTASTiK / TARiHSEL KARAKTERLERi CANLANDIRDIĞI) ÖNEMLi SiNEMA FiLMLERi:
- “Bozkurtlar Geliyor” / “Göktürk Savaşçısı” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1967)
- “Maskeli Süvari Tommiks’e Karşı” / “Teğmen Bill” rolünde / Yönetmen: Kayahan Arıkan (1969)
- “Hepsini Birden Yenemezsin / Paralı Askerler” (You Can’t Win ‘em All) / “Kuvvayi Millîye Askeri” rolünde / Yönetmen: Peter Collinson (1970)
- “Adsız Cengaver” (Renkli-Cinemascope formatında çekilen ilk Türk filmi) / “Türkistanlı Savaşçı” rolünde / Yönetmen: Halit Refiğ (1970)
- “Tarkan: Gümüş Eyer” / “Hun Savaşçısı” rolünde / Yönetmen: Mehmet Aslan (1970)
- “Zagor: Kara Bela” / “Baltalı ilah Zagor” rolünde / Yönetmen: Nişan Hançeryan (1970)
- “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri” / “Baltalı ilah Zagor” rolünde / Yönetmen: Nişan Hançeryan (1970)
- “Maskeli Üçler” / “Maskeli Çete Üyesi” rolünde / Yönetmen: Melih Gülgen (1971)
- “Kızıl Maske’nin intikamı” / “Kızıl Maske” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1971)
- “Süper Adam” / “Süper Adam” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1972)
- “Batman” (Telif hakkı sorunları nedeniyle, afiş ve jeneriklerde “Betmen” olarak yazılmıştır) / “Batman” rolünde / Yönetmen: Savaş Eşici (1973)
- “Uçan Adam Batman” (Telif hakkı sorunları nedeniyle, afiş ve jeneriklerde “Bedmen” olarak yazılmıştır) / “Batman” rolünde / Yönetmen: Günay Kosova (1973)
- “Çılgın Kız ve Üç Süper Adam” / “Süper Adam” rolünde / Yönetmen: Cavit Yürüklü (1973)
- “Aybiçe: Kurt Kız” / “Aybars” rolünde / Yönetmen: Mehmet Aslan (1976)
- “Hakanlar Çarpışıyor” / “Sungur” rolünde / Yönetmen: Natuk Baytan (1977)
- “Yor: Gelecekten Gelen Savaşçı” (Yor: The Hunter from the Future) / “Antik Çağ Savaşçısı” rolünde / Yönetmen: Anthony M. Dawson (1983)
- “Üç Süpermen Olimpiyatlarda” / “Süper Adam” rolünde / Yönetmen: Yavuz Yalınkılıç (1985)
- “Altar” / “Emte” rolünde / Yönetmen: Remzi Aydın Jöntürk (1985)
ÖNEMLi TELEViZYON FiLMLERi:
- “Gülcü Baba” (Algül ve Akgül) / Kanal 7 / “Seyyid” rolünde / Yönetmen: Zeynep Tor (2005)
- “Ödül” / Kanal 7 / “Evliya” rolünde / Yönetmen: Zeynep Tor (2005)
- “Emanet ve ihanet” / Kanal 7 / “Selman” rolünde / Yönetmen: Zeynep Tor (2005)
- “Kunduracı” / Kanal 7 / “Kunduracı Veli” rolünde / Yönetmen: Nazif Tunç (2007)
- “Üçkâğıtçılar” / Kanal 7 / “Halil” rolünde / Yönetmen: Nursel Tozkoparan (2008)
- “Affet Usta” / Kanal 7 / “Fırıncı Rasim Usta” rolünde / Yönetmen: Özgür Pak (2013)
- “Zengin ve Yoksul” / Kanal 7 / “Hasip” rolünde / Yönetmen: Nazif Tunç (2014)
ÖNEMLi TELEViZYON DiZiLERi:
- “Kuruluş” (Osmancık) / TRT / “Kıyan Selçuk” rolünde / Yönetmen: Yücel Çakmaklı (1986)
- “Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif Ersoy” / TRT / “Mehmet Akif Ersoy’un damadı” rolünde / Yönetmen: Salih Diriklik (1986)
- “Dumanlı Yol” / Kanal 7 / “imam” rolünde / Yönetmen: Gani Rüzgâr Şavata (2002)
- “istiklâl” / Kanal 7 / “imam” rolünde / Yönetmen: Cem Akyoldaş (2007)
- “Zırtık Mafya” / (Yayımlanmadı) / “Profesör” rolünde / Yönetmen: Ömer Korkmaz (2008)
maşatlığa kırlayan kızan isimli kitabın yazarı. kendi sitesinden biyografisi:
--- spoiler ---
seksenüç yılında yanıkağıl köyü'nde doğdu. seksenbeşte amcası kız kaçırınca, "hazır düğün var" denilerek mahallesinden altı çocukla birlikte topluca sünnet edildi. ilkokulu aynı köyde okudu. köyünde dopdolu bir çocukluk yaşadı. onbir yaşında, bir smmm bürosunda, sadece yaz tatillerinde çalışmak üzere çaycı olarak işe başladı. öğrenimine çerkezköy’de devam etti. liseyi çorlu ticaret meslek lisesi'nde okudu. ardından ankara üniversitesi çankırı meslek yüksek okulu'nda bilgisayarlı muhasebe öğrenimi gördü. bitince, anadolu üniversitesi işletme fakültesi/işletme bölümüne geçiş yaparak lisans diplomasını aldı. ikibinbeş yılında istanbul tuzla piyade okulu’nda subay temel eğitimi aldı. kıta görevini uzunköprü/edirne’de takım komutanı olarak tamamladı. ikibinyedi yılında bir özel şirkette işe başladı. ikibinsekiz yılında facebook sosyal paylaşım sitesinde ‘yanıkağılköyü sakinleri’ adlı paylaşım grubunu kurdu. grupta ciddi bir fotoğraf arşivi oluşturdu. yine aynı grup vasıtası ile köyünde, ikibinonbir-oniki-onüç yıllarında üç tane bahar şenliği düzenledi. yine ikibinonbir yılında, onuç sene önce kendine verdiği sözü tutarak smmm oldu. ikibinondört yılında çocukluk hatıralarını ve yaşadığı köyün insanını anlatan ‘maşatlığa kırlayan kızan’adlı kitabı yazdı. kendisi halen köyünde ve huzur içinde yaşamaktadır.
