bugün

entry'ler (25)

şiddet

- Öncelikle şiddeti tanımlar mısınız?

Kişinin bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına veya sakat kalmasına neden olan davranışların tümünü şiddet olarak tanımlıyoruz.

- Şiddeti ne gibi unsurlar besliyor?

Toplumda şiddete yönelik yasal düzenlemeler varken aile içi şiddet genellikle gizli kalıyor. Bu konudaki yasal yetersizlikler nedeniyle maalesef aile içi şiddet önlenemiyor. Toplum bu konuya "Kocası değil mi? Hem döver hem de sever" şeklinde yaklaşabiliyor, şiddeti doğal bir olay gibi kabul ediyor.

- Şiddet sadece bizim toplumumuza özgü bir davranış mı?

Elbette hayır. Şiddet tüm dünyada yaygın durumda ve ne yazık ki her sosyoekonomik seviyede görülüyor. Şiddet eşe, çoğunlukla kadına, çocuğa ve beraber kalan yaşlıya karşı uygulanıyor.

- Şiddete maruz kalanlar muhatap oldukları bu incitici durumu ifade edebiliyorlar mı?

Mağdurların ancak yüzde 35'i bunu söyleyebiliyorlar; söyleme süreleri de 2 ila 7 yılı buluyor. Burada dikkat edilecek bir başka husus daha var; mağdurların yüzde 80'i "yapacak fazla bir şey yok" düşüncesini taşıyor ve çaresizliği kabullenmiş durumdalar.

- Her gün değişik şekillerde tanık olduğumuz şiddetin altında ne gibi nedenler yatıyor?

Konunun en can alıcı noktası da burasıdır. Şiddet üzerinde araştırma yapanlar, çalışanlar neden olarak üç ana madde üzerinde duruyorlar: Biyolojik nedenler, psikolojik nedenler ve sosyal nedenler.

- isterseniz biyolojik nedenlerden başlayalım.

Biyolojik nedenler arasında ilk sırayı testosteron dediğimiz erkeklik hormonlarının etkisi alır. Şizofreni, paranoid bozukluk gibi psikiyatrik hastalıklar, antisosyal veya narsistlik kişilik bozuklukları, alkol ve madde kullanımı ve dürtü kontrol bozuklukları da diğer biyolojik nedenlerdendir.

- Psikolojik nedenleri nelerdir?

Duygusal baskı ve sorumluluklardan kurtulma çabası, yaşanan hayal kırıklıkları için bir çıkış yolu bulma isteği bunlardandır. isteklerini gerçekleştirme düşüncesi, empati yeteneğinin olmayışı ve aile içi şiddetin uygulandığı bir ailede büyümek de şiddetin psikolojik nedenleri arasında yer alır.

- Sosyal nedenler de bunlar kadar önemli olmalı...

Şiddet aslında öğrenilen bir davranıştır. O sebeple şiddet uygulamasına maruz kalmak da şiddet uygulamada bir etkendir. Diğer önemli husus ise şiddetin toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı olmasıdır. Bu durum, atasözlerimizde yer alan ve halk arasında sıkça dillendirilen "Kızını dövmeyen dizini döver", "Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin" anlayışında ifadesini bulur. Annesini, kız kardeşini döven erkek çocuğunun çevrede itibar görmesi, bu hareketinin onun ne kadar duyarlı ve hassas biri olduğunun göstergesi sayılması da sosyal sebeplerden birisidir.
Burada görmezden gelemeyeceğimiz başka önemli bir neden de şiddet uygulayan kişilerin iletişim becerilerinde yetersiz oluşlarıdır. Duygularını ifade edemeyen, düşüncelerini mantıklı bir zeminde anlatamayan bu kişiler sorun çözmede şiddete başburma eğilimi gösterirler.
Hatalı namus ve ahlak anlayışlarının yanı sıra yoksulluk ve eğitimsizlik de bu işi körükler. Kadında ekonomik bağımlılığının bir neden olması gibi, tam tersi olan kadının mesleğinin ve gelirinin daha iyi olması da bazı kişilerde kompleks oluşturabilir ve işin sonu maalesef şiddete varabilir.

- Aile içinde yaşanan şiddetin seyri nasıldır? Birdenbire ortaya çıkmasa gerek...

Evet, birdenbire ortaya çıkmaz; genellikle balayı döneminden sonra başlar. Biz buna "ruhsal bağların oluşumu sonrası" deriz. Burada yaşanan bir yanılgı vardır; ilk şiddet eylemi şiddet olarak algılanmaz, ama giderek artma eğilimi gösterir. Şiddetle birlikte evlilikte duygusal bağlar zayıflar. Mağdurda korku başlar, boşanma halinde daha büyük bir şiddetle karşılaşma kaygısı oluşur. Ardından ise çevrenin ve ailenin muhtemel tepkileri nedeniyle utanma duygusu gelişir. Bu durumlar aşılamazsa yıkıcı bir evlilik ve hapis hayatı yaşanır. Şiddette en ciddi maliyet boşanma olduğu için şiddetin dozu arttırılarak boşanma engellenir.

- Şiddete başvuran kişilerin ortak özellikleri nelerdir?

Şiddeti seçenek olarak gören ve sorunlarını bu yolla çözme eğiliminde olan kişilerde görülen özellikler onları tanımamız bakımından önemlidir. Eşinin davranışlarını kontrol etme isteği, kıskançlık, kendi ihtiyaç ve isteklerinin daha önemli olduğuna inanma, alınganlık, gerçekçi olmayan beklentiler, düşük benlik algısı, sorunları için başkalarını suçlama eğilimi, ani duygusal tepkiler, dürtüsellik, yanlış davranışlarını kabul etmeme şiddet uygulayan kişilerin ortak özellikleridir.

- Şiddetin çeşitleri konusunda da bilgi verebilir misiniz?

Şiddetin çeşitlerini özetle dört başlıkta toplayabiliriz: Fiziksel şiddet, duygusal şiddet, ekonomik şiddet ve cinsel şiddet.
Sarsma, hırpalama, dövme, hapsetme, silahla yaralama, öldürme fiziksel şiddet sınıfına girer.
Bağırma, hakaret etme, küçük düşürme, tehdit etme, iletişimi yasaklama gibi ruh sağlığını bozucu tüm eylemler duygusal şiddet başlığı altında değerlendirilir.
Ülkemizde çokça görülen çalışmanın engellenmesi, zorla çalıştırma, gelirine el koyma gibi hareketler ekonomik şiddet kapsamındadır.
Dördüncü şiddet çeşidi olan cinsel şiddet ise eşin rızası olmadan cinsel ilişkiye girme, evlilik içi ırza geçme, başka kişilerle cinsel ilişkiye zorlama, cinsel yönden aşağılama, cinsel organlara zarar verme gibi davranışaları içerir.

