bugün

nobel e nasıl ulaşabileceğini çözmüş adam. hayır koskoca adamsın, utanmıyorsun bu yaşında bölücülük yapmaya, hala federasyondan bilmemneden bahsediyosun. türk milletini ne zannediyosun sen.
kendisi hakkında daha fazla yazıya rastlayacağımız türkiye nin mühim insanı. mühim fikri sabittir kafamda , değişmedi ve bu düşüncenin nasıl değişmediğini bugün umur talu bana tercüman olmuşcasına şöyle anlattı;

Henüz Yaşar'ken

Yaşar Kemal bu toprakların sesidir.
Bakın, şahsen sizin, benim, onun değil; bu vatanın sesidir.
Kabul etmeniz şart değildir, hele bir dinlersiniz.

Tek tek sizin, benim, onun, hepimizin, kimimizin notalarıyla, sözcükleriyle, fikirleriyle, renkleriyle, öyküleriyle, ezberleriyle uyuşması, örtüşmesi değildir önemli olan; o tek tek her birimiz ötesi bir sestir.
Bilim adamı, tarihçi, sosyolog, psikolog, iktisatçı, diplomat, siyasetçi değildir, uzman filan değildir; birisinin sözcüsü de değildir.
O kendi sesini verir; ama o ses birçoğumuzdan çok daha fazla yoğrulmuş ve yorulmuş, bu toprakların bir sesidir.
Kah bir yerdeki ağlamadır, kah bir kahkaha, kah başka bir yerdeki öfke, bazen sabah namazı, bazen eşkıya, bazen bir akşamın keyifli sofrası, bazen dokumacı kız, bazen pamuktaki ırgattır.

Tek tek her birimizin bildiği, bildiğini sandığı, sevdiği, kızdığı, alıştığı, karıştığı, yapıştığı ne varsa, muhtemeldir, belki hiç, belki tamı tamına uymaz.
Ama, bu toprakları en çok koklayan, o kokuyu yurdun her yanında dokuyan, çağlayıp bu topraklardan taşan, gazeteci gazeteci gezip gördüğü Anadolu'yu roman roman destanlaştıran, bu toprakları çok seven ve başka türlü sevdiren bir hissiyat adamıdır adamdır.
Yaşar Kemal, bu toprakların tüm köklerine dokunan, en azından hepsine uzanan bir ömrü hepimiz adına da taşıdığı için koca omuzlarında, farkında olmayız belki, ama kökten köke bir "yurttaşlık, kardeşlik" bağıdır; bir Türkiye dağıdır.
O yüzden, "Barış" derken söylediklerine ne kızın, ne de kalbindeki insancıllığı ezip kelimelerini istifleyerek bir şiddet ateşine odun kırın.

Şöyle bir şey mümkün:
Bugüne kadar öyle ya da böyle bildiklerimiz;
Şu veya bu şekilde düşündüklerimiz;
Öteki veya beriki biçimde ezberlediklerimiz; Aidiyetlerimiz, tabiiyetlerimiz, biatlarımız, kökenlerimiz, ekenlerimiz, biçenlerimiz dışında, azıcık durup nefes alarak, "Başka ne olabilir, ne yapılabilir, nasıl söylenebilir" diye düşünme zamanıdır belki.
Bildik seslerden farklı seslere, özenlere ihtiyaç vardır belki.
Bir iyilik, kardeşlik, barışıklık, akıllılık hali hepimize birden daha bir yakışacak, gözümüzü ve önümüzü daha bir başka açacaktır belki.
Medeniyetin tek dişlileri ile şiddetin azı dişleri arasında debelenen, hep kendi içinden, kendi sesinden, kendi nefesinden ürken, kırmızı çizgiler çizmekten ve onların çizilmesinden bitap düşen; en tehlikelisi de, ruhunu bölmenin kıyısına sürüklenmiş vatanın "hiçbirimizi" mutlu etmeyeceğinin farkına varabiliriz belki.
O yüzden, Yaşar Kemal, herkese benzemez; bu toprakların her köşesinden beslenen yürekten sesi ve bu toprakları da besleyen sevdalı nefesidir. Henüz Yaşar' ken; bir dinleyelim.

