bugün

entry'ler (21)

knock me out

insanın içini deşer, sessizliğini yırtar, bir çığlık olur çıkar.

http://grooveshark.com/#!...k+Me+Out/37skaY?src=5null

innersilence

"sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur." der kaçarım.

göçmüş kediler bahçesi

bilge karasu bu kitapta "incitmebeni" hikayesine şöyle başlar ve devam eder;

"herkesin,
kim bilir, belki de ancak -çoğu insanın- demeli ya,
giyinmek için uğraşıp didindiği bir dünyada,
insanların,
arkasını kat kat kalınlaştırmak için olmasa bile,
kış aylarının acı soğuğu estiği zaman sırtını pek tutabilmek için çalışıp yaşadığı bir ülkede
soyunmaktan başka bir şey dilemeyen bir adamın masalı bu.
(...)
insan soyuna soyuna deriye varır, onura öz saygısına varır. bunları yüzmek, koparıp atmak, güçtür ya soyunmayı yürekten benimsemiş kişi, sırası geldiğinde bu son adımı atmayı değer bellediğinde, ölmesini bilir. ne ki, bir tek kez yapılabilecek bu işi, böyle bir eylemin değerini anlayacak kişiler karşısında yapmak ister. yanılır da sırası geldi diyerek, olmayacak yerde girişirseniz bu işe, acı bir masal olur çıkarsınız."

turgut uyar

kendisi son 25 yıldır aşiyan'da uzanıyor.
bense bu gece, uzanıp onun yanaklarından öpüyorum.

boşluk

"dalgın kuşlar var üstümüzde, kanatlarını yayarak süzülüyorlar oynak kavisler bırakarak arkalarında
gagalarından mektup gibi geçiyor boşluk
ve sessizlik bir yüzük taşı gibi parlıyor gözlerimizde,
dudaklarımızda,
yanık sırtlarımızda.
parmaklarımızla konuşuyoruz biz de, işaret daha çarpıcı
tapınır gibiyiz bu yüzden
çok gerilerde, bilincin ve bilinçaltının da gerisinde,
bize hiç verilmeyenin
boşluk bu
ölü gövdenin küçük mezarı
bir çift kiraz iliştirilmiş de sanki mermerine
bazen tek bir kuşu alıp götürüyor, götürüyor
yaldızdan bir taşın sınırına bırakıyor(göğün yakamozu bu da)
aramayı unutuyoruz birden herhangi bir şeyi,
şurda mı burda mı bakmıyoruz bile
o kadar az, o kadar ortada her şey çünkü
ve soruyoruz kendimize: bir şey mi aratmak istiyordu bize boşluk
bilmediğimiz bir şey mi
bunu bir çocuk yeni kopardığı bir dal parçasını ruhuna batırarak anlatıyor
anlatmış oluyor belki."**

lale müldür

5.
bu yatak büyülendi
sana ve bana ait değil
burda şimdi hepimiz yatıyoruz
ve bize ninni söyleyen yok artık
yatağımı çivilettim
sana ve bana hazırladım
ve söylenemeyecek, söylenemeyecek kadar güzel rüyalara

7.
rüyamda seni gördüm
sen değildin, sana benzemiyordu ama
sendin
çünkü dünyada görülmeyen başka bir bakışla
bakıyordun

8.
rüyamda seni gördüm
sen değildin, sana benzemiyordu ama
sendin
çünkü tıpkı olması gerekene benziyordun

15.
güneşin tutulduğu gün
gölgeler müphemleşti dedi bir şair
şimdi artık her şey müphem
ilişkiler, aşklar, dostluklar
hiçbir şey bilmemek gibi bir duygu
neden diye sormayın
bir martı gibi çığlık ve kahkaha atın.

güneş tutulması 1999 kitabından.

otel

kirli ağustos kitabında bulunan bir edip cansever şiiri.
bir yerinde şöyle diyor;

"yaprak bir parça yaprak olana kadar
su bir parça su olana kadar
ben onlara su ve yaprak diyene kadar
demek istediğim; yaşamak bir parça yaşamak oluncaya kadar
zamanlar, zaman sürüleri..
bazı adamlar ki bu zamanlara
dokunur geçerlerdi."

intihar

hakkında;
"belki de,
tam uzanıp öpecekken gerçeğin yaralı, bedbaht yüzünü
süslerin gerisinde ansızın beliren karanlık delikleriyle
reddedilmesi imkansız bir teklif olur artık intihar." der küçük iskender.