- Peki, aile içi şiddete maruz kalanların neleri beklediğinden de bahsedebilir misiniz?

Şiddet çok yönlü olarak ele alıp değerlendirmeyi hak eden bir olgudur. Biz aile içi şiddet üzerinde konuşuyoruz ama şiddetin; okulda şiddet, trafikte şiddet, iş yerinde şiddet, televizyonda şiddet, sokakta şiddet, toplumsal şiddet ve sözel şiddet gibi pek çok farklı dalları da vardır. Tekrar konumuza dönecek olursak, şiddetin elbette çok travmatik ve kalıcı sonuçları vardır. Bunlar kişinin gündelik hayatını ciddi şekilde olumsuz yönde etkiler. Bu sonuçlar görmezden gelinecek, ötelenecek ve yok sayılabilecek bir husus değildir. Toplum ve fert olarak herkes bu konuda duyarlı olmak zorundadır. Çıkışın ilk aşaması buradan başlar. Şiddetin sonuçlarına dikkatle bakıldığında bu konuda dah çok duyarlı olunması gerektiği çok daha belirginleşecektir.
Şiddetin özellikle fiziksel sonuçlarını söyleyelim: Bunlar organ yaralanmaları, kalıcı sakatlanmalar, ölüm, büyüme ve gelişme geriliğidir. Ancak, şiddetin üzerinde önemle durulması gereken ve daha mühim olan konu, tedavisinin zaman aldığı ruhsal sonuçlarının da olmasıdır. Depresyon bunların başında gelir ve toplumda yaygın şekilde görülen bir tıbbi durumdur. Korku bozuklukları, çeşitli kişilik bozuklukları, intihar ve şiddet eğilimleri, cinsel işlev ve uyku bozuklukları da şiddetin kötü sonuçları arasındadır. Aile içi şiddetin alkol ve madde bağımlılığına sebep olduğu da unutulmamalıdır.
Şiddet hem uygulayanı, hem uygulananı kesen çift taraflı bir kılıç gibidir. Sadece maruz kalanda değil, neden olan kişide de depresyon gibi çeşitli psikolojik bozukluklar ortaya çıkarır.
Şiddetin sosyal sonuçları da göz ardı edilmemelidir. Şiddet beden ve ruh sağlığı bozuk bir toplum meydana getirir, o toplumda, özellikle son zamanlarda tanık olduğumuz gibi, cinayetler ve intiharlar artış gösterir.

- Şiddetin önlenmesi için yapılması gerekenlerin neler olduğu konusunda bilgi verir misiniz?

Şiddet söz konusu olduğunda herkese sorumluluk düşmektedir. Bu konuda çok yönlü çalışmalar yapılmalı, mevcut çalışmalar da daha yaygın ve etkin biçimde sürdürülmelidir. Mesela toplumsal ve bireysel eğitimler verilerek şiddetin ne olduğunun anlatılması, yanlış toplumsal anlayışların düzeltilmesi, danışmanlık hizmetlerinin sağlanması ve yaygınlaştırılması, ilgili bireylerin psikiyatrik tedavilerinin yapılması, toplumsal örgütlerin aktif çalışması, şiddet uygulayana verilecek cezaların caydırıcı niteliğe kavuşması, medyada şiddeti öğretici yayınların engellenmesi gibi adımlarla büyük ölçüde bu sorunun önüne geçilebilir.

