bugün

entry'ler (734)

etik

Kavramlarla sarılı yaşantımızda bazen doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyoruz galiba. tıpkı doğru cümleleri kurmak için gösterdiğimiz çaba gibi...

Bunlardan birisi de etik!

Ahlak ve Etik, Etik Bilimi, Ahlak ve Etik Felsefesi…

Birbiriyle bağlantılı ve ayırt edilmeleri zor iki kavram.

Son yıllarda özellikle iş hayatında etikten çok söz edilmeye başlanmıştır. Etiğe bu kadar çok ihtiyaç duyulmasının sebebi belki de ihtiyaçtandır!

Kavramın ne olduğuna gelince… Yunanca "karakter" anlamına gelen "ethos" sözcüğünden türemiştir. Türkçede etik sözcüğü yanlış biçimde; ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Etik ve ahlak kelimesi genellikle “doğru” ve “yanlış” kavramları etrafında sıklıkla birbiriyle karıştırılarak kullanılan kelimelerdir. Etik ve ahlak aynı anlama gelmemektedir.

Etik, toplum tarafından oluşturulmuş kodlar, normlar gibi kurallardır. Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü diyebiliriz. insanla ilişkilendirilmiş, bütünsel bir kelimedir.

Ahlak ise daha kişisel bir olgudur. Kişinin doğru ve yanlış üzerindeki kendi düşünce ve hislerine dayanmaktadır. Ahlak; kişisel olduğu için herkese göre değişebilir, ancak etik kuralları toplum için aynıdır, değişmez!

Etik; bir bilim dalıdır, ahlak ise bir olgudur!

Nasıl davranış sergilersek sergileyelim, unutmamalıyız ki her yaptığımız diğer canlıları da etkilemektedir. Eski çağlardan günümüze doğruluğu, mutluluğu ve hazzı temel alan, faydaya odaklanan ve etiği bir üst bilim olarak kabul eden yaklaşımlar mevcuttur.

ilk tartışılan başlıklar; iyi, mutlu yaşam, adalet ve erdemlilik olmuştur. 18. yy.’dan itibaren ise; sorumluluklar, değerler, ödevler, amaçlar gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Dönemlerin gelişme düzeyine, üretim şekillerine ve yaşam tarzlarına paralel olarak felsefi görüşlerde şekillenmektedir.
Etik kurallar insan olduğumuzu hatırlatan bir unsurdur ve toplumu bir arada tutmaya yarar. insanlar birbirlerine her geçen gün daha da saygısızlaşıyor. Etik diyoruz ama kim önemsiyor? Gücünü kötüye kullanabilecek insanlar, kendi başarıları için çevrelerindekileri yakıp, yıkıyorlar. Mobbing diyoruz ya, bu da sorunlarımızın başında geliyor! Yazılı kurallarımız olmayabilir ama bizi biz yapan insani değerlerden uzaklaşmamak gerekiyor.

Tamamen insana özgü bir sürü davranış kalıbı mevcut. Doğanın en akıllı varlıkları olarak kendi davranışlarımızı kontrol edebilmeliyiz.

Sokrates “sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez” demiş. Kaçımız hayatın içerisinde neyin doğru olup neyin doğru olmadığı, iyiyi, güzeli, onurlu, erdemli, ahlaklı ve etik olanın ne olduğunu sorguluyor? Gerçek şu ki çoğu zaman sorgulamıyoruz kendimize bile sormuyoruz!.

Lourence Kohlberg’in Ahlak Gelişim Düzeyleri ve Piaget ahlaki gelişim süreci aklıma geliyor burada. Ahlaki yargının insan yaşamındaki işlevi çerçevesinde davrananların kendi vicdanlarını rahatlatma yolları, rolleri arasında gelip gidiyorlar. Bence kişi ancak kendini kandırır. Ahlak konusunu ayrıca başka bir yazımda ele alacağım.

insanda etik duygusuna vereceğim birkaç örnek

Samimi ve güvenilir, gayretli, cesaretli, dürüst, insana, insan haklarına saygılı, sabırlı, anlayışlı, duyarlı, hoşgörülü, adil ve eşit davranan, uyumlu, paylaşımcı, şeffaf, hesap verebilir, yetki ve sorumluluğunu yerinde ve doğru kullanan, işini doğru ve severek yapan, sahiplenen, kendini geliştirmek için gayret sarf eden, şikayet ve önerileri dinleyen, karşısındakine değer veren, verdiği sözleri tutan, ahde vefa duygusuna sahip insanlar olmalıdır

Her sonuç başka bir olayın başlangıç nedenidir. Algoritmik düşünce üzerine kurarken yeni hayatı, ahlak ve etik göz ardı edilmemelidir. Çünkü çürük yapılar eninde sonunda yıkılmaya mahkûmdur!

erkeğin aldatmaması için kadın ne yapmalı

erkek olsun, kadın olsun aldatmak korkakça bir cesaretle yapılır. korkakçadır zira, evdekinden korkarsın. evdekilere duyurmadan aldatmak gerekmektedir. işin raconu bu. ötesi hikaye. asıl önemli olan bu insanların ne halde oldukları.

klasik trioloji üzerinden ilerlersek

bir adam. bir kadın. öteki kadın.

