bugün
- 7 kasım 2024 galatasaray tottenham maçı47
- mala benzeyip profile fotoğraf koymak10
- hristiyan ilahileri16
- dinde zorlama yoktur17
- rte'nin trump'a dostum demesi28
- patlıcan yemeyen insan21
- maymundan geldiğimiz gerçeği21
- 30 yaşından sonra penis uzar mı14
- şeriat allah'ın değil insanların kanunudur27
- yazarların bir ilişkiden beklentileri21
- sen ne kadar edersin diyen kadın10
- yeni inşaat ev planlarının kullanışsızlığı17
- bu akşam viski içecek olmam17
- anın görüntüsü17
- realite manipülasyonu11
- true yetkili olmazsa sözlüğü bırakacak yazarlar9
- true'nun seçilmiş kişi olması8
- 165 boy 85 kilo balık etliyim diyen kız11
- ben albay kemal sorularınızı cevaplıyorum23
- arkadaşlar birazdan sözlüğe meme atacağım12
- bekaret nerede olmalı10
- 190'dan kısa erkeklerin yaşama amacı8
- bakir erkek istiyoruz21
- balık kuyruklu kolye takan erkek9
- türkiye'nin en kötü cumhurbaşkanı8
- sözlük yazarlarının bugünkü kıyafetleri10
- judas'ın düğün şarkıcısı gibi giyinmesi9
- seksten sonra türbanlının alnından öpmek10
- bu entry 10 artı oy alsın koala'ya veriyorum17
- kilot mu külot mu9
- ferhat ın şirin için dağları delmesi20
- bilinmeyen eski türkçe şarkılar11
- gecenin şarkısı15
- ilk defa mahkeme duruşmasına çıkmak10
- sözlük yazarlarının sıçma anıları11
- koalanın bacaklarının çarpık ve kıllı olması10
- herkes mericini açıklasın19
- gavat olmak istemek10
- arkadaşlar sizce ben sapık mıyım9
- kemalistlerin israili destekleme sebebi12
- hatay usulü soslu döner19
- ahmet sezer bey9
- 5 kasım 2024 abd başkanlık seçimleri48
- dinci sermaye baronlarına karşı tek çare tkp9
- ahmet sezer bey ahmet sezer bey ameliyathaneye9
- din dersinin zorunlu olması15
- akşam yemeği9
- tembel avrat tenceresi10
- en sevdiği meyve çilek olan erkek16
- günün şarkısı11
entry'ler (107)
Mary Wollstonecraft'ın sözüyle: " Para için evlenmek legal fahişeliktir ".
Askerlik gibi bir meslekte bile cinsiyet ayrımcılığına uğrayacak, ülkemin şanssız azınlığıdır.
http://www.hurriyet.com.t...zarid=10&hid=22007995
http://www.hurriyet.com.t...zarid=10&hid=22007995
" Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz bilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir. " Kemal Atatürk.
mekan görmedikleri için kıyas yapamayan bazı insanların sözlüklere girerek hakkında atıp tutmaktan hoşlandıkları cafe. uygun fiyatlı olup da üstüne üstlük sporcu, bisikletçi dostu olan bu mekanların çoğalarak artmasını, ve bu mekanlara bok atmaktan hoşlanan şahısların doğru orantılı olarak azalmasını dileriz efendim.
Dünyanın en gereksiz mesleklerinden birini yapan insandır. Saat başına deve yüküyle aldıkları parayı kenara koyup biriktirirseniz, aylar sonra o paraları gördüğünüzde kendiliğinizden iyileştiğinizi fark edeceksiniz.
yıllar önce ergenlik bunalımlarım sonucu kapısını çaldığım psikolog, ben ağzımı açmadan para isteyince bu mesleğin ne menem bir şey olduğunu o an anlamıştım. Kitap aldım, okudum, düşündüm, araştırdım. En sonunda kendi kendimi tedavi ettim. Buna mecbur kaldım, o yaşta o kadar parayı bulmam için banka soymam gerekiyordu çünkü. Devlet hastanelerimiz pek psikolog barındırmaz malumunuz. Çünkü ruhun hastalanması diye bir şey diye bir şey yoktur (!). Kendi kendimi tedavi edebildiğimi gördükten sonra da psikologluk mesleğinin ne kadar gereksiz, psikologların da soyguncu olduğu gerçeğini kavradım. illa da gideceğim diyorsanız psikiyatriste gidin efendim. Onların en azından ilaç yazma ruhsatları var.
"Bu ülkede insanlar psikoloğa gitmiyor!" diyen aklıevveller, verdikleri hizmete değmeyecek paraları utanmadan isteyen psikologları şöyle bir araştırsınlar. Ne demek istediğimi anlayacaklardır.
edit: psikolog dedected *
yıllar önce ergenlik bunalımlarım sonucu kapısını çaldığım psikolog, ben ağzımı açmadan para isteyince bu mesleğin ne menem bir şey olduğunu o an anlamıştım. Kitap aldım, okudum, düşündüm, araştırdım. En sonunda kendi kendimi tedavi ettim. Buna mecbur kaldım, o yaşta o kadar parayı bulmam için banka soymam gerekiyordu çünkü. Devlet hastanelerimiz pek psikolog barındırmaz malumunuz. Çünkü ruhun hastalanması diye bir şey diye bir şey yoktur (!). Kendi kendimi tedavi edebildiğimi gördükten sonra da psikologluk mesleğinin ne kadar gereksiz, psikologların da soyguncu olduğu gerçeğini kavradım. illa da gideceğim diyorsanız psikiyatriste gidin efendim. Onların en azından ilaç yazma ruhsatları var.