--- spoiler ---
seksenüç yılında yanıkağıl köyü'nde doğdu. seksenbeşte amcası kız kaçırınca, "hazır düğün var" denilerek mahallesinden altı çocukla birlikte topluca sünnet edildi. ilkokulu aynı köyde okudu. köyünde dopdolu bir çocukluk yaşadı. onbir yaşında, bir smmm bürosunda, sadece yaz tatillerinde çalışmak üzere çaycı olarak işe başladı. öğrenimine çerkezköy’de devam etti. liseyi çorlu ticaret meslek lisesi'nde okudu. ardından ankara üniversitesi çankırı meslek yüksek okulu'nda bilgisayarlı muhasebe öğrenimi gördü. bitince, anadolu üniversitesi işletme fakültesi/işletme bölümüne geçiş yaparak lisans diplomasını aldı. ikibinbeş yılında istanbul tuzla piyade okulu’nda subay temel eğitimi aldı. kıta görevini uzunköprü/edirne’de takım komutanı olarak tamamladı. ikibinyedi yılında bir özel şirkette işe başladı. ikibinsekiz yılında facebook sosyal paylaşım sitesinde ‘yanıkağılköyü sakinleri’ adlı paylaşım grubunu kurdu. grupta ciddi bir fotoğraf arşivi oluşturdu. yine aynı grup vasıtası ile köyünde, ikibinonbir-oniki-onüç yıllarında üç tane bahar şenliği düzenledi. yine ikibinonbir yılında, onuç sene önce kendine verdiği sözü tutarak smmm oldu. ikibinondört yılında çocukluk hatıralarını ve yaşadığı köyün insanını anlatan ‘maşatlığa kırlayan kızan’adlı kitabı yazdı. kendisi halen köyünde ve huzur içinde yaşamaktadır.
tekirdağlı yazar haluk ecevit'in nisan 2015'te piyasaya çıkan öykü/anlatı kitabı.
dünyadaki tüm djarum black'ler onun köpeğidir.
ölümünün üstünden 2 yıl geçmesine rağmen hala unutamadığım kadim dostum.
ali murat güven'e takıntılı gibi görünen yazar. ali murat güven kendisi hakkında aşağıdaki notu kaleme almış.
--spoiler--
BENi YILLARDIR ÂDETÂ BiR TELEFON SAPIĞI GiBi, SEVGiYLE NEFRET ARASI UÇ DUYGULARDA GEZiNEREK UZAKTAN UZAĞA TAKiP EDiP DURAN SANAL SÖZLÜK YORUMCUSU...
'KARAYEL2010'...
YILLARDIR, BiR SÜRÜ SANAL SÖZLÜKTE AÇTIĞIN TUHAF VE GEREKSiZ BAŞLIKLARDA, ÂDETÂ TUTKUYLA BAĞLANDIĞIN BiR FETiŞ NESNESi GiBi BENi, iNANÇLARIMI, iDEOLOJiMi, SiNEMASAL-MÜZiKAL BEĞENiLERiMi, HAYATTA NE KADAR YANLIŞ BiR YOL SEÇTiĞiM iDDiA...SINI VE (HER NE ALÂKAYSA) RAHMETLi METiN DEMiRHAN'LA KADiM ARKADAŞLIĞIMI BIKMADAN USANMADAN MINCIKLAYIP DURUYORSUN...
