bugün
- wolverine gibi tırnakları olan kız10
- çocukluk travmaları16
- rakının berbat bir içki olması28
- akp belediyesinin 85 milyon liraya konser vermesi15
- utopyalarkralicesi9
- galerinizde bulunan en saçma fotoğraf15
- kürdüm 5000 yıllık tarihim var var mı diyeceğin21
- uludağ'ın kaderi13
- true'nun ölmesi9
- anın görüntüsü16
- gecenin şarkısı17
- rusya nükleer güç kullanılır mı sorusu20
- etek giyersen tecavüzü hakedersin13
- mutluluğun formulü8
- doritoslu çiğ köfte12
- güzel erkek isimleri19
- hayal dünyasında yaşamak10
- gozlerinmeyhanesi'nın vefat etmesi24
- karınız için sözlüğü bırakır mısınız11
- true'nun yetkili olması9
- en etkili içki hangisi8
- homofobik yazarlar birliği10
- sözlük yazarlarının yapmayı en çok istediği meslek21
- hayatı seviyorum eylemleri21
- sözlük yazarlarının favori haber kanalı8
- true ile utopyalarkralicesi11
- larisalisa öldü mü12
- profilinizden karakter analiz ediyorum toplanın16
- sözlükte birbirine yakıştırdığınız yazarlar11
- sözlükteki ruh hastaları24
- true neden evlenemiyor9
- yazarların çektiği çiçek fotoğrafları11
- mantı8
- yazarların en sevdiği cem karaca şarkıları17
- nervio abla36
- en son ne yediniz13
- 1 milyon dolar'a ismet'in tırnaklarını yer misiniz8
- seküler yaşamın faşist bakış açısı15
- larisalisa17
- sabah ereksiyonu olamıyorum11
- yaşı geldiği halde evlenmeyen insan11
- kız kardeşini date'e hazırlayan abi22
- gece dışarıdan gelen hav hav hav sesleri11
- an itibarıyla yazarların nerede olup ne yaptığı30
- chatgpt ile yazarların görselleri13
- erkeklerin erkeklere taktığı kırıcı lakaplar13
- ellerim bos gonlum hos11
- amerika'nın icat ettiği bir şey söyleyin13
- insan olmaya ceyrek kala23
- doktorların hastalara sevgi göstermemesi8
entry'ler (1238)
izleyin ve dinleyin lan köpekler. Gözünüz klip kulağınız şarkı görsün. http://youtu.be/g6Sml5gPVqU
Ali Aydemir’in söylediği mis gibi şarkı.
https://www.youtube.com/watch?v=MBNSkBvd9y0
Linkten dinleyebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=MBNSkBvd9y0
Linkten dinleyebilirsiniz.
Vallahi yalan.
(bkz: https://youtu.be/BjQKXyNs_MI)
(bkz: https://youtu.be/BjQKXyNs_MI)
sibel can'ın yeni albümündeki kıpır kıpır şarkıdır. pop severler, modunuz düştüğünde, enerji depolamaya, uzun yolları kısaltmaya eğlenceli şarkı arayanlara;
ahan da linki
(bkz: https://www.youtube.com/w...XyNs_MI&start_radio=1)
ahan da linki
(bkz: https://www.youtube.com/w...XyNs_MI&start_radio=1)
kırılan dişimin gönlünü almaya çalışırım, tüm erkekler böyle yapmalı, ne sebeple olursa olsun kırdığı dişisinin gönlünü almalıdır.
Ben şunu söylemek istiyorum; De ki sözlükte 100 yazar hah işte 96’sından tiksiniyorum.
Arkadaşlar merhaba, başımdan geçen bu olayı anlatmak ve anlatmamak arasında uzun süredir gelgitler yaşıyorum. Bu olayı anlatmamın o dehşet anını yeniden hatırlamama neden olacağını düşündüğüm için uzunca zamandır bekliyordum. Ama artık sorumlu bir vatandaş olarak bunu anlatmam gerektiğine karar verdim. Evet, anlatacağım…
Yaklaşık 15 gün önce, bir iş için gittiğim istanbul’da, “Sakın taksiye binme taksi seni çok dolaştırır, bilmediğin yer kazıklanırsın” gibi öncesinden sahip olduğum bilgiler nedeniyle mecburiyetten bir Uber çağırdım. Bu ilk Uber deneyimim olacaktı o yüzden heyecanlıydım. Ancak sadece heyecan değildi içimdeki, sağdan soldan duyduğum haberlerden dolayı hafiften bir tırsmada vardı. Ya bir taksici bizi döverse, ya yolumuzu keserlerse falan diye tırsıyordum. içten içe de kendimi rahatlatmaya çalışıyordum.
Neyse, bir süre sonra araç geldi…
Gelen araç biraz da ürkütücüydü, siyah camlar, siyah jantlar, simsiyah bir arabaydı üstelik sağından solundan zincirler sarkıyordu arabanın. Şoföre –şoförü de birazdan tarif edeceğim- “Bu zincirler de neyin nesi?” diye sorduğumda “Uberden önce çekicilik yapıyordum, çeki zinciri onlar” cevabını aldım. Bu işlerden pek anlamadığım için makul bulmuştum bu açıklamayı.
Sonra, kafasında kasket, kareli gömleğin üzerine triko yelek giymiş olan şoförün verdiği rahatlatma hissiyle araca bindim. Bu şoför, bir taksi şoförü olsa hiç yadırgamazdım aslında. Çünkü hemen her yerde görebileceğimiz, 65 yaş üstü dayılar gibiydi görüntüsü. Ancak bu dayının Uber şoförü olması biraz tuhaf gelmişti. Yine de bindim arabasına ve düştük yola…
Biraz tedirgin biraz gözlemci bir şekilde yoluma devam ediyordum, taksilerin yanından geçerken tedirgin, daha önce görmediğim yerlerden geçerken heyecanlı bir şekilde ilerliyordum... Gideceğimiz güzergâh bahtsızlığımın bir yansımasıymışçasına Bahçeli’nin deyimiyle ıssızı ıssaza ıssazsızdı. Yani o “işsiz” demek istiyordu belki ama benim gideceğim yer ıssızdı. Bu ıssızlık içimdeki o ürküntüyü biraz daha tetikliyordu.
“Müzik açsam rahatsız olur musun genç” diye sordu dayı. Dayının bu sorusu ürkme ile heyecan arasında gidip gelen duygularımı biraz yumuşattı. “Tabii buyur aç dayı” dedim. içimden “Dayı şimdi TRT radyo açar, bizim yörelerden bir türkü çalar, TRT’nin o bilindik anonsu hangi yöreye ait türküyü hangi sanatçımızın söyleyeceğini zikreder, biraz ‘datdiri dittiri diriri diri dom ben yârimi seviyom’, biraz ‘Cemile’min gezdiği dağlar meşeli, imanım’ şeklinde gideriz yolumuza” diye düşünürken, dayı dayadı ağzıma ağzıma sert metali… “Allah Allah, dayıya bak sen” diye düşünürken, dayının vitese uzanan elini gördüm. ilk dehşet anımı orada yaşadım… Dayı gazı kökleyip vitesi beşlerken, ülkücü hareketin kurt işaretine benzeyen o “metal müzik” işaretini yapmıştı… Bir an durdum, sonra kendi kendime güldüm, “yok canım” dedim, “dayının ne işi olur metal işaretiyle, bir an gaza geldi, vitesi tutarken eli yanlışlıkla o hali alıverdi” diye düşündüm.