şimdi bakarsak adama bahane çok. sahici bahaneler de olsa, boşanmayı göze alamıyordur. evliliğim zindan. zindandan kaçar insan, dönmemek üzere hem de. zindana geri dönmek üzere kaçış söz konusu değildir. adam kimden korkar? aldatmaya başlayınca gölgesinden bile korkmaya başlar aslında. gizlilik gün geçtikçe abartılmaya başlar. aşikar yapmanın pek heyecanlı olduğu söylenemez.

iyi bir oyuncuysa erkek, kadın pek de şüphelenmez. iyi kötü bir şeyler gelse de aklına -ki gelir- yapabileceği iki şey vardır. ya görmezden gelecek, gittiği yere kadar, ya da kurcalayacak. kurcalayabilmesi için, sonuçlarına hazır olması lazım. aldatıldığımı öğrenmekti amacım. öğrenme hakkı engellenemez, diyemez. öğrenince tükürüp gitmesi lazım. genelde böyle yapılmaz. mücadeleye girişilir, adama da yüklenilir arada ama asıl düşman öteki kadındır. kocamı geri alacağım. oldu canım çok beklersin. koca bu paket değildi ki. özensiz birine okusun diye verdiğiniz kitabın geri gelişi gibidir. kitabı çöpe atar yenisini alırsınız.

öteki kadın, hırsızdır, evet. aşık da olmuş olsa, hırsızdır ve bunu bilir. bu bilgiyle yaşamak zorundadır. kendini haklı çıkarmaya çalışır. adam çok mutsuz evinde, der, adam da beni seviyor, der. ama alıştığı bir düzen, çocukları var. öteki kadının hakkı olmayan, kimsenin al bu da senin hakkın demediği kıskanmaları gözardı edilir hep. bir şey diyecek olsa, adamda cevap hazır, benim durumum daha zor, kendini benim yerime koy, idare etmek kolay mı? öteki içinden kıskanmaya başlar, şayet ya o ya ben demiyor/diyemiyorsa. olanlar ortaya çıkarsa, en hafifinden hangi sıfatla sıfatlandırılacağı aklına geldikçe ne hisseder? e zaten orospu bu karı, evli adamla ne işi var, değil mi?

kocamın peşini bırak, sonu kötü olur. başka sevgili bulamadın mı kendine? kocanız sevgili olabilecekler reyonunda niye kabak gibi duruyordu, diye sorma hakkı da yoktur ötekinin. hırsız, sen sus!
kısa bir değerlendirmeyle, kadın mutsuz olur, öteki kadın mutsuz olur. adam gergindir oldu da heyecandı zaten aradığı, farklı bir koltukaltı kokusuydu aradığı, aradığı, evdeki başım ağrıyorların üstesinden gelmekti. öteki kadının başının ağrıması mümkün de değil çok şükür.
kadının da ötekinin de elinde kırık dökük, gerçekliği şüpheli bir iki parça anı. adam toparlar. euzu çeker, kurtulur şeytandan.

amaç nikahı, devlet destekli dizginleri, elde tutmaksa, çoğunlukla kadın muzaffer olur. yaşanmış onca şey yalana çıktıktan sonra nikahını yemişim.

müessesemiz bütün kayıplarınızı karşılayacaktır. amin.

normal hayata dönebilecek miyiz

Hemen herkes, sağlıklı bir şekilde salgının sona ereceği ve normal yaşamın başlayacağı günlerin gelmesini bekliyor.
Salgından önceki hayatı yeniden yaşayacağının özlemini çekiyor içten içe...
Peki... Bu nasıl olacak?
Aslında soru şu:
-Şimdi...2 ay sonra deseler ki "Virüs bitti. Normal hayatımıza dönüyoruz." Sinemaya, konsere falan gider misiniz?

iki görüş öne çıkıyor...

Birinci görüş sahipleri: "Onaylanmış bir aşı yaygın olarak yapılıncaya dek asla gitmem" düşüncesi etrafında birleşiyor.

ikinci görüş, birincinin tam tersi niteliğinde odaklanıyor...
Şöyle ki; : Tehlikenin eninde sonunda sona ereceğini ve hayatın ister istemez normale döneceğini tahmin ediyor,

Sonuç olarak ortada:
Yaşadığımız, endişe ve korku yaratan ciddi bir salgın var.
Bir yandan da, tehlikenin ortadan tamamen kalkmasıyla başlayacak normal yaşamın beklentisi ve hasreti.