KiM OLDUĞUN HAKKINDA KABACA BiR FiKRiM VAR, FAKAT HENÜZ TAM ANLAMIYLA EMiN OLAMADIM... AYRICA, PROFiL AÇTIĞIMI DUYAR DUYMAZ BURAYA YiNE DAMLADIĞINI DA BiLiYORUM... ÇÜNKÜ, GiZLi KAPAKLI BÜTÜN RÖNTGENCiLER GiBi, iLERKEN ARDINDA KÜÇÜK iPUÇLARI BIRAKIYORSUN...
BiL Ki KiMLiĞiNE KESiN EMiN OLDUKTAN SONRA GELiP ADAMLARIMLA SENi BULUNDUĞUN YERDEN ALIP, BiR HAFTALIĞINA DAĞA KALDIRACAĞIM... O CEZADAN SONRA DA SÖZLÜKLERDE HAKKIMDA (SANKi ANAMDAN DAHA FAZLA ŞEY BiLiYORMUŞ GiBi) BiLGiÇ BiLGiÇ ATIP TUTMAKTAN VAZGEÇECEKSiN...
ULAN KARANLIKLAR PRENSi, BANA BU KADAR MERAKLIYSAN, iSTANBUL'UN ORTA YERiNDE BiR FiLM ŞiRKETiM VAR... HER GÜN EN AZ BiR DÜZiNE iNSAN DA ZiYARETiME GELiYOR... SEN DE GELiRSiN, KAPIYI ÇALARSIN, BiZ DE SANA BiR KAHVE YAPARIZ, NE ÖĞRENMEK iSTiYORSAN TEK TEK ANLATIRIZ... GiZLiM SAKLIM MI VAR Ki YILLARDIR HAKKIMDA iNTERNET KAHiNLiĞi VE NiYET OKUMACILIĞI YAPIYORSUN?
SENi KISA SÜRE iÇiNDE BULACAĞIM... ÇÜNKÜ, SIKILDIM ARTIK ÜZERiME DiKiLMiŞ BU PARANOiD GÖZLERiNDEN...
BiL Ki HAYATTA EN SEVMEDiĞiM TAKiPÇi TiPiSiN... HEM KÖPEK GiBi HAYRAN... HEM DE ÖLESiYE iLLET OLAN... iKi UÇ ARASINDA SIKIŞIP KALMIŞ...
HAYATTA iKi DAKiKA DELiKANLI OL, GiRDiĞiN SANAL DELiKTEN GÜN IŞIĞINA ÇIK, ÜSKÜDAR'A GEL, SANA ORADA RAKI VE BALIK ISMARLAYAYIM. BEN HER iKiSiNi DE SEVMEM... FAKAT, SEN YERSiN, BEN DE HER NE SORUYORSAN CEVAPLARIM...
BÖYLE UZAKTAN UZAĞA YiYiP BiTiRME ARTIK KENDiNi...
--spoiler--
--spoiler--
BENi YILLARDIR ÂDETÂ BiR TELEFON SAPIĞI GiBi, SEVGiYLE NEFRET ARASI UÇ DUYGULARDA GEZiNEREK UZAKTAN UZAĞA TAKiP EDiP DURAN SANAL SÖZLÜK YORUMCUSU...
'KARAYEL2010'...
YILLARDIR, BiR SÜRÜ SANAL SÖZLÜKTE AÇTIĞIN TUHAF VE GEREKSiZ BAŞLIKLARDA, ÂDETÂ TUTKUYLA BAĞLANDIĞIN BiR FETiŞ NESNESi GiBi BENi, iNANÇLARIMI, iDEOLOJiMi, SiNEMASAL-MÜZiKAL BEĞENiLERiMi, HAYATTA NE KADAR YANLIŞ BiR YOL SEÇTiĞiM iDDiA...SINI VE (HER NE ALÂKAYSA) RAHMETLi METiN DEMiRHAN'LA KADiM ARKADAŞLIĞIMI BIKMADAN USANMADAN MINCIKLAYIP DURUYORSUN...
KiM OLDUĞUN HAKKINDA KABACA BiR FiKRiM VAR, FAKAT HENÜZ TAM ANLAMIYLA EMiN OLAMADIM... AYRICA, PROFiL AÇTIĞIMI DUYAR DUYMAZ BURAYA YiNE DAMLADIĞINI DA BiLiYORUM... ÇÜNKÜ, GiZLi KAPAKLI BÜTÜN RÖNTGENCiLER GiBi, iLERKEN ARDINDA KÜÇÜK iPUÇLARI BIRAKIYORSUN...
BiL Ki KiMLiĞiNE KESiN EMiN OLDUKTAN SONRA GELiP ADAMLARIMLA SENi BULUNDUĞUN YERDEN ALIP, BiR HAFTALIĞINA DAĞA KALDIRACAĞIM... O CEZADAN SONRA DA SÖZLÜKLERDE HAKKIMDA (SANKi ANAMDAN DAHA FAZLA ŞEY BiLiYORMUŞ GiBi) BiLGiÇ BiLGiÇ ATIP TUTMAKTAN VAZGEÇECEKSiN...
