bugün

özeti şudur fromm un tespitinin , insanoğlu özgür kalıp , özgürce kararlar vermek istemez , bunun yerine sürüye tabi olmayı ,
bir yerlere sığınmayı tercih ederler. neden insanın ilkel kökenlerine kadar gider. kısaca özgürlük için de , özgürlüğü sürdürmek içinde sürekli mücadele/çaba gerekir.
erich fromm'un özgürlük konusunu işlediği kitabıdır.

şimdi önce kendi anladıklarımızla sonra da kitaptan bir kaç alıntı ile konuya girelim..

fromm'a göre insanlar özgür olmanın sorumluluğunu alabilme cesaretini gösterme konusunda sorunludurlar. bu yüzden özgürlük hep arzu edilen özlenen bir şey olmakla birlikte nihayetinde mecburen vazgeçilene dönüşür. kişi kendi bireysel özgürlüğünü ve özgünlüğünü çoğu zaman kısa bir müddet devam ettirebilir. herkes gibi hareket etmeyip diğerlerine benzemez ise çevresine uyum sağlayamacak bunun da bir takım sonuçları olacaktır. en basitinden yalnızlık, toplumdan kopuş, dışlanma gerçekleşecektir. bütün bunları göze alıp kendiniz olabilmeniz oldukça zordur. yapacağımız özgürleşme hamleleri de sistemin sınırları dahilinde olmaktadır. bunlar pozitif anlamda bir özgürlük sağlamamaktadır. dindar toplumda yaşayanlar nasıl ki tanrı'nın kudretine boyun eğmek zorunda ve yaşamın amacı tanrı'nın emsalsiz gücü ön kabulüyle kulların onu yüceltmesi, onun için çalışmasına dönük bir sistem ise kapitalizmde de aynı benzerlikler ortaya çıkar. kapitalizmin bireylere sunduğu özgürlükler aslında zahiridir. gerçekte kapitalizmde her bireyin mevcut ekonomik sistemi en etkin şekilde idame ettirmesini sağlamaktır. bu yüzden kapitalizm insanların kazandıklarıyla daha iyi bir hayat sürmesiyle ilgilenmez. önemli olan o gelirin tekrardan sisteme akmasıdır. bu çarkın dönmesi için gereklidir. bir çarkın dişlisi olan insana sunulan seçenekler onun özgür olmasını engelleyen aslında "seçenek olmayan" seçeneklerdir. neticede yapacaklarının seçtikleriniz sisteme katkıda bulunmanızla sonuçlanacaktır. özgürleşmek adına yaptıklarımız kendi seçeneğiniz sandığımız şeyler özünde kendimiz için yaptığımız seçtiğimiz şeyler olamaktan çıkmıştır. bunlar sistemin insanlara öğrettiği seçeneklerdir yalnızca. kendi kişisel tercihimiz özgürlüğümüz sandığımız şey bize ne yapmamız gerektiğini söyleyenlerin dayatmalarıdır. her insanın ayrı ayrı birey olarak sisteme katkıda bulunduğu bir düzende insanlara çok fazla yük yüklenir. insan adeta insan olmaktan çıkıp bir makineye dönüşür. kendi iç özgürlüğünü sağlayamayan bireyin bu durumu ister istemez kendisi ile dış dünyada çatışma yaratır. bu çatışma kişiyi büsbütün yalnızlaştırdığından kişi bu yükü kaldıramaz ve bir yerlere ait olma isteği duyar. bir yere ait olma isteği aslında özgürlükten kaçıştır.

bunu nazizme şöyle bağlar:
"insanlar aniden özgürleştiğinde derhal yeniden kendilerini esir edecek liderler seçerler"

burdaki durum bir sadistin bir mazoşiste sempatik gelmesi gibi gibidir. kitleler boyun eğme arzularını doyururlar. fromm burdaki olayın sadece toplumsal olaylar da değil ikili ilişkilerde de benzer yansımaları olduğunu anlatır. bir aşığın kendisini büsbütün aşık olduğu kişiye taparcasına bırakması, onu tanrılaştırmasının mazoşist bir tutum olduğunu bunun yerine karşılıklı dengeli bir sevginin daha sağlıklı olacağını anlatır. bireyin kendinden vazgeçip başka birine büsbütün teslim olması onun boyun eğme arzusu sahiplenilme denilenlere aynen uyma yani mazoşist bir ruh haliyle hareket ettiğine işaret ettiğine dikkat çeker.

insanların daha demokrat daha özgür bir sistemde yaşadıkları algısı mevcut olmakla birlikte bu son derece yanıltıcıdır. dikkatli bakılacak olursa aslında hiçbirşey tam anlamıyla değişmemiş sadece şekil değiştirmiştir. yeni düzende kural koyucular farklı tekniklerle bireylerin üzerinde baskılarını aynen devam etttirmektedirler.

- başarılı bir öğrenci olman gerektiği, falanca filanca sınavları kazanman gerektiği, şu kadar paraya sahip olman gerektiği, şu mevki de şu statüde şu standartlarda bir yaşam seçersen ancak kabul edilen saygı duyulan bir insan olabileceğin gibi dayatmalar aynı özgürlük sorunlarının form değiştirmiş halidir.
dahası özgürlük sorunun otokontrolünü ve denetleyiciliğini insan bizzat kendisi de yapar. super ego denilen şey insanların toplumla uyumu sağlayan insanın kendi sınırlamasını yapan, insanın bizzat kendi kendine kurduğu otoritenin adıdır. insanlar neyi yapıp neyi yapmayacaklarını öğrenirler. bunları da alışkanlık haline getirirler. bu alışkanlık o kadar çok tekrarlanır ki nihayetinde bu sanki başkalarının doğruları değilde insanın kendi seçtiği doğrularmış gibi algılanmaya başlar. işte bu noktada birey özgür olduğunu sandığı bir dünyanın aslında esiri olmuştur.

