bugün
- mod geldi mod geldi8
- espresso lab8
- özgür özel18
- sözlükte kimliğin deşifre olması14
- evde süt kaynatmayıp yoğurt pahalı demek13
- osman gökçek10
- idrarın bulanık renkte olması9
- bedava olan ve insanı mutlu eden şeyler8
- ismet gurbuz 20248
- kendini esmer sanarken birden sarışın olan kız12
- ibda c'nin şehzade caminde toplanması9
- akp'lilerin asıl istediği şey10
- arkadaşlar bi bakar mısınız25
- konsolun önemli olması13
- devletimin yanındayım11
- yandaş gazetecilerin iğrenç insanlar olması14
- rte nin unutulmayan sözleri22
- iş aş ekmek11
- aktrollerin türkçe özürlü olması13
- saraçhane12
- türk milliyetçisi cumhurbaşkanı istiyoruz12
- azınlık çoğunluğu yönetemez10
- sıradaki hedef mansur yavaş9
- bayram ikramiyeleri neden eksik11
- imamoğlu soruşturması10
- devlet bahçeli şimdi nerede14
- normal sözlüğe akın eden uludağ yazarları18
- akp bitmiştir26
- nasılım baba12
- polis dayağı yiyen kemalist16
- 23 mart 2025 ekrem imamoğlu'nun tutuklanması32
- sözlükte fakir varsa bana mesaj atabilir mi8
- zengin olmak14
- sudenaz0726
- uludağ sözlük'ün insanı hayata bağlaması9
- siyasi görüş arkadaşlığı etkiler mi18
- nasıl antipatik gibi seviyesiz olabilirsiniz8
- şişman insana söylenen laflar14
- şimdi boykot zamanı13
- sözlükteki yaşlılar15
- tutuklanan akpli belediye başkanı10
- yoğurt yapmanın püf noktaları8
- türkiye nin geleceği için en büyük 5 tehlike13
- ekrem imamoğlu43
- darbe durduran yüzde 50 vs polise taş atan 5017
- 94 milyon tl lik tatlı alım ihalesi8
- yay burcu erkeği13
- sokaklar devletindir10
- polise asit atan çapulcu31
- filiz akın14


entry'ler (255)
biraz üzüldüm.
hepsi bu.
hepsi bu.
görsel
bir güne ne kadar kötü başlanırsa işte öyle kötü başladım.
bir güne ne kadar kötü başlanırsa işte öyle kötü başladım.
görsel
Allahım bu imtihan çok zor olmaya başladı, affet.
Allahım bu imtihan çok zor olmaya başladı, affet.
https://open.spotify.com/...&utm_source=copy-link
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana.
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana.
keşke olsaydı. kendimle kafayı yiyeceğime gider ona isyan ederdim.
bir daha asla çok sevdiğin bir şeyi çok sevdiğin bir insanla bağdaştırma. en sevdiğin şarkıyı onunla şarkın yapma, en sevdiğin grubun şarkılarını onunlayken dinleme, en sevdiğin diziyi onunla dizin yapma, en sevdiğin çizgi filmini, oyuncağını onunla bir hatırlama...
hiç mi şaşmaz arkadaş! bir arkadaşla, dostla, akrabayla, mahalleden bir komşuyla esnafla kimle muhabbet edersen et konu bir şekilde ekonomik durumlara, ülkedeki sıkıntılara geliyor. bir konuşmayı da pozitif şeylerle konuşarak kapatalım nolur ya bu nasıl bir yer oldu böyle artık. hepimiz şikayetçiysek kim bu şikayetçi olmayanlar?
keske bir gün şu sözlüğe şu başlığa mutlu olduğum bir zamanda bir şeyler yazabiliyor olsam. geçici mutluluktan bahsetmiyorum, tek bir güzel andan bir görüntüden değil. mesela şöyle bir haftam güzel geçsin yani ne olurdu. 25 yasıma geliyorum artık ve şöyle bir hafta mutlu olduğum bir an yok ama 6 ay depresyonda kalıp mal mal geçirdiğim bir dönem var. vala bıktım artık. mutsuzluktan, sıkıntıdan, sürekli ölümü düşünmekten o kadar sıkıldım ki bir an önce ölsem de her seyden kurtulsam diyorum. intihar etme olasılım 8-9/10 olduğu dönemden 4-5 lere kadar düştüğünü düşünüyorum aslında son zamanlar için. ama benim 4 puanım bile çoğu için 10dur sanırım. neyse gidip hande yener romeo falan dinleyim, hiç bunları düşünmemiş hiç yazıya dökmemiş gibi. kavga etmez sever beni romeoooooo romeeoooo romeeoooo.
