bugün

başlıksız yazılar

hayatın bir gereği mi iddia sahibi olmak? hayatta kalmanın ve hayata tutunmanın şartı mı?
bir veya daha fazla konuda iddialı olmak zorunda mı insan? iddiasız bir dünya varsayılamaz mı mesela?

sonra iddia sahibi yanılamaz mı? ve ağzından çıkan o iddialı sözler sahibini yüzüstü bırakmaz mı?

iddia etmek, iddialı bir hale bürünmek; iddia edilen kabiliyetin, yetinin, bilginin, erdemin... artık neyse o iddia edilen şey, bu şeyin kendi kendine "sahip" olunduğu anlamını katmaktadır. üzerinde iddia edilen, "sahip" olunan o şeyin kimsenin iradesine bağlı olmadığını ve kendi iradesiyle (ben tarafından) vuku bulduğunu anlatır. iddia bir nevi baş kaldırış, kafa tutuştur..
halbuki o "sahip"lik taslanan şey, sahip'in izniyle kazanılan bir haldir. ve iddia etmek aslında o şey hakkında o'nun bilgisini ve iznini yok saymak anlamına gelir..

şu bir gerçek ki; iddia sahibi, bir gün mutlaka o çok güvendiği iddiası ile yüzleşmek zorunda kalıyor, hatta "bırakılıyor". ve çoğumuz "malik" olmadığımız bu iddiaların altında eziliyoruz, yıpranıyoruz adeta can çekişiyoruz..
ve acı bir şekilde görüyoruz, o "sahip"lik taslanan şeylerin aslında hiçbirinin ben'de, bizde var olmadığını, o şeylerin "sahip"inin biz olmadığımızı..

peki ne yapmalı insan? bildiğini, öğrendiğini, "sahip" olduğu/oldurulduğu şeyi, ilmi nasıl dile getirmeli?

şükür yetmez mi insana iddia yerine? ki şükür; ağzımızdan çıkan her kelimenin doğru şekilde telaffuz edildiği anlamına gelir. gereksiz, yersiz bir "sahip"lik yerine, verdiklerinden, iddia edecek/edilecek edinimi kazandırdığından dolayı sadece gerçek sahib'e şükretmek/ şükürle yetinmek, ne güzel ve ne yerinde bir davranış..
insan ya bildiği, edindiği, kazandığı, "sahip" olduğu bilginin, meziyetlerin ışığında iddia eder ve ya bu hal üzere olduğu için şükreder..
aslında yersiz bir şekilde, mesnetsiz bir halde kendine duyulan güven ve bu benliği dile getiriş, insanı yüceltmek yerine küçültmektedir..

bir de bunun tersi "sahip" olunmayan/olunamayan şeyler vardır. bu halde ne yapıyor insan? genelde dillendirilmeyen bu hali kendi kendine, kendinde var olmayan, "sahip" olamadığı şeyleri (aslında kendini, "ben"i) yerip kahrediyor, sonrada o'nun varlığını ve iradesini görmezden geliyor.

bu "sahip"lik duygusu ne menem bir halmiş a dostlar!

aslında şükürden daha faziletli olan hamd(etme) "sahip" olunmayan, yahut "sahip"liği sadece sevinç ve kazanç değil, hüzün ve sıkıntı halinde de, bu sıkıntı yahut bolluğun o'ndan geldiğini kabullenme/iman etmek demektir.
şükürse "sahip" olunanın sevinciyle bir nevi teşekkürdür, teşekkür zaten şükürden, şükretmekten gelmektedir..

hasılı demem o'dur ki; insan iddiayı bırakıp, hamdetmeli.. buna da yapamıyorsa en azından şükretmeli, teşekkür etmeli sahib'e!

hem biliyor musunuz, deliler hiçbir konuda iddaalı bir şekilde konuşmazlar. zaten deli olmak, delirmek demek; ben'likten, ben'den sıyrılmak demektir. delinin bir ben'liği yoktur, bu yüzden neron'da olur, pele'de ama iddaa edemez, çünkü en başta bir ben'liğe sahip değildir.. bu yüzden mükellef de değildir..