Merak edilen konu ise;

Salgın tehlikesi geçtikten sonra o hasreti çekilen normal yaşama, her şeyi unutup, hiçbir şey olmamış gibi geçebilecek miyiz?
Yoksa...
Salgın sürecinin ruh hali alışkanlığıyla, tehlike söz konusu olmasa bile, o sürecin psikolojisini sürdürüp, normal yaşamı bir süre daha ıskalayacak mıyız?

Galiba bunu zaman gösterecek…

yalnızlık vs tek başınalık vs boşluk

Sessizlik ve kendi başına kalmak konseptlerinin içini bazen farklı doldurabiliyoruz sanırım. Kültürel enstantaneler de bu bakış açımızı destekleyebiliyor pek tabi...

Sessizliğin hakim olduğu alanlarda "cenaze evi gibi" ya da "kız çocuğu oldu" minvalindeki cümleler de; sessizliğin ancak bir yas ile gelebileceği inanışından doğsa gerek. Ya ölümle gelen... Ya da ataerkil dünyayla oğlan yerine kız olarak buluşma ile gelen...

Kendi başına kalmak da bir diğer tarafı sanki bunun... Çoğu zaman yalnız yani yalın olma hali ile (bir deneyimde) tek başına olma halini birbirine karıştırabildiğimizi düşünüyorum. Hâlbuki insan tek başınayken yeryüzündeki bütün canlılarla bağlantısının farkında olarak yol alabilir... Keza insan kalabalıklar içinde de yalnız olabilir ve ne o kalabalık ne o gürültü yalnızlığın çığlığını bastıramaz...

Bazen kendi içindeki sesi yakalayabilmek için sessizlik gerekir. Ve o sessizlikte dalga dalga gelen seslere kapılmadan sadece tek başına durabilmeyi ve bunu yaparken de ortak insanlıktan beslenebilmeyi...

""""Hindu felsefesinde çok anlatılmış bir anekdotta, ki bu aynı şekilde Budizm e air bir alıntı da olabilirdi, bir öğrenci öğretmenine, Brahman'ın, yani dünyanın ruhunun ne olduğunu açıklayıp açıklayamayacağını sorar. Öğretmen soruyu duyduktan sonra sessiz kalır. Öğrenci cevaben tek bir kelime almaksızın iki üç kez daha sorusunu yineler. En sonunda öğretmen ağzını açar ve der ki: " ben bunu sana şu an öğretiyorum ama sen dinlemiyorsun....

Cevap evet sessizliktir..."""

Bu anekdota bir de ben ekleme yapayım. Bazen cevap kendi başına kalındığında karşılaşılan sessizliktir... Telefon, kitap, müzik, sohbet, film, sosyal medya olmadan... Hele böylesine derin bir sessizliğe birçok yoldaş birlikte ama tek başına oturursanız tadından yenmez....

inzivaları özleyen yanıma selam olsun...

truman doktrini

Istakoz eti çok yumuşak ve lezzetli bir deniz canlısıdır. Kabukları ise bir o derece serttir ve avlayanın bu leziz ete ulaşması çok zordur. Istakoz içinde büyürken sert kabuk maalesef büyümez. Istakoz bir müddet sonra daralan, kendisine küçük gelen kabuk içerisinde sıkışır, kımıldayamaz. Sıkıştıkça ıstakoz gerilir, stres altında hisseder ve kabuğundan kurtulmak ister. Kendini güvende hissettiği bir yere çekilir ve kabuğundan acı çekerek kurtulur. Istakoz kendi başının çaresine bakar. Kendini güvende hissettiği kaya dibinde yeni kabuğunu üretir, büyür ve gelişir. Bu döngü ıstakoz yaşadıkça devam eder.

Kabuğunda sıkışan ıstakozun derdine çözüm bulan biri olsaydı kabuğunu değiştirmek zorunda kalmaz, hep aynı küçük ıstakoz olarak kalırdı. Istakozun gelişmesini tetikleyen ve büyümesini sağlayan, onu bu dönüşüme zorlayan şey aslında yaşadığı rahatsızlık ve strestir.

Bir düşünün ne zaman kendinizi aynı o ıstakoz gibi sıkışmış ve daralmış hissettiniz? Yaşadığınız hangi olaylar sonrasında değiştiniz ve geliştiniz?

işte truman doktirini türkiye'de böyle bir sonuca yol açmıştır.

truman doktrini bir yandan yeryüzünün iki bloka ayrıldığını ve sovyet-amerikan mücadelesinin başladığını ilan edip 1990’a kadar artıp azalan tempolarla sürecek olan soğuk savaşın ilk adımlarını oluştururken öte yandan balkanlar’daki bölünmeyi çok keskin çizgilerle ortaya koymuştur.

