bugün

feride

ölürsem heceler kalır dişlerimde
ay biter
ise bende biter, ay üşür
ise ölmüşlüğüm kadar üşürüm ben de

kalınca ömrüm ölüme
yalnız!

(zaten yalnızdım...)

yalnızdık dağlara karşı
ya kentlere?
kentler ki tükürsek içinde boğulacaktık
sulara karşı yalnızım

gecenin desenine ay dokununca
yalnızdık
yük ve türkü taşıyan o ipek yollarına bir de...
işte şimdi ay kanar
yoksa başka ne kanar?
ve uzakta, bozkırlarda atlar... atlar... atlar...
atlara yalnızdık!

yanlızdık karanlığa feride...

denizleri özlerdi feride
elleriyle atlasları örterdi
deniz yellerini atlasların

kaldırımlarda 'fosforlu cevriye'ler biterdi,
sonra yazlık sinemalarda evde kalmış kızların ciklet çiğnemeleri;
mahallelerin bıyıkları tütün kokan emeklileri
ve renkli giysileriyle külhan gençleri...

bir de sen... sen feride olsan da!

(herkesin bir feride'si vardır ben bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
bir de kimsesizliği...)

yanmaktan değil, yakmaktan 'müebbedenmen' ömrümde
iri dağlar, güzel kadınlar sevdim yine de
ve bir tutam hırçın gençlikle
yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne
yüreğim hep uçurumlar denginde

(ve hangi renkte olsak da
kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin asıl rengine
rengarengine...)

-
benim ömrüm hep beyaza kandı ey 'şarkısı beyaz'
ama hangi beyazı tutsam gri oluyor
sonra boğluyor
kararıyordu...

hiçbir beyaz
bembeyaz;
hiçbir yaz,
yaz
kalmıyordu!

(bütün griler eskiden beyazdı feride...)
-

tüketmeden bir sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken;
üç mevsim ilk yaza açılırken yeşile dolmak,
yerküreyi uçurumlarda bile sarmaşık gibi sarmak,
tek telden her tele bir akortonmak,
dorukların dağlarına tutunup kalmak, meydanlarında, halaylarda
diz kırıp gülmek varken;
sen sar ve sor bırakıp gitmek varken...

çünkü yalnız sana gelmiştim, dağılmıştım, sevmiştim;
kabaran belam, en unulmaz sularda vurgun yenilmiştim...

(artık sen... sen feride olsan da
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansan da
kansan da mahvolmuşum kız, mahvolmuşum!)

her yağmur bir gök bulur elbet kendine;
her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş bir kül,
her takvim bir yıl bulur elbet kendine!
her yangın bir duman, her öğrenci bir okul,
her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt;

her aragon bir fransa
her fransa bir elsa...

her karacaoğlan bir zülüf bulur (yeter ki bakmayı bilin, her yarin bir zülfü vardır);
her ressam bir tuval, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur kendine;
yeter ki şarap, şarap olsun, içen çıkar...

her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her
mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir
kuytuluk bulur ya kendine,
bulur ya;

ben
senden
başka
sen
bulamam
b u l a m a m!

paramparça kıldım şiirimi
bu kadar b(ölüm) yeter mi?
s
o
n
r
a

a
ş
k:
sonra!
ve ben gittim yüreğimde kan gülleri
siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!