Sen de, Yaşar Ağabey; onca sözünün arasından "teröristgerilla" yı cımbızla seçip yarım akılları sıra seni "teşhir" edenleri iyi tanı da, bir daha "uluslararası" kürsülerine adım atarken daha sağlam basıver...

umur talu 15.01.2006 - sabah
adının önüne hangi sıfat gelirse gelsin, "kör yaşar" olmaktan bir adım öteye gidemeyen yazar. *
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=64094,10,2
yaşar kemal Orhan Pamuk un da hocasıdır. bir evladı nobel i haketmiştir ve almıştır, kendisi ondan daha önce haketti. aday oldu ama alamadı. son söylediği sözlerle kendisinin barışın ve aydınlığın yanında olduğunu bir kez daha ispatladı ne diyelim elleri öpülesi insan, yazar, büyük üstad.
Teröristi gerilla diye sıfatlandıran yazar.
(bkz: Aydın aydın olaydı iş o zaman kolaydı)
açıklamaları kesinlikle işe yarayan yazardır, nobel yolunda az bir yolu kalmıştır.
(bkz: açıklamasından sonra entry patlaması)
(bkz: reklamın iyisi kötüsü olmaz)
(bkz: sen de mi yaşar kemal)
türkiye'de yıllardan beri barış özlemi içinde yanıp tutuşan büyük yazar.
Türkiye barışını arıyor konferansında yaptığı konuşmanın tam metni.

--spoiler--

Binaenaleyh başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu mucibince, zaten bir nevi muhtarlıklar teşekkül edecektir. O halde hangi livanın ahalisi Kürt ise, onlar kendilerini muhtar olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı mevzuibahis olurken, onları da beraber ifade (etmek) lazımdır. ifade olunmadıkları zaman bundan kendi kendilerine ait mesele ihdas etmeleri daimi varittir...'

Gazi Mustafa Kemal, 1923'te izmit'te yaptığı basın toplantısından...

20'inci yüzyıl, insan soyuna yakışmayan olayların yaşandığı bir yüzyıldır. Kanlı iki dünya savaşı bu yüzyılda çıktı, büyük soykırımlar bu yüzyılda yapıldı. Korkunç bir yüzyılı arkamızda bıraktık.

Birinci Dünya Savaşı'ndan geriye kalan insanlar, savaştan önceki insanlar değildi. Korkulara teslim olmuş, kendine güveni kalmamış, yaratıcılığı, kişiliği zedelenmiş, umutsuz... ikinci Dünya Savaşından kalanlar daha beter durumda. Hele Üçüncü Dünya Savaşı, yani Soğuk Savaş, insanlarımızın canına okuyan bu... insanlık, bu savaşların yıkımından bütünüyle kurtuldu diyemeyiz. Bir de dünyayı bir ateş yumağı edecek atom savaşını beklemek... Savaşın ne zaman çıkacağını beklemek, ölümü beklemek gibidir.

Bütün kötülükleri yanlış savaşların sırtına mı yüklüyorsun diyeceksiniz. Elbette insanları mutsuz edenlerin hepsini savaşın sırtına yükleyecek değilim. Ama çoğu savaşların işi... Savaşlar insanların ölüm fermanıdır. Savaşlar, üstünde yaşadığımız toprakların, doğamızın ölüm fermanıdır.

Bir yüzyılı arkamızda korkular içinde bıraktık, acılar içinde, ölümleri kanıtsayarak... Ama bu yüzyılda insanlığımızı onurlandıran işler de yapıldı. Bu işler, insanların yüzünü ağartan işlerdir. insanlık, yüzyılımızın yaptıklarıyla da övünebilir.