"Bu ülkede insanlar psikoloğa gitmiyor!" diyen aklıevveller, verdikleri hizmete değmeyecek paraları utanmadan isteyen psikologları şöyle bir araştırsınlar. Ne demek istediğimi anlayacaklardır.
edit: psikolog dedected *
Türkiye'de bisiklet denen ulaşım aracının bitmek tükenmek bilmez aşağılanmalarına yeni bir örnek sadece.
türkiye'de kullandığınız aracın kıymeti motorlu ve dört tekerlekli olmasıyla doğru orantılı; içindeki insanın canının kıymeti ise o aracın karayolunda kapladığı hacimle doğru orantılıdır.
bisiklet mi? tu kaka...otomobil gibi prestij kaynağı bir araç varken bisiklete ancak fakirler biner (!).
bakanın söylediği söz de bu gizli aşağılamadan başka bir şey değildir.
evet, bisiklet motorsuz ulaşım aracıdır, insan gücüyle ilerler ve benzin gerektirmez.
şu gerçek ki, türkiye'de böyle bir kültürün gelişmesine asla izin verilmedi. çünkü petrol firması ceo'su abiler türkiye'de böyle bir kültürün gelişmesine izin vermez, çünkü türkiye onların ellerini ovuşturarak beklediği potansiyel müşteridir. çünkü sen ben bisiklete otomobilden daha fazla değer verirsek, onların hali nice olur?
işte yollarda "kıroyum, ama para bende" diye bağırarak sizi sollayan, otoyollarda artislik yapan magandalar, her gün tonla kaza haberinin olduğu bir ülkede bir bisiklet kazası görüp bisikleti tehlikeli (!) ilan eden ve bisikleti küçümseyen cahil kitle bu zihniyetin eseridir.
türkiye'de kullandığınız aracın kıymeti motorlu ve dört tekerlekli olmasıyla doğru orantılı; içindeki insanın canının kıymeti ise o aracın karayolunda kapladığı hacimle doğru orantılıdır.
bisiklet mi? tu kaka...otomobil gibi prestij kaynağı bir araç varken bisiklete ancak fakirler biner (!).
bakanın söylediği söz de bu gizli aşağılamadan başka bir şey değildir.
evet, bisiklet motorsuz ulaşım aracıdır, insan gücüyle ilerler ve benzin gerektirmez.
şu gerçek ki, türkiye'de böyle bir kültürün gelişmesine asla izin verilmedi. çünkü petrol firması ceo'su abiler türkiye'de böyle bir kültürün gelişmesine izin vermez, çünkü türkiye onların ellerini ovuşturarak beklediği potansiyel müşteridir. çünkü sen ben bisiklete otomobilden daha fazla değer verirsek, onların hali nice olur?
işte yollarda "kıroyum, ama para bende" diye bağırarak sizi sollayan, otoyollarda artislik yapan magandalar, her gün tonla kaza haberinin olduğu bir ülkede bir bisiklet kazası görüp bisikleti tehlikeli (!) ilan eden ve bisikleti küçümseyen cahil kitle bu zihniyetin eseridir.
ilk yayınlandığında bayılarak izlediğim; kısa bir süre sonra yayından kaldırıldığında çok üzüldüğüm bir diziydi.
Hatta Dizinin sahnelerinden biri o zaman yaşadığım sokakta çekilmişti. Türk ekranlarında ilk kez bilim-kurgu bir türk dizisi görüyorduk, daha ne olsun? Ertesi gün okulda konuşulan ilk konu buydu: "uzaylı zekiye'yi izledin mi?" Bu dizi ve perihan abla'nın bitmesine çok üzülmüşümdür. ancak yıllar sonra tekrarlarını ekranda görünce "bu dizinin nesini sevmişim yahu?" diye kendimden tiksinmedim değil. son derece basit ve ucuz efektlerle zoraki yapılmış bir türk bilim-kurgusu (?). Tabii o zamanın koşullarına göre türklerin böyle bir şey yapması devrim sayılırdı. dizi bittikten sonra çeşitli spekülasyonlar yapıldı. seden kızıltunç'un parada anlaşamamasından, türk aile yapısına uygun olmamasına kadar (!).