ULAN KARANLIKLAR PRENSi, BANA BU KADAR MERAKLIYSAN, iSTANBUL'UN ORTA YERiNDE BiR FiLM ŞiRKETiM VAR... HER GÜN EN AZ BiR DÜZiNE iNSAN DA ZiYARETiME GELiYOR... SEN DE GELiRSiN, KAPIYI ÇALARSIN, BiZ DE SANA BiR KAHVE YAPARIZ, NE ÖĞRENMEK iSTiYORSAN TEK TEK ANLATIRIZ... GiZLiM SAKLIM MI VAR Ki YILLARDIR HAKKIMDA iNTERNET KAHiNLiĞi VE NiYET OKUMACILIĞI YAPIYORSUN?
SENi KISA SÜRE iÇiNDE BULACAĞIM... ÇÜNKÜ, SIKILDIM ARTIK ÜZERiME DiKiLMiŞ BU PARANOiD GÖZLERiNDEN...
BiL Ki HAYATTA EN SEVMEDiĞiM TAKiPÇi TiPiSiN... HEM KÖPEK GiBi HAYRAN... HEM DE ÖLESiYE iLLET OLAN... iKi UÇ ARASINDA SIKIŞIP KALMIŞ...
HAYATTA iKi DAKiKA DELiKANLI OL, GiRDiĞiN SANAL DELiKTEN GÜN IŞIĞINA ÇIK, ÜSKÜDAR'A GEL, SANA ORADA RAKI VE BALIK ISMARLAYAYIM. BEN HER iKiSiNi DE SEVMEM... FAKAT, SEN YERSiN, BEN DE HER NE SORUYORSAN CEVAPLARIM...
BÖYLE UZAKTAN UZAĞA YiYiP BiTiRME ARTIK KENDiNi...
--spoiler--
siyer araştırmaları merkezi ve sinemerkez akademi işbirliği ile düzenlenen ve konu başlıkları hz.muhammed'in hadislerinden seçilecek, toplam 20.000 tl ödüllü kısa film yarışması.
yarışmanın basın bülteni aşağıdaki gibidir:
--- spoiler ---
- siyer araştırmaları merkezinden öncü nitelikte bir kısa film yarışması
- hz. muhammedin (s.a.s.) hatırasına ithaf edilmiş ilk kısa film yarışması
- hz. peygambere (s.a.s.) ithaf edilmiş ilk kısa film yarışması
- bu kısa film yarışmasının konusu, hz. peygamberin insanlığa tavsiyeleri
- türkiyenin en özgün kısa film yarışması başlıyor!
siyer araştırmaları merkezi, türkiyenin kültür ve sanat dünyasında öncü nitelikte bir girişime imza atarak, konu başlıkları islâm dininin yüce peygamberi hz. muhammedin (s.a.s.) hadis-i şeriflerinden seçilmiş ilk ulusal kısa metrajlı film yarışmasını düzenliyor.
başarılı sanatçılara toplam 20.000 tl naktî para ödülü ve maddî-manevî değere sahip çeşitli armağanların sunulacağı bu yarışmaya, herhangi bir yaş, eğitim, cinsiyet, ırk, dinsel inanç ya da mezhep sınırlaması olmaksızın, ülkemizin her köşesi ve dünyanın farklı ülkelerinden türkiye cumhuriyeti uyruğuna mensup kısa filmciler özgün yapıtlarıyla katılabilecek.
ulusal kisa film yarişmalarinda bir ilk
kendi kategorisinde türkiye cumhuriyeti tarihinde bir ilk olan âlemlere rahmet / ulusal kısa metrajlı film yarışması, kurulduğu 2010 yılından beri siyer (hz. muhammed s.a.s. ve sahabesinin hayatlarını araştıran ilâhiyat dalı) alanında ilmî faaliyetler yürüten ve hicrî 1435i de (miladî takvime göre, 4 kasım 2013-25 ekim 2014 arası) siyer yılı olarak ilân eden siyer araştırmaları merkezinin anılan hicrî yıl boyunca gerçekleştirmeyi planladığı kültürel, sanatsal ve akademik etkinliklerin en dikkat çekici olanlarından biri
siyer araştırmaları merkezi, gerek kısa film yarışması, gerekse 1435 hicri yılı boyunca düzenleyeceği diğer bütün kültürel, sanatsal, ilmî ve akademik etkinlikler aracılığıyla, seni anlamayan yürek kalmasın genel sloganı altında, hz. muhammedi (s.a.s.) eşsiz hayatı ve kutlu dâvâsıyla hem türkiye toplumuna, hem de bütün insanlık ailesine en doğru şekilde tanıtmayı amaçlıyor.
uzun yıllardır irili ufaklı pek çok kısa film festivalinin düzenlenmekte olduğu ülkemizde, doğrudan doğruya hz. muhammed (s.a.s.) ve onun müminlere miras bıraktığı erdemli söz ve davranışları odak noktasına oturtmasıyla kendi alanında çığır açıcı bir örnek oluşturan bu yarışma, ithaf edildiği son peygamberin aziz hatırasına yaraşır türden bir organizasyon kalitesi ve ciddiyeti eşliğinde gerçekleştirilecek. temel uzmanlık ve uğraşı alanı ilâhiyat ilimleri olan bir sivil toplum ve eğitim örgütünün organize ettiği ilk kısa metrajlı film yarışması olarak türkiyenin kültür ve sanat tarihine geçmeye aday âlemlere rahmet, siyer araştırmaları merkezi ve istanbul-üsküdarda sinema-tv eğitimi alanında faaliyet gösteren sinemerkez akademinin işbirliğiyle düzenleniyor.
