bugün

entry'ler (47)

dövmesi var diye emzirme yasağı alan kadın

özgürlükler ülkesi avustralya'da gerçekleşmiştir.
http://goo.gl/ppwbQt

samuel eto o nun antalyaspor a transferi

ronaldinho'nun abisi aracı olmuş gene tatile geliyorlar gibi.
http://goo.gl/npHNle

ronaldinho nun abisi

türkiyeye tekrar tatile gelecekmiş bu sefer eto'yu antalyaspora pazarlamak için.
http://goo.gl/npHNle

epilasyon karşıtları örgütü

başkan yardımcısının mevzuyu abarttığı örgüt. sevgili yaverim ulu orta erkek resmi istersen içi erkek çekiyor derler ve haklılar.

caps meps atmayın arkadaşlar erkek denilen şey de sonuçta iğrenç bir meta. gösterecek birşeyleriniz varsa sevdiklerinize cam açın öyle gösterin

1 lirayla yapılabilecek en güzel şey

bana verilmesi.

epilasyon karşıtları örgütü

başkanlığını yapmış olduğum örgüttür. aslında dernek olacaktık ama devlet vergi mergi kasacak bir sürü angarya. bizde isterdik yasa içi dernek olmayı ama ne yapalım yasadışı olarak başlamak varmış. ilk toplantımız yarın akşam yapılacaktır. herkesin merak ettiği şeyi de söyleyeyim şimdilik yok ama ilerde üye alımlarına başlayacağız.

yarın akşam başkan yardımcısı ile gündem konumuz;
* suriyeli göçmenlerin sakallı insanların imajına kattığı olumsuz etki.
* aidatların ödenmesi

unutulmasın ki bizler askerde her gün traş zulmune katlanıp. sivilde traş olmayacağım diyenlerin sesiyiz.

edit: bir sürü bayandan mesaj geliyor bizi de alın örgütünüze bıktık ağdadan lazerden cımbızdan maalesef hala yazılmakta olan manifestomuzun 10 maddesinden 7 tanesi "örgüte kesinlikle bayanlar katılamaz"dır. lan kıllı bayan mı olur allasen bir hayal edin. ben kıllı bir bayan hayal etmeyi denesem aklıma amcaoğlum geliyor. amcaoğlumdan bahsetmişken kendisini hiç sevmem. zaten bünyesindeki kıllar bizim örgütü aşar adam denize girince ıslanmıyor bile.

21 haziran 2014 büyük bursa zirvesi

abiler siz bu zirveyi skype'ta mı yapacaksınız ki hala mekan belirtmiyorsunuz. yeri bilelim fiyatlarını öğrenelim. incisözlükte oluşturduğumuz çekirdek yapı ile aranızda olacağız inşallah. birde o akşam arjantin-iran maçı var. 2014 dünya kupasında kime destek verdiysem handikaplı yenildiği için o akşam iranlı kılığında arjantini destekleyeceğim.

düşen nesnelere tekme atma reflexi

varsa bunun bir kapatma düğmesi ameliyata girip kapattıracağım yetti zulmü. Halı sahada topu sürekli ıskalayıp hakan balta performansı sergilememe rağmen düşen nesnelere tekme atmaktaki ısrar, özgüven ve isabet oranımın nereden çıktığını hiç anlamıyorum.

Stajerken raftan düşen 20 kiloluk kalıba tekme atıp bir hafta rapor ve bir daha kalıphaneye girmeme cezası almıştım. Hadi kalıba tekme attın istem dışıdır eyvallah. neden sadece yürümek için kullandığın sol ayağını kullanıyorsun? Hangi anatomik kanuna isyan ediyor bu vücut? Geçenlerde de kahvaltı esnasında annemin önünden kumandayı alıp veronica mars'ın yerli ve statik versiyonu olan müge anlı'nın olduğu kanalı değiştirmek için hamle yaptım ve çay bardağım devrilip sıcak çay kucağıma doğru akmaya başladı tabi sıcak çay benim sikilesice refleximin umurunda değildi masadan yuvarlanan bardak düşerken sağ ayağımla gelişine vurdum. zidanın şampiyonlar ligi finalinde bayern leverkusene attığı goldeki gibi tam ayağıma oturan bardağın ayağımın üstünden çıkış ve tavanda tuzbuz oluşu arasında geçen süre ışık hızını geçmiş olabilir(cernde çember içinde boşuna çarpıştırp ziyan etmesinler maddecikleri) bardağın parçaları yerlere bulaşık yığınlarının içine kahvatı masasındaki reçel, peynir kaselerine dağılmıştı. Ben sol ayağımın üst tarafının ağrısı ve bacaklarımdaki sıcak çayın acısını yeni yeni hissetmeye başlamıştım. Bardağın kırılması ile kendini korumak için yüzünü kapatan annem bana baktı ve kendisinden hayatım boyunca duyduğum en ciddi ses tonuyla "oğlum seni askerde neden adam edemediler" dedi. işte bu amına koduğumun reflexi yüzünden kadının gözünde iyice ruh hastası seviyesine büründüm.