Hatta Dizinin sahnelerinden biri o zaman yaşadığım sokakta çekilmişti. Türk ekranlarında ilk kez bilim-kurgu bir türk dizisi görüyorduk, daha ne olsun? Ertesi gün okulda konuşulan ilk konu buydu: "uzaylı zekiye'yi izledin mi?" Bu dizi ve perihan abla'nın bitmesine çok üzülmüşümdür. ancak yıllar sonra tekrarlarını ekranda görünce "bu dizinin nesini sevmişim yahu?" diye kendimden tiksinmedim değil. son derece basit ve ucuz efektlerle zoraki yapılmış bir türk bilim-kurgusu (?). Tabii o zamanın koşullarına göre türklerin böyle bir şey yapması devrim sayılırdı. dizi bittikten sonra çeşitli spekülasyonlar yapıldı. seden kızıltunç'un parada anlaşamamasından, türk aile yapısına uygun olmamasına kadar (!).
içinde çalışmak için ilkokul mezunu olmanın yeterli olduğu kahveci. burger king ya da mcdonalds usulü yükselme ümidi verirler. ancak iyi eğitimli olanlar değil; işverene en çok yalakalık yapanlar terfi ettirilir. Üniversite mezunu olmayan restoran müdürü olamaz. bunun için üniversite okumamış çalışanlar açıköğretim okuyarak yırtmaya çalışır. şirket içi entrikaların çok döndüğü bir firmadır.
Sahipleri asker kökenlidir. Merkezi istanbul Aksaray'dadır. Her yerde pıtırak gibi acenta açmalarıyla ün yapmışlardır. hizmet kalitesi ve çalışanına sağladığı koşullar yerlerde sürünmektedir. Personel sirkülasyonu akıl almayacak boyutlardadır. Neredeyse bu sektörden geçmiş 2 kişiden birinin trek turizm tecrübesi mevcuttur. şirket içi eğitime önem veriyor gibi görünmesine rağmen en kıç yalayıcı tipler umulmadık pozisyonlara getirilirler (bkz: acenta müdürü). sahibinin çalışanlarından biriyle ilişkisi sonucu gayrımeşru çocuk sahibi olduğu söylentileri havada dolaşmaktadır. Kısacası yanından bile geçilmemesi gereken acentaların başında gelir.
Son derece snob (türkçesi: götü kalkmış) çalışanlara sahip olan; eğer soyadı koç olan biriyle sağlam bir bağlantınız varsa, geçmişiniz ve eğitiminiz ne olursa olsun masa kapabileceğiniz, koç holding'in yegâne seyahat acentasıdır.
Müşteri olarak da, iş olarak da mümkün olduğunca uzak durulması gereken umut taciri saadet zinciri.
Ürünlerinin Amerika içinde satışı FDA tarafından yasaklanmıştır.
Ancak Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerinde tutunabilmektedirler.
Kendileriyle ilgili bir anım da var:
Yeni mezun bir çömezken yıllar önce herbalife'ın bir iş görüşmesine gitmiştim.
Taksim'de bir oteldeydi. Belki orada 50 kişi vardı görüşmek için bekleyen. Matah bir şey sanıp ben de beklemeye koyuldum. Bizi bir toplantı odasına aldılar. Slayt gösterisi başlayacaktı, öndeki masanın yanında koca hoparlörler, ve çıstak çıstak çalan bir müzik....
Hala işin nasıl bir iş olduğunu bilmiyordum ve merakla bekliyordum. Sonra yönetici gibi, başkan gibi birkaç kişi konuşmaya, firma profilini anlatmaya başladılar. Ondan sonra ise bazı satış temsilcileri çıkıp show yapar gibi "kilomu bilmem kaç kilo kontrol ettim" diyerek (ve bunu yaparken de kolunu havaya kaldırmak gibi show amaçlı hareketler yaparak) bizi etkilemeye çalıştı.
Belki yarım saat, belki 1 saat sürdü bu gösteri müzik eşliğinde, hatırlamıyorum. Bir ton şey anlatıldı, en son da söylenen şuydu: Herbalife'a katılabilmek için önce onun paketini satın alıp kullanmak zorunda olduğumuz. En son bir soru sorayım dedim, sormama kalmadan bütün yetkililer salondan boşalmıştı bile!...Şaşakalmıştım, zaten cebimde üç kuruş para yoktu, olsa neden iş arayaydım ki? Demek ki bu bir iş görüşmesi değil, pazarlama ve satış gösterisiydi, ama beni hiç de etkileyememişti. Öfkeli bir şekilde çıkmıştım oradan.
O günden sonra Herbalife ismini ne zaman duysam tiksinti duydum. Ha, bir ara ben de çok kilo almıştım, ama Herbalife'ı kullanmak aklımın ucuna bile gelmedi, bol bol spor yaptım. Şu an lisanslı sporcuyum. Ve kilomu istediğim gibi kontrol altında tutabiliyorum.
Ürünlerinin Amerika içinde satışı FDA tarafından yasaklanmıştır.
Ancak Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerinde tutunabilmektedirler.
Kendileriyle ilgili bir anım da var:
Yeni mezun bir çömezken yıllar önce herbalife'ın bir iş görüşmesine gitmiştim.
Taksim'de bir oteldeydi. Belki orada 50 kişi vardı görüşmek için bekleyen. Matah bir şey sanıp ben de beklemeye koyuldum. Bizi bir toplantı odasına aldılar. Slayt gösterisi başlayacaktı, öndeki masanın yanında koca hoparlörler, ve çıstak çıstak çalan bir müzik....