asla onsuz uyuyamadığım bir ördeğim vardı. hatta teyzemde,anneannemde bile vardı sırf olur da oraya kalmaya gideriz de uyuyamam diye. bir ara baya popülerdi bu ördek, belki sizde de olmuştur.
görsel
bir de pikaçu peluş oyuncağım vardı, eline basınca pika pika diye ötüyordu... keşke hiç atmasalardı oyuncaklarımı.
görsel
bir de pikaçu peluş oyuncağım vardı, eline basınca pika pika diye ötüyordu... keşke hiç atmasalardı oyuncaklarımı.
neden ölüm beni korkutmuyor?
neden heyecanlandırıyor?
bu kadar çok mu istiyorum ölmeyi?
neden heyecanlandırıyor?
bu kadar çok mu istiyorum ölmeyi?
dalıyor gözlerim
bomboş bakıyor bir yerlere
anlamsız bomboş bakışlarım
gözlerimin içindeki o parlaklık,
o yaşam arzusu hiç yokmuş gibi
sanki 80ine gelmişim ve ölümü bekliyormuşum gibi
ben de herkes gibi bir gün ölümü bekleyecek miyim?
yoksa ölüme mi yetişeceğim?
bomboş bakıyor bir yerlere
anlamsız bomboş bakışlarım
gözlerimin içindeki o parlaklık,
o yaşam arzusu hiç yokmuş gibi
sanki 80ine gelmişim ve ölümü bekliyormuşum gibi
ben de herkes gibi bir gün ölümü bekleyecek miyim?
yoksa ölüme mi yetişeceğim?
ölüm,
her ne kadar aşsam da bu konuyu
her ne kadar iyi olduğumu zannetsem de
hüzün çekiyor beni birden
dalıyorum tekrardan bu düşüncelere
engel olamıyorum
kendimi bir rüzgara karşı yürüyor gibi hissediyorum
yoruluyorum bazen rüzgara karşı gelmekten
dinlenmek istiyorum
başladığım gibi de geriye doğru savruluyorum
geçemiyorum bir türlü rüzgarlı yolu
yetmiyor gücüm
yolumu taşlar çıkıyor
ayağım takılıyor zaman zaman
hemen toparlıyorum bazen
ama bazen de düşüyorum ve kalkamıyorum yerimden
geriye savruluyorum rüzgarın esintisiyle
ne yapacağımı bilmiyorum
ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum
dayanmak isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyorum
sıkıldım ben artık bu yolu yürümekten
belki de kendimi rüzgara bırakıp savrulmanın vakti gelmiştir
ne dersin?
her ne kadar aşsam da bu konuyu
her ne kadar iyi olduğumu zannetsem de
hüzün çekiyor beni birden
dalıyorum tekrardan bu düşüncelere
engel olamıyorum
kendimi bir rüzgara karşı yürüyor gibi hissediyorum
yoruluyorum bazen rüzgara karşı gelmekten
dinlenmek istiyorum
başladığım gibi de geriye doğru savruluyorum
geçemiyorum bir türlü rüzgarlı yolu
yetmiyor gücüm
yolumu taşlar çıkıyor
ayağım takılıyor zaman zaman
hemen toparlıyorum bazen
ama bazen de düşüyorum ve kalkamıyorum yerimden
geriye savruluyorum rüzgarın esintisiyle
ne yapacağımı bilmiyorum
ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum
dayanmak isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyorum
sıkıldım ben artık bu yolu yürümekten
belki de kendimi rüzgara bırakıp savrulmanın vakti gelmiştir
ne dersin?
"yanıtı olmayan bir soru gibi geldim dünyaya. ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum."
Bugün oturdum ölümü düşündüm.
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken.
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken.
odamda benim uykumu kaçıracak, rahatsız edecek, tak tak tak diye öten bir saat yok. fakat ne zaman misafirliğe gitsem saat sanki kafama kafama vuruyor şu gürültüsünü. sanırım en rahatsız edici ses, saat sesi benim için...patlatacağım şimdi.