Lakin dayı sert bir şekilde direksiyonu sola kırıp, rotadan çıktı. (Ne olur ne olmaz diye düşünerek yine de navigasyonu açmıştım, evet dostlar maalesef güzergâhtan çıkmıştık) Paniğimi belli etmeden, sesimi düzeltip “hayırdır dayı, nereye gidiyoruz” dedim. Dayı birden durdu, bir rüyadan uyanırmışçasına sakinleşti, müziğin sesini kıstı, “kusura bakma evlat kaptırdım kendimi bir an” dedi, gülümsedi. O gülümseyince ben de rahatladım. Ancak nereye gidiyorduk? Çok geçmeden dayı mahcup bir sesle açıklamasını yaptı; “Az ileride bir pet shop var, bizim hanımı üç beş gündür üç harfliler rahatsız ediyor, evde kedi olursa onlar gelmez derler, bir kedi alacağım hanıma, müsaadenle önce oraya bir uğrayalım” dedi.
Birden kendimden utandım, Mahmut amcaydı şoför, Cuma’dan çıkan hacı yağı kokulu bir Cemşit dayıydı. Ekmeğinin peşinde koşan, emekli ikramiyesiyle zar zor alabildiği arabasıyla ek işler yaparak geçimini sağlamaya çalışan bir Ekrem enişteydi. “Dopluyu sattıng mı inişte” diye sorduğumuz, “Gonya’da Peju varımış bi dene servisten çıkma j9’lardan ona mı baksak Peju iyidir” diye muhabbet ettiğimiz Ramazan dayıydı… Bense bu adamı biraz tedirgin edici bulmuş, metal müzik işareti yapan uğursuzun biri olarak düşünmüştüm. Aniden rota değiştirmiş olmasını kötüye yorduğum bu dayı “karısını korkutan üç harflilere önlem olsun diye kedi alan” bir minnoş Reşat amcaydı… Altmış beşine bastığı ilk gün gidip beleş otobüs kartı alan, halk ekmek kuyruğunda bekleyen dayılardan…
Artık içim daha rahattı, olur da bir taksici bizi çevirirse, mahalleden, ailesinden ya da sülalesinden aşina olduğu dayılara benzeyen bu şoför dayının yüzü suyu hürmetine bize zarar vermezdi.
Dayı kısık sesli metal müzik eşliğinde sürdü aracı pet shopa doğru. Sonra “sen bekle yeğen, ben kediyi kapıp geliyorum” dedi. Araçtan inerken sıyrılan pantolonun kenarından sarkan zinciri gördüm. Onu gördüğümü gören dayı, biraz tereddütlü biraz da mahcup “cüzdanı sık sık kaybederim evlat, şu zincir de olmasa…” dedi ve yaşlılığından utanarak gitti.
Arabada yalnızdım, içini iyice incelemeye başladım, her şey yerli yerinde görünüyordu, düzgündü, tereddüt uyandıracak bir şey yoktu. Derken dayı geldi, elinde bir kedi kafesi, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle atladı arabaya. Kediyi, kafesiyle birlikte hoyratça yan koltuğa bırakırken, bir yandan da gazı kökledi, patileyerek kalktık. Geç kaldığımızı düşündüğü için böyle yaptığını düşündüğümden, “acele etme dayı vaktim var” dedim. Ses çıkartmadı, sonra biraz sessizlik oldu, bu sessizliği bozmak için “buna bir kedi merdiveni alaydın dayı, oynardı, şimdi böyle bütün kanepe kenarlarını sikertir bu” dedim. Susmamı istermişçesine hard metal çalan radyonun sesini kökledi. Arabayı kullanışı da değişmişti. Daha sert, daha agresif kullanıyordu. Uyarma gereği hissederek “dayı biraz yavaş kullanır mısın?” dedim. Oralı olmadı, sesimi biraz daha sertleştirip “dayı” dedim. Üzerindeki triko süveteri sıyırıp çıkartırken “siktirtme şimdi dayını” dedi. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken, gömlek cebindeki kimliğini, tarağını, cüzdanını, sigara paketini komple çıkartıp konsola attı. Ben “sıcakladı herhalde, kalp krizi mi şeker atağı mı acaba” diye düşünürken, kafasındaki kasketi çıkarttı uzun dalgalı saçlarını, şampuan reklamlarındaki starlar gibi savurarak dağıttı. iki eliyle iki yakasından tuttuğu gömleğini düğmelerini kopartarak süpermenmişçesine açtığında acı gerçekle karşılaştım; beyaz kuru kafa baskılı simsiyah bir tişört vardı içinde…
Şaşkınlıkla “dayı” diyebildim… “He dayı, he dayı, heee” diyerek tişörtünü yukarı sıyırdı ve iki göğüs ucuna da takılı olan piercingleri gösterdi. Vücudunun bilumum yerlerinde kuru kafa dövmeleri vardı. Allah’ım dayı pet shopa gittiğinde biri onu öldürüp yerine mi geçti, ben mi o ara uyuya kaldım da rüyaya daldım diye düşünürken, konuşmaya başladı; “bak koçum” dedi. “Bir saattir dayı dayı diye diye beynimi siktin” dayı mayı değilim ben, doksanların en hızlı satanistiyim, hard metal dinler, kapkara giyinir, sağından solundan zincirler sarkıtır, saç uzatırdım” dedi.
Parçalar şimdi yerine oturmuştu, araçtaki zincirler “cüzdan muhafazası” diye yutturduğu zincir… Kimliğini gizleyen bir satanistin arabasındaydım. Yalnız bir dakika, o da ne? Yo… Kedi… Üç harfliler, karısı, korkutmaca… Hepsi birer yalanmış… “Durar mısın ineceğim” dedim, evet panikle “durar mısın” demiştim. Durmadı. Üstelik “Kes sesini” diye cevapladı. Son sürat basıyordu, elimdeki navigasyon benim yol güzergahımdan hayli uzaklaştığımızı söylüyor, sürekli “rota yeniden hesaplanıyor, rota yeniden hesaplanıryor” deyip duruyordu.
Dayı kamuflajlı satanist Uber şoförü arabayı ormanlık bir alana doğru sürdü. Ormanın derinliklerine doğru arabayla ilerledikten sonra ilerde yanmakta olan bir ateşin simsiyah dumanı belirdi. “Ateşi yakmışlar bile” diyen dayı kamuflajlı satanist Uber şoförü, keyiflice dumana doğru yanaştı. Etraf bunun gibi simsiyah ve zincirli bir sürü Uber aracıyla doluydu. Ben başıma ne geleceğinden habersiz, bir yandan korkudan titriyor, bir yandan da evvelinde bina dikmediği koruluk, ağaçlık, ormanlık kalmadığı için sövdüğüm Ağaoğlu’na, bu sefer de şehrin orta yerinde böyle bir bakir alan bıraktığı için sövüyordum. “Ne olurdu şuracıkta yaşam mimarımız tarafından dikilmiş çirkin bir beton yığını olsa ulan TOKi’nin çirkinliklerine bile razıyım” diye düşünürken, dayı kamuflajlı satanist Uber şoförü bana dönüp “in aşağı” dedi. Dışarısı kim bilir hangi kamuflajlarla kendini Uber şoförü gibi göstermiş olan satanistlerle doluydu. Korkumdan “inmem” dedim. Bir anda Hayko Cepkin’in saykoya bağlayarak şarkı söylediği anlardaki sesine benzer bir sesle “UUiiiiNNNGGG UULLAANNNGGG AŞAĞĞIIAAAUUUU” dedi. Sabah kahvaltısında içtiğim çayı arka koltukta bırakarak indim aşağı. Bir yandan da birini tam birini yarım olarak hatırladığım iki duayı etmeye başladım.