Hala işin nasıl bir iş olduğunu bilmiyordum ve merakla bekliyordum. Sonra yönetici gibi, başkan gibi birkaç kişi konuşmaya, firma profilini anlatmaya başladılar. Ondan sonra ise bazı satış temsilcileri çıkıp show yapar gibi "kilomu bilmem kaç kilo kontrol ettim" diyerek (ve bunu yaparken de kolunu havaya kaldırmak gibi show amaçlı hareketler yaparak) bizi etkilemeye çalıştı.
Belki yarım saat, belki 1 saat sürdü bu gösteri müzik eşliğinde, hatırlamıyorum. Bir ton şey anlatıldı, en son da söylenen şuydu: Herbalife'a katılabilmek için önce onun paketini satın alıp kullanmak zorunda olduğumuz. En son bir soru sorayım dedim, sormama kalmadan bütün yetkililer salondan boşalmıştı bile!...Şaşakalmıştım, zaten cebimde üç kuruş para yoktu, olsa neden iş arayaydım ki? Demek ki bu bir iş görüşmesi değil, pazarlama ve satış gösterisiydi, ama beni hiç de etkileyememişti. Öfkeli bir şekilde çıkmıştım oradan.
O günden sonra Herbalife ismini ne zaman duysam tiksinti duydum. Ha, bir ara ben de çok kilo almıştım, ama Herbalife'ı kullanmak aklımın ucuna bile gelmedi, bol bol spor yaptım. Şu an lisanslı sporcuyum. Ve kilomu istediğim gibi kontrol altında tutabiliyorum.
Gizli bir Hüseyin Üzmez potansiyeli taşıyan adam.
17 yaşında bir veletken, Milliyet Gazetesi binasındaki kısa iş tecrübem sırasında, kendisiyle uygun olduğu bir zamanda kısa bir sohbet gerçekleştirmek istediğimi söylemiştim. Amacım kendisinin iş tecrübelerinden faydalanmak, belki de hayata dair birkaç nasihat almaktı. Ancak bu ricama karşılık üzerimde sapıkça bakışlar yakalayınca bu düşüncemden hemen vazgeçtim. Bunu izleyen günlerde adamın gözünü sürekli üzerimde yakaladım; hatta birkaç gün sonra dayanamayıp sordu bana "niye gelmedin?" diye. Ben de fırsat bulamadığımı söylemiştim.
O günden sonra kimseyi gereksiz yere gözümde büyütmemem, aslında insanların kendilerini şişirdikleri kadar "insan" ve "aydın" olmadıkları gerçeğini kavradım.
17 yaşında bir veletken, Milliyet Gazetesi binasındaki kısa iş tecrübem sırasında, kendisiyle uygun olduğu bir zamanda kısa bir sohbet gerçekleştirmek istediğimi söylemiştim. Amacım kendisinin iş tecrübelerinden faydalanmak, belki de hayata dair birkaç nasihat almaktı. Ancak bu ricama karşılık üzerimde sapıkça bakışlar yakalayınca bu düşüncemden hemen vazgeçtim. Bunu izleyen günlerde adamın gözünü sürekli üzerimde yakaladım; hatta birkaç gün sonra dayanamayıp sordu bana "niye gelmedin?" diye. Ben de fırsat bulamadığımı söylemiştim.
O günden sonra kimseyi gereksiz yere gözümde büyütmemem, aslında insanların kendilerini şişirdikleri kadar "insan" ve "aydın" olmadıkları gerçeğini kavradım.
insan olanı %1'i biyolojik olup, geri kalan kısmı toplum tarafından belirlenen kurallar silsilesinin oluşturduğu cinsiyettir.
Hayvanlar dünyasından farklı olarak insanlarda, erkeklik ve kadınlık özelliklerini büyük oranda toplum belirler; böylece cinsiyet ve bunun izdüşümü olan her şey toplumsal cinsiyetin inceleme alanına girer (bkz: toplumsal cinsiyet).
Erkek-egemen toplumlarda erkek kadından üstün tutulur. Bu düşünceye dayanarak, toplumun erkek cinsiyete dikte ettiği birtakım düşünce, tutum ve davranışlar erkeklerin çevrelerinde onaylanabilir olmaları için zorunlu kılınır. Bu durum, bir noktadan sonra doğal kabul edilmeye başlanır; hatta doğada da böyle olduğu düşünülür. Halbuki durum tam tersidir.
Ataerkil toplumlarda erkek olmak, kadın olmanın tam tersi olarak düşünülür. Buna göre: erkek olmak için kadın olmamak, kadın gibi olmamak şarttır! Erkek olmak = kadın olmamak, kadın gibi olmamaktır. Bu da toplumların kadınlara uyguladıkları toplumsal cinsiyet rolleri yadsınarak ve dişil olan her şey ötekileştirilerek yapılır. Empati kurmamak esastır. Bunun başladığı anda erkeklik özelliklerinin yiteceği düşünülür (bkz: erkeklerin kadınları anlamaması). Devlet, aile gibi kurumlar da bunu destekler. Dişil olan her şey küçümsenir, aşağılanır, küfürlerin öznesi yapılır; alaya alınır. erkek, bu şekilde kadına olan üstünlüğünü (?) ve erkek olduğunu hem kendine, hem de çevresine ispatladığını düşünür. Kadınsı olmaktan kasıt yalnızca kadınlık durumu değildir; kadınsı olan erkekler de bu ötekileştirme alanına girer. Erkek için kadınsı olmak başlıbaşına yok sayılması gereken bir şeyken, kadınsı bir erkek (eşcinsel, gay ya da transseksüeller) başlıbaşına bir felaket, hatta yok edilmesi gereken bir türdür.