mayıs ihtilali

Sis çekilir, görünür vadi. Su ve ışıktan yaratılmış koridor.
Yer: Şimdilik burası. Ama sonra değişmeyecektir.
Küçük bir fark edişle başlar her şey. Her şey gibi neticede bahar da bir andır. Bunlar o yağmurlardır.
Felsefe okumalarının sahife aralarına bir dal mimoza düşer ansızın. ileri yaprakları yoklanan takvimlerde günleri sayılı fırtınaların adları, serçelerin yavrulama zamanına karışır. Kim bilir nerelerden düşmüş yıldızların üçgeni göğün en yüksek tepesindeki makamına yaklaşır. Başlarken munistir, bir hayli sade. Bize ne ihtilaller hazırladığını dünyada kestiremeyiz.
Rüzgarın çanına ses veren gizli bahçelerde asmalar ağlamaya başlayınca bir kere, yolculuk başlamıştır. Açar bakarsınız, defterinizin sol üst köşesi kendinden tarihli sayfalarını. Bir bahar yazısı yazmaya çoktandır başlamışsınız. Yazınızı siz bile tanımazsınız.
Şubatlarda kardelenler kışa dairdir, gecikmiş nergislere karışır. Soğuk yağmurlar altında henüz Vivaldi çok uzaklardadır. Yine de kaldırımlarda ışık toplarına ihanet etmenin tadı duyulur ilk kez. ilk kez uzak bir hatıraya dönüşür köşe başlarındaki kestaneciler. Kendinizden utanır, hayretler edersiniz. Ama iş işten çoktan geçmiş, ok yaydan bir kere fırlamış gibidir. Değil mi ki cemreler havaya, suya ve toprağa düştüğü kadar ruhunuza da değmektedir. Ve değil mi ki bahar bir yığın hatıranın ayrıntısında ruha dair bir hikayedir. Lakin hatıralardan ibaret bir şey hiç değildir. Her yıl yaşarız da hiç ikinci kez yaşamayız bu yeniden doğmakları.
Mart sonlarında çoban çantaları, mavi mineler baş kaldırır sessizce. Baharın sesi duyulur duyulmaz arası, sürgün çiçekleri. Kapı kırılmıştır. Otomobil ön camları omuz hizasına kadar açılır bunca aradan sonra. Ve ansızın yün ceketler, naftalin kokusu çoktan uçmuş, çıkarılıp kola atılır. Mart 21'lerde zerrin kadehler. Güneş artık koç burcundadır. Hür irade yerini duyguya bırakmaktadır.
Nisanda menekşeler, düğün çiçekleri.
Lale tarhlerında istanbul laleleri.
Yağmur sabahlara kadar usul usul ve gizlice. Koyu yeşil yaprakları yıkamaya başlayıp da bahçelerde, bir hazırlık bir hazırlık gidince.
Çimenlerin tazeliğini yüreğimize düşürüp de, ilk kez görüyormuş gibi olunca papatyaları. Bahar bulutlarının gölgesi kaç zamandır ufku özlenen bir denize dökülünce. Minicik mor kertenkeleler güz başında bıraktığımız yerden uzatıp da üşümüş burunlarını, güneşe serilince.
Yere diz çöküp toprağı koklarsınız. Sıfırı yaklaşır yaşamla aranızdaki mesafe. Oluşa vasıtasız katılır, aracısız yaşarsınız. Kelimeler ihanet etmezler, "bahar" bahardır artık. Çimendir "çimen". Bir aykırı sevinç ses verir her zerrenizden. Işık, hava ve sudan mürekkep bir bütünle birleşir, bir düğün çiçeğinin kıyamete dönüşmesi ne kadar kolaymış meğer öğrenirsiniz.
Cebinizde ateş böcekleri, gelmiş geçmiş bütün romanların özeti kalbinize çıkartılmış, vazgeçersiniz eski sevgililerin yerine yenilerini koymaya çalışmaktan: Geç kaldınız, itiraf ediniz. Ama alınız şu an-ı bahar sizin.
Kapılar açılır ansızın, esâtirin dünyasına dalarsınız. Defne, iffetini korumak için yemyeşil bir dala dönüşür, yaz kış solmayan. Kendini beğenmiş delikanlı, su kıyısında açan nergise. Papatyalardan taç yapmak ilk günki anlamına bürünür, masum ve beyaz. "Nutuklar irad etmesi gereken kaza kaymakamı"nı nihayet anlarsınız. Hani şu kırlara çıkan. Ceketinin düğmelerini çözmüş, boyun bağını gevşetmiş. Otlara yüzü koyun uzanmış da çimen sapı çiğneyerek şiirler yazmaktadır. Bir yerlerde homurtulu ve ciddi bir kalabalık onu beklemektedir.
Beklesin. Siz beyaz ve muslin giysiler içinde deği misiniz?
Ve saçınızda papatyalardan taçlar tok mudur?
Küçük ve sessiz ve hanımeli kokan yağmurlar prizmalar yaparak gizli bahçelerden geçmeye başlar. Yumarsınız gözlerinizi. Kirpik uçlarınız ıslanır. Dokununca hülya bozulmaz.
Peki bu haller neden böyledir?
Kışın bitimine ilişkin bir müjde ya da yaza dair bir vaad taşıdığı için mi? Tabii ki hayır. O, başlangıç ya da bitiş olmak yerine sadece kendisinden ibaret bir oluşa, üstelik tek yaşayışlık bir oluşa ad olduğu için bahardır. Göz açıp kapayıncaya kadar geçecektir biliriz. Öyle bir sabah doğacaktır ki aynı gizli bahçeye artık başka bir şeydir. Biliriz de canımız yanmaz. Prensesler hiç solmayan gülleri fırlatıp atacak olduktan sonra, bitimsiz baharı kim ne yapsın?
Nihayetinde filbahriler. Leylaklar.
Ruh ansızın kendi kendisiyle yüz yüze gelir. Çözülür anlamı ait oluşun.
ihtilal mayısta patlar.
Güller mayısta açmaya başlar.

şiir ve ilham

Varlığın öznel kavranma biçimi, sanat. Şiir, sanatların sultanı. Çünkü malzemesi her şeyin evvelinde bulunan söz. Söz evvel, şiir ahir.
Şiirin bir akıl işi olduğunu iddia eden soğuk kanlı teoriler bir yana onun hiç olmazsa doğuş anında bir ilhamın aydınlığına ihtiyaç duyduğu muhakkak. Arkası, ilhamın işlenmesi. Şair kuyumculuğu.
Eflatun, şairin her an şiir söyleyemediğine dikkat ederek onu şair kılan hale ilahi bir vecdin sebebiyet verdiğini söyler ve buna da ilham adını verir.
ilham, keşfin yanı başında. Aracısız ve perdesiz kalbe inen bilgi, şair fark etse de fark etmese de böyle. Şiir sözcüğü, "bilmek" kadar "sezmek, sezgiyle bilmek" anlamını da taşıyor. Böylece şiir, mutlak bilgiye giden yolda sezgisel bir vasıtaya dönüşüyor.
Mutlak bilgi ile rabıta kurabiliyor olması yüzündendir ki ilkel toplumlarda şiir, kendisiyle uğraşana ayrıcalıklı bir toplumsal mevki kazandırıyordu. ilkel toplumlarda kahinlerin, sihirbazların, müneccimlerin aynı zamanda şair olması bu ayrıcalıktan.
Çağlar boyunca şaire bir tür kutsiyet atfedilmesi, hiç olmazsa bir saygınlık yüklenmesi sıradan insanlar için kapalı olan ilhamın ona açık olmasından. Gayesini sadece kendi güzelliğinde bulan saf şiirin teorisyeni Rahip Bremond, şiir lisanına "dua" der. Haşim, sembolik bir muhteva taşıyan poetikasında şiiri resullerin sözlerine benzetir. Lamartine, inancını kaybettiği sıralarda bile inanç ihtiyacını, dua olarak adlandırdığı şiirleriyle gidermeye çalışır. "Erzurum Yolculuğu" esnasında Puşkin'in karşılaştığı bilge bir Türk paşası, bir şairle karşılaşmış olmasını hayra yorar. Çünkü bir şair ona göre dervişin kardeşidir.
islamiyet öncesi Arap kabilelerinde şairin ne kadar mühim bir yer tuttuğu bilinir. Kalabalıklar üzerinde yarattığı etki kadar bu etkinin kaynağıdır da şairi farklı ve üstün kılan. Çünkü şaire metafizik bir takım güçler tarafından şiir ilham edildiğine inanılır. Bu yüzden kelamın en yüksek mertebesi olan Kur'an kendisine vahyedildiğinde, Hz. Peygamber cahiliye dönemi Arapları tarafından şairlikle suçlanmıştı. Fakat cevap açık ve net: "Biz ona şiir öğretmedik", (36,69).
Kuşku yok ki bu reddiyenin şiir aleyhine içerdiği kesinlik aynı zamanda, şiirin, sanatların sultanı olduğunu doğrulayan bir düzlemde okunabilir. Ve şiirin Kur'an nezdinde tenzilini mevsuk bu reddiye, şiirin insan sözü nezdinde tenzihi olarak da algılanabilir. "Biz ona şiir öğretmedik", ama ona vahyedilen şey, (gafletle de olsa), şiirle mukayese ediliyor. Değil mi ki arada bir vech-i şebeh var.
Necip Fazıl, Poetika'da, insanın, bitki ve hayvanlara üstünlüğünü hatırlattıktan sonra, şairin de "zat ve şuur bilgisine" sahip olma bakımından insanlar arasında ve fakat insanlar üzerinde olduğunu ifade eder.
Tanpınar, "ani bir cehdle kendini bulan ruhun insandaki ezeli hakikatle temasından doğan bir konuşma" olarak adlandırır şiir halini. Şiir bir hatırlamadır ona göre. Şair bu hatırlamayı başaran insan.
insan, varlığının mahiyetini çözmek ve mutlak bilgiye ulaşmak ister. Dinin yanı sıra, bilim ve sanat da bu bilgiye hizmet eder, şiir de. Ancak onun vasıtası sezgidir. Şiir, belki de mahiyeti belli olmayan ani ilhamlara dayalı olarak bir yerlerden şair gönlüne indiğinden, şair insanlar arasında ama onlardan yukarıda bir yerdedir. Çünkü o kendisini üstün idrake götüren ilhamın tecelli ettiği bir kalbe sahiptir, bir seçilmiştir o. Sözlerinin resullerin sözlerine benzetilmesi bu yüzdendir. Toplum kalabalığında yalnızlıkla başlayan çoğulluğu, yadırganabilirliğinden kaynaklanan önlenemez cazibesi içine ilham inen bir kalbe sahip olmasından ötürüdür.
Şiir ki, ilham şairin kalbinde başlayıp kalbinde bittikten sonra, mahiyeti şairin kendisine bile meçhul. Şairler bilirler.
Fuzuli "Aldanma ki şair sözü elbette yalandır", uyarısında. Doğru. Şiir, tümüyle sanat, koskoca bir yalan belki. Ama kalbe doğan ilhamın aydınlığında, daha yüksek bir hakikatin kavratılması için söylenen en doğru yalan. Şairin anlattığı gül belki yoktur. Ama o, güllerin üzerindeki gülü işaret eder neticede. Gülün gerçekliği için söylenen bir gül yalandır şiir ve şair gül için gül yalanı söyleyen. Yalan bir tek şairlerin hakkı. Gerçeği, yalnızca gerçeği söylemek için.

