bugün

uludag roman kayip ada

tüm o göktaşı sanrılarının etkisinden kurtulan brendın, tüm yaşadıklarının aslında bir iç seyahat olduğunu düşündü. yıllardır yaşadığı siktiri boktan hayattan kurtulma düşüncesiyle yanıp tutuşan brendın'a beyni bir oyun oynuyordu işte. hayata ve beynine söven brendın evi gözetlemeye devam etti. hem yaşadıklarının gerçek olmadığını düşünüyor hem de evin içinden ne çıkacağını merak ediyordu. daha doğrusu beyninin evden ne çıkarıp da kendine nasıl oyun edeceğini merak ediyordu. ev, her zaman yaptığı gibi yapıp, boş boş durmaya devam etti. ama bu boş duruş brendın'a, fırtına öncesi sessizlik gibi geliyordu. her an çok farklı, acayip, terbiyesiz, ufuk açıcı, melun bir şeylerin evden çıkıp kendine doğru koşacağını ya da evin içinde peydah olacağını düşünüyordu. evin boş olması ve sonsuza kadar boş kalacak olması ihtimalini bile aklına getirmiyordu. eğer evden bir şey çıkmazsa bunu kendine yapılmış bir hakaret kabul edecek, kendini adaya taşıyan, ya da beynini bu hale getiren her şeyin aslında amaçsız olacağını anlamış olacaktı. bu bile başlı başına çekilmez, kahredici bir durumdu. nasıl olur da, hayatı, beynini bomboş bir adaya boşu boşuna gönderecek kadar boktan olurdu? bu olamazdı. tüm bu iç çelişkiler, tereddütler, ikilemler ve korku içinde sağına soluna bakınarak beklemeye devam etti.