Örnek olarak: Öküz ve boğa aynı hayvan olmasına rağmen toplumun bir kısmı bu gerçeklikten habersizdir. Boğa kutsanan bir hayvanken, öküz bir o kadar aşağılanmaktadır. Oysa ikisi aynı hayvan olup, öküz boğanın hadım edilmiş hali olmaktan başka bir şey değildir. Bu bir bakıma da erkeklerin iğdiş edilme korkusunun dile yansıyan kısmıdır. iğdiş edilmek, başlıbaşına erkeklik özelliklerinin kaybı anlamına gelir ve tüm erkeklerin en büyük korkusudur.
Toplumların uygarlaşmasında erkeklerin eğitilmesi, tam tersine kadınların eğitilmesinden daha büyük bir önem taşımaktadır. erkeği eğitmek kadını eğitmekten daha gerekli ve gerekli olduğu kadar zor ve çetrefillidir. çünkü erkeğin doğası barbardır ve şiddet yanlısıdır; ancak toplumsallaştırılarak ve birtakım yasaklar getirilerek bu özellikler minimuma indirebilir. Bu ise sistematik bir eğitimle mümkündür. Erkeği destekleyen ve kadını arka plana iten ataerkil toplumlarda bu eğitim daha da imkânsızlaşır. çünkü vahşi erkek davranışları ve çarpık düşünce sistemi, toplum tarafından kabul görmekte ve normalleştirilmektedir.
Erkek, toplumsal kurallara görünürde uyum sağlayabilir. Ancak bu, toplum içinde uyumlu görünen erkeğin gerçekte de böyle olduğu anlamına gelmez. Velhasıl erkekler mükemmel birer oyuncudurlar; içine girdikleri kabın şeklini rahatlıkla alırlar ve her konuyu kendi lehine manipüle etme yeteneğine sahiptirler. Toplumsal ilişkilerde bu dikkatli bir gözlemle fark edilebilir (bkz: ortamdaki kız gidince değişen muhabbet). Erkekler kadınların karşısında -genellikle- toplumsal normları uygulasalar da gerçek yüzleri birbirleriyle başbaşa kaldıklarında gözle görülür hale gelir. Tüm ilkel benlik ortaya çıkar ve Kadınları son derece aşağılayan, kadın cinsiyetine doğrudan yapılan hakaretlerde bulunurlar. Bunun başlıca sebebi, ancak böyle düşünüldüğü, konuşulduğu sürece erkek olunduğunu düşünüyor olmalarıdır. Gerek aile, gerek yaşanılan çevre, alınan eğitimin niteliği erkeklerin bu çarpık zihniyetini bir nebze değiştirebilir; ancak toplumumuzda erkeklerin geneli bu zihniyete hapsolmuş bir şekilde yaşamaktadır.
Bundan daha korkuncu ise bu zihniyetin kadınlara da kabul ettirilmeye çalışılmasıdır (bkz: ben erkeklerle daha iyi anlaşıyorum diyen kız). Ne yazık ki bu kadınlar erkeklerin ekmeğine yağ sürdüklerinin farkında değildir. Böylece bütün toplum kadın düşmanı, misojinik bir yapıya bürünür. Kadınlar birbirlerine düşmanca tavırlar geliştirir; erkekler ise bu durumdan nemalanır.
" Kadınları aşağı, asalak bir sınıf olarak tanımlayan erkeklerin yönettiği bu toplumda, herhangi bir biçimde erkek onayı kazanmayı başaramayan bir kadın mahvolmuş demektir. Varlığını haklı çıkarabilmek için bir kadının, "kadından öte" biri olması gerekir; aşağı bir varlık olarak tanımlanmaktan kurtulmak için, kadın hiç durmadan bir çıkış yolu aramalıdır. Böylece kadınları, kendilerini birey olarak dışında bırakıldıkları sürece, bir sınıf olarak kadınların aşağılanmasına karşı çıkmamaları gibi acayip bir durum doğar (bkz: kadın kadının kurdudur). Bir kadın için en büyük aşağılanma, onun "kadın gibi" olması, başka bir deyişle kadından başka bir şey olmamasıdır; en büyük övgüyse bir erkek kadar zeki, yetenekli, onurlu ya da güçlü olmasıdır. Aslında ezilen sınıfların üyeleri gibi kadın da kendine benzeyenleri aşağılayanlara katılır; başkalarına, bir birey olarak, kendisinin ötekilerden üstün olduğunu göstermeye çalışır. Böylece bir sınıf olarak kadınlar birbirlerine düşürülmüş olur (bkz: böl ve yönet). "Öteki kadın" erkeğin karısının "onu anlamayan bir cadaloz" olduğuna, erkeğin karısıysa öteki kadının erkeği "sömüren bir çıkarcı" olduğuna inanır - bu arada gerçek suçlu, gizlice paçasını sıyırıp istediği gibi yaşar." (bkz: Shulamith Firestone), (bkz: Cinselliğin Diyalektiği)
Yukarıda yazılanlar sanılmasın ki yalnızca türkiye'ye özgü erkek davranışlarıdır. Dünyanın genelinde, en uygar geçinen ülkeden en geri kalmışına dek erkekler böyle düşünüyor ve böyle davranıyor. Yalnızca son 6000 yıldır dünyaya egemen olan ataerkil sistem, türkiye'ye özgü değil; tüm dünyada şu an hüküm sürmektedir. Kadının özgürlüğü için yapılan savaş tüm dünya kadınları için eşit derecede önem taşımaktadır.