frida kahlo

frida kahlo yaptığı resimler, hayat tarzı, yaşadıkları, çektiği acılar ve büyük aşkıyla yaşadığı her şeyi sanata döken 20. yüzyıla damgasını vuran sanatçıdır ve hala etkisi devam ediyor.yani "bir ressam olarak doğdum" diyecek kadar özgüvenli, "bir fahişe olarak doğdum" diyecek kadar cesur ve mücadeleci bir kadındır.

fakat öyle şeyleri popülerizmin içine alıyor ki bu yeni dünya, inanın bu insanlar yaşasa kendilerinden nefret ederler. hemen hemen her yerde frida kahlo'ya ait fotoğraflar, panolar, saatler, çakmaklar, elbiseler görebiliyorsunuz.

peki bu kadının nesi ilgi görüyor?

düşünceleri mi, yaşayış tarzı mı?

düşünceleri sadece yüzeysel olarak kalmış olan frida kahlo'nun yyaşamı feminizm, sosyalizm, komünizm, medeniyet, özgürlük gibi şeyler içermiyor, içerdiği tek şey kadının, bedeninin tek hakimi olduğudur. o düşünceyi de sadece yüzlerce adamla beraber olmak üzerine kurmuştur.

liyakat

Liyakat denilen şeyi çocukluğumdan beri duyuyorum

Ne demek olduğunu da bildiğimi sanıyordum. geçmiş zamanla konuşuyorum, çünkü bildiğim anlamından çok farklı bir noktada anlamlandırılmış bir kelimeymiş liyakat.

Liyakatı “layık olmak” anlamına geliyor diye biliyordum. Ancak son günlerde bu kelimenin olur olmadık her an kullanılması nedeniyle ben de kuşkuya düştüm ve “Acaba ben yanlış mı biliyorum?” düşüncesine kapıldım.

Bunun üzerine yüce google'a sordum, evdeki sözlüklere baktım; Liyakat; Arapça ‘lyk’ kökünden geliyormuş. Layık olmak, yaraşmak, yakışmak ya da uygun olmak da denebilirmiş.

Hepimizin bildiği gibi Liyakat daha çok siyasi görevlerde olanların tercihlerinde kullanılıyor.

Özel sektörde liyakat lafı pek kullanılmıyor gördüğüm kadarıyla. Çünkü bir işi yapabilecek olana, layık olana vermek aslında akıl ve mantık işi.

Bu nedenle bizi süründürüp kendisine kölelik yaptıran ve modern zamanlarda adına patron dediğimiz kişi ya da kişiler, öncelikle kendi çıkarını düşündüğü için zaten layık olmayan birini herhangi bir işin başına getirmez.

Bu yüzden liyakat konusu siyaseten bir göreve atama yapıldığında daha dikkat çekici oluyor. işin doğrusu şudur; “Seçimlerin kazanılmasından sonra işbaşına gelen bir yönetici, liyakata değil de ‘Benim partimden mi değil mi’ diye bakmamalı. Böyle yaparsa belki partilileri sevindirir ama bu ülke için hayırlı olmaz. Uzun vadede kendi partisine de bir faydası dokunmaz.”

Ancak özellikle seçimlerden sonra genellikle böyle olmaz. iş başına gelenler önceliği kendi partilerine ya da yandaşlarına vermeye çalışır hep ve bu nedenle en düzgün çalışması gereken devlet aygıtı tekler.

Peki siyasi bir başarı sonucu işbaşına gelen kişiler liyakata önem vermek için ne yapmalıdır? işbaşı yaptığı andan itibaren mevcut kadroyu liyakat sahibi sayarak onlarla mı çalışmalıdır, yoksa kendine yakın liyakat sahibi isimleri mi aramalıdır?

Aslına bakarsanız böyle bir durumda “arama” yapılmaz bile, çünkü siyasi kadrolar zaten hazır gelirler, seçilmiş kişi göreve geldiği an kimle çalışacağını, kimlere yetki ve sorumluluk vereceğini bilir.

Bu nedenle dünyanın tüm medeni hukuk devletlerinde seçilmiş kişiler ekipleriyle gelirler ve mevcut kadro da hiçbir itirazda bulunmadan, hatta çoğu kez kendiliğinden eşyasını toplayıp gider.

Oysa bu konu Türkiye’de hep tartışılır.

Neden?

Çünkü Türkiye’de seçilen siyasetçi imza yetkisi ve sorumluluk vereceği kadronun dışında rutin işleri yapan personeli de hızla değiştirmeye, yerlerine kendi adamlarını koymaya çalışır.

Şimdi özellikle iktidar yandaşları “”liyakat” konusunu sanki çok önemsiyormuş havasındalar.

Bu konuda muhtemelen psikolojik eziklik içinde olan son dönem AKP dışındaki seçilmiş isimler de “liyakata çok önem verdiklerini” kanıtlamak için olsa gerek eski kadrolara ya da iktidar partisinin eski kadrolarına daha fazla önem verir görünümdeler.

Bu ne kadar doğru?

Bana göre yanlış ki ne yanlış.