ölüm

"-nereye?
-bilmem ki."

yılan uykusu

okunması gereken çok güzel bir sait faik öyküsü.
söyle uzunca bir şey;

"işte karşı karşıyasın. işte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. işte elleri, parmakları, işte ayakları. kim bu? insanoğlu! senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı. işte gözlerinde yaş, işte gülüyor. işte ekmeği ısırıyor. bak patates salatasını attı ağzına. işte çatalında uskumru. işte şarap bardağı dudağında. insanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. üstelik seviyorsun da onu. dudağının kıvrımını seviyorsun. saçının karasını seviyorsun. kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını. işte senin gibi apayrı. canına sokacağın geliyor. işte gazete okuyor. işte cıgara paketine imzalar atıyor. işte portakal yiyor. işte türkü söylüyor. bilmediğin dilden bir türkü söylüyor. arada bildiğin, kanında dolaşan şu türkçe dilinden "karabuberim buberim buberim!" diyor. sonra "asepiya piluti keton ibrahim!" işte karşı karşıyasın. haydi bakalım bil onu. anla bakalım. kendini anlat bakalım. işte sıkılıyor. geniş geniş nefes alıyor. işte cıgara paketine sevdiğin parmaklar uzandı. işte sevdiğin dudağın kıvrıntısından duman çıkıyor. haydi bakalım. bil onu bakalım. kimdir? senin hakkında ne düşünür? şu saatte nerede olmayı ister? senin sevgin umurunda mı?

haydi bil bakalım. "karabiberim, karabiberim, biberim nasıl edelim, nasıl edelim, candarmalar geliyor, cızlam edelim."
işte karşı karşıyasın. haydi bakalım. söyle söyleyeceğim. de diyeceğini. dinler de. tatlı tatlı dinler de. sevgiden söz aç. ne çıkar; o seni anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak.

işte karşı karşıyasın. birdenbire kalkar, dudaklarından öpebilirsin. gözlerini kapar. ne güzel gözlerini kapar. belki de seni görmemek içindir. sen de kaparsın gözlerini. belki de onu görmemek içindir. ne sen onu, ne o seni anlıyor. belki anlamak ikinizin de işine gelmiyor. "tam, tanı, kendini tanı". işe başla bir kere bu yönden. sonra onu da anlayacaksın.
birdenbire bulunduğumuz odanın kapısı açılıverdi. içeriye rüzgâr girdi. soğukla beraber yapraklarını dökmüş bir ağaç girdi. ağacın arkasından duman, dumanın arkasından bir kuş, kuşun arkasından bir bulut girdi. sonra...

sonra kar yağmaya başladı. kütüphanenin camı buz tutmaya başladı. ampulün ışığı buza girip çıktı. üşüyerek yine tavandaki şişesine girdi. elbiselerimin cepleri buzdan kaskatı kesilmişti. elimi cebime de sokamıyordum. soba harıl harıl yanıyordu. sobanın üstünde buzlar eriyordu. demin yanımda olan şimdi yandaki odaya geçmişti. iki odayı birbirinden ayıran kapıyı açmış, bana bakıyordu. kuş ağaca tünemiş, kabarmış oturuyordu. o kuşa ıslık çaldı. kuş cevap vermedi. bana döndü. "buz kestin orda, dedi, bu odaya gelsene!" "o oda sıcak mı?" diye sormuşum gibi "sıcak ya, dedi, bu oda ısındı" "senden mi?" diye sormuşum gibi "benden ya, dedi". sobaya baktım. harıl harıl yanıyordu. herhalde sobada bir bozukluk olacak diye boruya elimi sürmemle çekmem bir oldu.

