bugün

şüphe

tarihsel süreçte şüphecilik, ilerisürülen düşüncelerin eskidiği ve yeni düşüncelerin henüz ortaya
çıkmadığı çağlarda belirmiştir. bu çağlardan ilki, yunan köleci toplumunun yozlaştığı ve çökmeye yüz tuttuğu
çağdır. bu yozlaşma ve çöküntü, yunan bilgicilerinin (sofistlerinin) şüpheciliğinde yansımıştır. thales'ten beri
ortaya atılan felsefesel açıklama denemelerinin çokluğu, doğal olarak eleştiriyi ve şüpheyi gerektirmiştir. bu çağa
antik aydınlanma çağı denir. antikçağ yunan bilgiciliğinin kurucusu protagoras , tarihsel süreçte ilk
şüphelenen düşünürdür. şöyle der: her şeyin ölçüsü insandır. her şey, bana nasıl görünürse benim için böyledir,
sana nasıl görünürse senin içinde öyledir. üşüyen için rüzgar soğuktur, üşümeyen için soğuk değildir. her şey için,
birbirine tümüyle karşıt iki söz söylenebilir. demek ki herkes için gerekli kesin ve saltık bir bilgi edinmek
olanaksızdır. bu göreci şüphecilik , protagoras'ın izleyicisi leontinoi'lı gorgias 'ta daha da ileri giderek yokçuluğa - (gbkz nihilizme) varmaktadır. gorgias şöyle diyor: hiçbir şey yoktur. varsa bile insan için kavranılmaz. kavranılsa bile öteki insanlara anlatılamaz. antikçağ yunan şüpheciliği, bu ilk bilgici döneminden sonra elis'li pyrrhon 'la okullaşıyor. bilgi sorununu dizgesel (sistematik) olarak ilk inceleyen şüpheci pyrrhon'dur. bu yüzden pyrrhon'a şüpheciliğin kurucusu denir.

büyük iskender'in ve aristoteles'in çağdaşı olan pyrrhon, akademia'yla peripatos (platon'la aristoteles) okulları
arasındaki karşıtlığı sezmekte gecikmemiştir, daha sonra da bu karşıtlığın stoa ve epikuros okullarında
derinleşmesini izlemiştir. bu gözlemleri, pyrhon'a, felsefe öğretilerine karşı güvensizliği ve bundan ötürü de
şüpheyi aşılamıştır. şöyle diyor: gerçekten güzel ya da çirkin olan hiçbir şey yoktur. herhangi bir şeyi güzel ya da
çirkin bulan insanın kişisel seçimidir. gerçek bir bilgi olmadığına göre, bilge kişi, her şeyde yargıdan kaçınmalıdır.
ruhsal rahatlık ancak böylesine bir ilgisizlik ya da duygusuzlukla sağlanabilir.
bu düşüncelerini sözlü dersleri ve yaşamıyla açıklayan pyrrhon'un öğretisi, yazılı olarak, izdaşı timon tarafından yayılmıştır. timon, ustasının öğretisini üç önermede formüle etmiştir:
1- nesnelerin gerçek yapısı kavranılmazdır
2- öyleyse nesnelere karşı tutumumuz yargıdan kaçınma olmalıdır,
3- ancak bu tutumladır ki ruhsal dinginlike kavuşabiliriz.

pironcular için gerçek mutluluk budur. görüldüğü gibi, yüzyıllarca sonra kant'ın öğretisinde biçimlenecek olan bilinemezcilik, antikçağ yunanlılarında şüphecilik biçiminde yansımaktadır. daha açık bir deyişle, antikçağ bilinemezciliği
şüpheciliktir.

duyan canlı varlıkların yapısı birbirinden farklıdır, aynı şey çeşitli hayvanlara
çeşitli biçim ve oranlarda görünür. insan yapısı da birbirinden farklıdır, her insanın başka duyu ve düşüncelere sahip
oluşu bunu ktanıtlamaktadır. aynı insandaki duyu organları da birbirinden farklıdır, göze hoş görünen buruna
tiksindirici bir koku verebilir. duyan kişinin içinde bulunduğu çeşitli durumlar ve koşullar da birbirinden farklıdır,
nesneler bize gençlikte ihtiyarlıktakinden başka görünür. eğitim de duyan kişileri farklılaştırmaktadır, bilgiliyle
bilgisiz aynı nesneyi aynı biçimde görmezler. nesnelerin içinde bulundukları durum ve koşullar da onları
farklılaştırır, uzakta giden bir gemiyi duruyor sanırız. nesnelerin nicelikleri ve nitelikleri onları kendi kendilerinden
farklılaştırmaktadır, keçiboynuzunun bütünü karadır ama, ondan ayrılan parçalar aktırlar. nesnelerin belli birtakım
nitelikleri görecedir, sağdan başka ve soldan başka görünürler. duyumlara karışan yabancı unsurlar da onları
farklılaştırır, nesneler su içindeyken havadakinden daha hafif gelirler. alışkanlıklar da nesneleri farklılaştırır, her
gün görünen güneşe aldırmayız ama, kırk yılda bir görünen ondan daha küçük bir kuyrukluyıldızdan dehşete
kapılırız...