http://www.guardian.co.uk...xism-misogyny?INTCMP=SRCH
Edit: Eksileyen aklıevveller, böylece ne kadar doğru şeyler yazdığımı daha iyi anlıyorum, aynen devam...
Hayvanlar dünyasından farklı olarak insanlarda, erkeklik ve kadınlık özelliklerini büyük oranda toplum belirler; böylece cinsiyet ve bunun izdüşümü olan her şey toplumsal cinsiyetin inceleme alanına girer (bkz: toplumsal cinsiyet).
Erkek-egemen toplumlarda erkek kadından üstün tutulur. Bu düşünceye dayanarak, toplumun erkek cinsiyete dikte ettiği birtakım düşünce, tutum ve davranışlar erkeklerin çevrelerinde onaylanabilir olmaları için zorunlu kılınır. Bu durum, bir noktadan sonra doğal kabul edilmeye başlanır; hatta doğada da böyle olduğu düşünülür. Halbuki durum tam tersidir.
Ataerkil toplumlarda erkek olmak, kadın olmanın tam tersi olarak düşünülür. Buna göre: erkek olmak için kadın olmamak, kadın gibi olmamak şarttır! Erkek olmak = kadın olmamak, kadın gibi olmamaktır. Bu da toplumların kadınlara uyguladıkları toplumsal cinsiyet rolleri yadsınarak ve dişil olan her şey ötekileştirilerek yapılır. Empati kurmamak esastır. Bunun başladığı anda erkeklik özelliklerinin yiteceği düşünülür (bkz: erkeklerin kadınları anlamaması). Devlet, aile gibi kurumlar da bunu destekler. Dişil olan her şey küçümsenir, aşağılanır, küfürlerin öznesi yapılır; alaya alınır. erkek, bu şekilde kadına olan üstünlüğünü (?) ve erkek olduğunu hem kendine, hem de çevresine ispatladığını düşünür. Kadınsı olmaktan kasıt yalnızca kadınlık durumu değildir; kadınsı olan erkekler de bu ötekileştirme alanına girer. Erkek için kadınsı olmak başlıbaşına yok sayılması gereken bir şeyken, kadınsı bir erkek (eşcinsel, gay ya da transseksüeller) başlıbaşına bir felaket, hatta yok edilmesi gereken bir türdür.
Örnek olarak: Öküz ve boğa aynı hayvan olmasına rağmen toplumun bir kısmı bu gerçeklikten habersizdir. Boğa kutsanan bir hayvanken, öküz bir o kadar aşağılanmaktadır. Oysa ikisi aynı hayvan olup, öküz boğanın hadım edilmiş hali olmaktan başka bir şey değildir. Bu bir bakıma da erkeklerin iğdiş edilme korkusunun dile yansıyan kısmıdır. iğdiş edilmek, başlıbaşına erkeklik özelliklerinin kaybı anlamına gelir ve tüm erkeklerin en büyük korkusudur.
Toplumların uygarlaşmasında erkeklerin eğitilmesi, tam tersine kadınların eğitilmesinden daha büyük bir önem taşımaktadır. erkeği eğitmek kadını eğitmekten daha gerekli ve gerekli olduğu kadar zor ve çetrefillidir. çünkü erkeğin doğası barbardır ve şiddet yanlısıdır; ancak toplumsallaştırılarak ve birtakım yasaklar getirilerek bu özellikler minimuma indirebilir. Bu ise sistematik bir eğitimle mümkündür. Erkeği destekleyen ve kadını arka plana iten ataerkil toplumlarda bu eğitim daha da imkânsızlaşır. çünkü vahşi erkek davranışları ve çarpık düşünce sistemi, toplum tarafından kabul görmekte ve normalleştirilmektedir.