o içeriki odadan sanki beni görüyormuş gibi: "sobada iş yok!" dedi.
içeriki odaya geçtim. yatak hazırdı. o ta köşeye büzülmüştü. yanına sokuldum. sıcacıktı. hamam gibi idi. "dondum sobalı odada yapayalnız," dedim, "burası ne iyi imiş!..." "kuş ne oldu?" dedi. "ağaçta," dedim. "donacak zavallı," dedi, "buraya al onu da." "bırak şimdi kuşu," dedim. içime bir şeyler doğmuştu. birdenbire yine garipsemiştim her şeyi. onun yanı sıcacıktı. içeriki sobalı odada soba harıl harıl yanıyordu. ama kütüphanenin camı buz tutmuştu. sonra içeride kuru dallarına kar birikmiş bir ağaç vardı. ağacın üstünde kuş. kuş soğuktan kabarmıştı. sabaha ya çıkar ya çıkmazdı. yine "kuşu buraya al! kuşu buraya al!" dedi. istemeye istemeye kalktım. sobalı odaya girdim. kuşu aldım ağaçtan.

kütüphanenin camındaki buzu tırnağımla kazıdım. sobaya baktım, sönmek üzere idi. bir iki odun attım. döndüm geldim ki, yatak bomboş. yatağın kenarındaki komodinin üzerine bir kâğıt bırakmıştı. aldım. ikiye katlamıştı. açtım; bomboş. kuşu komodinin üzerine bıraktım. ötmeye başladı. bu oda hâlâ sıcacıktı. hâlâ dudağının kıvrımı, hâlâ kaşının yaramaz çocukluğundan kalma tüysüz yara çizgisi odanın içinde çocukların mütalaa saatlerinde yapıp attıkları kâğıttan uçaklar gibi başıma düşüyorlardı.

yatağımın üstüne oturdum. bir cıgara yaktım. içeriki odadaki ağaç buzlu cama pat pat vuruyordu. sobanın sesini duyuyordum. bulunduğum odanın kapısı vuruldu. "girin!" diye haykırdım. üstünde yeşil renkli bir yağmurlukla bir adam girdi. "buyurun," dedim. "kimi istiyorsunuz?" adam dikkatle yüzüme baktı. sonra etrafına bakındı. "nerede o?" dedi. "kim?" dedim. "demin burada sizinle beraber bulunan," dedi. "bilmem kalktı gitti," dedim.

yorganı açtı. yüzüme baktı. "neye yalan söylüyorsunuz?" dedi. dönüp baktım. demin büzüldüğü yerde uyuyordu. mışıl mışıl uyuyordu. alnı terli idi. komodinin üstünden kuş kalkıp saçlarına kondu. bir kuytu ormanda bülbül gibi şakıdı.biz adamla yandaki odaya geçtik. şimdi odaya lapa lapa kar yağıyor. onun yeşil muşambasına, benim pijamama birikiyordu. ama ben üşümüyordum. o ellerini hohluyor, uğuşturuyordu.

"bırak uyusun, biz konuşalım," dedi. "konuşacak bir şey yok," dedim. "hem burası soğuk. gidip ben de yatmalıyım. yarın erken kalkacağım." yüzünü hiddet bürümüştü. elleri titriyordu. "durun hiddetlenmeyin, isterseniz konuşalım ama üstüme bir şey alayım," dedim. dışarı çıktım. paltomu giyip geldim. oda birdenbire değişivermiş, her zamanki odamın halini almıştı. adam kanepede rahatça oturuyor, cıgara içiyordu. beni görünce "anlaştık, anlaştık." dedi. "kiminle anlaştınız?" dedim. "sizinle" dedi. "ne zaman?" dedim. güldü. "kuş bana anlattı," dedi. ferahlayıverdim. kuş anlattı ise herhalde iyi şeyler anlatmıştır. kuşlar kötü şey anlatır mı?