çok sade bir hikaye

Şimdi size çok sade bir hikaye anlatacağım. Ne anlatan için anlatması, ne dinleyen için anlaması zor olacak bu hikayenin:
Ne büyük anne ne büyük baba tanımıştı masallarda ya da hayatta olduğu gibi ki kendisine bir şeyler öğretilsin. Ama iklimi munis sözü gerçek biri o henüz küçücük bir çocukken söylemişti:
Hava soğuk, su soğuk ve yatak sıcacıkken ve uyku kollarına çağırırken seni; sabah namazına kalktığına yarın rûz-i mahşerde, yatak tanıklık eder, yorgan tanıklık eder, su tanıklık eder.
Oysa hayat onu, tanıklıkların yabancı dilden giren sözcük listeleriyle ifade olunduğu bir metropol uygarlığının kollarına bırakmıştı. Hep o bildik cümle. Plastik kredi kartları. Artık betonarme bile olmayan çok ama çok katlı binalar. Bilgisayarlardan da öte teknolojiler. Hayata kablolarla bağlı bir yaşam. Hayata sorsanız ki her şeyin sorumlusuydu, o da sorumsuz olduğunu söyleyecekti. Görünürde alabildiğine genişlemişti yaşamı. Görünmezde alamadığına daralmış. Sıkışıp kalmıştı. Nefes almasaydı ölecekti. Nefes almadan yaşamayı öğrendi.
O kadar ki gökyüzü artık daraltılmış bir alandı. Yıldızları saymak artık çok kolaydı. Çünkü kentler aydınlık ve yıldızlar öylesine azdı. Zeytin ağacı. incir dalı. Gül yaprağı. Papatya tortusu. Toprak kokusu. Sardunya. Su. Uzak bir rüyaydı.
Rüyaları olmadığından olacak uykusuzlukları başladı. Gece terlemeleri. Oysa çok imkanlı ve çok yenilikli sağlık ünitelerinin, çok bilmiş doktorların denetiminde biliyordu ki hasta değildi. Sorular sordu sonra, görünürde soru sormasına neden yokken. Neden, diye sordu. Neyim ben? Nereden geldim? Nereye gideceğim? Ne? Ne? Ne? Ne çok N ile başlayan soru vardı. Ve N, ne çok geometrik hesapların dik başlılığına terk edilmiş çizgileriyle ilk bakışta görkemli ama ne sert ve ne acımasızdı.
Sentetik elyafın sıcaklığında ısıtılmış yatağında bir sola bir sağa dönüp durduğu uykusuz gecelerin birinde. Yapayalnızken. Bir avuç uykuya avuç açmışken. Gecenin sessizliğinde. Gecenin sabaha döküldüğü yerde. Birden. Üst kattan gelen sesler dikkatini çekti. Önce suyun sesi, mahremiyeti ihlal edilmiş katlar arasında. Sonra iki diz'in sanki, sanki sonra bir alnın yere dokunması, yere kapanması gibi. Yaşlı bir beden olmalıydı bu. Bir anlam veremedi önce. Sonra bir gece, iki gece, üç gece. Anlamını bildi.
Öyle oldu ki, uykusuzluklarının, gece terlemelerinin arka plan nedenleri ortadan kalkıp da plastik bir uygarlıkta huzur dolumlu uykuları kendisine döndüğü zamanlarda bile. Artık vakit gelince kendiliğinden uyanır ve o sesleri bekler oldu. Bir tür refakat duygusu. Önce su.
Gecenin bu vaktinde kendisi gibi ama kendisinden bambaşka bir uyanıklıkta olan, görmediği bir gövdenin hareketlerini izlemeye başladı. Ne biliyorsa, ne kadarını biliyorsa hatırlamaya, okumaya ve boşlukları doldurmaya çalıştı. Ama hiç yerinden kalkamadı. Hava soğuk ve yatak sımsıcaktı. Oysa insan, istediği kadardı.
Her gece uyku ile uyanıklık arasında süre gitti bu refakat. Biri sentetik yatağında huzursuz ve uykusuz, diğeri uyanık iki kişi. Aradan çok zamn geçti. Kalbin uyanmasına, bedenin bile değişmesine yetecek kadar çok zaman.
Bir gün. Günün geceden sıyrıldığı bir zaman. Yani o zaman. Refakat anı. Kulak kesildi. Su sesi bir alt kata inmedi. Ne bir ses ne bir hareket. içi sızladı. Uyuya kalmıştır, dedi. Gidip kapısını çalsam. Uyandırsam. Vazgeçti. Hava soğuk yatak sıcacıktı.
Bir gece. Üç gece. Beş gece. Çıt yoktu.
Neden sonra duydular. Kapıcının sayesinde buldular. Su her zamanki gibi soğuktu.
içi sızladı adamın. Yalnız ve yaşlı bir kadın. Yaşamı gibi ölümüne de refakat edecek kimsesi olmamıştı. Hava soğuk, yatak sıcacıktı. Kalktı. ilk kez soğuğu duymadı. Gökyüzüne en yakın olabileceği yere, balkona çıktı. Çelik kolanlarla sağlamlaştırılmış kente doğru baktı. Sonra başını kaldırdı, yıldızları saydı. içi sızladı, hem nasıl sızladı.
Onun, dedi, her sabahın geceden sıyrıldığı anda uyandığına ve sıcacık yatağını terk ederek soğuk suya koştuğuna; yatak tanık, yorgan tanık, yastık tanık. Kabul edersen tanıklığımı, dedi, şu aciz beden tanık.
Bir alt katta genç bir üniversite öğrencisi, gecenin o vaktinde şiir yazmak için gamlanıp duruyordu. Birden, mahremiyetleri ihlal eden bu çok katlı ve kendi zenginliğinde yoksul binada, bir üst kattan gelen su sesiyle irkildi. Sonra sanki iki dizin ve sonra sanki bir alnın zemine hafifçe dokunması sesi. Orta yaşlarda bir gövde olmalıydı bu. Önce bir anlam veremedi. Sonra bir gece, üç gece, beş gece... Çok sade bir hikayeydi.