Kaç sene oldu bitmedi ama azaldı artık düşen nesneleri ayağımla yumuşatmaya başladım. Gene ayağımı acıtıyor ama olsun. Evdekiler, zile basıldığında hiç bakmadan zart diye otomata basıp kapıyı açıyorlar diye babamın bulduğu dahiyane fikir olan balkondan anahtar atma olayında da anahtarı her seferinde ayağımla durdurmaktan ayakkaplarım delindi. O değilde bizimkiler anahtarı bakmadan atmaya başladılar (bizimkilerin sorunu bakmamakmış)bir keresinde koordinatlarını hesaplamadan salladıklarında anahtarı göğsümde yumuşatmak sorunda kalmıştım. Çektiğim acı yüzünden flash tvdeki ağalı dizilerde ağıt yakan kadınların yaptığı gibi yere çöküp kendime kalp masajı yapmaya başladım. yerden kapıya kadar güçlükle gittim. odama girdiğimde göğsüm hala acıyordu. onu son gördüğüm an geldi gözümün önüne silebilmek için tatu posterine baktım(hangisi lezbiyen hangisi müslümandı lan bu kızların?) yinede silinmedi siluetin posterin gölgesinde oturup gözyaşlarımı hiç ziyan etmeden içime doğru ağladım.

radyo1963

bu akşam bir aksilik çıkmazsa saat 20:00'da bursaspor altyapısını konuşmak üzere konuk olduğum radyo.

radyo1963

bursaspordan taraf radyodur.

mobil ortamlardan dinlemek ve bildirim alabilmek için android ve iphone uygulamaları radyonun sitesinde mevcuttur.

http://www.radyo1963.com
http://www.facebook.com/radyo1963
http://www.twitter.com/Radyo_1963

sözlük yazarlarının en son dinlediği şarkı

bergen - neden dönmesin

leyla ile mecnun'un 24. bölümünü izlerken denk geldi ve bir kaç keredir dinliyorum şarkının sözleri basit, insana iyi geliyor ama o gelmiyor işte amk.

ben bu yazıyı kendime yazdım

yaşamımın bu noktaya nasıl geldiğini hiç anlamadım. ben hep doğru ve düzgün olan şeyleri yapmaya çalıştım demek ki yanlış yolu izlemişim bu saatten sonra doğru yolu bulacak kadar zamanım da yok sağlık olsun. aslında bu yapılan tercihlerle ilgili değil biraz da kader meselesi. karşıma hiç doğru insanın çıkmamasında benim suçum çok fazla yok. benim suçum inanmak kendimi onlara fazla kaptırmak, onlarında benim iyiliğimi düşünebileceğini sanmak. kendimi dış dünyaya karşı çok güçlü hissettiğim zamanlar da herşeyin üstüste gelmesiyle katre katre azaldı. artık inanıyorum ki önceki hayatım da bir yerlerde halka veresiyeyle ekmek satmayan nemrut bakkalın tekiydim o yüzden yaşadığım her kötü şeyi hakediyorum, iyi şeyleri ise haketmediğim için yaşayamıyorum.
(bkz: ben bunları buraya neden yazdım)

gayret et güzelim

lisedeyken çok dinlediğim şarkıydı. o zamanlar bir şarkıyı tekrar tekrar dinlemek kolay değildi. walkmanler, kasetler vardı geri sarmak pil harcatırdı, kasedi çıkarıp kalemle geri sarmak görsel rezaletti. herşeye rağmen hayatımın çok buhranlı döneminde bu ritüelleri sıkılmadan yapıp saatlerce dinliyordum. sonra araya yaşanmışlıklar girdi ve ben şarkıyı değil ama şarkıyı dinlemeyi unuttum. geçen gün telefonuma yükledim şarkıyı her sokağa çıktığımda defalarca dinliyorum. teknoloji insanı toplumdan koparıyor, asosyalleştiriyor, yalnızlaştırıyor ama arada güzel yanları da yok değil. *

hastalık konulu filmler

dramlardan uzak durma kararımı askıya aldığım için bu akşam izleyebildim.