Erkek, toplumsal kurallara görünürde uyum sağlayabilir. Ancak bu, toplum içinde uyumlu görünen erkeğin gerçekte de böyle olduğu anlamına gelmez. Velhasıl erkekler mükemmel birer oyuncudurlar; içine girdikleri kabın şeklini rahatlıkla alırlar ve her konuyu kendi lehine manipüle etme yeteneğine sahiptirler. Toplumsal ilişkilerde bu dikkatli bir gözlemle fark edilebilir (bkz: ortamdaki kız gidince değişen muhabbet). Erkekler kadınların karşısında -genellikle- toplumsal normları uygulasalar da gerçek yüzleri birbirleriyle başbaşa kaldıklarında gözle görülür hale gelir. Tüm ilkel benlik ortaya çıkar ve Kadınları son derece aşağılayan, kadın cinsiyetine doğrudan yapılan hakaretlerde bulunurlar. Bunun başlıca sebebi, ancak böyle düşünüldüğü, konuşulduğu sürece erkek olunduğunu düşünüyor olmalarıdır. Gerek aile, gerek yaşanılan çevre, alınan eğitimin niteliği erkeklerin bu çarpık zihniyetini bir nebze değiştirebilir; ancak toplumumuzda erkeklerin geneli bu zihniyete hapsolmuş bir şekilde yaşamaktadır.
Bundan daha korkuncu ise bu zihniyetin kadınlara da kabul ettirilmeye çalışılmasıdır (bkz: ben erkeklerle daha iyi anlaşıyorum diyen kız). Ne yazık ki bu kadınlar erkeklerin ekmeğine yağ sürdüklerinin farkında değildir. Böylece bütün toplum kadın düşmanı, misojinik bir yapıya bürünür. Kadınlar birbirlerine düşmanca tavırlar geliştirir; erkekler ise bu durumdan nemalanır.
" Kadınları aşağı, asalak bir sınıf olarak tanımlayan erkeklerin yönettiği bu toplumda, herhangi bir biçimde erkek onayı kazanmayı başaramayan bir kadın mahvolmuş demektir. Varlığını haklı çıkarabilmek için bir kadının, "kadından öte" biri olması gerekir; aşağı bir varlık olarak tanımlanmaktan kurtulmak için, kadın hiç durmadan bir çıkış yolu aramalıdır. Böylece kadınları, kendilerini birey olarak dışında bırakıldıkları sürece, bir sınıf olarak kadınların aşağılanmasına karşı çıkmamaları gibi acayip bir durum doğar (bkz: kadın kadının kurdudur). Bir kadın için en büyük aşağılanma, onun "kadın gibi" olması, başka bir deyişle kadından başka bir şey olmamasıdır; en büyük övgüyse bir erkek kadar zeki, yetenekli, onurlu ya da güçlü olmasıdır. Aslında ezilen sınıfların üyeleri gibi kadın da kendine benzeyenleri aşağılayanlara katılır; başkalarına, bir birey olarak, kendisinin ötekilerden üstün olduğunu göstermeye çalışır. Böylece bir sınıf olarak kadınlar birbirlerine düşürülmüş olur (bkz: böl ve yönet). "Öteki kadın" erkeğin karısının "onu anlamayan bir cadaloz" olduğuna, erkeğin karısıysa öteki kadının erkeği "sömüren bir çıkarcı" olduğuna inanır - bu arada gerçek suçlu, gizlice paçasını sıyırıp istediği gibi yaşar." (bkz: Shulamith Firestone), (bkz: Cinselliğin Diyalektiği)
Yukarıda yazılanlar sanılmasın ki yalnızca türkiye'ye özgü erkek davranışlarıdır. Dünyanın genelinde, en uygar geçinen ülkeden en geri kalmışına dek erkekler böyle düşünüyor ve böyle davranıyor. Yalnızca son 6000 yıldır dünyaya egemen olan ataerkil sistem, türkiye'ye özgü değil; tüm dünyada şu an hüküm sürmektedir. Kadının özgürlüğü için yapılan savaş tüm dünya kadınları için eşit derecede önem taşımaktadır.
http://www.guardian.co.uk...xism-misogyny?INTCMP=SRCH
Edit: Eksileyen aklıevveller, böylece ne kadar doğru şeyler yazdığımı daha iyi anlıyorum, aynen devam...
oldukça büyük bir potansiyele sahip ülkelerde, halkın tek çatı altında birleşerek güçlenmemesi ve küresel güçlerin çıkarlarının önüne geçmemeleri amacıyla küresel güçler tarafından bizatihi uygulanan ve iktidarların maşa olarak kullanıldığı politik sistemdir (bkz: derin devlet).
Ve 1950 yılından itibaren (bkz: demokrat parti) (bkz: marshall planı) tüm gücüyle türkiye'de uygulanmaya başlanmış ve günümüzde hala bütün şiddetiyle devam eden türkiye'nin politika sistemidir.
iktidarlar gelip geçicidir; böl ve yönet taktiği kalıcıdır. Ortadoğu'nun en stratejik noktasında bulunan kalabalık, genç ve aslında avrupa ve amerika'ya göre sonsuz kaynaklara sahip ülkesi türkiye, hiçbir zaman güçlü bir ülke olmamalı, ortadoğu üzerindeki diğer ülkelere uygulanan taktik ona da uygulanmalıdır; ki hiçbir zaman hayal ettiği ekonomik güce ulaşamasın. Amerika'nın silah tüccarları ya da kaynaklara gözünü dikmiş CEO'ların ekmeğine yağ sürülsün.
Halk sürekli birbiriyle kavga halinde olmalı; bu kavgalar yüzünden büyük resmi görmemelidir. Dışarıdan berrak olan bu resim, biz iran-ırak-suriye-tunus-libya-mısır'a bakarken net olmasına rağmen, kendi içimizde bunların olmadığını düşündürecek kadar gözleri ve beyni kör eder.