dil belası

Eser, büyük islam alimi imam Gazali'ye ait ihya'dan bir bölümün tercümesidir. içinde her insanın cennete veya cehenneme gitmesinde en önemli sebep olan dilin afet ve hastalıkları işlenmektedir.
Eserde, dilin yirmi çeşit hastalığından ve dille düşülen tehlikelerden bahsedilmekte, tespitten sonra tedavi yolları gösterilmektedir.
Günümüz insanının en fazla müptela olduğu yersiz, gereksiz ve ölçüsüz konuşma hastalığına kesin ilaç olacak bir kitap.

"Hamd, yüce Allah'a (c. c) aittir."

yorgunluk

Yorgunluk; yıpranmışlık, tükenmişlik, bitkinlik, halsizlik, enerji kaybı olarak tanımlanabilir. Ayrıca, çalışma konusunda isteksizlik ve çalışma yaşamının tatsızlaşması, çabuk sıkılma ve performans azalması da yorgunluk olarak nitelendirilebilir.

narsist

Narsist kendisini fazla beğenen, üstün gören, hep takdir ve ilgi bekleyen, imtiyazlı olduğuna inanan, özel muamele bekleyen kişidir.

çağımızın hatalığı depresyon

Depresyon yüzyılımızın en çok konuşulan psikiyatrik hastalıklarından biri. Bu kadar çok konuşulmayı da hak ediyor; çünkü sadece bireyin kendisini değil, ailesini, iş yaşamını, sosyal çevresini de etkiliyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün tedbirler alınmadığı takdirde 2020 yılında büyük sorunlara yol açacağı konusunda uyarı yaptığı depresyon hastalığı ümitsizlik, hayattan zevk alamama, mutsuzluk gibi belirtilerle kendisini gösteriyor.
Yılların bir anlamda çöpe gitmesine neden olan bu rahatsızlık, kişiyi alkol ve madde bağımlılığına, hatta intihar gibi acı sonuçlara kadar götürebiliyor.

- Depresyonu kısaca tarif edebilir misiniz?

Depresyon; temel belirtileri isteksizlik ve hayattan eskisi kadar zevk almama olan bir hastalıktır. Depresyonda genellikle uykusuzluk, bazen de fazla uyuma şeklinde uyku bozuklukları görülür. iştahsızlık veya aşırı iştahlı olma durumu yaşanır. Unutkanlık, sıkıntı, huzursuzluk, sinirlilik, gerginlik, endişe, korku, dikkat kusuru, konsantre olamama, kararsızlık, yorgunluk, cinsel isteksizlik, değersizlik ve suçluluk duyguları, kendine güven azalması depresyonun sık rastlanan diğer belirtileridir. Ayrıca intihar niyeti veya bu niyet olmadan ölümü fazlaca düşünme görülür.

- Depresyon türleri var mıdır?

Evet, mesela maskeli (örtülü) depresyon dediğimiz bir türü vardır. Bunda isteksizlik ve zevk almama gibi psikolojik belirtilerden çok bedensel şikayetler ön plandadır. Depresyon, vücudun bütün organlarında belirti verebilir. Çünkü bir beyin hastalığıdır, beyin de bütün vücudu yöneten organdır. Baş ağrısı, baş dönmesi, kafada boşluk hissi, adale ve mafsal ağrıları; vücudun çeşitli yerlerinde uyuşma, karıncalanma veya yanmalar; kalp çarpıntısı, nefes darlığı, terleme, karın, karında gaz, şişlik veya hazımsızlık, ishal veya kabızlık, kulak çınlaması, cinsel sorunlar gibi şikayetlerle doktora başvurup tahlil yaptıran, her defasında "bir şeyiniz yok, sapasağlamsınız" cevabını alan çok sayıda hasta vardır. Bu kişilerin gerçek problemi aslında depresyondur.

psikoloji sohbetleri

Psikoloji ile psikiyatri iki ayrı kavram ancak sıkça birbirine karıştırılıyor. Aralarındaki farkı anlatır mısınız?

Psikiyatrist tıp mezunudur ve psikofarmakoloji (ilaç tedavisi) konusunda yetkin kişidir. Psikolog ise çeşitli üniversitelerin psikoloji bölümünden mezun olan kişidir. Psikologlar ilgi alanlarına göre (çocuk, ergen veya yetişkin) seçim yaparlar ve bu alan üzerinde çalışarak deneyimlerini arttırırlar. Psikologlar danışanlarının baş edemedikleri, kimi zaman kendilerine bile itiraf edemedikleri pek çok konuyu karşılarındakine zedelemeden ele alırlar. Konunun üzerine titizlikle eğilerek danışanlarıyla birlikte konuya bakmaya çalışırlar, danışanlarının çözüme ulaşma yolunu çizerler.

psikoloji sohbetleri

Öncelikle ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda kısa bir bilgi alabilir miyiz?

