bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

Merhaba,
Benim adım Mahmut. 32 yaşında ve yalnızım. Yalnız yaşamayı tercih ettim. Ailemden uzak, akrabalarımdan uzak, yapış yapış insanlardan uzak hatta salonumdaki kanepemden uzak bir şekilde yaşamayı. Yine de profesyonel bir yalnız sayılmam. Yalnızlığımı evcil bir kedi, yeterli stok kahve, birkaç bağımsız örümcek, boş bira şişeleri, etrafta küflenmiş yemek kalıntıları ve içlerinde yaşayan bakterilerle paylaşıyorum. Pek de yalnız sayılmazmış halbuki. Ailemle yaşamıyorum. Babam belediyenin açtığı bir çukura düşerek öldü. Annem ise bir gün tansiyon hapları yerine ecza dolabından benim uyuşturucu haplarımı kullanarak kalp krizinden öldü. Yaşlı vücudu o kadar endorfin ve adrenalini kaldıramadı. Gözlerinin iyi görmediğinden şikayet ederdi hep. Bu olaydan sonra sebebiyet vermek suçundan hayatımın bir dönemini, hesaplayacak olursak 4 yılını taştan duvarları olan bir yerde geçirdim. Hapishane diyorlardı buraya. Fevkalade. Buradan emekli olduğumda 32 yaşında, işini kaybetmiş, küçük çapta kariyerini mahvetmiş bir adam olarak dolaşıyordum sokaklarda. Tanrının kaleme aldığı o kaderimde dikenli bir tirat mıdır yoksa şeytan ortaklığı mıdır bilemiyorum, uyuşturucu her zaman var. Yani artık daha minimum işler düşünülmeli. Yemek parası gibi şeyler için yaşamak daha makuldü.

Gecelerimi çalışma masasının başında buluyorum kendimi. Kültablasında kalın bir sigara, bir fincan da kahve yanında. Gecelerimi bir de dubstep denen gürültü türüyle paylaşıyorum. Müzik demek olmaz gürültüden başka bir şey değil ancak efsane yapıyor çocuklar bu gürültüyü. ingilizler bu işi biliyor adamım. Tıpkı her yeni müzik türünden sonra yeni bir uyuşturucu türevini piyasaya çıkartmayı bildikleri gibi! Bunu bulan ilk kişiymiş kadar detaycı ve zeki hissediyorum kendimi şu an ama bir yandan da biliyorum bunu görebilenin tek ben olmadığımı. Güzel şarkılar dinliyorum, güzel şeyler tüketiyorum. Kedim bazan beni çıldırtıyor. Ve bazı şeyler de. O bazı şeyleri yazabilecek kadar toparlayamıyorum beynimde. Öyle karmaşık, boktan. Kedim beni hala çıldırtıyor. Kahve yalnızlıkla sunulursa güzel olur. Zıvananın zigzag olanı makuldür, beş liralık gaz maskesi almayın, gazı sızdırıyor! Saçları da kırmızıydı. Elleri kokain. Direniş yüzünden edebi şeyler karalayamıyorum, bu bağzı geceler sinirlerime değdiriyor. Ayaklarımdan karıncalar tırmanıyor. Ben deli değilim diyemem diyen deli değildir. Saat kaç oldu, yıldızlar da kaçacak. Uykum yok, Utku da yok. Utku benim kuzenimdi gerçi hala kuzenim ama o vefat etti. Kuzenimdi. Aynı zamanda canımdı. Astımdı. Aynı zamanda kıyak adamdı. Sen de yoksun. Biliyorum, bu sende yoksun, sende gittinli şeyler çok boktan duruyor ama ifade edecek bir şey bulamıyorum o kısmı. Neyse. Sen de yoksun diyorduk. Ama sen ölmedin. Yaşıyorsun gayet de. Duygusal bir şarkı açıyorum şu an. Yoksa bu ağlamayı kime satacaktım? Orada yaşıyorsun. Belki bağzı geceler aklına da geliyorum. Sen ise bağzı geceler aklımdan gidiyorsun. Çok içtiğim zaman, o zaman düşünemiyorum. Yani aslında düşünüyorum ama canım yanmıyor çünkü kötü şeyler gelmiyor aklıma. Ve öyle bir geleceğin umuduna kapılıyorum ki... Sanki yarın sabah otobüsüyle geleceksin haberini almışım gibi. işte böyle mutlu olabiliyorum artık. Buna bağımlı değilim yani mutlu olmaya ama hoşuma gidiyor. Kaçış de istersen bunun adına istersen Kapiş de istersen ne dersen de. Bu eroin ve kırmızı bağzı şeylerin olmamasından oluşan sakatlıkları biraz olsun izole ediyor. Vitamin ve bağzı şeyler vücudumuzun bağzı bölgelerinde olmazsa ya da az olursa orası hasta oluyormuş. Mesela C vitamini az olursa ne olduğunu unuttum şu an ama sanırım grip oluyoduk. Öyle şeyler işte. Sen de benim vücudumun bağzı olman gereken yerlerinde yoksun ve bu o bağzı bölgelerimi kanser ediyor. Kanser bulaştırıyor. Kanser kötü bir şey. Dedem o şekilde öldü. Telefonuma mesaj geldi. Dedemin öldüğü değil şu an mesaj geldi. Kim bilmiyorum. Bunu buraya not etmekten de kendimi alamıyorum. Siktir et. Mesaj kaçmaz ama bu not edeceklerim kaçabilir.

Ne diyorduk? Bağzı şeylerden bahsetmiştik ve başka bağzı şeylerin öneminden. Bağzı geceler artık dakikalarla ölçülebilen mutluluklar değil de gerçekten ve dakika saymadan gerçekleşen mutluluklardan istiyorum. Mesela sarılmak gibi. Koklamak gibi. Kokusunu içine çekmek gibi. Klavyede bir tuşa o kadar basılı tutmuşum ki ne yazdığını okumadığım bir uyarı verdi. Hemen iptale bastım. Aptal mıyım? Bilemiyorum. Mesihlerin yalnızca kutsal masallarda olacağını ve süpermarketten geliyormuş gibi bir gülümsemesi olduğunu suratıma suratıma çarpan bir şarkı çalıyor. Senin göğsümdeki evini terk ettiğin. Bu çok arabesk oldu. Senin beni kokainden mahrum bırakmaya karar verdiğin gün ve kararını uyguladığın diğer günlerde sık sık dinlediğim bir şarkı. Son zamanlarda alışmıştım dinlemeye ama şu an yine göğsüme bastırıyorlar. Ne istiyorlar benim göğsümden?

Neyse çok uzattım ve ne anlattığımı bilemeyecek kadar bu gezegenli değilim.

seni çok özlediğimi ifade etmek istemiştim.

Saçlarından ve burnundan iki kere öpüyorum, birini uyandığında kullan...