descartes, hume, kant, comte gibi ünlü düşünürlerin şüphecilikleri bizi şaşkına çevirecek. hele rönesans
şüpheciliğini ibretle izleyeceğiz.
bütün bu şüpheciliklerde ortak olan iki büyük yanılgı (hata)'dır: ilk yanılgıları
nesnel gerçekliğe yanlış bir anlam vermeleri ve onu son (değişmez, başkaca hiçbir bilgiyi gerektirmez) bilgi
saymalarıdır. oysa böyle bir bilgi yoktur. bilgi süreci de, kendisinden yansıdığı evrensel yaşam gibi, sonsuzdur ve
sürekli olarak gelişmektedir. sonsuza kadar da gelişmeye devam edecektir. bilgiye son çekmek, sonsuza son
çekmek demektir ki olanaksızdır. evrensel gelişme nasıl sonsuzsa, onun bilgisi de elbette sonsuz olacaktır. belli
bir yere bir zamanlar yirmi saatte giden tren teknik gelişme sonucu bugün dört saatte gitmektedir. bir zamanlar
trenin o belli yere yirmi saatte gittiği nasıl kesin (saltık) ve doğru bir bilgiyse bugün dört saatte gittiği de öylece
kesin ve doğru bir bilgidir. her ikisinden de şüphelenilemez. yarın bu süre belki de çok daha kısa bir zamana
inecektir. bilgi bu anlamda görecelidir ama, tarihsel olarak (eşdeyişle, bilgi sürecinin belli aşamalarına tekabül eden
belli tarihlerde) kesin ve saltıktır. her göreli bilgi saltıklığını da birlikte taşır. şüpheciler, kendilerinin verdiği
yanlış anlamdaki saltık bilginin yokluğundan, bilginin yokluğu sonucunu çıkarırlar. bundan ötürü de metafizik ve
idealist göreciliğin (relativizmin) çıkmazına düşerler. ikinci yanılgıları bilgi sürecinde duyumların rolünü abartıp
saltıklaştırmalarıdır. oysa bilgi sadece duyumlarla elde edilmez. bilgi edinmenin, duyum ve düşüncenin çeşitli
etkileşimlerini gerektiren karmaşık bir süreci vardır. şüpheciler, duyumları saltıklaştırmakla da yetinmeyip onun
kişiden kişiye değiştiğini ve bundan ötürü de saltık ve kesin olmadığını ilerisürerler. oysa çeşitli kişiler aynı nesnel
gerçekliği birbirinden farklı olarak algılayabilirler, ama bu duyumlarımızın bizi aldattığı anlamına gelmez. ünlü bir
diyalektikçinin dediği gibi, eğer bir duyu örgenimiz şüphe uyandırıyorsa başka bir duyu örgenimizi kullanırız.

gözlerimize inanmıyorsak ellerimizle yoklarız. bu da yetmiyorsa başka insanların ellerinden ve gözlerinden
yararlanırız. bu da yetmezse çeşitli araçlara, deneye, pratiğe başvururuz. böylece duyu örgenlerimiz, hem
birbirlerini denetleyerek, hem de başkalarının duyu örgenleriyle denetlenerek ve aynı zamanda çeşitli araçlar,
aygıtlar, deneyler ve pratikle de denenip doğrulanarak bizlere doğru ve kesin bilgiyi verirler. örneğin elimize
aldığımız yuvarlak meyveye bu elmadır deriz. bu kesin, saltık, doğru bir bilgidir; şüphelenilemez. görüldüğü gibi
antikçağın çocuksu şüphecilerinden günümüzün sözde bilimsel şüphecilerine kadar tüm şüpheciliğin kanıtları
sadece bu iki yanılgıya dayanır. protagoras hava üşüyen için soğuk, üşümeyen için sıcaktır diyordu, doğrudur.
ama havanın sıcak ya da soğuk olduğunu sizin üşümeniz ya da üşümemeniz değil, termometre saptar. hava size
sıcak ya da soğuk gelebilir, bu bedensel yapınızın direncine bağlıdır. ne var ki havanın, sizden bağımsız olan bir
ısısı vardır. kaldı ki bedensel dirençleri normal olan insanların büyük çoğunluğu da bunu termometre kadar
doğrulukla saptayabilirler.