Bu gün psikiyatriye göre ruh; duygu, düşünce, ve davranış örüntülerinin genel bir yansımasıdır. Ruh sağlığı beynin arzu edilen işlevsellikte çalışması iken, ruhsal hastalık bu işlevselliğin bozulması anlamına gelir.
Psikiyatrideki ruh kavramıyla teolojik ruh kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. Yüzyıllarca böyle bir yanlış yapılmış; iki kavramın aynı şey olduğu düşünülmüş, ruh hastalıkları cin, büyü, şeytan gibi metafizik etkenlere bağlanmıştı. Psikiyatrinin ancak 20. yüzyılda pozitif bir bilim olarak kabul edilmesi ile bu iki kavram birbirinden belirgin şekilde ayrıldı. Bilim camiasının psikiyatrinin farkına varması ise ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında yapılan araştırmalarda ruh hastalıklarının beyindeki fonksiyon bozukluklarından kaynaklandığının kanıtlanmasından sonra oldu.

Şizofreni diğer psikiyatrik hastalıklar içinde nasıl bir yere sahip?

Şizofreni psikiyatrinin en meşhur ve en kötü hastalığıdır. Onu diğer psikiyatrik hastalıklardan ayıran en önemli özelliği şu an için tamamen düzelme şansının olmamasıdır. Yani bir insan şizofreni hastası olduğu zaman ömür boyu tedavi görmek zorundadır. O yüzden şizofreni en çok korkulan psikiyatrik rahatsızlıktır.

Şizofreniyi biraz anlatır mısınız; nasıl bir hastalıktır, nasıl bir seyir izler?

Genel kanaate göre genetik yatkınlığın neticesinde oluşur. Dopamin adı verilen maddenin aşırı salınımına bağlı bir dizi duygu, düşünce ve davranış bozukluğuyla seyreden bir sendromdur. Geniş bir belirti yelpazesine sahiptir. Kişide duygusal küntleşme olur; yabancılaşma, tuhaflaşma, içe kapanma görülür. Acayipleşme, anlamsız konuşma ve hareket tekrarları ortaya çıkar. Çağrışımlarda gevşeme olur; hasta, konular arasında irtibat sağlayamaz. Düşüncede fakirleşme başlar. inisiyatif kullanma yeteneğinde gerileme olur.

Şizofreni belirtileri nelerdir?

En meşhur belirti, hastanın olmayan sesleri duymasıdır. Buna "işitsel halüsinasyonlar" adını veriyoruz. Kişi kendi hakkında yorum yapan, emir vererek kendisini yönlendirmeye çalışan bir ses duyar.
Bir diğer meşhur belirtiler kümesi daha vardır: Hezeyanlar. Hasta çevresindeki insanların, hatta ailesinin kendisini yok etmek istediğini, öldürmek istediğini düşünür. Takip edildiğine, zehirleneceğine, kendisine komplo kurulduğuna inanır.
Bazı şizofrenler kendilerini mehdi, peygamber, hatta Tanrı zannederler. Dünyayı kendilerinin yönettiklerini sanırlar. Özel bir dini veya milli misyonlarının olduğunu düşünürler. Uzaylıların beyinlerine çip yerleştirdiklerine ve düşüncelerinin okunduklarına inanan hastalar da vardır.

Şizofreni birden ortaya çıkan bir hastalık mıdır, yoksa öncesinde birtakım işaretler verir mi?

Araştırmalar hastalığın önce bazı belirtiler gösterdiğini, ama bunların çoğu zaman fark edilemediğini ortaya koyuyor. Ailelerin aklına şizofreninin gelmemesi, hastalığın kişiye yakıştırılamaması ve bu konuda yeterince bilgiye sahip olunmaması gizli dönemde ortaya çıkan belirtileri fark edememenin başlıca sebepleridir. Kişide görülen içe kapanma ve mülayimleşme, cinsel yaşantıda ve ahlaki durumda büyük deişimlerin yaşanması, davranış değişiklikleri, yanlış anlama ve yanlış değerlendirmeler, edilgenlik olarak adlandırdığımız pasiflik ve çekingenlik, mazbut bir kişiyken alkol ve madde kullanımına başlanması gibi davranışları şizofreninin gizli belirtileri, yol işaretleri olarak değerlendirebiliriz.

psikoloji sohbetleri

Şüphecilik nedir, tarifler misiniz?

Olayların geri planında görünenin dışında birtakım başka şeylerin olduğuna dair inançtır. insan, doğası gereği şüphecidir. Şüpheci olmasa, bilimsel doğrular kendini yenileyemez, dolayısıyla da bilimsel olmaktan çıkarlardı. O düzey ve amaçtaki bir şüphecilik gerekli ve yararlıdır. Ama amaçsız, her şeyin altında bir bit yeniği arayan türde bir şüphe zararlıdır. Şüphede aşırıya kaçılmışsa durum paranoyaya dönüşür.

Psikiyatride şüphecilik için belli bir sınıflandırma var mıdır?

Evet, psikiyatride şüphecilik dört ayrı sınıfta değerlendirilir: Kıskançlık kaynaklı şüphecilik, büyüklenmeci şüphecilik, bedensel şüphecilik, erotomatik şüphecilik.
Kıskançlık kaynaklı şüphecilikte kişi aldatıldığına dair yoğun bir şüphe içindedir. Büyüklenmeci şüphecilikte kişi büyük iddiaları, örneğin buluşları olduğu inancını taşır ve başkalarının kendisine engel teşkil ettiğine dair ir kuşkusu vardır. Bedensel şüphecilikte kişi örneğin bedeninde birtakım parazitlerin olduğu inancındadır. Kişinin birtakım ünlü şahsiyetlerin kendisine aşık olduğuna dair inanç taşıması da erotomatik şüphecilik sınıfına girer. Bütün bu şüpheler paranoid bozukluk kapsamında ele alınır.

Aşırı şüphecilik kronik seyirli bir durum mudur?

Maalesef evet.

psikoloji sohbetleri

Beynimiz nasıl işler, bilgiyi nasıl depolar?