Çünkü liyakata uymak eski kadrolarla veya rakip siyasi partinin elemanlarına istihdam sağlamak değildir.

Seçilmiş kişi imza sahibi yetkili ve sorumlu mevkilere atamalarını yaparken önceliği kendi ekibine veya kendisini destekleyenlere verecektir.

iyi bir siyasi yönetici, kendinden olan liyakatlı isimleri göreve seçebildiği oranda güçlü ve başarılı olur.

iyi bir siyasi yönetici, eğer kendi ekibinde bir göreve liyakat sahibi birini bulamazsa, hiçbir komplekse kapılmadan rakipler arasında liyakat sahibi arayandır.

Sırf “elalem bir şey demesin” diye liyakatlı kişiy,i rakiplerden aramak iyi bir siyasi yöneticilik örneği olamaz.

bir yatırım aracı olarak kakao

Yerli yatırımcının gözdesi gram altın yıl başından bu yana yüzde 22 değer kazanırken, bu dönemde emtia piyasasının öne çıkan yatırım aracı kakaodaki fiyat artışı yüzde 30'a yaklaştı. Bu sonuçla kakaonun getirisi, gram altını geride bıraktı.

Emtia piyasasında çikolatanın ham maddesi olması dolayısıyla talep gören ve yakından takip edilen kakao yıl başından bu yana yatırımcısına yüzde 30'a yakın kazandırdı. Yılın ilk aylarından itibaren yükselen ve nisan ayında 2.943 dolarla 1,5 yılın zirvesini gören kakao
nun fiyatı, mayıs ayında ise yüzde 13'ün üzerinde değer kaybederek kazanımlarının bir kısmını geri verdi.

kakaofiyatında mayıs ayındaki hızlı düşüşün haziranda da kısmen devam etmesine karşın, söz konusu emtianın fiyatı yıla başladığı 1.900 dolar seviyelerinden yükselişe geçerek 2.433 dolar seviyelerinde dengelendi. Böylece kakaofiyatında, yıl başından bu yana yüzde 28 artış yaşandı.

seçimlerin ardından en büyük vaatlerden birisi olan millet kıraathanelerinin açılması ile birlikte hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi kakaofiyatlarındaki yükselişin temel nedenini oluşturuyor. Batı Afrika'da hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi ve yağışların düşük kalması, kakao fiyatları üzerinde etkili oldu. Çünkü Fildişi Sahili ve Gana, dünya kakaoüretiminin yüzde 60'ını gerçekleştiriyor. Yağışların düşük olmasıyla kakaokalitesi de beklentilerin altında kaldı. Düşük kalite nedeniyle üreticiler kakaoyu satmakta zorlandı. Böylece kakaofiyatlarında, ocak ayından başlayıp devam eden bir yükseliş yaşandı

ayrıca yaz döneminde artan altın günlerinin de kakaoüzerine önemli bir etkisinin olduğu yadsınamaz bir gerçek. şimdi kakaonun en büyük alıcısı, (bkz: kakao alıcıları)dır. onların da belli bir kalitede kakao talebinde bulunuyorlar. kakao alıcıları, mevcut stoklarını kullanarak şimdiye kadar üretimlerine devam ettiğini, yağışlarda da bir miktar artış yaşanıyor.

Kısaca hava sıcaklıkları yüksek kaldıkça ve yağışlar düşük oldukça, kakaofiyatının gerilemesi çok gerçekçi olmaz. Şimdiki görüntüye göre, yıl sonuna kadar kakaofiyatları 2.500 doların üzerinde kalmayı sürdürebilir. (bkz: Uluslararası Kakao Organizasyonu), yeni sezona yönelik ilk tahminlerinde, kakaoüretiminin, sıcak hava ve düşük yağışlar nedeniyle önceki sezona göre yüzde 3,3 düşüş ile 4,59 milyon tona gerilemesi bekleniyordu. Fakat üretim kalitesindeki düşüş tahminlerde yer almıyor. Üretim fazlası olmasına rağmen, kalitedeki düşüş nedeniyle talebin düşük kalacağını söyleyebiliriz. Yağışların düşük kalması, kakaofiyatındaki güçlü seyri sürdürecektir. Bununla beraber ABD Merkez Bankası'nın faiz artırması, emtia fiyatlarını olumsuz etkiledi. Buna rağmen, eğer yağışlar düşük kalırsa kakaofiyatlarının yıl sonunda yeniden 3.000 dolar seviyelerine yaklaştığını görebiliriz.

merkez bankaları faiz listesi

TL'nin RTE'nin zaferi sonrasında ilk tepki olarak dolar karşısında kısa vadeli kazanç elde etmesi bekleniyor. Piyasa, istikrar ve sürekliliğe rejim değişikliğiyle gelen belirsizlikten daha fazla değer verir; TL dolar karşısında 4.55 - 4.60 bandına yükselebilir

