bugün

"bilinç" ve "varlık" kavramlarından ne anladığınıza bağlıdır.

yakın gelecekte, "bilinç", "aktarılabilir" olduğunda, "varlık" da yeniden tanımlanacak, taşlar yerinden oynayacaktır.
kahve cezvesini ocağa koymadan altına onu tutması için bir şey koyarız ya hah işte o zihinde biliniyo ama dille ifade edilemiyo onun adı şey işte ''şey''
https://negativeontologist.wordpress.com Sitesinde yazdığım ve sözlükte daha önce de paylaştığım lakin sonradan sildiğim ve şimdi yeniden paylaşıyor olduğum yazım.

GiRiŞ
Yazı “varlık’ın pozitif tanımlanamaz” olmasının dil yönünden bir tanımlanamazlık olduğu ve bilinç yönünden bunun söylenebilmesi için ona ilişkin bilginin olması gerektiği üzerinedir. Varlık’ın bilinçteki bilgisi ya da dildeki ifade edilişi başka bir yazının konusu olmakla birlikte, Epistemolojiye ve metafiziğe yapılan eleştirilerin hiçbirinde eleştirilenin aksi savunulmamaktadır, zira amaç varlık’ı epistemolojik değil, “ontolojik” olarak ele almaktır.

1. BÖLÜM
iKi UÇTA KURGUSAL FELSEFE
Tüm felsefede “Varlık” sürekli 2 ayrı uçta ele alınmış ve kurgulanmıştır. Varlık onlar için ya bir idea ya da bir madde olarak Varlıktı. Kaldı ki filozoflar zaten bu düşüncelerini, “varlık’ın öyle olduğu için” değil, “öyle olması gerektiğini” düşünerek ortaya koydular. Bu oldukça kurgusal, hikayesel bir tutumdur. Zira epistemolojik tüm ontolojiler ve metafizik, önce şey’lerin “ne olduklarına” değil de onların “bilgisi”ne odaklanarak, ortaya koydukları bilgi teorilerini bu kurgusal ontolojik (daha doğrusu metafizik) görüşlerle temellendirmeye çalıştılar.

idealist uçtaki anlayış; fenomeni yadsıyarak onun içine-arkasına-üstüne odaklanarak (ki ne değin olanıklı olduğu tartışılır) değişen ve kaybolan bir şeyin doksa’dan başka bir şey olamayacağını ve bu yüzden varonların değişmez ve mutlak bir parçası, mutlağı, en iyi ifadeyle “ousia”sı, yani tözü olduğuna kanaat getirdi. Bu tözün ise -doğal olarak- duyusal verilerle kavranamayacağını, bunun bilgisinin ise apriori olduğunu iddia ettiler.

Öte yandan idealistlerin tam zıttı olarak bilinen ama aslında idealistlerin idea dediğine madde demekten öteye gidemeyen maddeci anlayış ise fenomenin, görünenin direkt olarak gerçek olduğunu; ondan başka bir gerçeklik olmadığını ve değişme problemine ilişkin ise değişimin maddenin gereği olduğunu iddia etti.

Oysa gerçek olanın idea mı, madde mi olduğu tartışması kurgulamalardan ve hikayelerden ileri gidemez. Çünkü verilen, uçlardaki iki anlayış da yanlış yere odaklıydı. Zira fenomen gerçek değildir diyen idealizm asla ele alınamayacak -ve zaten alınmamış- bir şeyden bahseder: duyusal ya da kökensel verilerle kavranamayacak üzerine bir felsefe insanın ilk kaynağını yadsımaktatır.

Öte yandan maddeci görüş ise, fenomene gerçek diyerek onu fazla yüceltir. Zira fenomen yalnızca kendisini-gösteren olarak vardır; kendisini göstermediğinde var-olamaz, dolayısıyla gerçeklik bir algı meselesinden ileri gitmediğinde maddeci anlayış kendi içerisinde çelişir.