Biz arabadan inince, beklemekte olan Uber şoförü kamuflajlı satanistler, tuhaf sesler çıkartarak ayinimsi hareketler yapmaya başladı. Hombara bumbara, kumbara, kuru kafa falan gibi şeyler söyleyerek bir ritüel olduğunu düşündüğüm saçma tavırlar sergilediler. Ben bir yandan bir buçuk duamı döndürüp durmak suretiyle Arapça, bir yandan buradan kurtulursam eksik bıraktığım tüm duaları ezberleyeceğim ve hatta hafız olacağım Allah’ım ne olur yardım et diye Türkçe olarak Allah’a yalvarıyordum.
Sonra vücudundaki dövme, piercing ve zincir sayılarından anladığıma göre bunların lideri olan Uber şoförü kamuflajlı satanist elini havaya kaldırdı. Hepsi birden durdu. Adam bana doğru yaklaştı, ben bu sefer de sabah kahvaltısında yediğim omleti ormanlık alana bırakarak geri kaçmak için yeltendim. “Korkma” dedi lider satanist. Sonra hepsi birden tek bir ağızdan “korkma, korkma” diye yineledi. Onların bu tavrı korkumu ikiye katlamıştı. Kalp çarpıntım artmış, nabzım düşmüş, çekilen kanımla beraber bembeyaz olmuş tenimle birlikte direniyor, korkudan ölmemek için gayret ediyordum.
Lider burnumun dibine kadar geldi sonra “Ace of Spades” diye diye kafasını sallamaya başladı. Yerinde duramıyor, hoplaya zıplaya “Ace of Spades” diyor, savurduğu saçları suratımı kamçılıyordu. Bu kamçılanma şu gerçeği de yüzüme vurmuştu; “Rüyada değildim”
Sonra bir elektro gitarcı çıktı, bunca karmaşanın içinde bir an için huzur bulacağım bir intro çalmaya başladı. Tam “bütün bunlar kötü bir şaka” diye düşünmeye başlamıştım ki bateriler girdi devreye lan ne oluyor demeye kalmadan anladım ki bu da And Justice for All’dı… bir süre de hep bir ağızdan bunu söyleyerek etrafımda döndüler, kafa sallayı sallayı bana vurdukları saçlarıyla bir nevi satanist işkencesine maruz bıraktılar. Sonrasında lider yine el kaldırdı, durdular. Lider havadaki elini omuzuma koydu ve “Korkma, gel sana söyleyeceklerimiz var” dedi. Halka şeklinde ateşin etrafında toplaştık, biri bana metal termos kapağında sert bir kahve ikram etti. Zehirli mi, kedi kanlı mı diye sorgulamadan, korkudan kurumuş boğazımı ıslatabilme arzusuyla bir yudum çektim. Zehirli ya da kedi kanlı değildi ancak zehir gibi acıydı. Yine de içmeye devam ettim.
Bir süre durduk, sessizlik oldu, içlerinden biri “çok korkmuşa benziyor reis” dedi, lider başıyla onayladı. Sonra bir başkasıyla göz göze geldi, ona onay verirmiş gibi bir hareket yaptı ve ondan onay alan Uber kamuflajlı satanist, ibo’nun vurulmadan önceki tiz sesini taklit eder bir tizlikle “Nemrudun kızı, yandırdın bizi” türküsünü çığırmaya başladı. Ben yaşadığım bu kültür şokunun neyin nesi olduğunu anlayamamışken bir ağızdan “ocağım söndü nasıl beladır” diye koro halinde söylediler, ben acaba bu da mı hard metal sınıfına giren bir şarkı diye düşünürken içlerinden biri solo halde Kazancı Bedih’i taklit etmek için damaklarını dişlerine geçirip peltekleşerek “ocağım söndü” kısmını söylemeye başladı. O bunu yaptıktan hemen sonra kahkahalarla gülmeye başladılar. Hunharca güldükten sonra liderleri “rahatlaman için yaptık bunu” Erman, çok iyi Kazancı Bedih taklidi yapar, bir “nice bu hasreti dildar ile giryan olayım” söylesin ağlarsın dedi.
Ben birazcık cesaretlemiştim, “satanistler Kazancı Bedih dinlemez ki…” dedim, acı acı güldü, güldüler. Sonrasında “dinlemez tabii, dinlemez ya…” dedi ve ekledi. “Ama bu ülke tüm satanistliğimizi aldı elimizden, yıllardır kendimizi gizlemek için türlü yollara başvurduk, kimimiz piercingini söktü, kimimiz dövmesini fondötenledi, bak şu Kazancı Bedih taklidi yapan, çiğ köfteci açıp esnaf muhabbetlerine daldı, şu yanındaki kuruyemişçi açtı sabah akşam Arka Sokaklar izledi. Ben iki sefer polislik sınavına girdim, türlü yollarla kamufle ettik kendimizi.” Dedi. Şaşkındım, gözlerinden süzülen yaşı görünce iyice şaşırdım, koskoca satanist lideri, yaşadıkları acıları anlatırken hüzünlenmiş ağlıyordu. “Lanet olasıca duman, gözüme kaçtı” dedi yiğitliğe bok sürdürmemek için.
Sonra da mağrur devam etti; “90’larda patlayan bu satanistler birden bire bıçak gibi nasıl kesildi sanıyorsun, nereye gitti bunca insan?” Ardından bir süre sessizlik oldu, hepsi susmuştu, hüzünlenmişti, kimisi uzaklara dikmişti gözünü, kimisi ateşe öylece duruyorlardı.
Cebinden bir Samsun 216 paketi çıkarttı lider, paketin jelatini yırtılmamış kısmını baş parmağıyla işaret parmağı arasında kalan yere vurup, jelatini yırtılmış olan yerden bir iki sarı filtreyi dışarı çıkarttıktan sonra önce paketi bana doğru uzattı “yak” dercesine. Ben de bir anda bu samimi durumun gazına gelip elimi göğsüme götürerek “kullanmıyorum” işareti yaptım. O “sen bilirsin” gibi bir jestin ardından dudaklarının arasına bir dal sigara yerleştirirken, ben de samimi bir ortam olsun, onları sevdiğimi, önemsediğimi düşünsünler diye, “bıraksana reis sen de şu illeti, sağlığına yazık değil mi?” diyebilme cesareti gösterdim. Sonra acırcasına bana bakıp gülümsedi…
Ardından “herkes kedi getirdi mi?” diye bağırdı, hep bir ağızdan “evet” cevabı geldi, “herkes kedi getirdi mi?” “evet” “herkes kedi getirdi mi?” “Evet, evet, evet” şeklinde üçleme yaptıktan sonra bana dönüp; “şimdi seni serbest bırakacağız, git onlara söyleye, 90’larda sindirdiğiniz, tıpkı içinizden biriymiş gibi olmaya zorladığınız satanistler Uber sayesinde geri döndü, artık kimse güvende değil, yıllardır saklandık, güçleneceğimiz anı kolladık, dağılmış, parçalanmış olan satanizmi Uber çatısı altında tekrar topladık, artık biz değil, siz saklanacak yer arayacaksınız” dedi…
Sonra yüksek kahkahalar atarak, beni aralarında, Yeşilçam’ın namuslu kızına saldıran kötü adamlar gibi birbirlerine fırlatarak eğlendiler. Sonra da sizlere bu haberi iletmem için canımı bağışlayıp saldılar.
