bugün

türklerin tarihlerinde yaptığı en büyük hata

goygoy isterseniz pek çok hata sıralayabilirim tabii;

(bkz: daniel gonzalez güiza)

(bkz: 2002 genel seçimleri)

(bkz: müslüman olmak)

ama gerçekleri isterseniz ise tam bulunduğumuz yerden Pyongyang a yol olur... hepsini yazmaktansa en yakın tarihte yapılan ve şimdiki orta yaşlı türk nüfusunun başına çok çoraplar örmüş olanından bahsedelim. burada konu ne sizsiniz, ne benim, ne chp, ne akp, ne de bir başkası... sadece yanlış seçimler sebebiyle başımıza açılan pek çok belalar zinciri!

Herkes karşıymış zamanında NATO ya, herkes...

Çünkü bizi "Amerikan uşağı" etmesinden korkulmuş. Savaş çıksaydı topun ağzında olurduk, Kızılordu'ya birkaç günden ya da birkaç haftadan fazla direnemezdik, yakılıp yıkılacak, işgal edilecektik...

Sonra da kontrgerilla örgütü, gizli silah depolarına dayanıp yeni bir direniş başlatacaktı hesapça! Batıp çıkmaya alışmıştık, önce yenilip sonra kurtuluş savaşına girişmeyi severdik...

Savaşın çıkmayacağını, yani soğuk savaşın bir sıcak savaşa, bir Üçüncü Dünya Savaşı'na dönüşmeyeceğini, "nükleer terör" dengesinin iyi kurulmuş olduğunu ve bunun en büyük güvence olduğunu göremiyorduk.

Dünyanın paylaşılmış olduğunu biliyorduk ama "iki tarafın" da bu anlaşmaya "riayet" edeceğini ummamıştık.

1956 Macaristan ayaklanması sırasında NATO'nun sergilediği "vurdumduymazlık" gözümüzü açmalıydı ama o sıralar bunları hiç fark edememişiz, ilginçtir ilerleyen zamanlarda da kimse bu altmışlı yılların türk insanına olup bitenleri anlatmamış...

Bir yandan da KGB bastırıyordu tabii, Türkiye'de "NATO'ya hayır" kampanyalarının ardında KGB ve onun gizli ya da açık maşaları elbette işin içindeydi!

Bize "Amerika'nın kucağından kalkalım da Rusya'nın kucağına mı oturalım" diye soruyorlardı, "hayır, hiçbir kucağa oturmayalım, ayakta duralım" diyorduk.

Bulunduğumuz bölgeyi, Endonezya gibi "ücra bir köşe" sanıyorduk... Burada "bağlantısız olunabileceği" hissine kapılmıştık...

Yugoslavya olabilirdi, önemli bir devlet değildi, biz olamazdık.

Herşeyden önce, kendi gücümüzün, kendi önemimizin de farkında değildik! bazı solcularımız burayı Vietnam, Cezayir falan gibi gariban bir sömürge, ya da Küba gibi bir ada sanmıyorlar mıymış?

Üstelik, "NATO'dan çıkalım" demekle pat diye çıkılabileceği "sanrısına" kapılmıştık. Devrim patlayacaktı, Amerika buna izin verecekti, NATO'ya tekmeyi basacaktık, Amerika buna da izin verecekti, iş bitecekti...

Bu yanılgıya son olarak kapılanlar şimdi şimdi bu ülkenin etrafının nasıl Amerikan üsleri ile sarılı olduğuna bakıyorlar! belki de doğrudur. pastanın üzerindeki çilek bizizdir ve masada oturan herkes o çileği yemek istiyordur.

NATO'ya bizi "karşıdevrimcilerin" soktuklarını düşünüyor ve Celal Bayar'dan da nefret ediyorduk.

Onun, inönü'yle iktidar devir teslimi sırasında, "NATO'ya niçin girmediniz paşam" sorusuna, inönü'nün "aldılar da girmedik mi Celal Bey" diye cevap verdiğini bana kimse anlatmamıştı mesela!... Bize inönü'yü "solcu" diye tanıtan alçaklar bize en büyük kötülüğü etmişlerdi! oysaki ismet inönü ülkenin çıkarları için ne yapılması gerektiğini bilen yetenekli bir adamdı.

Stalin denilen psikopat, zaferden sonra Batı'ya uyuzluk etmeseydi, barış koşullarına uysaydı, zıtlaşmasaydı, soğuk savaşa çanak tutmasaydı, NATO kurulur muydu?

ben size cevabını vereyim, Hayır.

Biz bunu göremiyor, suçu hep Amerika'ya atıyorduk...

