bugün

entry'ler (14)

iz bırakan kitap cümleleri

"hakikatte kadınlar, bu alem içinde başka bir alemde yaşarlar. içine aşklarını ve büyülerini üfledikleri bir âlemdir bu. erkekler sadece o alemi hırpalar, yıkar. kadınlar ise yeniden üfleyerek nefesleriyle kurar o âlemi. kadınlar, erkekleri de üfleyerek var ederler. bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka hiçbir şey değildir" ^madam lilla^ (düğümlere üfleyen kadınlar)

hdpli hatun

aklını ve bilincini halklara açmış kadındır.

sözlük yazarlarından aforizmalar

hayatımıza çok fazla müdahil alıyoruz ve huzursuzluğun bir kısmını kendi ellerimizle yaratıyoruz. yanı başımızda biriktirdiğimiz devletler tüm iyi niyetli görüntülerine rağmen canımızı sıkmaktan başka bir işe yaramıyorlar. oysa kötü bir hayatı seçmenin özgürlüğü bile bir başkadır. kendim ettim kendim buldum diyebilmenin sessizliğine, sakinliğine nail olabilmeli. kötü bir olaydan daha kötüsü yanı başımızda "sen ne yaptın" diye biten insanlardır. düşen bir çocuğu iyiliği için döverek kaldıran annelere benziyorlar; doğrusu felaket tellallığından başka bir işe de yaramazlar.

ece ayhan

yüreğimi korkak büyütmedim. kaybettiklerim; dağıttığım servetimdir .*

frida kahlo

kafasındaki çemberi kıranların kahramanıdır.
"varlığın bir anlığına havada uçuşuyor, sanki bütün varlığımı sabırsız bir sabahı bekleyişe mahkum eder gibi, o an farkediyorum ki seninleyim. o anda, bütün duyumların içinde, ellerim portakalların içine dalıyor ve vücudum sanki senin kollarına sarılıymış gibi hissediyorum."
diyerekten aklımı sarsaklamış, sevgiyi portakallarla bütünleştirmiş kadındır.
pirimizdir.

sözlük yazarlarının tespitleri

merak ettiğim bir şey var bin defada gelsek dünyaya bu yaseminler hep ruhumda aynı kokuyla mı açacak?

ahmet telli

KAVGANIN ŞAiRiDiR.

bütüm köprüleri dinamitledim ve geldim işte
bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle
apansız çıkmalısın karşıma
ki unutulmuş bir haykırış olmalı dünyaya
seninle her karşılaşmamız...

mehmed uzun

ben, ruhu zedelenmiş, sesi kısılmış, kendisini ifade etmekte çok güçlük çeken insanların yazarıyım. Onlarda da bana karşı çok büyük bir coşku görüyorum. Dünyada hiçbir yazarın buna nasip olacağını zannetmiyorum.

mehmed uzun

bedelli askerlik

belli bir miktar para karşılığında askerlikten muaf olma durumudur. bedelli askerlikle ilgili düşünceler sahtekârlık, ikiyüzlülük içeriyor. en genel söylem olan "parası olan kurtulsun, parasız olan yapsın, oh ne iyi!" askerlik meselesinin dışında hiçbir yerde söylenmiyor. dünyanın genel hali buyken, dünya parası olan için dönmeyi sürdürürken, parasız olan ömrü boyunca para meselesiyle haşır neşir olurken kimse parayı sorgulamıyor ama mesele bedelliye gelince insanlar paranın satın alabildiği tek bir şeyi sorguluyor sadece. askerliği, bedelliyi boşverelim, ikisi de birbirinden lüzumsuz konular. doğru olan askerliğin bedelsiz de yapılmaması ama bu ülkede bu şartların olgunlaşması 2 milyon yıl sürer. ben bu ikiyüzlülükten tiksiniyorum. dünyanın her yerinde kimi insanlar, paranın gücünü sorgulayıp alternatif bir yaşam önerirken kulak tıkayan bu insanlar, mesele askerliğe gelince nasıl da kendileriyle çelişebiliyorlar görebiliyoruz. kimse o başka bu başka demesin. hayat askerlikten daha önemlidir. askerlik kısa bir süreyi, hayat daha uzun bir süreyi kapsar. "ille de para para" dünyasına karşı durulmadığı sürece bedelliye karşı çıkmanın hiçbir anlamı yoktur. ucuz milliyetçilikler bunlar.

sözlük yazarlarının tespitleri

hayat aşırı yanlış temeller üzerine kurulmuş.

sözlük yazarlarının itirafları

ilkokulda müfettiş gelmişti sınıfa ve çocuğun tekine hangi yıldayız diye sormuştu. çocuk cevap verememiş ve müfettiş öğretmene kaş kaldırıp şöyle bir bakmıştı. işte ben o çocuğa imreniyorum. hangi yılda olduğumuzu hiç merak etmeyen, buna gerek duymayan insana dönüşmek istiyorum.

sözlük yazarlarının itirafları

bir gün bir yerde bir şeyler olacakmış hissiyle yaşadım. hayal ettiğim yaşlara geldiğimde bir şey olmadığını fark edince daha ileri yaşlara erteledim bu mucizeleri. ne tür bir mucize beklediğimi bilmiyorum, aslında bir mucize beklediğim de yok. gösterişli olsun diye adına mucize diyorum sadece. bir şeyleri beklerken zaman akıp gitmiş ve ne hikmetse büyümüşüm. büyüdüğümü düşünmüyorum ama kağıt parçası ve çevresel etmenler büyüdüğümün delili olarak karşımda duruyorlar. mesele büyümek olunca evlenmekten söz ediliyor, çoluk çocuğa karışmaktan. ilgimi çekmeyen bir yaşantı sanki ben çok arzuluyormuşum gibi sürekli önüme konuyor. sadece aile değil, arkadaşlar da bir yaştan sonra evlenmenin gerekliliğine inanıyor. inançlarını takdir ediyorum fakat insan istemediği şeye neden ısrarla zorlanır, bir şeyi istemediğine neden ikna olunmaz, bu yaşa kadar halen anlamadığım bir meseledir. bu konular ne zaman açılsa espriler yapılır ve kişinin iç dünyasına saldırılıp; duyguları, düşünceleri itibarsızlaştırılmaya çalışılır. bu coğrafyanın fazlasıyla kültürel bağlarına sahip çıkması sizi avrupa özentiliğiyle bile suçlayabilir. bunlar olası şeyler, yıllar aktıkça bu saldırılar daha belirginleşir. büyüdüğüme dair söylentiler var, kulak asmıyorum. ben, sadettin teksoy'un programında denk geldiğim "musa'nın asasını göğe doğru sallayıp denizi yarması" hikayesinden etkilenip evin arkasındaki büyük taşın üzerine çıkıp yağmurun yağmasını bekleyen, yağmur yağdığında da elimdeki sopayı göğe doğru sallayıp "yaaaağ, daha çok yaaağğğ" dediğim yerdeyim halen.

sözlük yazarlarının itirafları

hayat ne güzel geçiyor lan, sonluluk aslında güzel şey.

pıtrak

Pıtrak tarlalarda bulunan, dikenleriyle insanlara ve hayvanlara yapışan bir bitkidir. Pıtrağın üzerindeki dikenlerin kötü gözü uzaklaştırdığına inanan Anadolu insanı onu nazarlık motifi olarak kullanmıştır. "Pıtrak gibi" deyimi ağaçlardaki meyve bolluğunu ifade etmektedir, bu yüzden de un çuvallarında, tandır örtülerinde pişmiş toprak kapların üzerinde kullanılmıştır.