bugün

sevdiği entry'ler

galaksi gezgini

ŞU TARiHTE ulu sözlüğe girmiş bulundum. aklıma düştü, hesabına baktım, kendisini güzel olarak yâd etmekteyim. umarım evrendeki yolculuğunda yeni ufuklarda huzurlu ve mutlu bir şekilde seyretmeye devam ediyordur. dünyadan şişe içerisinde selam gönderiyorum kendisine.

bir sözlük kızıyla bir sözlük erkeğin mesajlaşması

bir sözlük dişisiyle bir sözlük erkeğinin mesajlaşması durumu. mitolojik bir hikaye. yıllardır gerçekmiş gibi sözlük yazarları arasında anlatılagelmiştir günümüze kadar. yahu yalan kardeşim yalan. gerçek diyenler, sonunda sen de o dm kutusunda o dişiyle mesajlaşacaksın diyenler, kim mesajlaşıp da geri dönmüş? hem siz gördünüz mü? gözünüzle gördünüz mü? görmeden inanmam kardeşim böyle bir şeyin gerçek olacağına....

şaka bir yana,

ben de bunu yaşadım zamanında. yani sözlükte bir kızla mesajlaşmak okulda bir kızla yakınlaşmak gibi. diğer abazanlar "oo hadi hayırlı olsun" falan der. ben bir sözlük dişisiyle mesajlaştığımda, hep şu oldu, 2 medeni insan gibi. fakat, şöyle bir şey, medeniyiz ama ben bir yandan bir türlü kızı ciddiye alamıyorum. hani bu kız burda napıyor. bu erkek olabilir mi acaba. bu sebepten bir dişiyle mesajlaştığımda garip bir ruh haline bürünüyorum. hani 2 ciddi insan mesajlaşıyor, herhangi bir konudan bahsediyoruz mesela. ama bir yandan bu kızın erkek oluşu ihtimali. erkek oluşu ihtimalinden çok şu canınızı sıkıyor, şimdi bi sözlük dişisiyle mesajlaştınız. ama bu erkek. yani troll. tüm konuşmalar boşa gitti.. nah gördün mü yaptıgını şimdi bok oldu hepsi....

bursa

Hakkındaki görüşüm insanları iktidara göre şekil alıyor.

1999 yılında gittiğim her köşe başında bira içen gençlerin olduğu köye 2020 de gittim bira satılan bir tane bakkal yoktu.
Tanıdık ahaliye sordum bu ne hal diye mırın kırın ettiler sonra aralarından biri itiraf etti kaypaklıklarını akparti gelince böyle olduk diye.

Ama geceleri ilçe merkezine akıp hap ot pavyon ful devam ediyor.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

Sanılanın aksine insan yaşlandıkça sevme ve sevilme ihtiyacı artıyor.

yazarların belgesel tavsiyeleri

(bkz: last train home)

takıntı haline getirmek

insanların alışmış olduğu günlük bir stres düzeyi var. Bu Alışık olduğumuzun altında kalan uyaran ve stres düzeyi ve beraberinde getirdiği belirsizlikveya rehavet zihnimizi rahatsız ediyor. Ve Bu stres düzeyine erişince mazohistçe bir rahatlama geliyor insana.

işte takıntılarıma veya takıntı haline getirdiğimi zannettiğim davranıslarıma böyle bakmak, bana onların iki kat gerçek olmadıklarını hatırlatıyor ve ciddiye almıyorum kendimi.

alttaki yazarı alnından öpüp namusumsun de

namusum olmaya hazır mısın? ehehe.

arıların masalı

the fabl of the bees.

1714 yılında hollandalı düşünür bernard de mandeville tarafından yaşadığı toplumu eleştirmek için yazılan eser.

masala göre;

Arı kovanın içinde bir devlet düşünün herkes birbiriyle rekabet halinde hırs, kıskançlık, mücadele ve bencillikle daha fazla üreterek zenginleşiyorlar ve hiçbir kovanın sahip olamadığı kadar bala sahip oluyorlar. Hal böyle olunca ülkenin refahı artıyor, bilim ve sanatta önemli adımlar atılıyor ve bu sürekli gelişim devam ediyor. iyi beslenen arılar iyi savaşçılar yetiştiriyor ve güvenliklerini rahatça sağlıyorlar. zamanla kovan, düşman arıların korktuğu dostlarınınsa imrendiği bir kovan haline geliyor.

fakat kovandaki refah ve zenginliğin artmasıyla sosyal yaşam farklı bir boyuta geçmeye başlar. Yaşlı arılar, ahlaksızlığın giderek arttığından, hırsızlık, rüşvet ve adaletsizliğin artık toplumu ele geçirdiğinden şikayet etmeye başlıyorlar. onlara göre, toplumun tüm kurum ve kişileri yolsuz ve başına buyruk hareket etmeye başlamıştır. genç aç gözlü arıları her şeyi ele geçirmeye çalışır ve toplumun huzurunu bozarlar. pek haksız da sayılmayan yaşlı arılara göre bu ahlaksızlığın bir çoğu politikacı, polis, asker hakim arıların bizzat kendilerince yapılmaktadır.