Gerçeklik bakımından idealizm fenomeni doksa diyerek alçaltır, maddecilik ise fenomeni gerçek diyerek yüceltir. Tam olarak bu noktada iki anlayış da yanılır. Zira birisi (idealizm) inceleme imkanı bakımından en mümkün olanı, fenomeni yadsır; maddecilik ise onun hakkında yalnızca epistemolojik olarak konuşur. Oysa asıl konusu varlık olan felsefe, bu şekilde doğru sorularla icra edilmeyen bir felsefe olur, yani “kurgulama”dan başka bir şey değildir.

Çünkü “varlık” ne ideadan ne de maddenin kendisinden epistemolojik olarak çıkarılamaz. Bu, varlık’ı varolana indirgemekten başka bir şey değildir.

Bu iki uçtaki anlayışlara bakıldığında septiklerin ve nihilistlerin daha iyi bir yerde olduğu da not olarak verilebilir. Zira en azından bu iki anlayışı da reddeder, yerine bir şey koymadıkları ise iddia edilemez, yine de nihilizm bizim için bir paslaşma arkadaşı olacaktır.

2. BÖLÜM
BiLMEK VE SÖYLEMEK
Varlık, epistemoloji temelli ontolojilerde parçalanarak yanlış ele alınmakla kalmamış, yanlış da ifade edilmiştir. Önce “tanımlanamaz” denilerek bir tür negatif tanımlamaya gitmiş ve çok derinde bir tutatarsızlığa girmiştir. Zira ne olduğu “bilinmeyenin” ne olmadığı hakkında konuşulamaz. işte tam burada iki kelimenin altı çizilmedir: “bilmek” ve “konuşmak”

Bir şeyin bilinmemesi ve konuşalamaması çok farklı şeylerdir. Burada oldukça yetkin bir dostumun örneğini kullanmak istiyorum:

” Beyaz bir kalem düşün. Bu kalemin diğer hangi renkler olmadığını ‘söylemek’ için onun beyaz olduğunu ‘bilmek’ gerekir.”

işte anahtar cümle budur. Varlık da bu şekilde düşünüldüğünde, Varlık’ın ne olmadığını söylemek için Varlık’ı bilmek gerekir. Fakat Varlık’ı söyleyemiyoruz, tanımlayamıyoruz? Evet, varlık’ı tanımlayamıyor ve söyleyemiyoruz. Ama bunu bilebilmemiz için tersi olarak ne olduğunu da bilmemiz gerekir.

Dolayısıyla bilmek ve söylemek farklı şeylerdir ve bilinmeyen söylenemez ama söylenen bilinir. Bu söylenen şey pozitif bir tanım olduğunda ne olduğunu bildiğimizi herkes kabul eder lakin hep bir noktayı kaçırırız, bir şeyin “tanımlanamaz, ifade edilemez” olduğunu söylemek ise negatif bir tanımdır ve bunun için onun bilinçte bilinmesi gerekir. Dolayısıyla Wittgenstein’ın düşünmeye çizdiği sınırlar artık geçersizdir.

Yukarıdaki örneği şimdi bu açıklamayla yeniden inceleyelim:

Varsayalım ki beyaz diye bir kelime yok ve böyle bir kelime var edilemez.
Lakin diğer tüm renkleri ifade eden kelimeler var.
O halde ” Beyaz bir kalem düşünelim, ama beyaz kelimesi yok ve beyazı betimletemek için hiçbir kelime yok, yine de biz bu kalemin diğer tüm renkler olmadığını söyleyebiliriz ama ‘beyaz olduğunu bilerek'”
o kadarını bilmem ama zihinde bilinen bir şeyin dışta karşılığı yoksa o halde ona " gerçek" diyemeyiz. ejderha diye bir şey var ama zihinde gerçekte böyle bir şey yok. o zaman bu zihinde var diye buna gerçek diyemeyiz.

tanrı için de bu geçerlidir.