"kuşlar anlatır mı?" dedim. "tabii anlatır," dedi, "çocukken annem sen bugün mektepte hocaya dilini çıkarmışsın! ayıp değil mi sana? derdi. yalan vallahi anne, derdim, sana kim söyledi. bana bir kuş söyledi, derdi. bu kuş işte o kuş," dedi. "hep şeyi anlattı mı?" dedim. "anlattı" dedi. rahat ettim. kuşlar kötü şey söylerler mi hiç? küçük dedikoduların zararı yok. "öyle ise" dedim, "mesele yok." "yok, yok, dedi, şu cıgaramı içeyim gideceğim".

kütüphanenin camı yine buz tutmaya başladı. kapı açıldı. ağaç girdi. ağacın arkasından kuş girecek diye bekledim; girmedi. ama bulut girdi. oda yine değişmiş, yine soğumuştu. bu sefer kitapların kenarından da buzlar sarkıyordu. olur şey değil, diye söylendim kendi kendime. ya adam da değişirse: kanepede büzülmüş, ellerini hohluyor, kafasını sallıyordu. burnu soğuktan kıpkırmızı kesilmişti. ama bana bakarken gülüyordu. değişmemişti. deminki gibi idi. "eh bana müsaade artık," dedi. hayırlı geceler!" "hayırlı geceler!" dedim.

içeriki odaya girmek canım istemiyordu. herhalde o da kalkıp çoktan gitmiş olacaktı. kuşla beraber pencereden çıkmış olacaklardı. ama o oda herhalde hâlâ sıcaktı. ağacı yerinden söküp balkon kapısından fırlattım. dumanla bulut da onun arkasından kendi kendilerine gittiler.

odam biraz ısınmıştı. soba gürül gürül yanıyordu. anahtarı biraz kıstım. i̇çeriki odaya geçtim. yorganı açtım. köşeye büzülmüş mışıl mışıl uyuyordu. kucakladım. kuş onun kafasından benim kafama, benim kafamdan onun kafasına konup duruyordu. sabaha kadar kuşun kanat seslerini, onun mışıl mışıl uykusunu duydum... "

intihar

hakkında bir zamanlar;
"kimi kimselerin kendilerini istemli olarak yalnızlaştırmaları, bir askez durumuna itmeleri, yaşamın olanaklarını kısıtlayıp sınırlamaları, kılığı başkalaşmış intiharlardır." denmiştir.

paris

"bugün kuşlarla senden, senin
o çok efkârlı ellerinden konuştuk uzun uzun" şeklinde çok güzel bir kaç satır barındıran küçük iskender şiiri.

eski sevgili

"tarihe gömülen koca koca atlar
tarihe gömülür o kadar."**

aşk şiirleri kolonisi

bir çok şairden yalnızca birer şiir bulunmasına rağmen ahmet güntan'dan iki şiir barındıran bir küçük iskender derlemesi.

ilişki

söz konusu olan sevgililik süreciyse, temelde; dokunmayı istemekle başlar, dokunmaya alışmakla devam eder ve artık dokunamadığın zaman biter.

küçük iskender

"tarih boyunca olanlara hiç üzülmedim, genellikle incindim." diyor.

rainer maria rilke

kendisi şöyle diyor;
"uyuması için birine şarkı söylemek istiyorum,
birisinin yanına oturup hareketsizce durmak.
seni sallayarak bir şarkı mırıldanmak istiyorum,
tam uykuya dalacağın sırada seninle birlikte olmak.
evdeki tek uyanık kişinin ben olmasını,
gecenin soğuk olduğunu tek bilenin.
hem içeriyi, hem de dışarıyı dinlemek istiyorum,
senin içini, dünyanın ve ormanların.
saatler, zillerini ağır ağır çalıyorlar,
ve sen zamanın aslına inebiliyorsun.
sokakta bir yabancı yürüyor
ve yoldan geçen bir köpeği rahatsız ediyor.
ardından sessizlik geliyor.
gözlerimi sana,
ellerimi uzatırcasına sunmuştum,
karanlığın içinde bir şeyler kıpırdadığında,
seni hafifçe tutup sonra da bırakmaları için."

hermetika

muazzam bir lale müldür şiiri.