Saatlerce yürüyerek yola ulaştım, o an oracıkta bayılmışım. Gözümü açtığımda bilmediğim bir evdeydim, başımda tonton bir amca vardı, kendime geldiğimi görünce, “şükürler olsun, kendine geldi, hanım hanım koş” diye bağırdı. Diğer taraftan da alnımdan aldığı beyaz patiskayı sirkeli suya batırıp yeniden alnıma yerleştirdi. Nerede olduğumu anlamak için soru soracak oldum, “zorlama kendini evlat, bir iyice toparlan sonra anlatırsın” dedi. Bu sırada nur yüzlü karısı girdi içeri, şükrederek bir bana bir birlerinin gözlerinin taa içine baktılar. Sonra gülümsediler. Tonton amca, “hanım misafirimiz iyileştiğine göre ben gideyim de biraz ekmek parası kazanayım” dedi. Karısı “git tabii bey, üç gündür gencin başından ayrılmadın” dedi.
Amca ayaklandı, kasketini taktı, gömleğinin cebine kimlik, bıyık tarağı, sigara ve ruhsatını koydu bana baktı “iyice dinlen” dedi gülümsedi ve gitti. Kapanan kapı sesinin ardından camdan dışarı baktım. Amcayı gördüm, arabasına doğru yürüdü, kapısını açarken besmele çektiğini dudağından okudum. Sonra bindi arabasına, önce koltuğunu ayarladı, sonra aynalarını kontrol etti, sonra da emniyet kemerini taktı. Ardından kontağı çevirmeden önce bir besmele daha çektiğini gördüm. Sonra çalıştırdığı sarı taksisiyle ekmek parası için yola koyuldu. Akşam dönerken kendime geleyim diye kemik almış manavdan, karısı kemik suyu kaynattı içtik sıcak sıcak…
işte böyle arkadaşlar, Uber’de yaşadığım dehşet verici olaydan sonra, tesadüf eseri bir sarı taksi şoförü benim hayatımı kurtarmıştı… Şimdi tercih sizlerin…
Yaklaşık 15 gün önce, bir iş için gittiğim istanbul’da, “Sakın taksiye binme taksi seni çok dolaştırır, bilmediğin yer kazıklanırsın” gibi öncesinden sahip olduğum bilgiler nedeniyle mecburiyetten bir Uber çağırdım. Bu ilk Uber deneyimim olacaktı o yüzden heyecanlıydım. Ancak sadece heyecan değildi içimdeki, sağdan soldan duyduğum haberlerden dolayı hafiften bir tırsmada vardı. Ya bir taksici bizi döverse, ya yolumuzu keserlerse falan diye tırsıyordum. içten içe de kendimi rahatlatmaya çalışıyordum.
Neyse, bir süre sonra araç geldi…
Gelen araç biraz da ürkütücüydü, siyah camlar, siyah jantlar, simsiyah bir arabaydı üstelik sağından solundan zincirler sarkıyordu arabanın. Şoföre –şoförü de birazdan tarif edeceğim- “Bu zincirler de neyin nesi?” diye sorduğumda “Uberden önce çekicilik yapıyordum, çeki zinciri onlar” cevabını aldım. Bu işlerden pek anlamadığım için makul bulmuştum bu açıklamayı.
Sonra, kafasında kasket, kareli gömleğin üzerine triko yelek giymiş olan şoförün verdiği rahatlatma hissiyle araca bindim. Bu şoför, bir taksi şoförü olsa hiç yadırgamazdım aslında. Çünkü hemen her yerde görebileceğimiz, 65 yaş üstü dayılar gibiydi görüntüsü. Ancak bu dayının Uber şoförü olması biraz tuhaf gelmişti. Yine de bindim arabasına ve düştük yola…
Biraz tedirgin biraz gözlemci bir şekilde yoluma devam ediyordum, taksilerin yanından geçerken tedirgin, daha önce görmediğim yerlerden geçerken heyecanlı bir şekilde ilerliyordum... Gideceğimiz güzergâh bahtsızlığımın bir yansımasıymışçasına Bahçeli’nin deyimiyle ıssızı ıssaza ıssazsızdı. Yani o “işsiz” demek istiyordu belki ama benim gideceğim yer ıssızdı. Bu ıssızlık içimdeki o ürküntüyü biraz daha tetikliyordu.
“Müzik açsam rahatsız olur musun genç” diye sordu dayı. Dayının bu sorusu ürkme ile heyecan arasında gidip gelen duygularımı biraz yumuşattı. “Tabii buyur aç dayı” dedim. içimden “Dayı şimdi TRT radyo açar, bizim yörelerden bir türkü çalar, TRT’nin o bilindik anonsu hangi yöreye ait türküyü hangi sanatçımızın söyleyeceğini zikreder, biraz ‘datdiri dittiri diriri diri dom ben yârimi seviyom’, biraz ‘Cemile’min gezdiği dağlar meşeli, imanım’ şeklinde gideriz yolumuza” diye düşünürken, dayı dayadı ağzıma ağzıma sert metali… “Allah Allah, dayıya bak sen” diye düşünürken, dayının vitese uzanan elini gördüm. ilk dehşet anımı orada yaşadım… Dayı gazı kökleyip vitesi beşlerken, ülkücü hareketin kurt işaretine benzeyen o “metal müzik” işaretini yapmıştı… Bir an durdum, sonra kendi kendime güldüm, “yok canım” dedim, “dayının ne işi olur metal işaretiyle, bir an gaza geldi, vitesi tutarken eli yanlışlıkla o hali alıverdi” diye düşündüm.
Lakin dayı sert bir şekilde direksiyonu sola kırıp, rotadan çıktı. (Ne olur ne olmaz diye düşünerek yine de navigasyonu açmıştım, evet dostlar maalesef güzergâhtan çıkmıştık) Paniğimi belli etmeden, sesimi düzeltip “hayırdır dayı, nereye gidiyoruz” dedim. Dayı birden durdu, bir rüyadan uyanırmışçasına sakinleşti, müziğin sesini kıstı, “kusura bakma evlat kaptırdım kendimi bir an” dedi, gülümsedi. O gülümseyince ben de rahatladım. Ancak nereye gidiyorduk? Çok geçmeden dayı mahcup bir sesle açıklamasını yaptı; “Az ileride bir pet shop var, bizim hanımı üç beş gündür üç harfliler rahatsız ediyor, evde kedi olursa onlar gelmez derler, bir kedi alacağım hanıma, müsaadenle önce oraya bir uğrayalım” dedi.