başvuru için herhangi bir yaş, eğitim, cinsiyet, ırk, din ya da mezhep sınırlamasının bulunmadığı yarışmaya, t.c. uyruğuna mensup olup, konunun ağırlığı ve ciddiyetine uygun bir yaklaşım sergilemeye hazır bütün kısa film sanatçıları, süreleri 15 dakikayı aşmayan bir ya da birden fazla yapıtla katılabilecekler. hazırlanacak kısa filmlerin belgesel değil dramatik yapılı (oyunculu ve senaryolu) olması istenen yarışmada, birinciye 8000 tl, ikinciye 5000 tl, üçüncüye ise 3000 tl naktî ödül verilecek. ayrıca, yarışma jürisi, ekstra ödüllere lâyık yapıtlar tespit ettiği takdirde, bir finaliste 2000 tl tutarında jüri özel ödülü, diğer iki finaliste de 1000er tl tutarında mansiyonlar dağıtacak.
öte yandan, toplamı 20.000 tlyi bulan naktî ödüllerin yanı sıra, yarışmacılara siyer araştırmaları merkezinin yayınlarından oluşan zengin bir kitap koleksiyonu da armağan edileceği bildirildi. ayrıca, yarışmada dereceye giren filmler sonradan özel bir dvdde bir araya toplanıp, bu yapıtların çeşitli özel gösterimlerde, yerel ve ulusal kanalların kültür-sanat programlarında kamuoyuyla sıklıkla buluşmaları da sağlanacak.
yarışmanın katılım şartnamesindeki en önemli kurala göre ise çekilen kısa filmlerin konularının, hz. peygamberin (s.a.s.) hayatında özel birer yeri olan bir dizi erdemli söz, tavsiye, tutum ve davranıştan esinlenmiş olması, yazılan senaryoların bunların en az bir tanesiyle doğrudan bağlantı kurması gerekiyor.
senaryolarda yer alması istenen erdemler, yarışmanın katılım şartnamesinde, mümin kişinin anne-baba sevgisi ve aile kurumunun insan hayatındaki önemi, mümin kişinin ticaret hayatı ve ticarette ahlâklı insan olması, mümin kişi için namazın salih bir kul olmadaki önemi, mümin kişinin insanlara, hayvanlara ve bitkilere karşı merhametli olması, mümin kişinin hayattaki her konuda israftan özenle kaçınması, mümin kişinin özünde ve sözünde dosdoğru bir insan olması, mümin kişinin kendisine zerre kadar bile iyiliği dokunmuş olan herkese ve herşeye karşı vefâlı davranması, mümin kişinin yüce allahı (c.c.) dünya hayatındaki her türlü mal-mülk, makam ve ölümlü varlıklardan daha fazla sevmesi olarak sıralanıyor.
ödül töreni, 2014 yili sonbaharinda
irk, din, mezhep, cinsiyet, yaş, eğitim durumu gibi dünyevî ayrımlar söz konusu olmaksızın, türkiye ve dünyanın çeşitli ülkelerinden bütün kısa film sanatçılarımızın katılımına açık olan âlemlere rahmet / ulusal kısa metrajlı film yarışmasına son başvuru tarihi 1 eylül 2014 pazartesi olarak belirlendi. başarılı sanatçıları sinema-tv sektörünün saygın profesyonellerinden oluşan 4 kişilik bir ön jüri ve 7 kişilik bir büyük jürinin belirleyeceği yarışmanın ödül töreni ise 26 ekim 2014 pazar günü istanbulda düzenlenecek. bu tarih, hicrî takvimde 1435 yılının bitip 1436 yılının başladığı güne karşılık geliyor.
kısa film sanatçıları, yarışmanın ayrıntılı bir şartnamesini ve yarışma hakkındaki diğer bilgileri aşağıdaki başvuru adreslerinden herhangi birinden edinebilirler.
* * *
yarışmanın yönetim ve organizasyon merkezi: sinemerkez akademi / üsküdar-istanbul / tel: (0216) 492 41 81
yarışmanın resmî internet sitesi: http://www.alemlererahmet-kisafilmyarismasi.com
yarışmanın resmî facebook sayfası: siyer arastirmalari merkezi / alemlere rahmet / ulusal kisa film yarismasi
yazılı başvuru ve sorulariçin: alemlererahmetkisafilmyarismasi@yahoo.com
--- spoiler ---
yarışmanın basın bülteni aşağıdaki gibidir:
--- spoiler ---
- siyer araştırmaları merkezinden öncü nitelikte bir kısa film yarışması
- hz. muhammedin (s.a.s.) hatırasına ithaf edilmiş ilk kısa film yarışması
- hz. peygambere (s.a.s.) ithaf edilmiş ilk kısa film yarışması
- bu kısa film yarışmasının konusu, hz. peygamberin insanlığa tavsiyeleri
- türkiyenin en özgün kısa film yarışması başlıyor!