Buna karşın RTE'nin zaferinin ardından ekonomik ve siyasi ortodoksinin değişmesi çok düşük bir ihtimal. Bu nedenle TL'nin kazançlarını sürdürmesini beklemeyin. Lira büyük bir ihtimalle eninde sonunda negatif seyrine dönecek diye buyurdum.

doların 4 56 dan 4 72 ye düşmesi

şimdi Son 1.5 ayda Borsada ve kurdaki hareketler gelişen ülkelerdeki dalgalanmaya paraleldi. Dolayısı ile seçimlerden net sonuç çıktı ama dalgalanma devam etme potansiyeli taşıyor. Ekonomiyle ilgili açıklanacak programlar önemli. Bunun netleşmesi 1-2 ayı bulacaktır.

Öte yandan doların seyrini görmek için global dengelere bakacağız. Faizlerin arttığı bir ortamda bu dalgalanmadan negatif etkilenme riskimiz var. Faiz artırımlarıyla ekonomi yavaşlayacak. Yani global trendler, iç ekonomide büyümeye ilişkin riskler ve nasıl bir politik ortam olacak bakacağız

zaman

bir ömür boyu yürünecek, göze alınacak yolların bileşkesidir zaman...

belki de en uzun yoldur, bir ömür boyu yürünecek, göze alınacak yolların bir diğer adıdır zaman...

"en"i olmayan, "en" kavramı ile sınırlandırılamayan bir yolda cebinde ve yüreğinde bir mültecinin hüznü gibi taşırsın zamanı. kalbin de beyninde sana aynı istikameti göstermesine rağmen, korkaklığından defalarca ardına düşmene rağmen durduramadığın yolun adıdır, zaman...

dibine battığın duygularınla mantığın arasındaki iki kenarı uçurum uzun ince yoldur. duygularına yönelmek köleleştirip seni sen yapanları yok ederken mantıksızlığın ve zorunluluklarına yönelmek onu kaybetmene neden olur. ortada durmaksa her zaman uçuruma düşme tehlikesidir...

büyüyünce şevket altuğ olacağım diyen çocuk

hiç büyümeyeceğini sanan çocuğun endişesi değil midir bu?

hepimiz çocukken büyüyemeyeceğimizi düşünmez miydik?

hepimiz mutlu değil miydik o zamanlar? ne zaman büyüdüğümüzü, zamanın herşeye rağmen geçtiğini anladık o zaman mutluluk için başka şeylere ihtiyaç duymaya başladık..

çocukluk karşılıksız bir mutluluk kaynağıydı değil miydi bizim için?

ne zaman büyümeye başladık işte o gün toplu halde sürünmeye başladık...

üniversite kazanmanın kesin formülü

formül aslında basit

d[c(a+b)]

a: çalışmak
b: zamanlama
c: kendine zaman ayırmak
d: hedefleri olmak

bu formülü kullanarak üniversiteyi kazanabilirsiniz.

ikinci formül ise

(x+y)/y

x: baba
y: para
z: adını soyadını doğru yazıp kodlayabilme

bu formülle de istediğiniz bölümü kazanabilirsiniz.

çünkü ne kadar çalışırsanız çalışın, sınav sistemimiz yüzünden istediğini değil, ancak kazanabildiğiniz bölüme ve üniversiteye gidebilirsiniz.

ama ikinci formüldeki baba parası'nı kullanarak istediğiniz bölümde okuyabilirsiniz.

ergen heyezanları

öncelikle heyezanla heyecanı karıştıracaklar için söyleyeylim

heyezan; saçmalama, kopma, sanma anlamındayken, heyecan Sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi gibi nedenlerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu durumu anlamına gelir.

şimdi gelelim gençlik heyezanlarına...

yakın veya uzak çevremde gözlemlediğim veya geçmişimden hatırladığım kadarı ile ergenlik heyezanlarının başında arafta kalma durumu vardır. ölmek filan aklından geçmez ama hayatında da bir bok olmadığının farkındasındır. doğrusunu söylemek gerekirse olacağı da yok...

hep bugün yarın diyerek bir şekilde yaşıyorsun. kimse seni, sen de kimseyi umursamıyorsun.

işe gidiyorsun iş bok gibi. eve geliyorsun ev bok gibi. geçmişin zaten çöplük gibi. kimin kimsen yok, öyle yaşıyorsun. içinde birikenler, dökülecek yer arıyor ama yok. bunun gibi....

bunları okurken "ahan da ben" diyorsan, ergenliğin doruklarındasın demektir.

hemen silkin, mutfağa gidip kendine bir çay koy ve kendine "acaba gerçekten bu kadar duygusal mıyım, yoksa toplumun dayattığı rollerden sadece birisi mi bu?" sorusunu sor.