Birden kendimden utandım, Mahmut amcaydı şoför, Cuma’dan çıkan hacı yağı kokulu bir Cemşit dayıydı. Ekmeğinin peşinde koşan, emekli ikramiyesiyle zar zor alabildiği arabasıyla ek işler yaparak geçimini sağlamaya çalışan bir Ekrem enişteydi. “Dopluyu sattıng mı inişte” diye sorduğumuz, “Gonya’da Peju varımış bi dene servisten çıkma j9’lardan ona mı baksak Peju iyidir” diye muhabbet ettiğimiz Ramazan dayıydı… Bense bu adamı biraz tedirgin edici bulmuş, metal müzik işareti yapan uğursuzun biri olarak düşünmüştüm. Aniden rota değiştirmiş olmasını kötüye yorduğum bu dayı “karısını korkutan üç harflilere önlem olsun diye kedi alan” bir minnoş Reşat amcaydı… Altmış beşine bastığı ilk gün gidip beleş otobüs kartı alan, halk ekmek kuyruğunda bekleyen dayılardan…
Artık içim daha rahattı, olur da bir taksici bizi çevirirse, mahalleden, ailesinden ya da sülalesinden aşina olduğu dayılara benzeyen bu şoför dayının yüzü suyu hürmetine bize zarar vermezdi.
Dayı kısık sesli metal müzik eşliğinde sürdü aracı pet shopa doğru. Sonra “sen bekle yeğen, ben kediyi kapıp geliyorum” dedi. Araçtan inerken sıyrılan pantolonun kenarından sarkan zinciri gördüm. Onu gördüğümü gören dayı, biraz tereddütlü biraz da mahcup “cüzdanı sık sık kaybederim evlat, şu zincir de olmasa…” dedi ve yaşlılığından utanarak gitti.
Arabada yalnızdım, içini iyice incelemeye başladım, her şey yerli yerinde görünüyordu, düzgündü, tereddüt uyandıracak bir şey yoktu. Derken dayı geldi, elinde bir kedi kafesi, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle atladı arabaya. Kediyi, kafesiyle birlikte hoyratça yan koltuğa bırakırken, bir yandan da gazı kökledi, patileyerek kalktık. Geç kaldığımızı düşündüğü için böyle yaptığını düşündüğümden, “acele etme dayı vaktim var” dedim. Ses çıkartmadı, sonra biraz sessizlik oldu, bu sessizliği bozmak için “buna bir kedi merdiveni alaydın dayı, oynardı, şimdi böyle bütün kanepe kenarlarını sikertir bu” dedim. Susmamı istermişçesine hard metal çalan radyonun sesini kökledi. Arabayı kullanışı da değişmişti. Daha sert, daha agresif kullanıyordu. Uyarma gereği hissederek “dayı biraz yavaş kullanır mısın?” dedim. Oralı olmadı, sesimi biraz daha sertleştirip “dayı” dedim. Üzerindeki triko süveteri sıyırıp çıkartırken “siktirtme şimdi dayını” dedi. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken, gömlek cebindeki kimliğini, tarağını, cüzdanını, sigara paketini komple çıkartıp konsola attı. Ben “sıcakladı herhalde, kalp krizi mi şeker atağı mı acaba” diye düşünürken, kafasındaki kasketi çıkarttı uzun dalgalı saçlarını, şampuan reklamlarındaki starlar gibi savurarak dağıttı. iki eliyle iki yakasından tuttuğu gömleğini düğmelerini kopartarak süpermenmişçesine açtığında acı gerçekle karşılaştım; beyaz kuru kafa baskılı simsiyah bir tişört vardı içinde…
Şaşkınlıkla “dayı” diyebildim… “He dayı, he dayı, heee” diyerek tişörtünü yukarı sıyırdı ve iki göğüs ucuna da takılı olan piercingleri gösterdi. Vücudunun bilumum yerlerinde kuru kafa dövmeleri vardı. Allah’ım dayı pet shopa gittiğinde biri onu öldürüp yerine mi geçti, ben mi o ara uyuya kaldım da rüyaya daldım diye düşünürken, konuşmaya başladı; “bak koçum” dedi. “Bir saattir dayı dayı diye diye beynimi siktin” dayı mayı değilim ben, doksanların en hızlı satanistiyim, hard metal dinler, kapkara giyinir, sağından solundan zincirler sarkıtır, saç uzatırdım” dedi.
Parçalar şimdi yerine oturmuştu, araçtaki zincirler “cüzdan muhafazası” diye yutturduğu zincir… Kimliğini gizleyen bir satanistin arabasındaydım. Yalnız bir dakika, o da ne? Yo… Kedi… Üç harfliler, karısı, korkutmaca… Hepsi birer yalanmış… “Durar mısın ineceğim” dedim, evet panikle “durar mısın” demiştim. Durmadı. Üstelik “Kes sesini” diye cevapladı. Son sürat basıyordu, elimdeki navigasyon benim yol güzergahımdan hayli uzaklaştığımızı söylüyor, sürekli “rota yeniden hesaplanıyor, rota yeniden hesaplanıryor” deyip duruyordu.
Dayı kamuflajlı satanist Uber şoförü arabayı ormanlık bir alana doğru sürdü. Ormanın derinliklerine doğru arabayla ilerledikten sonra ilerde yanmakta olan bir ateşin simsiyah dumanı belirdi. “Ateşi yakmışlar bile” diyen dayı kamuflajlı satanist Uber şoförü, keyiflice dumana doğru yanaştı. Etraf bunun gibi simsiyah ve zincirli bir sürü Uber aracıyla doluydu. Ben başıma ne geleceğinden habersiz, bir yandan korkudan titriyor, bir yandan da evvelinde bina dikmediği koruluk, ağaçlık, ormanlık kalmadığı için sövdüğüm Ağaoğlu’na, bu sefer de şehrin orta yerinde böyle bir bakir alan bıraktığı için sövüyordum. “Ne olurdu şuracıkta yaşam mimarımız tarafından dikilmiş çirkin bir beton yığını olsa ulan TOKi’nin çirkinliklerine bile razıyım” diye düşünürken, dayı kamuflajlı satanist Uber şoförü bana dönüp “in aşağı” dedi. Dışarısı kim bilir hangi kamuflajlarla kendini Uber şoförü gibi göstermiş olan satanistlerle doluydu. Korkumdan “inmem” dedim. Bir anda Hayko Cepkin’in saykoya bağlayarak şarkı söylediği anlardaki sesine benzer bir sesle “UUiiiiNNNGGG UULLAANNNGGG AŞAĞĞIIAAAUUUU” dedi. Sabah kahvaltısında içtiğim çayı arka koltukta bırakarak indim aşağı. Bir yandan da birini tam birini yarım olarak hatırladığım iki duayı etmeye başladım.
Biz arabadan inince, beklemekte olan Uber şoförü kamuflajlı satanistler, tuhaf sesler çıkartarak ayinimsi hareketler yapmaya başladı. Hombara bumbara, kumbara, kuru kafa falan gibi şeyler söyleyerek bir ritüel olduğunu düşündüğüm saçma tavırlar sergilediler. Ben bir yandan bir buçuk duamı döndürüp durmak suretiyle Arapça, bir yandan buradan kurtulursam eksik bıraktığım tüm duaları ezberleyeceğim ve hatta hafız olacağım Allah’ım ne olur yardım et diye Türkçe olarak Allah’a yalvarıyordum.
