bukalemundan mektuplar

Hayatımda yapabilidiğim en iyi taklit, bar taburesi üzerinde oturan üzgün adam taklidi. Ancak kararlaştırmamız gereken bir nokta var ki, taklidin gerçek olmayan kısmı üzgün olmam değildir. Gerçek kısım, bar taburelerine alışkın olmamamdır. Ben gri kaldırımların sivri kenarlarında ya da karanlık odaların çekyat köşelerinde, bilemedin, meyhane köşelerinin soluk ışıklarında üzülen bir adamım. bar tabureleri pek de bana göre değil. ama üzülmek... işte o benim.

bazen bir kadına aşık olursun. bir daha göremeyeceğini bilsen de. sen kadına değil onun yokluğuna aşık olursun her gönlü sarhoş gibi. yokluk ve imkansızlık umudun fışkırdığı en karanlık andır. ve umut yaşamın kaynağıdır. üzülmekse işte tam bunların ortasında karma karışık bir duygudur cennet, cehennem arasında. araftır üzülmek. olabileceğe inanmaktır. imkansızlığı reddedip, hayale sarılmaktır umut.

Tuhaflık vardır bir de. Tuhaflık, bulunduğun sokakta bir daha hayatın boyunca bulunamayacağını farketmektir, gördüğünü bir kez daha göremeyeceğin, tuttuğun elin sıcaklığını bir daha yaşamayacağını, ta kalpten, derinden, en dibinden bilmektir. tuhaflık, dönemlik acının halk dilinde yumuşatılmasıdır. tuhaflık aslında acının katmerlisidir de geçecek diye adı tuhaflık olmuştur.

oluştuduğum paragrafların uyumsuzluğunun sebebi kendi uyumsuzluğum. uyumsuzluğum ise koca bir hikaye atlatmak isteyip sadece sembollerle yetinmek zorunda olduğum yürek baskısından kaynaklanıyor. manasız görünen her bir noktalama işaretimin altında en az bir adet göz yaşı damlası bulmanız; roberto baggio'nun italya 90'da kullandığı bir penaltı atışının gol olması ihtimalinden daha yüksek. işte bu yüzdelerin verdiği cesaretle ben üzülüyorum sahte taburelerin üstünde. bazen üzüntüm bilinsin istiyorum sevilmek için.. ancak bu bilinç, japon kamikaze subayının son görevini başarıyla yerine getirmesi kıvamında bir etki bırakıyor bedenimde ve hemen vazgeçiyorum.

son bir defa boynuna sarıldığını bildiğin, ya da buna bile nail olamayıp sadece el sıkıştığın kadını bir daha göremeyeceksin malesef. önceleri sık sık, sonraları ise az az, en sonunda ise meyhane köşelerinde aklına gelecek bir anıya dönüşecek bugünün gerçek acısı. sense biraz daha büyüdüm deyip, kendini avutacaksın. yalanın en acımasızını yaşayacaksın.

dante'nin ilahi komedya'sında üzerine basa basa dediği gibi, "cennetin en karanlık yeri, buhran zamanlarında tarafsız olanlara ayrılmıştır." Ya acıdan ya da sıradanlıktan taraf olman gerek bir dünyada yaşıyoruz. bu iki olgunun arasında tarafsız kalıyorsan elbet en sıcak ateşler vücudunu hiç beklemediğin bir zamanda saracak ve çekmekten korktuğun acı yüzbinlerce kez katlanarak ruhuna dolacak. görmezden geldiklerin boğazına sarılacak, bir düğüm olacak, kaçamayacaksın ve göz yaşları bedenini sarsacak. işte bu yüzden, tam da bu yüzden, ya acını çek ya da güçlü görünmeye çalış. zira ancak sadece görünmeye çalışabilirsin. güçlü olmak, bir kadını sevmenin karşısında sadece, "gibi davranmak" fiilini hayata geçirmeye çabalamaktan ibarettir. güçlü görünmenin bedeli, herkes uyuduktan sonra soğuk çarşaflara sarılıp sarsılarak ağlamaktır malesef.

biraz alkollü yazdığım bu satırlar birilerinin gönüllerinde biraz olsun yer edinebiliyorsa mutlu bir insan olarak öleceğim ben... ama siz! evet siz! hep acının pençesinde, mutluluğun var olduğuna inanmayaca çabalayacaksınız...