Stalin denilen namussuz bizden toprak ve üs istemeseydi, Amerika'nın kucağına atılır mıydık? Hayır.

ikinci Dünya Savaşı'nda Türk faşistleri Almanya'yla flört etmeselerdi, düşünülen yeni dünya düzeninde (o zamanlar "yeni nizam" denirmiş) Alman kuklası bir Turan imparatorluğu kurmak gibi çocukça düşlere kapılmasalardı, müttefiklerden yana kesin tavır koysaydık, savaşın bitiminde Stalin bizden öyle kolayca üs ve toprak isteyebilir miydi?

Ona da hayır.

Peki, "Kıbrıs işine" kalkışıp NATO kurallarını çiğnemeseydik, 12 Eylül olur muydu?

Olmazdı.

ne zaman Kıbrıs çözümsüzlüğü gündem olsa amerika ya yer yer artistlik yapan hükümete bir tavsiye vermek istiyorum, mesela söyle söyleyin Amerikan diplomatlara;

"biz istanbul u fethettiğimizde Amerika kıtası daha keşfedilmemişti". mesela böyle kaliteli manevralar yapın, "eeeyyy ameriga" diye seslenip ucuz numaralar yapmayınız... ama gerçekleri de gizlemeye çalışmayın!

biz Kıbrıs ı "aldık" sandık hep.

Oraya barış marış götürmedik, Türk azınlığı Yunan faşistlerinin elinden kurtarmadık, gerek Güney Kıbrıs ı gerekse Yunanistan ı demokrasiye falan da döndürmedik, biz orayı "aldık" .

Aldığımız için de, vermeydik.

Yedi düvele kafa tutarız, yapayalnız kalırız, otuz beş yıl sıkıntı çekeriz, kendi kendimizi vururuz, beş bin ölü veririz, darbe yaparız, anayasa değiştiririz, dikta kurarız, burnumuzu önce ASALA bokuna, sonra PKK bokuna sürterler, iki yüz milyar dolar harcarız, otuz bin kişi daha gider, gene vermeyiz.

Tamamını alsaydık daha iyi olurdu ya anasını satayım, hiç olmazsa bir bölümünü, kuzey kısmını aldık.

"Barış harekatı" falan, Ecevit'in "şairane" bir buluşudur, dünya kamuoyuna atılmış bir yemdir, biz orayı aldık.

Çünkü, biryerleri almaya muhtaçtık... Genlerimiz almaya programlıydı.

1699 yılından beri sürekli toprak vermeye alışmış ve bunun sarsıntılarını kuşaklar boyunca iliklerinde hissetmiş, bu yüzden bir türlü dirlik ve düzen tutturamayan koca bir ülke, kim ne derse desin yıkılmış bir öncekinin bal gibi mirasçısı olan bir devlet, 1974 yılında ilk kez azıcık da olsa bir toprak parçası aldı!

1878'de verdiğinin bir kısmını geri almayı başardı, daha doğrusu...

Hatay'ı saymayınız, o gürültüsüz patırtısız, "diplomasi" yoluyla elde edildi ve hemen unutuldu. Silahsız olunca tadı yoktu...

Oysa Kıbrıs'ta öldük ve öldürdük. Bize de bu yakışırdı.

Büyüklük kompleksimizle at başı giden, bir paranın iki yüzü gibi birbirinden ayrılamayan aşağılık kompleksimize ilk kez bir ferahlama yolu, bir "kompansasyon" görünmüştü... (iki aşırı yaklaşım ucu, "bir Türk dünyaya bedeldir" ucuyla "bu millet adam olmaz abi" ucu, çelişir gibi görünse de birbirini bütünler.)

"Soydaşlarımız" falan hikayedir, soydaşlarımız bizi oralarda artık istemiyorlar ama bu hiç de umurumuzda değildir.

Hiç kendimizi kandırmayalım, vermeyiz, çünkü aldık birader. Vermemek için de yolu hep yokuşa sürdük, "çözümsüzlük" ayağına yattık.

Bu yüzden, Kıbrıs'ta kalıcı bir çözüme ulaşmayı deneyecek her hükümete de burada "vatan haini" gözüyle bakılır, Kıbrıs'ı "sattı" denir. Ortalık birbirine girer, kıyamet kopar.

ama nerden bilebilir ki insan Kıbrıs meselesinin bazıları tarafından bu ülkede 12 eylül ün tetikleyicisi olarak kullanılacağını?

Uzak Asya'dan dörtnala gelip Anadolu coğrafyasına bir kısrak başı gibi uzanan "ulusalcılara" bayılıyorum, bir yandan Osmanlı'ya küfür ede ede, Osmanlı'nın torunları olduklarını her fırsatta kanıtlıyorlar...

Ama kimileri Fatih Mehmet'in torunlarıdır, kimileri Deli ibrahim'in tabii...

size kısaca başımıza gelen bütün belaların çıkış noktasını, özünü, temelini yazdım.

Bilmiyorduk, görmüyorduk, düşünmüyorduk, atıp tutuyorduk. neyse ne!

Bu yüzden burnumuz da boktan kurtulamadı ve kurtulmak için de sanırım artık çokta fazla seçeneğimiz yok!