yaşlı arılar bu durumdan rahatsız olmaya başlar ve tanrıya yakarırlar; neden bu kadar kötülük var, arılar neden yalancı, kendi işini düzgün yapan arılar neden yok? diye dua ederler; "Arıların yüce Tanrısı bizi ve kovanımızı tüm bu hırslardan, ahlaksızlıktan ve kötülüklerden uzak tut hepimizi iyi ahlaklı bir toplum yap."

tanrılar bu sıradan arıların yakarışlarını duyunca çok sinirlenir çünkü yolsuzluklar olmasına karşın, bu kovan dünyadaki en zengin ve güçlü kovandır. bu yüzden onları cezalandırmaya karar verirler. nasıl mı? istediklerini vererek... Jüpiter arılara kızsa da dualarını kabul eder.

Ve kovandaki bütün arılar iyi ahlaklı güzel huylu olur. artık Hiç bir arının malda mülkte gözü yoktur. iktidarda olmanın hiç bir anlamı yoktur. Kovan huzurla dolmuştur. hırs, rekabet ve kıskançlık olmazken herkesin mutlu olduğu düşünülmüştür. Askere de ihtiyaç duymazlar çünkü herkes dosttur. Bu durumu fark eden başka kovandaki arılar hemen bu kovana saldırırlar. Dostlarını karşıladığını sanan arılarımızı gelen düşman arılar öldürür ve kovanı işgal ederler. ve sonuçta Geriye üç beş tane erdemli yaşamaya devam eden arı kalır.

Mandeville ve masalına göre '' insan doğuştan bencildir ve bu bencillik hem doğal hem de erdemli bir şeydir. Ona göre dürüstlük veya iyilik gibi nitelikler toplumu ileriye götürmemekte hatta gerilemesine sebep olmaktadır. ve hatta toplumsal gelişmemizin kaynağı kişisel ahlaksızlıklarımızdır. mutluluk, erdemsiz olmaya bağlıdır. Kişiyi mutlu kılan bencilliğidir.”

peki gerçekten kişisel ahlaksızlıklarımız ve kötülüklerimizi birleştirerek iyilikler üretebilir miyiz?

Bencilliklerimizin, kıskançlıklarımızın ne kadarı topluma yararlı olabilir?

Bize günah işleme özgürlüğü veren bu masalın ne kadarı gerçek, ne kadarı yalan?

Liberalizme atıf yapan bu masalda ahlak aramak mantıklı mı?

sözlük yazarlarının itirafları

O gün sana geldiğimde zaten içime bir sıkıntı oturdu.
Sen kahve yapmak için mutfağa gittiğinde ben odanın ortasındaki masaya bakıyordum. Üstünde nereden baksan beş karış toz vardı. Ayrıca kedi tüyleri de tozlara karışmıştı ve daha bir dolu çer çöp...
Kahveyi getirdin ve ben senden bir kaşık rica ettim.
Sen ne yaptın peki...Zaten abarmis olan obsesyonumun altını kalın çizgilerle iyice çizip beni cildirtircasina o iğrenç masanın üstündeki, artık tozdan görünmez olmuş kaşığı bana uzattın.
Senin allah belanı versin be, ulan hiç mi bişey görmedin bu yaşına kadar hiç mi bir şey öğrenmedin şu hayattan. Otuz küsur yaşında kadınsın, yani olur olur da bu kadar da olmaz be kardeşim. Kusurama bakma, o gün inanılmaz iğrendim hatta tiksindim senden. Kahveyi de içmedim, içemezdim zaten.
Hayır, bilerek mi yapıyor acaba diye bakıyorum, yoo zaten sen çağırdın beni, ısrarla davet ettin. Boklu kedi tüylü tozlu kahve içirip beni öldürmek için mi çağırdın oraya. Sana inanamiyorum iğrenç yaratik...

yazarların en son bitirdiği kitap

Jack London - Martin Eden.

inanç

Güven sarsıldıkça tükenir. Doğruluğundan şüphe bile etmediği şeylerin hepsinin birer yalandan ibaret olduğunu gören gözler, zamanla doğru olduğuna inandığı şeylere şüpheyle bakmaya başlar.

Peki şüphe bile etmediklerinin yalan olduğunu gören gözler, hep şüpheyle yaklaştığı bir şeye neden dikkatli bir şekilde bakmaz? Belki onun da yalan çıkmasından korktuğu için bakmaz. Belki onun gerçek olmaması diğer yalanlardan daha çok acıtır.