(bkz: Awakenings)

sevilmekten umudunu kesen erkekler

kısa bir dönem yaşadım sevilmek denilen fiili.
sevmek kolay hacı abi çünkü insanın kendi elinde sevmek ama sevilmek çok başka birşey en cezbettirici sebebi de kontrol edemiyorsun.
mesela ben kendi yaşamıma zerre önem vermeyen biriyim. bunu laf olsun diye de söylemiyorum gözümü her kapattığımda açmak için hiçbir sebebim yok sadece reflexsif olarak açılıyor gözlerim. geçenlerde sevildiğimi bildiğim bir dönem yaşadım. hayatımı komple değiştirdi. benim için değersiz olan yaşamım artık birisi için "değerli" diye herşeye çok özen göstermeye başladım. her gece sokaklarda spor adı altında yürürken tinercilerden sakınır, kulaklık takıp etrafa bakmadan yollara çıkarken etrafıma deli gibi bakar oldum yani kısıtlı şekilde yaşama şablonuna uydurduğum hayatımı radikal şekilde değiştirdim.
birşeyler oldu işler ters gitti ben o sevilmek denen fiilin bittiğine, seven kişinin eğlencesinin bir parçası olduğuna kendimi inandırmak zorunda kaldım.
artık sevilmeme müsade etmeyeceğim. sevmeyin olum beni ben kaldıramıyorum sevgiyi hem yerlere tükürüyorum beni sevmeyin amk.

başlığa olan katkım ise sevilmekten değilde insan kendisinden umudu kesiyor.

bekar hayatı

Bir haftadır evde benden başka kimse olmadığı için hayat mücadelesi verdiğim yaşam biçimi. Ev boş olunca aklınıza hemen kız atmak, çırılçıplak şekilde ankaranın bağları klibini canlandırmak geliyor değil mi? Değil işte beslenmek diye birşey var ki olmazsa olmaz. Teknoloji nerelere geldi buna hala çare bulamadılar yazıklar olsun. Şimdi kimse neden dürümcüyü msnden ekleyip dürüm söylemedin demesin yemek işini dışarda halletmeyi sevmiyorum ben. Bir de tek başına yaşamayı öğrenmek için yemek kısmını kendim halletmek zorundayım.

Daha önce beni evde tek bıraktıklarında pencere kenarına oturmuş boş turşu kavanozlarına sarılmış bir halde unicefe atılmış olan yardım talebi sonrası erzak uçağını beklerken buldukları için bir kaç günlük yemek bırakmışlardı. ilk üç günü annemin bıraktığı yemekler ile geçirdim. Geçen hafta evlenen ablamın kınasında dağıtılan çerezlerden kalanları da alerjim olmasına rağmen yedim. öğrenci evi klasiği olan makarna ile de bir günü atlattım ama oran konusundan bihaber olduğum için bir paket makarnayı Japon balıklarının şuursuz açgözlülüğüyle yedim. Hareket kabiliyetim çok düşünce bu makarnayı sindirmek için 6 km yok yürüdüm. Ertesi gün markete gidip salata yapmak için malzeme aldım. Googleda salata nasıl yapılır yazdım. Binlerce sonuç çıktı aralarından ismiyle sıyrılan en az zahmetli olacağını düşündüğüm çoban salatayı seçtim. Sanırım bu amına koyduğumun yerinde çobanlarda ki lüx bende yok lan bu malzemeleri tedarik edebilecek altyapı çobanlarda varsa bir daha o adamların reyine laf edenin züriyetini sikerim. Bu salatanın tarifini yazıyorsan, tarihinde yaz, koyun güderken nar ekşisi ve konserve mısır bulamadığı için açlıktan ölen çobanın hikayesini de yaz. Eksik malzemeleri boşverdim googleda gerekli aramaları yapıp (domates, soğan, marul nasıl doğranır) uygulamaya geçtim. Marulları yıkarken lekeli yerleri kesip atmaktan marul oranı düştü. Bundan sonra süpermarketten kolay kolay sebze almam. zaten süpermarketlerin zerzavat reyonu farmville oyunundaki çiftçilik kadar samimiyetsiz geliyor bana. Ama pazar denen rezil rüsva yere göre daha sakin. en iyisi evde marul beslemek. Yemek yapmak için malzeme ararken dolaşmakta sıkıntılı işmiş açlıktan ölecek kıvama geldim. imkanlarım olmasına rağmen canımın istediği yemeği yapamıyorum ve cicibebe gazoz ikilisi ile açlığımı yatıştırıyorum.

