bugün
- anın görüntüsü14
- galatasaray'ın ünlü bir hakemle anlaşması15
- sözlük erkeklerinin fotoğraf atmaması15
- kuresele yavsayan gotler tam liste15
- 4 israilli rehine için 274 filistinli ölmesi10
- arkadaşlar sizce bu bana yakışır mı10
- beyler moralim bozuk yardımcı olur musunuz9
- türbanlı bacımızın milletin ortasında öpüşmesi22
- bizi tanrı değil bilim kurtaracak23
- aydinoglu bombala22
- bik bik kiraz yerken siz fakirler ne yapıyorsunuz15
- erkeklerin çoğunun yalnız olması11
- kürt milliyetçiliğinin çok komik olması10
- bir kızın sizi sevip sevmediğini anlama yöntemleri9
- tebliğcilerin insanların giyimine karışması15
- üstteki yazar sevdiği ve sevmediği iki şey11
- allah'ı seven insan9
- vatanınızın kıymetini bilen diyen gurbetçi16
- ramazanda anne sütü içmeyen oruçlu bebek12
- atatürk'ün yabancılarla evliliği desteklememesi14
- tehlike içermeyen köpeği götüreni durdurmak15
- ellerim bos gonlum hos10
- ağzı göt gibi kokan erkek8
- 3 çarpı 3 çarpı 38
- gideon reid morgan jj30
- lise mezuniyet törenleri11
- hapistekiler birbirine mi basıyor sorunsalı8
- sözlük bir tımarhane olsa doktoru kim olurdu12
- sokak köpekleri11
- magnum un 2 tl olduğu yıllar10
- erkekleri aşağılayan kadın9
- ali koç12
- sözlükten hatun kaldırmak24
- rte türkiyenin geleceğinin garantisidir15
- amerikan film klişeleri13
- magicovento14
- meral akşener9
- kuduz karantinası olan bölgeden 35 köpek almak13
- çağırılan yere gitmemek için bulunan bahaneler17
- en sevmediğiniz sözlük yazarları16
- herkesle iyi geçinmek13
- uzay pornosunun adı ne olmalı17
- cinlerin musallat olma sebepleri21
- hangi yazar hangi burç14
- kur koruma ne demek14
- kalp krizi8
- yalnguk oglu10
- 25 yaşındaki kız 38 yaşındaki erkek ilişkisi15
- kız arkadaşı yüzünden kendini asan genç8
- özgür özel8
nasıl diyor siz.. heh spoiler (dizi hakkında bilgi) içerir. sonra, "spoiler ibaresi koymadın" diye suçlanmak istemem.
herkesin farklı olabilir ancak benim bir diziyi sevme konusunda iki sebebim var; ya da
şöyle söylemek lazım: bir dizinin sevilmesi için o dizide iki şart ararım. bunlardan bir tanesi olsa da yeterlidir; ki zaten ikisi birden olursa saçma durur. neyse;
birinci sebep dizinin gerçeküstü bir konuya sahip olması. buna çokça örnek verilebilir özellikle yakın dönem dizilerinden. lost, carnivale. bu iki diziden ilki olan lost gerçeküstü bir konuyu bilimsellikle de harmanlayarak ortaya müthiş bir konu ve seyrine doyum olmaz bir dizi çıkartmıştır. carnivale ise (ki şahsım için tüm diziler içinde bambaşka bir yere sahiptir) tüm gnostik incillerden harmanlanan konusunu 20. yüzyıl amerikası'ndaki büyük buhran dönemine taşıyıp bizi prophetlere, sophialara boğarak, üstüne de gayet güzel özel efektler kondurarak kısa bir dinler tarihi turuna çıkartmış, ardından da kendisi sadece 2 sezonla hayatımızdan çıkmıştır. bu ilk kriterin en güzel örnekleri olan iki dizide ortak nokta konudaki gerçeküstücülük, bilimsellik/din ve özel efektlerdir. bunlar etkileyicidir.
ikinci sebpse; bir dizinin konusunun tamamen hayatın ta kendisinden, ta içinden gelmesidir. buna verilecek en güzel örnekse six feet under'dır. hele hele ölüm gibi en aymaz konuyu alıp, evirip çevirip öyle bir şekilde düşünmenizi sağlar ki izlerken hem zırıl zırıl ağlar hem de tepine tepine gülersiniz.
işte breaking bad de bu ikinci kategoriden, yani hayatın ta içinden gelen konusuyla ve bu konuyu ota boka sardırmadan, karakterlerin hakkını çalmadan işlemesiyle sevilen, daha doğrusu kendini sevdiren bir dizi.
konu kimi zaman aksar gibi olmuyor mu, elbette oluyor ama bu oluşlar es geçilebilecek kadar küçük ve rahatsız edici değiller esasen. bir kimya öğretmeninin kanser olduğunu öğrenmesiyle birlikte ölümünün ardından ailesine para bırakma çabası hem gerçeküstü hem de duygusal bir ortam yaratmada (hele hele bizim gibi aşırı duygusal olduğunu iddia eden bir toplumda oldukça ilgi çekici zaten) oldukça başarılı. konu buradan çıkıp inanılmaz yerlere uzanıyor. ve dizinin senaristleri de özellikle ikinci sezon için kocaman bir övgüyü, alkışı hak ediyorlar kanımca.