" seni ilk gördüğüm gün,
sonbaharın yabanıl kahverengi geyiği
benim için olduğunu anlamıştım.
boynuzların iletken elektrodlar gibi,
tuzumsu bir karla kaplanmıştı.
ağaçların etrafında yavaşça dolaşan
buğuların ve serpiştiren buzdan iğnelerin
arasında mor'u tanıdım.

omurganda yanan ışıkla oryantal ikonların
karanlık gölgeleri ardında kırmızı ve
maviyi karıştırıp moru elde ediyordun:
gizin rengini.

beni ilk gördüğün gün
senin için olduğumu anlamış mıydın?
bal peteklerinden bir yağmur yağıyordu.
defne ormanlarının arasında oranj'ı tanıdın.
ikimiz de duruyorduk öyle kolera çarpmış gibi
sersemlemiş, büyülenmiş, buğuların üstünde.
hiçbir şey değişmedi yine de
çünkü;
"aşk likid korku dolu bir kadehtir."

budist rahiplerin safran giysileri yanıyordu havada.
birisi yerde mor giysisiyle yatıyordu.
sana yalan söylemek istemiyordum.
oranj olmadığımı,
mor olduğumu benim de,
hatta hileli bir "deeper blue" olduğumu...
birbirine zıt iki renk...
anlamıyordun...
kadın yogilerin
cinselliğini arttırdığı söylenen
mor bir ışıkta beni oranj sanıyordun.

oranj değilim ben, yasın belirtisiyim,
morum, safranım belki ama oranj
değilim.
mutluluk çıkmaz benden.
benim turunçgillerim yapraklarını ağlar.
yine de senin için tuhaf şövalyem,
incelikli zulmün için,
kalbimin morluklarını unutup oranj olmayı deneyebilirim.

"o, omega, gözlerinin mor ışığı."

haliç'ten indiler
birdenbire.
cenk etmek zorunda kalmak.
ben portakal yemek
birdenbire hasta
olduğum için anne-
baba evinde.
bu notları
yazmak kabz halinde.
battaniyeyi üstüme
çekmek.
"unutmaya yatmak"
birçok şeyi.
ilaç torbam.
dış medeniyetler.
güzel hatıralarım var mıydı?
varsa bile ben unuttum.
ben şeyim aslında?
şeyim...
hayatı boyunca
uyumu aramış uyumsuzun
biriyim.
uzun çok uzun
süredir bana kimse değmedi.
zigzaver marka bir tabanca
var aklımda
ama onu ben
kullanmayacağım.
gerisi beni hiç ilgilendirmiyor.. "

lale müldür

yalnızca hermetika gibi bir şiiri yazdığı için bile saygı duyulması gereken kadın.
onun dışında güzellikleri saymakla bitmez muhakkak. ama şunlara bir göz gezdirin;
(bkz: saatler geyikler)
(bkz: kuğu açılışı)
(bkz: he shot me down bang bang)
(bkz: destina)
(bkz: modern aşk)
(bkz: eskil bir aşk öyküsü)

arabesk çocuk şiirleri

bir küçük iskender şiiri.
ilk göz ağrım. zaten sırf bu ağrıdandır ki bir daha küçük iskender'i pek sevemedim.

" it yeryüzünü
artık lazım değil sana,
bir konuya temas eder gibi
durmadan seyret beni

ayrılırsak bir akşamüstü ayrılalım
ben üşütmüş olayım biraz
ansızın bırakıp git beni
ilaçlanan bir evdeki hamamböceği misali

bir yerlerde birkaç kadeh
birkaç dostta üzücü sığınışlar
binirleneyim kırılayım karşı koyamayayım
dağıtır ya bir doğan anlamsızca güvercinin yuvasını

aklımdan mutlaka intihar geçmeli önce
sonra… sonra şüphesiz seni öldürmek
telefonunu çaldırarak geceleri
öç almalıyım aylarca senden

elbette karşılaşmalıyız bir gün yolda
sen başını öne eğmelisin
ben başımı öte yana çevirmeliyim,
birbirimizi hiçbir zaman görmemiş gibi yaparak
yürümeliyiz ayrı ayrı yerlere doğru
düşüp parçalanan bir pusula
nasıl göstermezse artık hiçbir yönü

polis bu çılgın şehri tanık yazmalı
bu an be an büyüyen cinayete,
ceketin yakasına iliştirilen
kırmızı karanfil örneği
en çok böylesi ayrılıklar yakışır ihanete!

istediğin gibi yaptım: artık kalbim yok!

artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok !
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse

istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim
yok! "