Mesela canım pilav istiyor yapabilir miyim hayır çünkü pirinç ayıklama denilen saçma sapan işi henüz kafamda oturtmuş değilim. Ben bu pirinci pazarda ucuz olan yerine gidip marketten hazır pakette alıyorsam eden ayıklayayım lan? Neden ayıklamadan paketliyorsunuz pirinçleri? enayi miyim lan ben sizin işinizi yapacağım. ayrıca bu pirinçlerin içinde taş ne arıyor? patates mi ki bu kendiyle beraber taş toprak getirsin resmen paramla rezil oluyorum.

Pazar denen bir yer var akıllara zarar. Benim bir sevdiğim olmadığı için kıskançmıyım bilmiyorum ama sevdiğim birini pazar denilen yere göndertmem. Pazarcıların gözü göz değil. böyle sürrealist bir ortamı salvador dali bile çizemez lan kabus gibiydi. O bağırış çağırış ve Kalabalıkta nasıl yürüyeceğimi hesaplamaya çalışırken denyonun biri öyle bir bağırdı ki kulağımdaki uğultusu bittiğinde kendimi o denyodan pırasa alırken buldum. Demek pazarlardaki strateji buymuş bağırarak baskı yapıyorlarmış. Pazarda ilerleyebildiğim 20 metre içerisinde aldığım bu dersten sonra elimde bir demet pırasa ile eve döndüm. Bu pırasanın olayı nedir ya soğan desem değil maydanoz desem değil resmen bunda da kazık yedim.

şu an aç karnımla yazıyorum ve kesin kararım Bu ev hanımlığı bir kişilik iş değil. Daha bunun konu komşu gezmesi, çocuk bakması, top oynayan veletleri kovalaması, ağdası, adeti var. ben kadın olsam bu kadar iş yükünü kaldıramayacağım için kuma isterim. harbiden lan şeriat gelsin kuma serbest olsun. hem ben beğendiğim güzel kızlara kur yapacağıma gider babasının yanında iki rekat namaz kılıp gözüne girer kızı bonservisiyle alırım amk.

şakası bir tarafa annem ölünce ben bu şekilde yaşamak zorunda kalacağım. hazır evde kimse yokken geçtiğimiz dönemde yeşeren hayat umutlarımı çamurlu ayaklarımla ezerek eski yaşam planlarıma geri döndüm. şimdi bana hipokrat denen çıkarcı ibnenin yeminini sallamayan walter bishop ahlaklı doktor lazım ilgilenenler mesaj atsın. (ciddili)

süs kaktüsü

ne sike derman olduğunu bilmediğim bitki. annemler kaplıcaya gidip beni evde tek başına bırakınca bugün sulamam için telefon açtı. öyle kaşıkla falan uğraşmadım sosyalist düzen kurdum her saksıya bir nescafe bardağı kadar su döktüm. bu kaktüse döktükten sonra gördüm ki senede iki kere çiçek açan bitkinin çiçek açması annemin evde olmadığı döneme denk gelmişti. çaldırdım kaktüsünün yine çiçek açtığını söyledim ağlamaya başlayınca yüzüne kapattım telefonu.

aga bana işte bu koyuyor çiçeği kıskandığım falan yok ben askere giderken "siktir ol gitte adam orada olursun belki" diyen kadın açan çiçeği göremeyecek diye ağlıyor. (askere giderken ki tepkisinde çok haklı bir sebebi vardı eyvallah ama yinede üzülüyor insan)

31 ağustos 2013 mp antalyaspor bursaspor maçı

gidip yerinde izlediğim maç. öncelikle öyle nem mi olur amına koyayım ya aldığım nefesi hissedemiyorum.

maça gelince deplasmanda galip gelmek güzeldi. puan kaybı olsaydı o 8 saattlik yol hiç çekilmezdi.

