bugün

o kabukları soymakla biten bir gecenin başlangıcıydı.
aynı zamanda,
yaramazın yarası geçmez sözünü annane ve babannesinden her allahın günü duyarak büyüyen çocuklardır , diz kapakları kabuk tutan çocuklar.
(bkz: eskiye özlem)
(bkz: eskiden buralar hep dutluktu)
onları bazılarımız dayanamayıp yerdik de.
anne öpünce acısı geçiyor gibi gelirdi.
evet, ikindi vakti 3-4 gibi koşarak eve pokemon izlemeye giden,
bisiklet çetesi kurup mahallenin altını üstüne getiren,
saklambaç, yerden yüksek, yağlı kemer, simit tarzı oyunları oynayan,
cipslerden çıkacak tasoları anlamak için her cips paketini elle yoklayan ve marketçinin hışmına uğrayan,
mutlaka ve mutlaka erkek çocuksa bir tarafını yaran veya kıran,
çok gürültü çıkarıyor diye komşu teyzenin bir kova suyunun altında ıslanan,
bir nesiliz biz. şimdiki nesil böyle mi ? işleri güçleri ancak saçma sapan strateji oyunları oynamak, facebook msn'e girmek.
diz kapakları hiç yara olmamış zamane çocuğunun muhtemelen diz kapağında bir anı defteri de yoktur. bu bilgisayar başından kalkmayan, dışarda oynamaya çıkmayan çocuklar bisikletten düşmez, biyerlere tırmanıp atlamaz, sürü halinde koşarken ayağı takılmaz, dolayısıyla diz kapakları asla yara olmamıştır. nasıl çocukluk yılları tv yasağıyla geçmiş çocuk yıllar sonra pokemon adını gördüğünde birşey hissetmeyecekse, o çocuğun da şöyle bir geçmişe dönüp baktığında bilgisayardan başka anımsayacak birşeyi olmayacaktır. çok yazıktır.
he ya aslında çocuklara dizlik yapsalarmış ya.. benim diz kapakları da, çocukken yara kabuklu idi..
ben işi abartıp dizimin ucundan kemik ucu çıktığını hatırlıyorum. Çok kötüydü.
diz kapaklarımız hep yara kabuğuydu daha aşağısı morluktu ama hiç acımazdı.
Dizim kanardı ve ben triplere girerdim. Anne çok acıyor diye.
Hiç eksik olmazdı dizlerimden en çok da sol dizimden. Top oynarken, bisiklet sürerken, ağaca tırmanırken, ken oğlu ken anlayacağınız. Bi de kaşınırlardı o yaralar kaşırdım ben de kanarlardı tekrar bu yüzden iyileşmezlerdi öyle hemen vay amk ne günlerdi be. Ha bi de yara olunca bi bez falan bağlardım böyle hemen sanki savaş gaziymiş gibi hissederdim kendimi.
öyleydi, sürekli bir döngü vardı, bir yandan iyileşenler diğer yandan yeni açılanlar. hatta beraber düştüklerimizle yara kabuklarımızı karşılaştırır, kaldırmaya çalışırdık, bazen iyileştiğini anlar bazen daha da kanatırdık. ne günlerdi... geriye kalanlarsa anılar, hayat dersleri ve yara izleriyle dolu dizler.
mahalle maçlarında asfalt zeminde kaYARAK MÜDAHELE YAPTIĞI için pantolonu ile birlikte parçalaNAN dize hiç sahip olmayanların anlayaMAYACAĞı söz.
sürekli soyduğum için düzelmezdi. kanamasından zevk alırdım tekrar kabuk bağlasa da söksem kanasa diye her sabah bakardım sökülebiliyor mu diye. sakin olun büyüyünce düzeldm.
yokuş aşağı giden bisikleti ayağımız tabanıyla durdurduğumuzdan ayakkabının altında oyuk oluşurdu.
o yaranin kuru kabugunu koparmanin zevki ise baskadir.
kurudu sanıpda kavlatırsan eğer hem pişmanlık hem de acı en üst seviyeye fırlar.
taso, misket, araba tokuşturmacılık, 5 taş. ah be ne günlerdi.
ağaçtan düşerdik, bisikletten düşerdik, bir oyun yüzünden kavga ederdik. diz kapaklarımız dirseklerimiz hep yara kabuğuydu. hey gidi.
la hakkaten neden öyleydik biz? paso düşüyoduk a.k! şimdiki çocuklara bakıyorum da hacıyatmaz gibiler. düşse de bi gülsek dediğin velet ginger gibi. bizde mi bi mallık vardı, insan anatomisi mi değişti nolduysa artık.
hatta kabuk tutmaya yakın bir daha kanardı kabuk tutamadan iyileşirdi.
geçmişi gözlerimde canlandıran, uzaklara götüren doğru önerme.

