bugün

entry'ler (194)

msn de engellenmek

çok acizce bir hareket. engellenen kişinin engelleyen tarafından hangi saatlerde msnde olduğu görülür, nickleri takip edilir. benim anlamadığım engellemek, karşı tarafla muhattap olmamak için yapılan bir eylem değil midir? madem benim varlığım seni rahatsız ediyor, online görülmem bile sinir bozucu oluyordur heralde. aslında akıllık gibi görünen bu hareket bildiğin kaçak dövüşmektir. en mantıklısı görmek istemediğin kişiyi tamamen msnden silmektir.

hayal kurmak

düşününce saçma olan bir eylem. aslında duruma göre de değişir. olma ihtimali yüksek bir şeyse hayali kurulan sizi mutlu edebilir. olması imkansız olan bir şeyin hayaliyse sadece daha çok acı çekmenize sebep olur. nıetszche'nin de dediği gibi ümit sadece işkenceyi uzatır.

bozulan bir psikolojinin ilk belirtileri

saçmalama, gülerken birden ağlamaya başlama ya da tam tersi. uyumayı istemek ama aslında uyumamak ta istemek. dışarı çıkıp gezmeye karar verip son anda evde kalmaya karar vermek. arkadaşlardan uzaklaşma, dış dünyadan soyutlanma isteği.

the shining

bana göre izlediğim en güzel korku filmlerinden birisiydi. filmde ruhsal bozukluk yaşayan bir karakterin yanı sıra, gerilim filmlerinde gayet sıradan olan ölümden sonra ruhların dirilişi konusu da ele alınmış. ancak yönetmen stanley kubrick bu sıradan olan konuyu o kadar net, doğal işlemiş ki kesinlikle o yavanlığı film boyunca hissetmiyorsunuz. bunun yanı sıra çekimler ve oyunculuklar süper. her şeyi geçtim de danny torrence'ı canlandıran danny lloyd'un o küçük yaşına rağmen gösterdiği oyunculuk alkışlanmaya değer. o labirent, karlı hava hepsi biraz daha gizem yaratmış, hoş olmuş. izlenilmesi tavsiye edilir.

market poşetiyle bakkala girmek

çok beter bir durum. bizim karşı bakkalda fatma abla var. normalde muhabbetimin iyi olmasına rağmen ne zaman elimde başka bir markete ait poşet görse dövmekten beter halde karşılıyor beni. anında suratı düşüyor, bir imalı bakışlar falan. beş dakika konuşmuyor bile benle. sonra o can alıcı sorusunu soruyor. ' doldurmuşsun gene torbayı, nasıldı alışveriş bakalım? valla darılmıyorum sen de haklısın fiyatlar çok daha uygun, bana da alsaydın bir gofret bari' insanın içinden dalga mı geçiyorsun demek geliyor ama bunu yapmıyorum sözlük. çıkartıp gofretimin yarısını onla payşlaşmak geliyor, öyle psikolojimle oynuyor fatma abla işte. sonra da arkama bile bakmadan uzaklaşıyorum o bakkaldan, gözlerimi kaçırarak.

telefon internet ve sevgilisiz yaşarım diyen insan

(bkz: christopher mccandless) üstelik into the wild filminde anlatılanlara göre çokta mutlu yaşadığını gözlemlemek mümkün.

sınav kağıdını en üste koymamak

sınavı çabuk bitirmişsinizdir, yaptıklarınızdan eminsinizdir aslında ama eğer sınav anfi gibi bir yerdeyse sınıftaki hoca sayısı da fazla olur ve bir tanesi kağıtların konulduğu masanın yanında durur. kağıdı verdiğiniz anda cevaplarınıza bakmaya başlar. çevirir kağıdı, bazıları psikopatça bir sana bir kağıda bakıp olmamış ifadesi verip yüzünüze bakar, o yüzdendir ki bu bende bir fobi durumu oluşturdu. en iyisi araya, öteye beriye kağıdı sıkıştırmak, mümkünse o kağıtla bir daha rastlaşmamak.

şıpsevdi

bana hep çoçukluğumu hatırlatan bir sakız. kendine has bir kokusu vardır bu sakızın, kırmızı ve sarı şeritli olanı benim favorimdi. ağzınıza attığınızda hafif limon kokusunu duyardınız ve çilek tadı. nedense de hep bakkaldan dondurma aldıktan sonra alırdım şıpsevdiyi, bir yandan da dondurmayı hatırlattığı içinde yaz sakızıdır bana göre. içinde sakızın sarıldığı kağıtta da kahramanlar hep aynıdır. siyah saçlı hafif kilolu çoçukla, kız. güzel sakızdır, eskiyi hatırlatır, delete extra ve sulugözden sonra favori sakızlarımdan birisidir.