siyer araştırmaları merkezi, türkiyenin kültür ve sanat dünyasında öncü nitelikte bir girişime imza atarak, konu başlıkları islâm dininin yüce peygamberi hz. muhammedin (s.a.s.) hadis-i şeriflerinden seçilmiş ilk ulusal kısa metrajlı film yarışmasını düzenliyor.
başarılı sanatçılara toplam 20.000 tl naktî para ödülü ve maddî-manevî değere sahip çeşitli armağanların sunulacağı bu yarışmaya, herhangi bir yaş, eğitim, cinsiyet, ırk, dinsel inanç ya da mezhep sınırlaması olmaksızın, ülkemizin her köşesi ve dünyanın farklı ülkelerinden türkiye cumhuriyeti uyruğuna mensup kısa filmciler özgün yapıtlarıyla katılabilecek.
ulusal kisa film yarişmalarinda bir ilk
kendi kategorisinde türkiye cumhuriyeti tarihinde bir ilk olan âlemlere rahmet / ulusal kısa metrajlı film yarışması, kurulduğu 2010 yılından beri siyer (hz. muhammed s.a.s. ve sahabesinin hayatlarını araştıran ilâhiyat dalı) alanında ilmî faaliyetler yürüten ve hicrî 1435i de (miladî takvime göre, 4 kasım 2013-25 ekim 2014 arası) siyer yılı olarak ilân eden siyer araştırmaları merkezinin anılan hicrî yıl boyunca gerçekleştirmeyi planladığı kültürel, sanatsal ve akademik etkinliklerin en dikkat çekici olanlarından biri
siyer araştırmaları merkezi, gerek kısa film yarışması, gerekse 1435 hicri yılı boyunca düzenleyeceği diğer bütün kültürel, sanatsal, ilmî ve akademik etkinlikler aracılığıyla, seni anlamayan yürek kalmasın genel sloganı altında, hz. muhammedi (s.a.s.) eşsiz hayatı ve kutlu dâvâsıyla hem türkiye toplumuna, hem de bütün insanlık ailesine en doğru şekilde tanıtmayı amaçlıyor.
uzun yıllardır irili ufaklı pek çok kısa film festivalinin düzenlenmekte olduğu ülkemizde, doğrudan doğruya hz. muhammed (s.a.s.) ve onun müminlere miras bıraktığı erdemli söz ve davranışları odak noktasına oturtmasıyla kendi alanında çığır açıcı bir örnek oluşturan bu yarışma, ithaf edildiği son peygamberin aziz hatırasına yaraşır türden bir organizasyon kalitesi ve ciddiyeti eşliğinde gerçekleştirilecek. temel uzmanlık ve uğraşı alanı ilâhiyat ilimleri olan bir sivil toplum ve eğitim örgütünün organize ettiği ilk kısa metrajlı film yarışması olarak türkiyenin kültür ve sanat tarihine geçmeye aday âlemlere rahmet, siyer araştırmaları merkezi ve istanbul-üsküdarda sinema-tv eğitimi alanında faaliyet gösteren sinemerkez akademinin işbirliğiyle düzenleniyor.
başvuru için herhangi bir yaş, eğitim, cinsiyet, ırk, din ya da mezhep sınırlamasının bulunmadığı yarışmaya, t.c. uyruğuna mensup olup, konunun ağırlığı ve ciddiyetine uygun bir yaklaşım sergilemeye hazır bütün kısa film sanatçıları, süreleri 15 dakikayı aşmayan bir ya da birden fazla yapıtla katılabilecekler. hazırlanacak kısa filmlerin belgesel değil dramatik yapılı (oyunculu ve senaryolu) olması istenen yarışmada, birinciye 8000 tl, ikinciye 5000 tl, üçüncüye ise 3000 tl naktî ödül verilecek. ayrıca, yarışma jürisi, ekstra ödüllere lâyık yapıtlar tespit ettiği takdirde, bir finaliste 2000 tl tutarında jüri özel ödülü, diğer iki finaliste de 1000er tl tutarında mansiyonlar dağıtacak.