Beyinde hippokampus adında bir bölge bulunur ve bu bölge bellek için kritik öneme sahiptir. Bellek ile ilgili bilgiler bu bölgede bulunur. Daha doğrusu bu bölge bir anıyı tüm beyne dağıtarak bir "anı kodlaması" yapar. Bir bilgi ne kadar pekişirse bu bölgede o kadar güçlü saklanır. Ayrıca duygusal bileşeni olan anılar da nötral olan anılara göre çok daha fazla saklanır. Çünkü heman hippokampusun komşuluğunda bulunan amigdala adlı bölge emosyonlar ile yakın ilişkili bir bölgedir ve hippokampus ile sıkı bağlantıları vardır. Bilgilerin saklanması için beyin hücrelerinin birbiri ile sinaps adı verilen bağlantılar kurması gerekir. Bu bağlantılar ne kadar çok olursa o anı o kadar iyi saklanır. Yaşlanma ile bu bağlantıları kurma potansiyeli azalır. Alzheimer hastalığında beyin erimesinin ilk başladığı yer bu hippokampus adlı bölgedir ve bu nedenle unutkanlık Alzheimer'ın ilk bulgusu olarak karşımıza çıkar.

Hafızayı doğru kullanmanın, bilgileri doğru kaydetmenin burada bir rolü var mıdır?

Esasında beyin bunu otomatik olarak yapar. Kişiye uygun olan ve önem verilen bilgileri bellekte saklamak üzere bir filtreleme yapar. Bunu yaparken dikkat mekanizmasını kullanır. Eğer bu mekanizma bozulursa - bu durum en çok psikiyatrik hastalıklarda olur- uygun bilgi yerine sıradan bilgiler de belleğe girmeye çalışır ve sonuçta sonsuz kapasiteye sahip olmayan bellek tükenerek önemli olan bilgiyi de kaydetmeyebilir. Ben şahsen ezbere dayanan eğitim sisteminin de belleği uygunsuz kullanmaya neden olduğunu düşünüyorum. Daha çocuk yaşta bilgileri ezberleyerek öğrenmek yerine irdeleyerek öğrenme stratejisinin uygun olan bilgiyi belleğe atmak için daha yararlı olduğuna inanıyorum. Eğitimimiz sırasında ezberlediğimiz bilgilerin acaba ne kadarını bugün hatırlıyoruz? Onun yerine eğitimde analitik düşünce sistemini edinebilseydik çok daha rasyonel bir toplum olabilirdik.

Zeka ile unutkanlık arasında bir bağ varmıdır?

Son zamanlarda oldukça popüler olan bu konu üzerinde yeni yeni birtakım çalışmalar yayınlanmaya başladı. Bu çalışmalardan birisi ABD'de 1940'larda aynı lisede okuyan 400 kişiyi kapsıyor. Lise yıllarında zeka testi yapılan bu kişilerden bir kaç yıl önce hayatta olanları bunama açısından değerlendirildi ve ortalama zekanın üzerinde olanlarda bunama gelişme riskinin yarı yarıya az olduğu görüldü. Benzer sonuçlar içeren başka araştırmalarda mevcut. Bu bilgiler dikkate alındığında zekanın bunamaya karşı koruyucu bir etkisinin olduğu anlaşılıyor.

Peki eğitim düzeyi, akademik uğraş ile unutkanlık arasında nasıl bir ilintiden bahsedilebilir?

Yapılan çalışmalar eğitim düzeyi yüksekliğinin hastalıktan koruyucu olduğunu da gösteriyor. Yani eğitim düzeyi ne kadar fazla ise hastalığa yakalanma riski o ölçüde azalıyor. Ama buradan çok iyi eğitimli birinin Alzheimer hastası olmayacağı sonucunu çıkarmamak gerekir. Maalesef entelektüel düzeyi çok yüksek olanlar da bu hastalığa yakalanabilirler. Örneğin ünlü yazar Irish Murdoch da Alzheimer hastasıdır. Son dönem kitaplarından bile kelime haznesinin azaldığı rahatlıkla anlaşılabilir.

psikoloji sohbetleri

Bir nörolog olarak unutkanlığı nasıl tanımlıyorsunuz?

Unutkanlık iki şekilde ifade edilebilir. Birincisi yeni bilginin bellekte saklanamaması durumudur. Örneğin kişi tanıştığı kişileri sonradan gördüğünde tanıyamaz veya bir soru sorup cevabını almasına rağmen bir süre sonra sormamış gibi aynı soruyu tekrar sorabilir. Bu durumda belleğe yeni bilgi aktarılamamakta, öğrenilememektedir.
ikinci unutkanlık türünde ise halihazırda bellekte olan bilgiye ulaşılamaz. Kişinin aklına o an söyleyeceği kelime veya isim gelmez ama sonradan hatırlayabilir. O sırada ne yapacağını unutabilir ama daha sonra bir anda aklına gelir. Bu tip unutkanlıkta bilgi öğrenilmiştir, bellekte saklanmaktadır ama bu bilgiye ulaşma aşamasında bir sorun vardır.

psikoloji sohbetleri

Yalanı yalan yapan şey nedir?

Söyleyenin inanmamasıdır.

Peki yalan söylemek bir psikolojik kaçış olabilir mi?

Bazı kişiler sadece ilgi çekmek için çok renkli hikayeler uydururlar. Hedefleri zor bir durumdan kurtulmak veya çıkar sağlamak değil, sadece ilgi odağı olmaktır. Bu tür yalanlara "pseudologia fantastica" denir, yani fantastik laflar uydurma.
Bu yola başvuranlar genellikle histriyonik dediğimiz oyuncu kişiliklerdir.

Yalan söyleyen kişileri kategorize etmek mümkün müdür?

Evet, kabaca şöyle bir tasnif yapılabilir: Antisosyaller ve histriyonikler. Antisosyal kişilikler çıkar sağlamak için, hem de hiç pişman olmadan yalan söylerler. Bu kişilerde sahte kimliklere, sahte adlara, adi suçlardan cezaevine girişlere çokça rastlanır. Üstelik bu kişiler kendilerini daima haklı görürler. Histriyonikler ise biraz önce de belirttiğim gibi çıkar gütmezler, ilgi odağı olmak için yalan söylerler. Yeri geldiğinde doktorlarını bile kandırabilirler. Ama antisosyal veya histriyonik olmayan herkesin yalan söyleyebileceğini de unutmamak gerekir.

Yalan mutlaka söze dökülen kelimelerle mi söylenir? Beden diliyle de yalan söylenir mi?

iletişimin daha önemli olan bölümü, sözel olmayan iletişimdir; yani beden diliyle, gözlerle, bakışlarla, tavırla, edayla, ses tonuyla kurulan iletişimdir. Böyle bir iletişimde tavırla da yalan söylemek mümkündür. Bu yalanlara verilen güzel bir de ad vardır: Yapmacık.

psikoloji sohbetleri

" Takma kafana, geçer" sözü neden toplumumuzda çok kullanılır?