Sevgili Karen,
Eğer bunları okuyorsan, bir şekilde postalama cesareti buldum demektir. Aferin bana. Beni pek tanımıyorsun ama, anlamaya başladın. Yazı yazmanın benim için ne kadar zor olduğuna dair konuşup durmaya meyilliyimdir. Ama bu, bugüne dek yazdığım en zor şey. Bunu söylemenin kolay bir yolu yok. Öylece söylüyorum o yüzden:
Birisiyle tanıştım. Kazara oldu. Arandığımı söyleyemem. Hazırlıksızdım. Kusursuz bir fırtınaya tutulmuş gibiydim. O bir şey söyledi, sonra ben başka bir şey. Ardından, bildiğim tek şey, hayatımın kalanını bu konuşmanın tam ortasında geçirmek istediğimdi. Geriye içimi yakan o his kaldı. Beklediğim kişi o olabilir. Kaçığın teki olduğunu söyleyebilirim. Bir şekilde gülümsetiyor beni. Fena halde nevrotik. Dikkat isteyen harika bir uğraş gibi.
O, sensin Karen. Bu iyi haber. Kötü haber ise, seninle ve korkudan altıma ettiren tüm bu meselelerle tam şu anda, nasıl bir arada olabilirim, bilmiyor oluşum. Çünkü, hemen şimdi seninle olmazsam hayatın içinde bir yerlerde kaybolup gideceğimizi hissediyorum.
Dönüşlerle, kıvrımlarla dolu kocaman kötü bir dünya bu. Ve insanlar bazı anları yok sayarak, ıskalayarak geçiştirmenin yolunu bulmuşlar. Ama bazı anlar her şeyi değiştirebilir.
Aramızda neler oluyor, bilmiyorum. Üstelik sana, benim gibilere neden yok yere bel bağlaman gerektiğine dair söyleyecek bir şeyim de yok. Ama kahretsin, öyle güzel kokuyorsun ki, "yuva" gibi. Ve harika kahve yapıyorsun. Bunlar ele avuca gelir nedenler, değil mi?
Beni ara. Belbağlanmaz Hank Moody'n.
Eğer bunları okuyorsan, bir şekilde postalama cesareti buldum demektir. Aferin bana. Beni pek tanımıyorsun ama, anlamaya başladın. Yazı yazmanın benim için ne kadar zor olduğuna dair konuşup durmaya meyilliyimdir. Ama bu, bugüne dek yazdığım en zor şey. Bunu söylemenin kolay bir yolu yok. Öylece söylüyorum o yüzden:
Birisiyle tanıştım. Kazara oldu. Arandığımı söyleyemem. Hazırlıksızdım. Kusursuz bir fırtınaya tutulmuş gibiydim. O bir şey söyledi, sonra ben başka bir şey. Ardından, bildiğim tek şey, hayatımın kalanını bu konuşmanın tam ortasında geçirmek istediğimdi. Geriye içimi yakan o his kaldı. Beklediğim kişi o olabilir. Kaçığın teki olduğunu söyleyebilirim. Bir şekilde gülümsetiyor beni. Fena halde nevrotik. Dikkat isteyen harika bir uğraş gibi.
O, sensin Karen. Bu iyi haber. Kötü haber ise, seninle ve korkudan altıma ettiren tüm bu meselelerle tam şu anda, nasıl bir arada olabilirim, bilmiyor oluşum. Çünkü, hemen şimdi seninle olmazsam hayatın içinde bir yerlerde kaybolup gideceğimizi hissediyorum.
Dönüşlerle, kıvrımlarla dolu kocaman kötü bir dünya bu. Ve insanlar bazı anları yok sayarak, ıskalayarak geçiştirmenin yolunu bulmuşlar. Ama bazı anlar her şeyi değiştirebilir.
Aramızda neler oluyor, bilmiyorum. Üstelik sana, benim gibilere neden yok yere bel bağlaman gerektiğine dair söyleyecek bir şeyim de yok. Ama kahretsin, öyle güzel kokuyorsun ki, "yuva" gibi. Ve harika kahve yapıyorsun. Bunlar ele avuca gelir nedenler, değil mi?