--------------------

"çağdaş insan öyle bir durumdadır ki,"kendi" düşündüklerinin ve söylediklerinin çoğu ,herkesin düşünüp söyledikleridir;özgün düşünme yetisini edinmemiştir. oysa düşüncelerine kimsenin karışmaması ancak bu durumda anlamlı olabilir. insanın hayatını yaşarken de, dışsal otoritelerden kurtulduğunu düşünüp gurur duyarız, kimsenin ona neyi yapmasını, neyi yapmamasını emredemediğini düşünürüz. kamuoyu ve sağduyu gibi adsız otoritelerin rolünü gözardı ederiz;oysa bunlar çok güçlüdür, çünkü insan herkesin kendisinden beklentisine uymaya çok hazırdır, farklı olmaktan çok korkar. kısacası ,kendi dışımızdaki güçlerden kurtulup özgürleşmenin hayranlığını yaşarız, ama içimizdeki kısıtlamaları ,zorlanımları, korkuları, yani özgürlüğün geleneksel düşmanlarına karşı kazandığı zaferlerin önemini azaltan yeni düşmanları görmeyiz. bu yüzden özgürlük sorunun yalnızca çağdaş tarih boyunca kazandığımız türden özgürlükten daha fazla kazanmak olduğunu düşünür, yalnızca bu tür özgürlüğü yadsıyan güçlere karşı özgürlüğü savunmanın yeterli olduğuna inanırız. kazanılan her özgürlüğün sonuna kadar savunulmasının yanısıra ,özgürlük sorunun nicel değil nitel bir sorun olduğunu unuturuz. yeni bir tür özgürlük kazanmamız gereklidir;öyle bir tür özgürlük ki, kendi benliğimizi geliştirmemize olanak tanısın ,bu benliğe ve hayata inanmamıza fırsat versin."

"günümüzde insana en çok acı veren , yoksulluk değil ; büyük bir çarkın küçük bir dişlisi olmak, bir robot olmak ve hayatının boş ve anlamsız hale gelmesidir. her tür otoriter sisteme karşı bir zafer kazanabilmek için demokrasinin gerilememesi yeterli değildir, saldırıya geçip yüzyıllar boyunca özgürlük savaşı verenlerin amaçlarını gerçekleştirme yoluna gitmelidir. demokrasinin nihilizmin güçlerini yenebilmesi , ancak insanlara aklın kapsayabileceği en güçlü inancı, hayata ve gerçeğe ,bireysel benliğin etkin ve kendiliğinden gerçekleşmesi anlamında özgürlüğe olan inancı verebilmesiyle mümkündür."
--------------

" birey, kendi olmaktan çıkar; kültürel kalıpların kendisine sunduğu kişiliği tümüyle benimser; böylece tıpkı diğerleri gibi ve onların kendisinden beklediği gibi olur. "ben" ile dünya arasındaki tutarsızlık ve onunla birlikte de, bilinçli yalnızlık ve güçsüzlük duygusu ortadan kalkar. bu mekânizma, bazı hayvanların kendilerini korumak üzere renk değiştirmesiyle kıyaslanabilir. onlar da kendi çevrelerine o kadar benzerler ki, çevrelerinden neredeyse ayırt edilemezler. kendi bireysel benliğinden vazgeçen ve neredeyse bir robot haline gelen kişi, çevresindeki milyonlarca diğer robotla aynı olur, ve artık kendini yalnız hissetmez, kaygı duymaz. ama ödediği bedel yüksektir; kendi benliğini yitirmiştir"
Sevgili yapınca özgürlük anahtarını bırakmış demektir.
insan için tam bir özgürlük hiç bir zaman mümkün değildir. bu kadar basit her zaman kısıtlanmak ve bazı noktalarda engellenmek durumundayız. herşeyin en iyisi dengedir. özgürlüğün azıda zarar çoğuda.
(bkz: manderlay)

görsel
Doğuyoruz, büyüyoruz ve ölüyoruz. Peki bu süreçte hiç kendi kararlarımızı alabiliyor muyuz? Tamamen kendi istediğimiz için . Başka hiçbir itkinin boyunduruğunda olmadan. Bireyselleşiyor zannederken daha çok mu köle oluyoruz ? işte bu ve daha nice sorulara cevap arayan, akla yatkın yanıtlar bulan Eric Fromm kitabı. Okuyunuz, okutturunuz.

Naçizane alıntılarım:

“Bireyin, ekonomik amaçların aracı olarak boyun eğmesi, sermaye birikimini ekonomik etkinliğin amacı ve hedefi haline getiren kapitalist üretim biçiminin garipliklerinden kaynaklanmaktadır. Kişi, kâr sağlamak için çalışır ama sağladığı kâr, harcanmayacak, yeni sermaye olarak yatırıma dönüşecektir; bu artan sermaye gene yatırıma dönüşerek yeni kârlar getirir, bu döngü böyle gider.”

“Çağdaş insanın çıkarlarına hizmet ettiği, çıkarlarına uygun davrandığı “benlik”, toplumsal benliktir, bireyin oynaması beklenen ve temel olarak, gerçeklikte yalnızca toplumda yaşayan insanın, nesnel toplumsal işlevlerinin öznel giysilere bürünmüş görüntüsünden başka bir şey olmayan rolünün oluşturduğu bir benliktir bu. Çağdaş bencillik, gerçek benliğin çarpıtılmasından doğan ve nesnesi toplumsal benlik olan oburluktur, hırstır.”