Bu, " zaman en iyi ilaçtır" demek gibi bir şeydir. insan toplum içinde ve sosyal ilişkilerle hayat bulur. Eğer bu ilişkilerden yoksunsa, sorunların baş göstermesi kaçınılmazdır. Her iletişim halindeki kişi, karşısındakini etkilerken aynı zamanda ondan etkilenir de. Bu doğal bir sosyal iletişimdir. Eğer sorun yaşayan kişinin stres faktörleri yakın çevresi ile ilgiliyse ve devamlılık söz konusuysa kişide zaman içinde davranış ve tutum değişiklikleri gerçekleşir. Bazen bu durumun farkına varmak çok uzun zaman alır ve uzun yıllar sonra gelen " keşke" ler ve pişmanlıklar insanın ruh sağlığını bozar. O nedenle " takma kafana, geçer" sözü kişiyi geçici bir süre teselli edebilir ancak kimi şikayetlerin artmasına da sebep olabilir. Elbette kafaya takılmayacak şeyler de vardır ama sorunda süreklilik söz konusuysa bu gerçekçi bir yaklaşım olmaz.

ateist bir adamın din dersinin 100 olması

Ateist olması din dersinden 100 gibi harika bi not almasına yardımcı olmuştur. Aynı sınavdan 20 alan bir müslüman gençten daha bilinçli yaşadığı açıktır. Çünkü o müslüman henüz islamın ne olduğunu bilmiodur bu yüzden sınavdan da çakmıştır. Ama ateist öğrenci neye inanmadığının farkındadır ve sadece inkar ettiği dini 40 dakika varmış gibi düşünmesi yeterlidir.

insanın kendini en çaresiz hissettiği anlar

ne uğruna yaşanacak birşeyin kaldığı nede uğruna ölünebilecek bir şeyin olmadığı andır.
sebepsizce nefes almanızı sağlar.

kız isteme merasimi

Kız isteme Merasimi

+ ALLAHın emri Peygamberimiz (a.s)'ın kavli ile kızınızı oğluma istiyorum.

- Efendim. Bizim kızı isteyen çok. Sizin neyiniz var neyiniz yok?

Delikanlı Söze Girer;
RAHiM ismiyle RAHMAN ALLAH aç bırakmaz kendisini zikredeni.
Gün/Ah'a düştüğümüzde ve pişman olduğumuzda GAFFAR'lığını gösterir.
Gece çalıştığım vakitlerde el HAFiZ derim öyle giderim.
Neyin var diyeceksiniz hiçbir şeyim yok Çünkü O'dur Malikül MÜLK.
Ya paran biterse ve karanlıkta kalırsanız diyeceksiniz en-NUR deriz aydınlanır BEYT'imiz.
Kızımı asla bırakmayacaksın derseniz söz veremem .
Çünkü kullar değil HALiK'tir BAKi olan..
Varsın hiç kimse sevmesin bizi VEDÜD kafidir.
Senden bir şeyler gizlerse ne yaparsın demenize gerek yok. Yüreği elveriyorsa istediğini yapsın ama unutmasın O BASiR'dir/ eş- ŞEHiD'dir.
Yani bir RABBiM var (c.c) birde RABBiM in sevgilisi (s.a.v).
Benim de isteklerim var;
Nur suresi 31.Ayet'i yaşayacak. Edep'li olacak! el HAYA'ü minel iMAN'dır çünkü.
Beni sevecek, ellerimi bırakmayacak. Benim uykum ağırdır Sabah Namazlarına kalktığında gerekirse vura vura uyandıracak...

-iyisin hoşsunda başınızı sokacak eviniz varmı evlat?

+ Yok desem vermeyecek misiniz yani kızınızı?

- Hayır evlat. Ben (ev) yaptıracağım.
Sen yeter ki kızımı al..

cümle kapısı

Nazan Bekiroğlu'nun ödül almış deneme kitabıdır.

...
"Kelimeyle değil, cümleyle düşündüğümü fark ettim ben. Muhal farz bile olsa "Her şeyi özetleyecek bir cümle" tutkum, mana birimimin cümle olmasından. Karmaşık cümlelerle konuşmayı sevmem, öyle düşünmemden. Başka türlü anlatamıyorum, bu yüzden mazurum ben.

Faturaların, makbuzların, ihbarnamelerin arkasına.

Mektup zarflarının, davetiyelerin, program kartlarının boşluklarına.

Peçetelerin üzerine.

Kitapların, kenar sularına, kapak içlerine.

Defterlerin, sahifelerine değil kıyılarına köşelerine.

Yazılıp da bırakılmış; bilinç kendine bile hırsız, kim bilir bazıları hatırlanmış da sonradan unutulmuş bunca cümleyi bir yerlerden bulup da çıkarmam. Burada böyle bir kapı açmam.
Cümle kapısı: Kalbin kapısı.

Sonra, sebebi malum sırrı meçhul, yani bana muamma, tutup bu kapıyı kapatmam.

Eğer beni okuyanla paylaşım isteği ve daha yakından tanışma beklentisinden değilse, defterimde kalan cümleden kurtulma isteğimden.

Bir şey değil, yeni bir şey söylemek için."
...

Cümle kapısı.
Kapalı bir kapı aslında.

Nur'un babasına son cümlesi, esamenin ateşe düştüğü an. Kime nasıl anlatayım?

mor mürekkep

Nazan Bekiroğlu'nun etkileyici anlatımıyla hazırladığı kitabı " Mor Mürekkep " .

Ve kitabın arka kapağında şöyle bahis ettmiş mor mürekkep'ten ;

"Mürekkep neredeyse tarihe karışıyor. Kağıda düştükten biraz sonra rengini mora teslim eden sabit kalemler de öyle. Hele mor mürekkep. Aramaya kalkışsanız kırtasiyeci yüzünüze bir garip bakacak. yine de ben işte, bütün bunları yazdım. Yazdıklarımın bir kısmını kalemime mor mürekkebi çekmeden evvel ben de bilmiyordum, yazarken öğrendim. Keder gözyaşlarının mor olduğunu biliyordum örneğin.

Gözyaşları mor olan teyzeler de vardı hayatımda. ikiye katlanmış kağıtlar arasında bir damla mor mürekkebin bıraktığı lekelerle oyalanan bir çocuktum. Buyrun işte burası benim için. Bunlar ters ayaklı cücelerim. Şu köşede gece kelebeklerim, şunlar da devlerim, perilerim ve cinlerim."