Sonra vücudundaki dövme, piercing ve zincir sayılarından anladığıma göre bunların lideri olan Uber şoförü kamuflajlı satanist elini havaya kaldırdı. Hepsi birden durdu. Adam bana doğru yaklaştı, ben bu sefer de sabah kahvaltısında yediğim omleti ormanlık alana bırakarak geri kaçmak için yeltendim. “Korkma” dedi lider satanist. Sonra hepsi birden tek bir ağızdan “korkma, korkma” diye yineledi. Onların bu tavrı korkumu ikiye katlamıştı. Kalp çarpıntım artmış, nabzım düşmüş, çekilen kanımla beraber bembeyaz olmuş tenimle birlikte direniyor, korkudan ölmemek için gayret ediyordum.
Lider burnumun dibine kadar geldi sonra “Ace of Spades” diye diye kafasını sallamaya başladı. Yerinde duramıyor, hoplaya zıplaya “Ace of Spades” diyor, savurduğu saçları suratımı kamçılıyordu. Bu kamçılanma şu gerçeği de yüzüme vurmuştu; “Rüyada değildim”
Sonra bir elektro gitarcı çıktı, bunca karmaşanın içinde bir an için huzur bulacağım bir intro çalmaya başladı. Tam “bütün bunlar kötü bir şaka” diye düşünmeye başlamıştım ki bateriler girdi devreye lan ne oluyor demeye kalmadan anladım ki bu da And Justice for All’dı… bir süre de hep bir ağızdan bunu söyleyerek etrafımda döndüler, kafa sallayı sallayı bana vurdukları saçlarıyla bir nevi satanist işkencesine maruz bıraktılar. Sonrasında lider yine el kaldırdı, durdular. Lider havadaki elini omuzuma koydu ve “Korkma, gel sana söyleyeceklerimiz var” dedi. Halka şeklinde ateşin etrafında toplaştık, biri bana metal termos kapağında sert bir kahve ikram etti. Zehirli mi, kedi kanlı mı diye sorgulamadan, korkudan kurumuş boğazımı ıslatabilme arzusuyla bir yudum çektim. Zehirli ya da kedi kanlı değildi ancak zehir gibi acıydı. Yine de içmeye devam ettim.
Bir süre durduk, sessizlik oldu, içlerinden biri “çok korkmuşa benziyor reis” dedi, lider başıyla onayladı. Sonra bir başkasıyla göz göze geldi, ona onay verirmiş gibi bir hareket yaptı ve ondan onay alan Uber kamuflajlı satanist, ibo’nun vurulmadan önceki tiz sesini taklit eder bir tizlikle “Nemrudun kızı, yandırdın bizi” türküsünü çığırmaya başladı. Ben yaşadığım bu kültür şokunun neyin nesi olduğunu anlayamamışken bir ağızdan “ocağım söndü nasıl beladır” diye koro halinde söylediler, ben acaba bu da mı hard metal sınıfına giren bir şarkı diye düşünürken içlerinden biri solo halde Kazancı Bedih’i taklit etmek için damaklarını dişlerine geçirip peltekleşerek “ocağım söndü” kısmını söylemeye başladı. O bunu yaptıktan hemen sonra kahkahalarla gülmeye başladılar. Hunharca güldükten sonra liderleri “rahatlaman için yaptık bunu” Erman, çok iyi Kazancı Bedih taklidi yapar, bir “nice bu hasreti dildar ile giryan olayım” söylesin ağlarsın dedi.
Ben birazcık cesaretlemiştim, “satanistler Kazancı Bedih dinlemez ki…” dedim, acı acı güldü, güldüler. Sonrasında “dinlemez tabii, dinlemez ya…” dedi ve ekledi. “Ama bu ülke tüm satanistliğimizi aldı elimizden, yıllardır kendimizi gizlemek için türlü yollara başvurduk, kimimiz piercingini söktü, kimimiz dövmesini fondötenledi, bak şu Kazancı Bedih taklidi yapan, çiğ köfteci açıp esnaf muhabbetlerine daldı, şu yanındaki kuruyemişçi açtı sabah akşam Arka Sokaklar izledi. Ben iki sefer polislik sınavına girdim, türlü yollarla kamufle ettik kendimizi.” Dedi. Şaşkındım, gözlerinden süzülen yaşı görünce iyice şaşırdım, koskoca satanist lideri, yaşadıkları acıları anlatırken hüzünlenmiş ağlıyordu. “Lanet olasıca duman, gözüme kaçtı” dedi yiğitliğe bok sürdürmemek için.
Sonra da mağrur devam etti; “90’larda patlayan bu satanistler birden bire bıçak gibi nasıl kesildi sanıyorsun, nereye gitti bunca insan?” Ardından bir süre sessizlik oldu, hepsi susmuştu, hüzünlenmişti, kimisi uzaklara dikmişti gözünü, kimisi ateşe öylece duruyorlardı.
Cebinden bir Samsun 216 paketi çıkarttı lider, paketin jelatini yırtılmamış kısmını baş parmağıyla işaret parmağı arasında kalan yere vurup, jelatini yırtılmış olan yerden bir iki sarı filtreyi dışarı çıkarttıktan sonra önce paketi bana doğru uzattı “yak” dercesine. Ben de bir anda bu samimi durumun gazına gelip elimi göğsüme götürerek “kullanmıyorum” işareti yaptım. O “sen bilirsin” gibi bir jestin ardından dudaklarının arasına bir dal sigara yerleştirirken, ben de samimi bir ortam olsun, onları sevdiğimi, önemsediğimi düşünsünler diye, “bıraksana reis sen de şu illeti, sağlığına yazık değil mi?” diyebilme cesareti gösterdim. Sonra acırcasına bana bakıp gülümsedi…
Ardından “herkes kedi getirdi mi?” diye bağırdı, hep bir ağızdan “evet” cevabı geldi, “herkes kedi getirdi mi?” “evet” “herkes kedi getirdi mi?” “Evet, evet, evet” şeklinde üçleme yaptıktan sonra bana dönüp; “şimdi seni serbest bırakacağız, git onlara söyleye, 90’larda sindirdiğiniz, tıpkı içinizden biriymiş gibi olmaya zorladığınız satanistler Uber sayesinde geri döndü, artık kimse güvende değil, yıllardır saklandık, güçleneceğimiz anı kolladık, dağılmış, parçalanmış olan satanizmi Uber çatısı altında tekrar topladık, artık biz değil, siz saklanacak yer arayacaksınız” dedi…
Sonra yüksek kahkahalar atarak, beni aralarında, Yeşilçam’ın namuslu kızına saldıran kötü adamlar gibi birbirlerine fırlatarak eğlendiler. Sonra da sizlere bu haberi iletmem için canımı bağışlayıp saldılar.
Saatlerce yürüyerek yola ulaştım, o an oracıkta bayılmışım. Gözümü açtığımda bilmediğim bir evdeydim, başımda tonton bir amca vardı, kendime geldiğimi görünce, “şükürler olsun, kendine geldi, hanım hanım koş” diye bağırdı. Diğer taraftan da alnımdan aldığı beyaz patiskayı sirkeli suya batırıp yeniden alnıma yerleştirdi. Nerede olduğumu anlamak için soru soracak oldum, “zorlama kendini evlat, bir iyice toparlan sonra anlatırsın” dedi. Bu sırada nur yüzlü karısı girdi içeri, şükrederek bir bana bir birlerinin gözlerinin taa içine baktılar. Sonra gülümsediler. Tonton amca, “hanım misafirimiz iyileştiğine göre ben gideyim de biraz ekmek parası kazanayım” dedi. Karısı “git tabii bey, üç gündür gencin başından ayrılmadın” dedi.
