bugün

şaheste

Dizin dizime değerken bile aramızda şehirler var,
terminaller var aramızda,
coğrafya kitapları var.
Sana yazılmamış yüzlerce şiir var aklımda,
doğmamış çocuklarım onlar,
onlar henüz koynuna almadığın sarı sayfalar…
Aklıma gelmişken;
ellerindeki yağmur kokusunu gözlerinden mi aldın Şaheste?
Beni bir aşk devşirir, ki öyle özgür bir söylem içerir gidişi.
Bir kuş uçar içerimden, bir güvercin, bir albatros ya da bir üveyik.
Deniz kokusu burnumu mesken eyler aheste bir gün batımında.
Canım rakı çeker, annem bana kızar.
Velev ki eski bir kitabın sayfaları arasında anlamını bilmediğin bir kelimeyim ben,
niyedir bu iştahsızlığın?
Gitme Şaheste!
Ben bu içimdeki zehri kime söylerim ki hem senden başka?
Şaheste’den başka hangi isim içerir 29 harfin hepsini?
Başka hangi saç teli hem bahar taşıyıp koynunda hem de alabildiğince keskindir?
Zaten ahım şahım bir aşk da değil bu benim ki;
yüzümü öpen sabah,
sözlerini unuttuğum o güzel şarkı,
çayın yanındaki sigara
ya da burnuna pamuk şeker yapışmış kızım gibi bir şey hepi topu….
Kızım demişken;
söylesene göğsüme sapladığım güller kime anne diyecekler şimdi?
Seni beklemek ne güzel şeymiş Şaheste!
Alnından öpmek için ayları sıraya koymak tespih tanesi gibi,
elini tutabilme hayalini kurarken çay demlemek,
arkadaşlardan sigara otlanmak,
kitap okurken “acaba biz…” le başlayan cümleler kurmak içten içe,
annemin dualarına seni de dahil etmek,
ertesi gün seni görebilmek için ayna karşısında yarım saat geçirmek…
Seni beklemek ne güzel şeymiş Şaheste,
lütfen acele et,
koş gel,
hoş gel