Avrupa, gittikçe üç büyük savaşın etkilerinden kurtulmaya çalışıyor. Kurtulacaktır. Bu kadar çaba boşuna gidecek değil. Avrupa Birliği boşuna kurulmadı. Ölümsüz barışlar için, kültürlerin birbirini aşılaması, birbirlerini beslemesi için kuruldu. Savaşsız, mutlu bir dünya olsun diye kuruldu. Barışa, güzelliğe, insana saygıya, insanın insanı aşağılamaması, sömürmemesine yollar açmak için kuruldu.

Bu söylediklerim bir temenni değil. Avrupa Birliğinin kurulmasının başlıca sebebi barıştır. 9'lar Avrupası, 1973'te yayımladığı bildirgede şöyle diyordu: 'Yenildiklerini hissedenlerin, yasal, siyasal ve manevi değerlerine saygıyı güvence altına almanın heyecanı... Ve geliştirilmiş bir toplum yaratma isteğiyle kurulan Avrupa, kendi kimliğini oluşturan temel ögeler olan temsili demokrasi, hukukun üstünlüğü, ekonomik ilerlemenin sosyal adalet amaçlı gerçekleşmesi ve insan haklarına saygı ilkelerini koruma umudunu taşır.'

işte Avrupa Topluluğu bu umuda sarılmıştı. Çünkü üç korkunç, insanlığı yok edebilecek savaştan geçmişti.

Savaşa girmeyen ülkeler de neredeyse giren ülkeler kadar savaştan etkilenmiş durumda. Bu üç dünya savaşı, dünyayı perişan eyledi. Tarih boyunca her savaş bir yıkım olmuştur. Yenenler de yenilenler de, savaşların dışında kalanlar da aynı yıkımdan kurtulamamışlardır.

Bizim yirmi beş yıldır süren düşük yoğunluklu çatışmalar denilen light savaşımıza gelince, birkaç kez tek taraflı ateşkes olmasına karşın, bu savaşımız bir türlü bitmiyor. Nasıl, niçin bitmiyor? Bunda kimsenin bilmediği bir keramet olsa gerek. Birinci dünya savaşı dört yıl, ikinci dünya savaşı altı yıl sürdü. Bizim yirmi beş yıllık savaşımız ne kadar sürecek belli değil.

Ülkemiz bu savaştan büyük zarara, kötülüğe uğradı. Savaşanlardan otuz bin kişi öldü. "Korucu dedikleri sayısı yetmiş bini geçmiş sivil savaşçılar" bulaştı ülkenin vicdanına. Beş bin köyün bir çoğunun evleri yakıldı. insanları ülkenin bir çok yerine dağıldı. Bir kısmı açlıktan, yoksulluktan kırıldı. Faili meçhul cinayetler olağanlaştı, savaşın bir parçası oldu. Kürtlerin seçkin kişileri seçildi, faili meçhule kurban edildi. Devletin kurumlarının bir kısmı yozlaştırıldı. ikinci dünya savaşına girseydik, bundan daha mı kötü olacaktı?

Bu savaş Türkiye'nin belini kırdı. Kendi halkıyla savaşan bir ülke olduk. Gittikçe insanlık gözünde durumumuz kötüleşiyor. Hiçbir koşulda bize hak verilmiyor.

--spoiler--
--spoiler--

Dünya bizim kadar, bizim durumumuzu gözlüyor. Gerillanın adını terörist koyduk, bundan da bir umut bekledik. Sözcükler her zaman her koşulda değişebilir ve bir gün işe yaramaz olur. dışarıda, önceleri, dağa çıkanların çıkmalarının sebebini bilmiyorlar, biraz da gerilla maceraları sanıyorlardı. Dağa çıkanların bir kısmı üniversitelerde okuyanlardı, üniversiteyi bitirenlerdi. Aşağı yukarı dağa çıkanların hepsi okur-yazardı. Avrupa basını da buna önem vermiyordu. Artık bugün ise dünya basını her şeyimizi biliyor. Dünyanın gözüne baka baka sürdürülecek bir savaş, bir ülkeyi çürütecek savaştır.

Bir de bu savaşa yüz milyon dolar gitti diyorlar. istedikleri kadar desinler doğru değildir. Giden para daha çok dolardır. Ya başka kayıplar? Onların altından çok ülke kalkamaz.