Amca ayaklandı, kasketini taktı, gömleğinin cebine kimlik, bıyık tarağı, sigara ve ruhsatını koydu bana baktı “iyice dinlen” dedi gülümsedi ve gitti. Kapanan kapı sesinin ardından camdan dışarı baktım. Amcayı gördüm, arabasına doğru yürüdü, kapısını açarken besmele çektiğini dudağından okudum. Sonra bindi arabasına, önce koltuğunu ayarladı, sonra aynalarını kontrol etti, sonra da emniyet kemerini taktı. Ardından kontağı çevirmeden önce bir besmele daha çektiğini gördüm. Sonra çalıştırdığı sarı taksisiyle ekmek parası için yola koyuldu. Akşam dönerken kendime geleyim diye kemik almış manavdan, karısı kemik suyu kaynattı içtik sıcak sıcak…
işte böyle arkadaşlar, Uber’de yaşadığım dehşet verici olaydan sonra, tesadüf eseri bir sarı taksi şoförü benim hayatımı kurtarmıştı… Şimdi tercih sizlerin…
uçmuş, tutamamışlar.
küfürlü konuşmak bir kalıba sokulabilecek bir durum değildir. Zira küfürlü konuşmayı tercih etmekle, sığlığını küfürün arkasına saklamaya çalışmak aynı şeyler değildir. Bazı insanlar şiir gibi küfredebilir. Mesela Can Yücel, bazı eksikler de kendilerini küfürle ifade ederler. o yüzden küfürlü konuşmaya değil, konuşana bakmak lazım.
eyvallah birader.
tanım: gerizekalılık parayla mı?
tanım: gerizekalılık parayla mı?
yeni keşfettiğim bir youtube kanalı. kendi yağıyla kavrulan, cüzzi takipçili bir kanal ancak "şiraze'den çıkanlar" diye bir iş yapmışlar iki bölüm var henüz o kadar eğlenceli geldi ki göz atılası. normalde bir videoyu 2 dakikadan fazla izlemem ama 10 dakikalık videolar nasıl bitti anlayamadan bitiverdiler. meraklılarına...
(bkz: https://www.youtube.com/watch?v=wNAY8MeZnuU)
(bkz: https://www.youtube.com/watch?v=wNAY8MeZnuU)
Çorap tekinin kaybolması, sanki bir mafya lideri ya da kötü dizinin kötü karakterinin ismi gibi geldi. "Çorap Tekin" Sanki böyle biri varmış da kaybolmuş gibi.
Tanım: iki adet yani bir çift olan çoraplardan birinin yitmesi durumu.
Tanım: iki adet yani bir çift olan çoraplardan birinin yitmesi durumu.
Bir tane daha geliyormuş. Shameless'i uyarlayacaklarmış. Nasıl olabileceği hakkında güzel bir yazı olmuş. (bkz: https://onededi.co/2017/0...eless-bizim-hikayemiz-mi/)
Çok Malatyalı tanıdım, mercedes kadir dışında "güzel adam" lan diyeceğim birine rastlamadım. Tesadüftür tabi, her yerin iyi ve kötüsü vardır ama benim tanıdığım Malatyalıların alayı çok yüksek olan egolarını yalandan bir tevazu ile gizleyen, sömürebildikleri insanlarla iyi dostluk ilişkileri kuran, kendileriyle çatışan, eyvallah demeyen insanlarla sadece varsa çıkar ilişkisi noktasında kalan tipler. Paylaşımcılıkları, yardımlaşmaları, kesinlikle daha fazlasını alabileceklerini düşündükleri insanlarla olur, bire bir paylaşıma girdikleri insanları yörelerinde tutarlar sadece. Dostluk için an az 2 alıp 1 vermeleri gerekir genelde. Ama dediğim gibi bu sadece benim denk geldiklerim.
Hariçten gazel okumayı pek sevmem, söz konusu galatasaray ise, oradaki yöneticiler, antrenörler olayı bizden daha iyi biliyorlardır diye düşünmek zorundayız. öyle iki maç yenildi hadi gitsin diyen adamlardan da değilim, futbol zaman işidir, şans tanınmalıdır, eğer bir yapılanma olacaksa bir sezon iki sezon gözden çıkartılabilir. Mesela bak beşiktaşın feda senesine, sonrasında ne yaptı adamlar, takır takır top oynuyorlar. Ama orada bir sistem var, adamlar uzun vadeli planlar yaptıkları için o sezona feda diye isim koyuyorlar, biliyorlar ne yapacaklarını. Ama galatasarayda böyle bir şey göremiyoruz...
Tudor'a da söylenmesi gereken bazı laflar var;
Tamam eyvallah yeni bir oluşum içerisindesin, tamam kendi takımını kurmaya çalışıyorsun, tamam sezonu erken açtık diyorsun...
Be adam, takımı dördüncü yapan sensin, evinde fenerbahçe ile berabere kalmayı becerebilsen, neredeyse doksan dakika üstün oynadığın maçta mal gibi gol yeyip 1-0 yenilmesen zaten bu laflara gerek kalmayacak. O maçta takımın başında ben mi vardım? Sen geçen sene yaşadığın puan kayıpları nedeniyle dördüncü oldun, takımı devraldığında daha iyi yerlerdeydi o takım.
Hadi diyelim geçen sezon öyle geçti ve sen dördüncü oldun, diyorsun ki iki haftadır çalışıyoruz, sana sezonu erken açacağın bilgisi iki hafta önce mi geldi, sen planlarını ona göre yapsana, yapmak zorundasın! ee neymiş transferler geç gelmiş, elindeki mevcut kadro ile bu maçı atlatacak bir strateji oluşturmak senin görevin değil mi? Yeni transferleri on bir çıkartmadan, son yirmi dakikada alkışlatmak ve adaptasyon için takıma sok, elindeki mevcut kadro ile götür bu maçı. elimdeki mevcut kadroda kim var mı diyorsun? rakipte kim var, rakip kim? Herkes şunda hemfikir ki galatasaray rakibinden kat be kat daha büyük e o zaman sen bu turu geçmek zorundasın. futbolda kazalar olur kimse ses etmez ama bu kazalar sürekli oluyorsa bir dur demek gerekmez mi?
Bir gün önce dört yeseydik de biz bu turu geçerdik, geçeceğiz diyorsun. Maç günü altmışıncı dakikada golü yeyince takımın dağılıyor. hani dört de yesen geçiyordun? at o zaman son yarım saatte dört gol. ulan onu geçtim golü yedikten sonra git iki tane at hiç değilse ülke puanına katkın olsun rezil.