bu sene tuncay denen insan ziyanını yılın vedersonu ilan ettim bundan sonra gittiği güne kadar her platformda tepkimi koyacağım. bir sol açık oyuncusu bir tane mi orta açamaz, atak başlatamaz bütün işi topun peşinde koşmak. koşarken preste yapmıyor sadece topu kovalıyor. neyse otobüste duman altı olduğum için şu an kurallı ve düzenli cümle kuramaz oldum kısa keseyim ve civellinin sözleşmesi uzatılmalı diyeyim.

ben bu yazıyı sana yazdım

günleri saymadan tutuyorum yasını
çekesim gelmiyor insanların tafrasını
sen yoksun, kimsem yok kime yapacağım ben
sikip attığım yaşamımın savunmasını.

senin gelmen metafiziksel bir mucize
olsun, ben bekliyorum seni sessizce.
her seferinde biraz daha gömülüyorum
yerine gelenler yüreğimi ezince.

metroların insanları mutsuzlaştırması

yeni nesillerde değil ama 92 öncesi doğanlarda vardır böyle bir durum. neden yeni nesillerde yok çünkü hiç yalnız gezmiyorlar. hem onlar başka bir şey lan adamlar cafeye buluşmaya gidip telefondan kafayı hiç kafayı kaldırmadan tekrar eve gidiyorlar benim aklım ermiyor onlara.

başlıkta belirttiğim metrolarda mutsuzluk tribinin temelini teoman "o" klibiyle atmıştır. belki bilmezsiniz ama teoman metroda mutsuz olan ilk insandır. hemde kulaklıksız. geçenlerde istasyonda telefonla konuşurken şen şakrak olan kız; metroya bindikten sonra suçluları aklamaya çalışan vicdanlı avukatlara döndü. bütün o pollyanna tripleri bitmişti kızda. istasyondaki mutlu olan etrafını ışıl aydınlatan kız, metroda cama kafasını dayamış şekilde duruyordu. sanki yaşamıyor, sadece nefes alıyordu. metrolarda yalnızların tek iletişim kurduğu şey camdaki yansımaları galiba. eskiden körüklü otobüslerde bu durumlar için, otobüsün egzozunu otobüs içinden geçirilerek yalnızların sıcak ve yuvarlak hatlı şeylere sarılma ihtiyaçlarını gideriyorlardı. (eğer böyle değilse ağır sapıkmışım ben) bir keresinde de okuldan kaçtığımız gün, bizimle gelen kızın adet gününe denk gelmişti kız kültürparktan setbaşına kadar koala yapışıp gibi bırakmamıştı egzozu.

asosyallerin metro durumları farklıdır onlar zaten genelde mutsuzlardır metro gibi kalabalık mecralara girince kafalarından o kadar çok şey geçer ki mutsuz oldukları akıllarına bile gelmez. onlar kimseye bakmayayım asıldı sanılmasın, kimseye yaklaşmayayım fortladı sanılmasın, elimdeki çantayı yere koymayayım şüpheli paket sanılmasın gibi anlık kurallar koyup onları uygularlar. yine birgün metroda asosyalizm kurallarıyla yolculuk ederken; telefonuma kurduktan bir hafta sonra sildiğim facebook uygulamasından bildirim geldi. heyecanlandım, o an birilerinin bana ihtiyacı vardı birileri benden umudu kesmemişti, birilerine göre hala nabzım atıyordu açtım baktım; veysel seni çete savaşı oynamaya davet etti. ya veysel senin ben sosyalleşmeni sikeyim. altı kere bıçaklanmış, yüz kere tövbe etmiş, aylarca ceza evinde yatmış adamsın hala kiminle neyin savaşını yapıyorsun. seninle beni yanyana gördüler diye 14 senedir geçemediğim cadde var lan benim. hala utanmadan beni nasıl kavgana çağırıyorsun? geliyorum lan rakip çete beklesin bir metro adam yığacağım önlerine yeter ki güzergahta olsunlar.

hala mesaj geliyor metroya her tek başına binen kişi pişmiş kelle gibi sırıtsın mı? diyorlar.

sırıtmak mutluluk mu lan?

nedir mutluluk bilen var mı?

bu da tartışılmalı eleştirilmeli. mutsuzluğa gelince herkes tecrübelerle biliyor ama mutluluk denilince çıt yok.

şimdi burda size mutluluğun 3D tanımını yapsam bile okumazsınız, bilmek istemezsiniz. mutluluk bir hedeftir, hedefi bilip ulaşınca yapacak hiç birşeyiniz kalmaz bu hayatta.