sorunun cevabını aslında çok da önemli değil, şimdi toplumsal baskı, insanın kendinden başlayarak diğer insanları, evreni, doğayı, hayvanı, bitkiyi sevmeyi bilmeyişidir. sürekli negatif, sevgiden uzak bir varlık etrafa da nefret saçar. birbirine nefret saçan varlıklar nefretleri ile yalnızlaşırlar. insan sosyal bir varlık olduğu için yalnız kaldığında ruh sağlığında ciddi sorunlar meydana gelir.

diğer bir neden baskılardır. bir insanın kendini en iyi hissettiği yer akıl hastanesidir. çünkü orada toplumun dayattığı kurallar ve baskılar yoktur. deli olduğunuz orada kabul gördüğü için ne yaparsanız yapın davranışlarınızı kimse tuhaf karşılamaz. ama toplum içindeyken mesela metroda herkes içinde dans ederseniz siz deli muamelesi görürsünüz. çünkü bu toplum kurallarına aykırıdır. dışlanmamak için dayatılan kurallara uymak zorunda kalırsınız. bu gibi yapamadıklarımızı içimize atmamız yine farklı ruh hastalıklarına neden olur. mesela bastırılmış cinsel duygulardan dolayı ülkede artan tecavüz ve taciz gibi suçlar buna en güzel örnektir.

oldu mu?

yasak elma

her ne kadar yasak elma ulasilmayani simgelese ve ayaginizin altina bir tabure koymak anlamina gelse de "o an ulasilamayani istemek" ile "asla ulasilamayacak olani isteme"nin ayrimina varilmasi gerekir. ilki her zaman yeni seyler pesinde kosmayi, birseyi basardiktan sonra baska birseyi hedeflemyi, dolayisiyla ilerlemeyi ve gelismeyi beraberinde getirir. öte yandan elde ettiklerinin degerini bilmeminin yaratacagi doyumsuzluk tehlikesi de kendini gösterebilir. ikincisi ise bos hayaller pesinde kosmaktir, sinirlarini bilmemek ve kendini tanimamaktan ya da asiri hirstan kaynaklanir; kendinle barisik olamamanin yarattigi bir durumdur, patalojiktir ve sonu da hüsrandir.

öte yandan istediginin bu ikisinden hangisine girdigini bilebilmek bir erdemdir, ayirdina herkes varamaz.

kadıköyden sabiha gökçene avrupadan giden taksici

gün geçmiyor ki yeni bu topraklar üzerinde yeni bir dolandırıcılık vakası ile karşılaşıyoruz.

Kadıköy’den Sabiha Gökçen Havalimanı’na gitmek isteyen Suudi Arabistan uyruklu bir turisti, yolları bilmemesinden faydalanarak yolu uzatan ve uçağını kaçırmasına neden olan taksici hakkında “nitelikli dolandırıcılık” suçundan 3 yıldan 10 yıla kadar hapis istemiyle iddianame düzenlendi.

Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, müşteki Suudi Arabistan uyruklu A.N.M.’nin, istanbul’a turist olarak geldiği belirtilirken müştekinin istanbul’dan ülkesine dönmek üzere Sabiha Gökçen Havalimanı’na gitmek amacıyla şüpheli E.C.’nin şoförlüğünü yaptığı ticari taksiye bindiği anlatıldı.
Fazla ücret için Avrupa Yakası’na geçirdi

iddianamede, şüphelinin müştekinin turist olması nedeniyle istanbul’u ve havaalanı yolunu bilmemesinden faydalanarak daha uzun mesafe gitmek ve böylece daha fazla taksi ücreti alabilme amacıyla kasıtlı olarak Yavuz Sultan Selim Köprüsü yolundan Avrupa Yakası’na geçtiği kaydedildi.

https://www.birgun.net/ha...hapsi-istendi-205262.html

şimdi asıl mesele eğer turist uçağı kaçırmasa belki de haberi bile olmayacaktı bu çakallıktan. bu demektir ki, haberi olmadan bu şekilde kazıklanan binlerce insan var ,tek farkları belki havaalanına yetişmişlerdir.

şimdi bu taksiciye sorsak, dini bütün bir müslümandır. ama hırsızlık yapmakta, başkasını dolandırmakta hiç bir beis görmemiştir.

3 cumaya gitmeyen kafirdir, namaz kılmayan hayvandır, yok oruç tutmamak günahdır, yok şu günahtır diye bir sürü şey konuşulurken neden hırsızlık, sapıklık günahtır, insan aldatma günahtır diye söylenmez.

zaten bireye tapmalar, kişilere peygamber gözüyle bakmalar, bıçaklarla ve silahlarla insanlara saldırmak, kadınları dövmek, yardım için toplanan paraları kaçırmak, ülkeyi satmak, küçük çocuklara tecavüz edenleri serbest bırakmak, ölenin ardından "oha ateyiz miymiş? dualarımı geri alıyorum demek, ölenin ardından kötü konuşmak, kaybedilen anneyi mağduriyet malzemesi yapmak, en kötüsü de dini maduriyet malzemesi yapmak. insanların yumuşak karnı olan, sadece yaratıcıyla aralarında bağ kurabilmeleri için sahip oldukları dinlerini sömürü malzemesi haline getirmek, yalan söylemek sorun değil, ama namaz kılmamak sorun olduğu bir anlayışı değiştirilmesi gerekli...