Sen dün mutlaka geçeriz dediğin takımın karşısında şansa kadere bir golü anca bul, sonra da bu sezon harika geçecek dediğinde inanmamızı bekle. Çıkıp bana "bakın arkadaşlar elendik ama bunun gerekçeleri, şunlar şunlardır, rakip şunu iyi yaptı, biz bunu yapamadık, onu yapamadık, şurada aksadık" falan gibi açıklamalar yapsan diyeceğiz ki tamam yahu adam görüyor bir şeyleri düzeltir. Ama yok diyorsun ki çalışmadık, çalışamadık... Yahu senin hücumda organizasyonunda alternatifin yok, olmadığını gördüğün halde dönüp dönüp aynı şeyi yapmaya çalışıyorsun. Alternatif üretemiyorsun oyun içinde. Adamlar istedikleri zaman takır takır pas yapıyorlar, topçular pozisyon almayı beceremiyor, rakibin pas trafiğini engelleyemiyorsun. Bunlar çalışmayla giderilecek şeyler mi eyvallah hadi öyle olsun ama sen bi bunu desene bize.
iki maçta neyi beğenmediniz diyorsun, sen iki maçta ancak bir gol atabilen, üç gol yiyen galatasarayı beğendin yani? neyi yanlış yaptık diyorsun, neyi doğru yaptın abi? ortada kocaman bir ya da birkaç yanlış var ki elendin. Her şeyi doğru yaparsın, bir kaza golü yersin sonra rakip kapanır sen ne yaparsan yap gol olmaz yine deriz eyvallah diye... O yok bu yok, sonra da söylediklerim size bahane gelebilir diyorsun.
Bakın her takım her takımı eleyebilir. Ama ilk maçtaki galatasarayın çaresizliği kabul edilemez. ikinci maçtaki alternatif üretemeyen futbolu kabul edilemez. Biz taraftarız, sabrederiz, bekleriz... Siz yeter ki bize fırtınanın ardı bahar ümidi verin. Siz bize bu ümidi vermediğiniz sürece, her mağlubiyet yahut beraberlikte tepenize ekşiriz çünkü ümidimiz yoksa ya kazanarak susturacaksınız ya da nefesimizi ensenizde hissedeceksiniz. Ya da en temizi, size güvenmemizi sağlayacak projeler, akıllı mantıklı cümleler ile bize ümit vereceksiniz ki biz de ne diye beklediğimizi bilelim, zafere gidecek yolda çektiğimiz çileyi kutsal sayalım...
Tudor'a da söylenmesi gereken bazı laflar var;
Tamam eyvallah yeni bir oluşum içerisindesin, tamam kendi takımını kurmaya çalışıyorsun, tamam sezonu erken açtık diyorsun...
Be adam, takımı dördüncü yapan sensin, evinde fenerbahçe ile berabere kalmayı becerebilsen, neredeyse doksan dakika üstün oynadığın maçta mal gibi gol yeyip 1-0 yenilmesen zaten bu laflara gerek kalmayacak. O maçta takımın başında ben mi vardım? Sen geçen sene yaşadığın puan kayıpları nedeniyle dördüncü oldun, takımı devraldığında daha iyi yerlerdeydi o takım.
Hadi diyelim geçen sezon öyle geçti ve sen dördüncü oldun, diyorsun ki iki haftadır çalışıyoruz, sana sezonu erken açacağın bilgisi iki hafta önce mi geldi, sen planlarını ona göre yapsana, yapmak zorundasın! ee neymiş transferler geç gelmiş, elindeki mevcut kadro ile bu maçı atlatacak bir strateji oluşturmak senin görevin değil mi? Yeni transferleri on bir çıkartmadan, son yirmi dakikada alkışlatmak ve adaptasyon için takıma sok, elindeki mevcut kadro ile götür bu maçı. elimdeki mevcut kadroda kim var mı diyorsun? rakipte kim var, rakip kim? Herkes şunda hemfikir ki galatasaray rakibinden kat be kat daha büyük e o zaman sen bu turu geçmek zorundasın. futbolda kazalar olur kimse ses etmez ama bu kazalar sürekli oluyorsa bir dur demek gerekmez mi?
Bir gün önce dört yeseydik de biz bu turu geçerdik, geçeceğiz diyorsun. Maç günü altmışıncı dakikada golü yeyince takımın dağılıyor. hani dört de yesen geçiyordun? at o zaman son yarım saatte dört gol. ulan onu geçtim golü yedikten sonra git iki tane at hiç değilse ülke puanına katkın olsun rezil.
Sen dün mutlaka geçeriz dediğin takımın karşısında şansa kadere bir golü anca bul, sonra da bu sezon harika geçecek dediğinde inanmamızı bekle. Çıkıp bana "bakın arkadaşlar elendik ama bunun gerekçeleri, şunlar şunlardır, rakip şunu iyi yaptı, biz bunu yapamadık, onu yapamadık, şurada aksadık" falan gibi açıklamalar yapsan diyeceğiz ki tamam yahu adam görüyor bir şeyleri düzeltir. Ama yok diyorsun ki çalışmadık, çalışamadık... Yahu senin hücumda organizasyonunda alternatifin yok, olmadığını gördüğün halde dönüp dönüp aynı şeyi yapmaya çalışıyorsun. Alternatif üretemiyorsun oyun içinde. Adamlar istedikleri zaman takır takır pas yapıyorlar, topçular pozisyon almayı beceremiyor, rakibin pas trafiğini engelleyemiyorsun. Bunlar çalışmayla giderilecek şeyler mi eyvallah hadi öyle olsun ama sen bi bunu desene bize.
iki maçta neyi beğenmediniz diyorsun, sen iki maçta ancak bir gol atabilen, üç gol yiyen galatasarayı beğendin yani? neyi yanlış yaptık diyorsun, neyi doğru yaptın abi? ortada kocaman bir ya da birkaç yanlış var ki elendin. Her şeyi doğru yaparsın, bir kaza golü yersin sonra rakip kapanır sen ne yaparsan yap gol olmaz yine deriz eyvallah diye... O yok bu yok, sonra da söylediklerim size bahane gelebilir diyorsun.
Bakın her takım her takımı eleyebilir. Ama ilk maçtaki galatasarayın çaresizliği kabul edilemez. ikinci maçtaki alternatif üretemeyen futbolu kabul edilemez. Biz taraftarız, sabrederiz, bekleriz... Siz yeter ki bize fırtınanın ardı bahar ümidi verin. Siz bize bu ümidi vermediğiniz sürece, her mağlubiyet yahut beraberlikte tepenize ekşiriz çünkü ümidimiz yoksa ya kazanarak susturacaksınız ya da nefesimizi ensenizde hissedeceksiniz. Ya da en temizi, size güvenmemizi sağlayacak projeler, akıllı mantıklı cümleler ile bize ümit vereceksiniz ki biz de ne diye beklediğimizi bilelim, zafere gidecek yolda çektiğimiz çileyi kutsal sayalım...
kuzey, güney, doğu, batı.
evkur, yeni, malatya, spor.
1 mumdur, 2 mumdur, 3 mumdur, 4 mumdur.
evkur, yeni, malatya, spor.
1 mumdur, 2 mumdur, 3 mumdur, 4 mumdur.
önyargısız bakarsak hiç de fena görünmüyor. değişime kapalı bir toplum olduğumuz için başta yadırgar sonra alışırız.
eğer Brezilyalıysanız, tam evden çıkacakken Ali'nin gelmesi, Ahmet'in gelmesi gibi bir durumdur, arkadaşınız gelmiştir, oturur çay kahve içersiniz, her halükarda işe geç kalmanıza sebep olur. ama tabii "ya acil çıkmam gerekiyor" derseniz ve anlayışlı bir arkadaşınızsa size müsaade eder. zira orada kaka isim olarak kullanılıyor (bkz: kaka leite)
not:böyle başlığa böyle tanım.
not:böyle başlığa böyle tanım.
Akıllı işidir.