öte yandan, toplamı 20.000 tlyi bulan naktî ödüllerin yanı sıra, yarışmacılara siyer araştırmaları merkezinin yayınlarından oluşan zengin bir kitap koleksiyonu da armağan edileceği bildirildi. ayrıca, yarışmada dereceye giren filmler sonradan özel bir dvdde bir araya toplanıp, bu yapıtların çeşitli özel gösterimlerde, yerel ve ulusal kanalların kültür-sanat programlarında kamuoyuyla sıklıkla buluşmaları da sağlanacak.
yarışmanın katılım şartnamesindeki en önemli kurala göre ise çekilen kısa filmlerin konularının, hz. peygamberin (s.a.s.) hayatında özel birer yeri olan bir dizi erdemli söz, tavsiye, tutum ve davranıştan esinlenmiş olması, yazılan senaryoların bunların en az bir tanesiyle doğrudan bağlantı kurması gerekiyor.
senaryolarda yer alması istenen erdemler, yarışmanın katılım şartnamesinde, mümin kişinin anne-baba sevgisi ve aile kurumunun insan hayatındaki önemi, mümin kişinin ticaret hayatı ve ticarette ahlâklı insan olması, mümin kişi için namazın salih bir kul olmadaki önemi, mümin kişinin insanlara, hayvanlara ve bitkilere karşı merhametli olması, mümin kişinin hayattaki her konuda israftan özenle kaçınması, mümin kişinin özünde ve sözünde dosdoğru bir insan olması, mümin kişinin kendisine zerre kadar bile iyiliği dokunmuş olan herkese ve herşeye karşı vefâlı davranması, mümin kişinin yüce allahı (c.c.) dünya hayatındaki her türlü mal-mülk, makam ve ölümlü varlıklardan daha fazla sevmesi olarak sıralanıyor.
ödül töreni, 2014 yili sonbaharinda
irk, din, mezhep, cinsiyet, yaş, eğitim durumu gibi dünyevî ayrımlar söz konusu olmaksızın, türkiye ve dünyanın çeşitli ülkelerinden bütün kısa film sanatçılarımızın katılımına açık olan âlemlere rahmet / ulusal kısa metrajlı film yarışmasına son başvuru tarihi 1 eylül 2014 pazartesi olarak belirlendi. başarılı sanatçıları sinema-tv sektörünün saygın profesyonellerinden oluşan 4 kişilik bir ön jüri ve 7 kişilik bir büyük jürinin belirleyeceği yarışmanın ödül töreni ise 26 ekim 2014 pazar günü istanbulda düzenlenecek. bu tarih, hicrî takvimde 1435 yılının bitip 1436 yılının başladığı güne karşılık geliyor.
kısa film sanatçıları, yarışmanın ayrıntılı bir şartnamesini ve yarışma hakkındaki diğer bilgileri aşağıdaki başvuru adreslerinden herhangi birinden edinebilirler.
* * *
yarışmanın yönetim ve organizasyon merkezi: sinemerkez akademi / üsküdar-istanbul / tel: (0216) 492 41 81
yarışmanın resmî internet sitesi: http://www.alemlererahmet-kisafilmyarismasi.com
yarışmanın resmî facebook sayfası: siyer arastirmalari merkezi / alemlere rahmet / ulusal kisa film yarismasi
yazılı başvuru ve sorulariçin: alemlererahmetkisafilmyarismasi@yahoo.com
--- spoiler ---
önce 1999 yılında bir internet televizyonu olarak doğan, sonrasında da adım adım, istikrarlı bir şekilde büyüyerek 2014 yılı başlarında uydu yayınına geçen kudüs tvde, türkiyenin en değerli, en özgür ruhlu iki sinema yazarı, murat tolga şen ve ali murat güven tarafından hazırlanıp sunulan muhteşem bir sinema, sanat ve hayat talk-showu
cumartesi geceleri 22.30-00.30 arasında (bazen 15-20 dakika sarkarak) canlı olarak yayınlanıyor. her bölümünde inanılmaz bir samimiyet, kanalın teknik imkanlarının darlığına aldırış etmeyen eğlenceli bir kabullenmişlik, dünyayı sallamayan iki rahat adamın tatlı esprileri, en önemlisi de ağzına kadar sinema kültürü var
böyle bir şey bu topraklarda daha önce hiç görülmemişti. o yüzden, bir sinema programından ziyade müthiş bir kültürel devrimden söz ediyoruz. kanalın adı kudüs tv, genel yayın yönetimi islamî çizgide, sunuculardan murat tolga şen sosyalist, diğer sunucu ise hiçbir cemaat ve tarikatla arası iyi olmayan isyankar bir dindar, ali murat güven ve bu iki adam haftalardır kanal yönetiminin tek kelimelerine bile en küçük bir müdahalesi olmaksızın, canlı yayınlanan bir programda türkiyenin en keyifli sinema sohbetini gerçekleştiriyorlar. programın süresinin iki saati bulması da ayrı bir bomba, çünkü şimdiye kadar bu ülkede prime-time kuşağında sinemaya ve sanata canlı yayında iki saat ayıran başka hiç bir televizyon olmadı.
sinema sanat ve hayat! programın kudüs tv sitesindeki ilk iki bölümünün kayıtlarına baktım, altlarında kaç kez tıklandıklarını gösterir rakamlar var. ikinci bölüm birinci bölümü izlenme sayısı olarak ikiye katlamış. üçüncü bölümü ise canlı seyrettim, muhtemelen o bölüm ilk ikisini de geçecektir. o derece renkli, deli dolu, sıra dışı bir gösteri isimlere takılmadan, ucuz ideolojik takıntıların esiri olmadan nitelikli bir sinema programı izlemek isteyen herkese hararetle tavsiye ediyorum. içinde hem güncel sinema, hem sinema tarihi, hem kült filmler, hem trash filmler, hem film müziği var. yani kısaca sinemaya dair ne ararsanız tıka basa bu programda bulabilirsiniz.