bitcoin

bitcoin nedir'den önce aslında ne değildir'i konuşmak lazım.

bana göre bitcoin ve diğer coinler kesinlikle bir para birimi değil, bir değerdir.

konu ile ilgili bir örnek vermek gerekirse leonardo da vinci, mona lisa'yı resmetti ve bugün mona lisa'nın değerine paha biçilemiyor. ama ya aynı tablodan (birebir aynı) bir tane daha resmetseydi?

hatta bir tane daha...

ve bir tane daha...

böyle böyle birbirinin kopyası tabloları üretip dursaydı? sonra bunları üretmeyi başkalarına da öğretseydi ve onlar da üretmeye başlasalardı...

birileri de bu tablolara sahip olmak için büyük paralar ödeyip satın almaya başlasaydı? normalde sizin ona verdiğiniz değeri saymazsanız tüm tablolar aslında bir bez parçası ve biraz da boyadan ibarettir...

ama siz bazılarına milyonlarca dolar değer verebilirsiniz. peki bu değerin karşılığı nedir? emektir, beceridir, sanattır, nadideliktir vesaire... mona lisa'lar daha fazla üretilseydi ve insanlar bunları büyük paralar verip satın almaya başlasalardı, bunların üretim miktarı ve satın alınan en son tabloya verilen bedel ile orantılı olarak tabloların bir borsası oluşurdu.

borsası oluşan bir şeyin de parasal bir değeri vardır artık. normalde üretimi arttıkça değerinin düşmesi gerekirken, insanların ilgisi sayesinde, talebin de artması yüzünden değeri ve popülerliği giderek daha da artardı. insanlar, bir değeri olduğunu düşündüğünden, aynı altın gibi, tabloları alıp "ileride daha da değerlenince bozdururuz" diye biriktirmeye başlarlardı.

coinlerin durumunu ben böyle görüyorum. peki gerçekte bu coinler nedir? ait oldukları blockchain zincirine yeni bir blok daha eklenip zincirin genişlemesine katkıda bulunduğunuz için, her oluşturulan yeni blok karşılığında size ödül olarak verilen sanal jetonlardır.

bunların para etmesi ve hatta para yerine kullanılmaya başlaması tamemen onlara verilen değerle alakalıdır. yani karşılıkları halkın onlara verdiği değerdir. o kadar. halk onlara değer vermeye devam ettikçe para edecekler, bir gün gelip artık değer verilmemeye başlandığında da piyasadan silineceklerdir. tabii öyle bir gün gelirse...

şimdilik uzak görünüyor...

dow jones

kürsel finans krizi'nin ilk ayak seslerinin duyulmaya başladığı dow jones endeksinde Sert düşüşlerin boğa piyasasında düzeltme nedeniyle gerçekleştiğini ve dünkü yükselişin tepki alımlarından kaynaklandığı değerlendirmesini yapabilriz. ilerleyen günlerde endekslerin normal seyrine dönmeye başlayacağına inancımızı kaybetmedik; ancak dalgalanmaların hala risk oluşturmaya devam ediyor...

bitcoin

bitcoin dedikleri şeyin maddi karşılığı yoktur, ama üretiminde kaynak harcanması maddi temelini oluşturur, duyulan güven de karşılığını oluşturur.

yani sizinarzına talep varsa piyasa için bunun bir önemi yoktur.

unutmayın ki, dolar'ın politikasını yürüten kişiler kalkıp "bitcoin çok sağlıklı bir sistem değil ve biz bu sistemi desteklemiyoruz" dese sen bitcoin ile bir sakız alabilir misiniz?

kredi borcunu ödeyemiyorsanız ne yapmalısınız

Öncelikle bankanızla temasa geçip, ne kadar krediniz kalmışsa bunu uzun vadelere tekrar böldürerek yapılandırmanız gerekir. Bu durum bankanın da işine gelecek çünkü vade uzatmak onlar için yeni bir kar kapısı demektir. Diyelim ki bankayla anlaştınız ve kredi ödemeleriniz için yeni bir yapılandırma yoluna gittiniz. Bu durumla tekrar karşılaşmamak için gerekli tedbirleri almak zorundasınız. Gereksiz yere pahalı ve lüks harcamalardan uzak durmalı ve en önemlisi gelirinize göre harcama yapmalısınız.

size tavsiyem kredi borcunuzu ödeyemiyorsanız mutlaka kredi yapılandırması yaptırmanızdır. Başka türlü aradığınız yollar veya çözümler daha da kötü sonuçlara yol açabilir.