Net anlaşılmasına katkı sağlamak için son 50 yılın ve günümüzün bölünmeye çalışılan unsurlarına bakınız:
Kadın-erkek
zengin-yoksul
okumuş-cahil
alevi-sünni
komünist-vatansever
sağ-sol
laik-dinci
tesettürlü-açık
türk-kürt
...
...
Net anlaşılmasına katkı sağlamak için son 50 yılın ve günümüzün olaylarına bakınız:
(bkz: sivas katliamı)
(bkz: başbağlar katliamı)
(bkz: hayata dönüş operasyonu)
(bkz: maraş katliamı)
...
http://tr.wikipedia.org/w...3%BCrkiye'deki_katliamlar
Biz bu oyuna geldikçe daha gider bu.
Halkın ortak çıkarı ekonomiktir. Hayattaki en gerçek kavga, ekmek kavgasıdır.
Bunun anlaşıldığı an, Türkiye'nin kurtuluşu için ümidin doğacağı andır.
Ve 1950 yılından itibaren (bkz: demokrat parti) (bkz: marshall planı) tüm gücüyle türkiye'de uygulanmaya başlanmış ve günümüzde hala bütün şiddetiyle devam eden türkiye'nin politika sistemidir.
iktidarlar gelip geçicidir; böl ve yönet taktiği kalıcıdır. Ortadoğu'nun en stratejik noktasında bulunan kalabalık, genç ve aslında avrupa ve amerika'ya göre sonsuz kaynaklara sahip ülkesi türkiye, hiçbir zaman güçlü bir ülke olmamalı, ortadoğu üzerindeki diğer ülkelere uygulanan taktik ona da uygulanmalıdır; ki hiçbir zaman hayal ettiği ekonomik güce ulaşamasın. Amerika'nın silah tüccarları ya da kaynaklara gözünü dikmiş CEO'ların ekmeğine yağ sürülsün.
Halk sürekli birbiriyle kavga halinde olmalı; bu kavgalar yüzünden büyük resmi görmemelidir. Dışarıdan berrak olan bu resim, biz iran-ırak-suriye-tunus-libya-mısır'a bakarken net olmasına rağmen, kendi içimizde bunların olmadığını düşündürecek kadar gözleri ve beyni kör eder.
Net anlaşılmasına katkı sağlamak için son 50 yılın ve günümüzün bölünmeye çalışılan unsurlarına bakınız:
Kadın-erkek
zengin-yoksul
okumuş-cahil
alevi-sünni
komünist-vatansever
sağ-sol
laik-dinci
tesettürlü-açık
türk-kürt
...
...
Net anlaşılmasına katkı sağlamak için son 50 yılın ve günümüzün olaylarına bakınız:
(bkz: sivas katliamı)
(bkz: başbağlar katliamı)
(bkz: hayata dönüş operasyonu)
(bkz: maraş katliamı)
...
http://tr.wikipedia.org/w...3%BCrkiye'deki_katliamlar
Biz bu oyuna geldikçe daha gider bu.
Halkın ortak çıkarı ekonomiktir. Hayattaki en gerçek kavga, ekmek kavgasıdır.
Bunun anlaşıldığı an, Türkiye'nin kurtuluşu için ümidin doğacağı andır.
Antropoloji, etnoloji, evrimbilim konularında aşmış, dahi bilim kadını. 1905-1979 yılları arasında yaşamıştır.
Aynı zamanda 1940 yılından başlayarak kadın özgürlüğü hareketinde aktif rol almıştır.
Kadının evrimi, toplumdaki ilk anaerkil yapılanmalar ve totem ile tabu konularında şimdiye dek hiçbir bilim adamının yapmadığı araştırmayı yapmış ve hasıraltı edilmek istenen gerçekleri su yüzüne çıkarmıştır.
Kitapları okunası, gelecek kuşaklara miras bırakılasıdır.
Ne yazık ki hayatıyla ilgili türkçe olarak kaynak bulunmamaktadır.
Eserleri için:
(bkz: Kadının Evrimi)
(bkz: Bilim ve cinsiyet ayrımı)
(bkz: Kadın özgürlüğünün sorunları)
Hayatı için:
http://en.wikipedia.org/wiki/Evelyn_Reed
Aynı zamanda 1940 yılından başlayarak kadın özgürlüğü hareketinde aktif rol almıştır.
Kadının evrimi, toplumdaki ilk anaerkil yapılanmalar ve totem ile tabu konularında şimdiye dek hiçbir bilim adamının yapmadığı araştırmayı yapmış ve hasıraltı edilmek istenen gerçekleri su yüzüne çıkarmıştır.
Kitapları okunası, gelecek kuşaklara miras bırakılasıdır.
Ne yazık ki hayatıyla ilgili türkçe olarak kaynak bulunmamaktadır.
Eserleri için:
(bkz: Kadının Evrimi)
(bkz: Bilim ve cinsiyet ayrımı)
(bkz: Kadın özgürlüğünün sorunları)
Hayatı için:
http://en.wikipedia.org/wiki/Evelyn_Reed