bu arada, youtubeda da programın kanalını oluşturmuşlar. geçmiş bölümleri kudüs tvnin sitesi ya da youtubedaki o kanaldan izleyebilirsiniz. kesinlikle pişman olmayacaksınız. sinemanın ssinden hoşlanmayanların bile büyük bir zevkle izleyecekleri, alışılmadık bir akışa sahip
ulan az daha unutuyordum programın bombalarından biri de üçüncü sunucunun, ali murat güvenin kuyruğu kesik kedisi george olması o da canlı yayın esnasında ayrı bir yerde oturuyor ve arada sırada mırıltılarıyla programa dahil oluyor. öyle ki programın giriş ve çıkış jenerikleri bile bazı muzipçe sürprizler, laf sokuşturmalar içermekte youtubeda hem giriş hem de çıkış jeneriklerini izleyebilirsiniz.
sunuculardan ali murat güven, en son geçen cumartesi yayınlanan üçüncü bölümde, ortağı murat tolga şene programın yayınına geç kalma cezası olarak taverna tarzı damar bir arabesk şarkı söyledi. kafadan aşağı dökülen konfetiler eşliğinde, görülmeye değer bir gösteriydi.
tahminim odur ki birkaç hafta ya da en geç birkaç aya kadar bu ülkenin en sıra dışı, en popüler talk-showlarından biri olacak.
http://www.kudustv.com/programlar/sinema-sanat/
http://www.youtube.com/ch...D-CHb8j37r1D-cJv1Q/videos
böyle bir şey bu topraklarda daha önce hiç görülmemişti. o yüzden, bir sinema programından ziyade müthiş bir kültürel devrimden söz ediyoruz. kanalın adı kudüs tv, genel yayın yönetimi islamî çizgide, sunuculardan murat tolga şen sosyalist, diğer sunucu ise hiçbir cemaat ve tarikatla arası iyi olmayan isyankar bir dindar, ali murat güven ve bu iki adam haftalardır kanal yönetiminin tek kelimelerine bile en küçük bir müdahalesi olmaksızın, canlı yayınlanan bir programda türkiyenin en keyifli sinema sohbetini gerçekleştiriyorlar. programın süresinin iki saati bulması da ayrı bir bomba, çünkü şimdiye kadar bu ülkede prime-time kuşağında sinemaya ve sanata canlı yayında iki saat ayıran başka hiç bir televizyon olmadı.
sinema sanat ve hayat! programın kudüs tv sitesindeki ilk iki bölümünün kayıtlarına baktım, altlarında kaç kez tıklandıklarını gösterir rakamlar var. ikinci bölüm birinci bölümü izlenme sayısı olarak ikiye katlamış. üçüncü bölümü ise canlı seyrettim, muhtemelen o bölüm ilk ikisini de geçecektir. o derece renkli, deli dolu, sıra dışı bir gösteri isimlere takılmadan, ucuz ideolojik takıntıların esiri olmadan nitelikli bir sinema programı izlemek isteyen herkese hararetle tavsiye ediyorum. içinde hem güncel sinema, hem sinema tarihi, hem kült filmler, hem trash filmler, hem film müziği var. yani kısaca sinemaya dair ne ararsanız tıka basa bu programda bulabilirsiniz.
bu arada, youtubeda da programın kanalını oluşturmuşlar. geçmiş bölümleri kudüs tvnin sitesi ya da youtubedaki o kanaldan izleyebilirsiniz. kesinlikle pişman olmayacaksınız. sinemanın ssinden hoşlanmayanların bile büyük bir zevkle izleyecekleri, alışılmadık bir akışa sahip
ulan az daha unutuyordum programın bombalarından biri de üçüncü sunucunun, ali murat güvenin kuyruğu kesik kedisi george olması o da canlı yayın esnasında ayrı bir yerde oturuyor ve arada sırada mırıltılarıyla programa dahil oluyor. öyle ki programın giriş ve çıkış jenerikleri bile bazı muzipçe sürprizler, laf sokuşturmalar içermekte youtubeda hem giriş hem de çıkış jeneriklerini izleyebilirsiniz.
sunuculardan ali murat güven, en son geçen cumartesi yayınlanan üçüncü bölümde, ortağı murat tolga şene programın yayınına geç kalma cezası olarak taverna tarzı damar bir arabesk şarkı söyledi. kafadan aşağı dökülen konfetiler eşliğinde, görülmeye değer bir gösteriydi.
tahminim odur ki birkaç hafta ya da en geç birkaç aya kadar bu ülkenin en sıra dışı, en popüler talk-showlarından biri olacak.
http://www.kudustv.com/programlar/sinema-sanat/
http://www.youtube.com/ch...D-CHb8j37r1D-cJv1Q/videos
klon sözlükler içinde en başarılısıdır.