Beni ara. Belbağlanmaz Hank Moody'n.
her filmi beni derinden etkileyen, başarılı bir senarist ve yönetmen.
sonra aramıza şehirler girecek,
hiç karşılaşmayacağız.
tesadüfler bile bir araya getiremeyecek.
sonra da belki birimiz öleceğiz,
diğerimiz hiç bilmeyecek.
hiç karşılaşmayacağız.
tesadüfler bile bir araya getiremeyecek.
sonra da belki birimiz öleceğiz,
diğerimiz hiç bilmeyecek.
Başım köpük köpük bulut
içim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Budak budak
Şerham şerham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında.
içim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Budak budak
Şerham şerham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında.
"gündüz, ilerleme gibi görünen tekdüze bir süreçtir. sabahın parlak ışıkları akşam karanlığına dönüşürken, bize bir gelişme olduğu hissini verir- belli bir yönde ilerliyormuşuz gibi bir duygu. zamanın yapay göreceliği üzerine nadiren durup düşünürüz. her allahın günü, aydınlığın karanlığa doğru akışı bizi önüne katıp koşturur. ama gün boyunca, ister sabah on, ister öğlen üç olsun, hepimiz, gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur. çünkü, sonunda gece olacağını ve - gündüzle kıyaslarsak - dilediğimiz gibi davranma fırsatınıa kavuşacağımızı biliriz.
kitaplar gece okunur. sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. gece sarhoş oluruz, gece kumar oynarız.
her şeyden arınmış çıplak vücut geceye aittir. vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. gün boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alınan, akşam üzeri dost toplantılarında sohbet konusu edilen şeyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yaşanır. çıplaklık geceye özgüdür, gündüze değil. - bunun tersi, yani var olmanın doğal gereği, yani güneşin altında çıplaklık, ancak baskının sona ermesiyle gerçekleşebilir. -
geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize " seni seviyorum" dedirtir. gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar geceye gönderme yapar."
acıktığı için değil, yemek saati geldiği için yemek yiyen insanlar vardır.
uykusu geldiği için değil, vakit geç olduğu için uyuyanlar da onlardır.
böyle insanlar içindir gündüzün telaşı, kargaşası, karmaşası, iktidar savaşı...
uyuyamayanları bir kenara koyarsak, bir de uyumayanlar vardır geceleri.
yani daha çok geceleri yaşayanlar.
ve bunlar; bir kuzinenin üstündeki telaşsız, ağır ağır ve sükunetle demlenen çaydanlığa benzerler.
yaşamayı bilme işinin ne ustası var, ne de bir reçetesi.
olmasın da zaten.
kimisi tercihleriyle, kimisi de zorunluluklarıyla yaşayıp gitmekte bu adil olmayan dünyada.
lakin, birinin tadı ekmek çayı kıvamında olur ister istemez.
diğeriyse tavşan kanı.
demlenmeye vakit gerek.
kitaplar gece okunur. sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. gece sarhoş oluruz, gece kumar oynarız.
her şeyden arınmış çıplak vücut geceye aittir. vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. gün boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alınan, akşam üzeri dost toplantılarında sohbet konusu edilen şeyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yaşanır. çıplaklık geceye özgüdür, gündüze değil. - bunun tersi, yani var olmanın doğal gereği, yani güneşin altında çıplaklık, ancak baskının sona ermesiyle gerçekleşebilir. -
geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize " seni seviyorum" dedirtir. gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar geceye gönderme yapar."
acıktığı için değil, yemek saati geldiği için yemek yiyen insanlar vardır.
uykusu geldiği için değil, vakit geç olduğu için uyuyanlar da onlardır.
böyle insanlar içindir gündüzün telaşı, kargaşası, karmaşası, iktidar savaşı...
uyuyamayanları bir kenara koyarsak, bir de uyumayanlar vardır geceleri.
yani daha çok geceleri yaşayanlar.
ve bunlar; bir kuzinenin üstündeki telaşsız, ağır ağır ve sükunetle demlenen çaydanlığa benzerler.
yaşamayı bilme işinin ne ustası var, ne de bir reçetesi.
olmasın da zaten.
kimisi tercihleriyle, kimisi de zorunluluklarıyla yaşayıp gitmekte bu adil olmayan dünyada.
lakin, birinin tadı ekmek çayı kıvamında olur ister istemez.
diğeriyse tavşan kanı.
demlenmeye vakit gerek.