bugün

feride

daha yenile yenileme bana abanıyorsun sen de
ateş kesiyor dudakların
saçların iri bir tutunmak oluyor yangın yerlerinde
bırak! çarşılar bana abanmasa da
çarşılara abanacağım yine
yoksa yaşamayı oynamıyorum işte
yoksa bu şiir burada biter feride!

çarşıları yalnız, kentleri öksüz
şiirleri yarım bırakmayalım!

kentler kent değilse
parçalanırım yine
gömleğimi boşuna ütüleme
bencağız, damarlarım dökülsün caddelere
ter damlasın yüreğimden yerlere
çarşılar bana abanmasa da
bırak! ben çarşılara abanacağım yine...

(bir de sen... sen feride olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)

sana bir bıçak vereyim, rüyalarımı dağıt
bir rüzgar vereyim, külümü
bir sevda vereyim, kuraklığımı dağıt

biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük
sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt
bak, bu kentler yeter bize
sevişmek için de, çıldırmak için de!

kalabalık ol gel, yalnızlığımı
gövdemi vereyim gel, dağıt açlığımı...

d(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerin bir sevinir, bir sevinirsin

yüreğimden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar, havai fişekler geçer
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer
benim ırmaklarım
ırmaklarım benim, senin gözlerinden geçer.

(biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!)

şimdi ''kaç'' diyorsun da
başka sokağım yok ki
yağmurum yok ki benim!

sokaklar mühürlüdür burada
kalbinde kör bir baykuş telaşı saklar
benim yüreğimde ise hep bir tabur konaklar
kalsam da bu kent beni yaralar
sabahları da kederli çocuk gözleri
göğsünde sahte lambalar

sonra bir yağmur
ipince
bir yağmur daha başlar
ölümün taht kurduğu varoşlarda nasıl da kirlenir aşklar...

yorgun bir baş ayrılacak gövdesinden
ve bir kaçak gibi gideceğim bu kentten

dışarıda simsiyah bir geceye çarpan hırçın rüzgarlar
olsun;
siz başka ölümlerde arayın beni
gidiyorum, yollar kollasın kederimi
gidiyorum
bir uzun yol otobüsünün camına düşerek başımı
bir kaçak gibi...

bir baş nasıl ayrılır gövdesinden?
bir rüzgar, ikliminden?
bir ırmak, sesinden?
bir şair, bir şiir ülkesinden?

(her ipi denedim infazıma!)

o kuşlar yine çarpacak o mavinin alnına
o çocuk sekerek yine okul yoluna
kapımı kimse çalmayacak belki
artık uçurdum yüreğimin ıssızlığından ıslak güvercinimi
ömrüm kopacak bir infaz ipi...

belimde bir silah var, bu gece dağıtacağım beynimi
bu gece
yine gece
dağıtacağım geceyi birdenbire
damıtacağım yaşamdan rengimi
şu başına buyruk takvimleri, kinleri, kirleri...

sonra ışıklar ve ıssızlıklar içinde, yeniden
yürüsem de uğultulu bir gençlikle
ömrüm kuşatılır ihtilallerle

her bıçak tenimi
her namlu beynimi sınar

tutuklarken yangınlar acemi dilimi de
bir anı... bir dize kalır belki geride
kirli yaşansa da günler belki evrilir maviye

(ve güzel bir imge
dolanır dünyanın eksenini yine...)

hayat, hep böyle düşünmek, düşmek;
''düşmek'' dedim de
düştüğüm çok oldu biliyor musun?
ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu...

ağlar gibi olup
da ağlamadığım;
ağlayamaz gibi durup
da ağladığım, çağladığım çook!

yurtsuzdum, bunu yazdı bültenler de
yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime
sana bile vize koydum, kimlik sordum feride

(ben feodal bir yaraydım belki de...)

oysa ki iki tufandık seninle
lavlardan ayrı düşmüş iki kanardağ
savrulduk usulca günlerin dargın göğsüne

hani yüzün kar çiçekleri gibi açardı
yüzün sığmazdı öpüşlerime ve hep bir kuytu ararken özlem tüten yüzünde
hiçbir aşkı mevsimsiz yaşamadım
da kaç mevsim aşksız feride...

oysa ki tufandık seninle
yatağını arayan iki ırmak belki de
çoktandır dalgınlığımı düşünüyorum göğsüne
yorgunluğumu, solgunluğumu bu dar evlere

ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte
geceler karanlık, çiçekler uzak, aşklar dağınık
beni anlamıyorsun!

ve biz seninle soğuklar kadar yoksul
çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime......
sonra geceler boyu izimi sürdü kan düşmanlarım
ansızın sesimi koyacak yer bulamadım

bir sesim vardı
bas bariton
onu dağlara emanet ettim
duruyor
orada
çapraz asıllı silahların gizli esmerliğinde....

artık gözümü kırpmadan vurabilirim kendimi de;
vurabilirim kendimi bir usturanın katil çeliğiyle
ya da o silik duvar yazıları önünde bir paslı tüfekle!
24:00 sonrası... kanlı karanlık çekilirken rengine
bir namlunun ansızın dağıtacağı beynimi
bırakabilirim bulvarda aç gezinen itlere
ardımdan kan, kan koksun gece!

(bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır,
bir yaprak hışıdar yine; orada 'kime ne'sin sen;
alıp gidesin kendini kendinle....)