bugün

feride

gel
bata
çıka
çıkalım
düşe
kalka,
gide dura,
güle ağlaya...

sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir 'palas palas'ta;
oturup fotoğraflarına baktım, yazı makinamın içinde
külleri temizledim. sokağa çıktım, yasak yürüdüm;
üzerime
adını almayı unutmadım...
yollara dokunmadım, kedilere, camlara dokunmadım;
yıldızlara... yıldızlara hiç dokunmadım,
dokunsam düşecektin...

sonra geceye şiirler okudum bitti
bitmedin!
bilsen ne çıkar; hem nasıl bileceksin?

(sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım...)

şimdi sokaklardayım, sokaklarda...
adın satırbaşlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç.

şimdi sokaklar bile esniyor, uyumayı bilmiyorum...
yanmamış bir gaz sobasının yerlere dökülmüş artıkları
soluğumu kesiyor. soba boruları kırık camlardan dışarıya uzuyor;
dışarıda kar, dışarıda rüzgar esiyor;
uykusuzluğa uyuyorum...
dört battaniye aldım üstüme,
üşüyorum feride;
kalkıp şiir yazacağım,
ama hep şiir mi yazılırmış kuşatılmış gökyüzüne?

yine o gitmelere gitmeden
seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte
başka nereye giderim söylesene?

sonra bir bakıyoruz biz kokmuşuz biz bize
taşıdık, taşındık bitti
öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle
feride, kız, geldim işte
ağlama, şişmanlarım yine
yine sevişiriz sur dibinde bahar gelince

feride, bu sen misin, nasılsın söylesene?
ellerin... ellerin nerede?
bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece

üşüyorum bana bir palto bul feride
ya da aç ğöğsünü ısınıp kalayım öyle
geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine

gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
yok, gitme!
gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
özlemeyi yutkunuyorum
sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor
yok, gitme!
gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle

diyorum ki bir koluma seni
çıkınca
diğerine ülkemi
gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri
benim yüzyılım hani?
çarşılar çarşı mı şimdi?

bana bir ülke getir feride
üstünde masmavi bir gök olsun

saçlarını çöz, sağrılarını
ıslak taylar gibiyim
ve tenin senin
doludizgin bir ülke.

gözlerimin ortasında
gözlerinin ortası
tenini hatırlat tenime
bana aç vücudunun deltalarını
kadın kokunu ver
sulamak için rahminin kıraç topraklarını

şimdi aşk,
önce!

(bu sensin
ve sensin
bu terin ve tenin ıslaklığı
kal öyle
ısıt gözlerimi gülüşlerinle...)

birazdan kapılar kırılacak belki de
birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
biz diz kırarken sinesinde sancının
yolunur papatya, deşilir ten ve yara da
çünkü ölmek günleri biraz da
gülmek günleri (de), inadına
gün gülümsemeleri ardında

gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça dağlaşmak
ve dağları sevmeye yaraşmak
yaraşmaya yanaşmak günleri...

sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durmayım güvertelerde gözlerine...

her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım
bu yangı kabardıkça çok yanacağım!

farkında mısın infazlara ayarlı saatler yine
bu kabartma geceleri susmak böyle...

caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun
bak bakalım beni mi arıyorlar?
ne geziyorlar gecede yarasa gibi?
bakarken görünmesin ğöğüslerin pencereden
yollar bir çift gül görmeye alışık değil...

tan atacak birazdan geceyi yırtarak yine
saçların da dağınık, her yanın ter içinde
feride,
sen bu kadar akıllının içinde nasıl
nasıl delisin böyle?