sözlük yazarlarının kızgınlıkları

kırmızı ışıkların daha uzun, yeşil ışıkların daha kısa olmasına sinir oluyorum. ya da tam ben yetişecekken ışıkların birden kırmızıya dönmesine de. sanki ışıklar bile benle dalga geçiyor zamanlama konusunda.
hiç kimsenin ayağına dolanmayan poşetin o kadar kalabalık arasından gelip ayağıma dolanması beni gıcık ediyor. istemediğim bir samimiyet var aramızda, ben terketsem de her koşulda beni bulup ayağıma dolanıyor.
her sabah saatimin 5:45 te de çalmasından nefret ediyorum. özellikle yağmurlu günlerde, hava kapkaranlıkken sabahın tüm ayazını bünyemde hissettiğim zamanda kalkmak ve gün boyu tekrar o yatağa dönemeyeceğimi bilmek bütün sinirlerimi geriyor.
her sabah bindiğim metrobüsün kalabalık gelmesi de ayrı bir sinir bozucu etken. işte bugün sırf bu yüzden yarım saat erken kalkıp metrobüsün ilk kalktığı durağa kadar gidip ordan boş metrobüse bindim, yarım saat az uyudum ama değdi doğrusu.
sözlüğe kocaman bi entry girdiğimde tam entrymin son cümlesini yazıp ekle butonuna basıcağım zamanda netimin kopmasına da kızıyorum, hatta sinirlenip bir daha yazmadığım zamanlar çok oluyor.
insanların bu kadar iki yüzlü olmasına da sinir oluyorum. yüzünüze devamlı gülüp,arkanızdan tonlarca iş çeviren, her zaman gülen veya her zaman surat asıp, devamlı anlatabilcek derdi olan ve kendini dünyanın merkezinde sanan insanlarada, sanki sadece dünyada kendi dertleri varmış gibi... orta yolda olmayıp devamlı sağ ve sol şeride geçmeye çalışıp trafiği katledenler gibiler, hayatıma müdaheleleri bazen can sıkıcı oluyor. görmezden gelmeyi denemekte çok bir işe yaramıyor, zincirleme kaza hesabı...
kelebeklerin hiç bir zaman elimde çok uzun süre kalmaması da beni kızdıryor. onları çok sevmeme rağmen hepsi ellerimden uçup gidiyor, nitekim o gün içerisinde görebilceğim kelebeği bir kere daha göremeyeceğim gerçeğinle yüzleşince daha da kalbim buruluyor, ne de olsa bir gün ömürleri.
ve son olarak ta boş nutella kutusunu dolapta bulmak. sanırım hislerimi anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıcak, kızgın olmak için gayet yeterli bir sebep.

başlıkları alt alta okumak

sözlük seslendiricisi.
rte nin sözlük yazarı olması.

başlıkları alt alta okumak

senin için ben neyim.
sen x sin büyük düşün.

between the bars

bir rivayete göre ellioth smithin her zaman aradığı ama hiç bir zaman bulamadığı ruh eşine yazdığı şarkıymış. çok tehlikeli bir şarkı, bütün duygusu kenetler içine hapseder sizi. kolay kolay da etkisinden çıkartmaz.

başlıkları alt alta okumak

yaran diyaloglar.
kriz bizi teğet geçti hamdolsun.

aynı anda hem gülmek hem ağlamak

önce gülmekle başlar hatta kahkalar bile atabilirsiniz, muhtemelen sinirlerinizi bozan ya da sizi inciten bir şeyler olmuştur. o kadar fazla duyguyu içinizde hissedersiniz ki kalbiniz hepsini içinde barındırır gibi olur, ve bu sefer ağlama krizine girmiş halde bulursunuz kendinizi. ağlayabildiğin kadar ağlamak en iyisidir bu durumda, nitekim güçlü görünme imajı vermek için çok geçtir.

gunithe

#4873517 entrysiyle kahve aşığı olduğunu belirten altıncı nesil yazar, hoşgelmiş.

finali muhteşem olan filmler

(bkz: american beauty)
(bkz: good will hunting)

eti browni

yok böyle bir lezzet. ama yanında soğuk süt olucak; soğuk süt, eti browni bir de sevdiğin bir filmi izliyorsan işte huzurun tanımı.

kızlardan kızlara tavsiyeler

her konuda kendinizi geliştirmeye çalışın, kültürlü olun, değişik bakış açıları olan insanlarla konuşun, tartışın, kendi doğrularını bulmana yardımcı olacak kişilerle tanışarak , tek bir gözlükle dünyaya bakmadan, farklı renklerle hayatı yaşamaya çalışın.

le petit prince

sakin' in en güzel şarkılarından birisi. naif gibi duruyor ama çok fazla burukluk barındıyor. dinledikçe dinlettirenlerden. linkini de veriyim tam olsun.

http://www.myspace.com/sakin

bir romanın ilk cümlesi

'bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.'
tolstoy' un anna karenina adlı şahaserinin ilk cümlesidir.