ikinci sezonun açılış sahnesinden itibaren gösterilen havuzdaki bir gözü çıkmış oyuncak ayının ne olduğunu sezon sonundaki on üçüncü bölüme kadar anlamıyoruz. bu oyuncak ayıyı hep waltla ya da ailesiyle bağdaştırıyoruz ama esasen durumun böyle olmadığını sezon finalinin final sahnesinde kavrayabiliyoruz. ve bu durum da biz diziyi izleyenlere ya da diziden "aman efenim uyuşturucu kullanımını özendiriyor bu" diye bahsedenlere olayın öyle olmadığını anlatacak kadar şok edici bir biçimde gösteriliyor. bir kişinin sırf kanser olduğu için uyuşturucu üretmeye başlaması gibi basite indirgenebilecek bir olayın kelebek etkisi gibi bir etkiyle nelere sebebiyet verebileceğinin en büyük göstergesidir ikinci sezonun kapanış sahnesi. üstelik koca bir sezon boyunca o kelebek etkisi gözümüze gözümüze sokulurken biz onun farkına bile varamıyoruz.
neyse; 2010 mart ayında 3. sezonu başlayacak, sabırsızlıkla bekliyoruz.
herkesin farklı olabilir ancak benim bir diziyi sevme konusunda iki sebebim var; ya da
şöyle söylemek lazım: bir dizinin sevilmesi için o dizide iki şart ararım. bunlardan bir tanesi olsa da yeterlidir; ki zaten ikisi birden olursa saçma durur. neyse;
birinci sebep dizinin gerçeküstü bir konuya sahip olması. buna çokça örnek verilebilir özellikle yakın dönem dizilerinden. lost, carnivale. bu iki diziden ilki olan lost gerçeküstü bir konuyu bilimsellikle de harmanlayarak ortaya müthiş bir konu ve seyrine doyum olmaz bir dizi çıkartmıştır. carnivale ise (ki şahsım için tüm diziler içinde bambaşka bir yere sahiptir) tüm gnostik incillerden harmanlanan konusunu 20. yüzyıl amerikası'ndaki büyük buhran dönemine taşıyıp bizi prophetlere, sophialara boğarak, üstüne de gayet güzel özel efektler kondurarak kısa bir dinler tarihi turuna çıkartmış, ardından da kendisi sadece 2 sezonla hayatımızdan çıkmıştır. bu ilk kriterin en güzel örnekleri olan iki dizide ortak nokta konudaki gerçeküstücülük, bilimsellik/din ve özel efektlerdir. bunlar etkileyicidir.
ikinci sebpse; bir dizinin konusunun tamamen hayatın ta kendisinden, ta içinden gelmesidir. buna verilecek en güzel örnekse six feet under'dır. hele hele ölüm gibi en aymaz konuyu alıp, evirip çevirip öyle bir şekilde düşünmenizi sağlar ki izlerken hem zırıl zırıl ağlar hem de tepine tepine gülersiniz.
işte breaking bad de bu ikinci kategoriden, yani hayatın ta içinden gelen konusuyla ve bu konuyu ota boka sardırmadan, karakterlerin hakkını çalmadan işlemesiyle sevilen, daha doğrusu kendini sevdiren bir dizi.
konu kimi zaman aksar gibi olmuyor mu, elbette oluyor ama bu oluşlar es geçilebilecek kadar küçük ve rahatsız edici değiller esasen. bir kimya öğretmeninin kanser olduğunu öğrenmesiyle birlikte ölümünün ardından ailesine para bırakma çabası hem gerçeküstü hem de duygusal bir ortam yaratmada (hele hele bizim gibi aşırı duygusal olduğunu iddia eden bir toplumda oldukça ilgi çekici zaten) oldukça başarılı. konu buradan çıkıp inanılmaz yerlere uzanıyor. ve dizinin senaristleri de özellikle ikinci sezon için kocaman bir övgüyü, alkışı hak ediyorlar kanımca.
ikinci sezonun açılış sahnesinden itibaren gösterilen havuzdaki bir gözü çıkmış oyuncak ayının ne olduğunu sezon sonundaki on üçüncü bölüme kadar anlamıyoruz. bu oyuncak ayıyı hep waltla ya da ailesiyle bağdaştırıyoruz ama esasen durumun böyle olmadığını sezon finalinin final sahnesinde kavrayabiliyoruz. ve bu durum da biz diziyi izleyenlere ya da diziden "aman efenim uyuşturucu kullanımını özendiriyor bu" diye bahsedenlere olayın öyle olmadığını anlatacak kadar şok edici bir biçimde gösteriliyor. bir kişinin sırf kanser olduğu için uyuşturucu üretmeye başlaması gibi basite indirgenebilecek bir olayın kelebek etkisi gibi bir etkiyle nelere sebebiyet verebileceğinin en büyük göstergesidir ikinci sezonun kapanış sahnesi. üstelik koca bir sezon boyunca o kelebek etkisi gözümüze gözümüze sokulurken biz onun farkına bile varamıyoruz.
neyse; 2010 mart ayında 3. sezonu başlayacak, sabırsızlıkla bekliyoruz.
güncel Önemli Başlıklar