7 yaşındayken yalvar yakar aldırmıştım babama 4 tekerlekli bisikletimi.

akşam bisiklet eve geldiğinde o saatte dışarıya çıkmama izin verilmediği için bütün gece onu izledim.

lastiklerindeki gıcırlığın simgesi olan ince ipliklerini sevdim bisikletimin.

ertesi gün ev ahalisinin bile uyanıp kahvaltı sofrasına oturmasını beklemeden merdivenlerden bir anne titizliğiyle indirdim onu aşağıya, tek bir noktasını çarptırmadan. ter içinde kalmıştım.

ilk işim takviyeleri sökmek oldu. mahallede kimse takviyeyle sürmüyordu,benim de kurtulmam lazımdı onlardan. komşumuz ekrem abinin dükkanına gidip ondan rica ettim vidaları sökmesini.

hayırlı olsun tosunum dedi. güle güle kullan. kırmadı beni, çıkardı takviyeleri. çıkmadan evvel, '' dikkat et ha babanla papaz etme beni '' dedi. ben '' tamam ekrem abi. '' dediysem de babamla beraber nasıl papaz olacaklarını anlamadım, hem papaz da neydi ?

bunlarla oyalanmak istemedim. o beni bekliyordu...

nihayet selenin üzerindeydim. ayaklarım pedallara değiyordu, büyük bir heyecanla ilk adımı attım. o da ne? pedalı çevirmemle bir kaç metre içinde yalpalayarak düşmem bir oldu. sandığım kadar kolay değildi.

takviyelerin ne kadar önemli olduğunu anladım. kimseye bisikletine bi tur binebilir miyim dememiştim ki ben. nereden bileyim ben denge unsurunun fiziğin en önemli kavramlarından olduğunu?

inancımı yitirmedim ama, başarmalıydım. ayakta durabilmeliydim. şu pedalı çevirirken ayaklarıma bakma huyumdan vazgeçersem dengede durmam için bir sorun kalmayacağını anladım. önüme bakmalıydım, ayaklarım nasıl olsa ben bakmadan da pedalı çevirebilirlerdi.

başardım. o gün sadece bir öğün ile- 5 dakikada bitirilen- hiç eve gitmeden saatlerce selenin üzerinde kaldım. ama başardım. kuşlar beni kıskanmalıydı. diz kapaklarımdaki morluklardan onlara neydi ki ? benim bisikletim yapmıştı. onların bana kattığı renklerdi. onları da sevdim...
1990'lı yılların son çocuklarıydık. sokaktan eve girmek istemeyen, akşam ezanını duymak istemeyen bizdik. (ezan okunasıya kadar sokaktaydık)
masa üstünde dirsek çürüttüğümüz tek yer okuldu ve ödev yaparkendi. işe girince bilgisayar yüzünden bileklerimiz kireçlenecekti.

pedal çevirirdik, elleri salardık, hız yapardık ve düşerdik.

buz tutan su birkintisinde kayardık ve düşerdik.

ağaçlardan meyve toplamaya çıkardık ve bazen düşerdik.

oyun oynardık, koşardık, düşerdik; atlardık, düşerdik.

bu eylemlerden sonra bir calpol bir de tentürdiyotu bilirdik. sonra lustralı da öğrendik talcid'in sadece mide için işe yaramadığını da.

hayattaki en tatlı düşüşlermiş. büyüdük ve şimdi düşünce ne kabuk bağlayan dizimiz var ne de el uzatıp kaldıranımız.