Dünyadaki büyük uygarlıkların ana sebebini soracak olursak, yeşerdikleri toprakların, dünyanın en verimli, iklim olarak yaşamaya en uygun topraklar olduğunu görürüz. Örneğin Mısır toprakları, Batı Anadolu, Mezopotamya toprakları... Doğu Anadolu toprakları, Güney Anadolu toprakları da bu toprakların içindedir. Batı Anadolu da Doğu Anadolu da bir çok uygarlığın beşiğidir. Doğu Anadolu topraklarının bir çok uygarlığın beşiği olduğu gereğince bilinmiyor. Doğu Anadolu toprakları, Mezopotamya uygarlıklarına yardım etmiştir. Fırat'ın, Dicle'nin yaptığı gibi...

Mezopotamya, adını bu iki ırmaktan alır. Bu toprakları, Urartu, Huri gibi daha bir çok uygarlıklara beşiklik etmiştir. Şimdi bu toprakların insanları yoksulluk içinde kıvranıyor. Bu savaştan, önce bu toprakların insanları, her şeye karşın böyle yoksul, böyle ekmeğe muhtaç değillerdi. Savaşta sürülen köylülerin toprakları boşta kaldı. Hayvancılık bitti. Bahçeler kurudu. Arı kovanları boş kaldı. Korucular köylerde geriye ne kalmışsa talan ettiler. Korucularla korucu olmayan arasında onulmayacak bir düşmanlık ortaya çıktı. Sürülmeyen köylere de yaşam zehir edildi.

Bir bölge nasıl her şeyiyle yokluğa mahkum edildi? Otlu yaylalar, bereketli topraklar boş kaldı. Kodesinler Kel Ali'nin bağı var. Devletimiz savaş yapıyor, halkı sürüp toprakları boş koymak... Sürgünleri de aç sefil koyarak, sürgünlerin aç sefil çocuklarını da ister istemez dağlara yollamak... Dağlara ne kadar delikanlı gitmiş, sayısını biliyor mu hükümet?

Bir de bu tutumdan Türkiye'nin ne kadar zararı oldu, biliyor mu devlet? Bu şiddetin bu savaşın Türkiye'ye ne kadar zararı oldu biliyorlar mı sayın savaşsever milliyetçilerimiz? Bu savaşla günler geçtikçe ne kadar tükendiğimizi, tükeneceğimizi, Allah için bir düşünen var mı, bu gidişle nereye gidiyoruz bir bilen var mı?

Bir insana ne yaparsanız yapın, bir insanın bir halkın onuruyla oynamayın!. Bu benim gençliğimden bu yana dilime pelesenk ettiğim sözümdür. Bizim yöneticiler bunun tersini yaptılar. Halka etmediklerini bırakmadılar. Yöneticilerin, onlardan bağımsız korucuların halka yapmadıkları kalmadı. O kadar zulümler yaptılar ki, söylemeye dilim varmıyor.

Ülkemizde milliyetçi kisvesine bürünmüş ırkçılar var. Onların dillerine pelesenk ettikleri bir sözleri var: "Türkün Türkten başka dostu yok." Bir ülke halkına bundan daha korkunç bir söz edilmez. Hele Kürtlere böyle sözler etmemelisin. Kürtler sana gücenir. Sevgili milliyetçi dostlara söyleyeyim ki sevinsinler, rahat etsinler. "Türkün Türkten başka dostu var". Gizli saklı değil. Malazgirt'ten bu yana Kürtler Türklerle dost. Bu, Kurtuluş Savaşı'na kadar sürmüş. Kimileri yazıyorlar, söylüyorlar ki, Kürtler Kurtuluş Savaşı'nda Türklerle birlikte olmasaydı, bu savaş zordu.

Mustafa Kemal Paşa'nın büyük zekası, bu zorluğu alt etti. Samsun'a çıktıktan sonra niçin kongreyi karadenizde, haydi oralar deniz kıyısıdır, uygun değildir diyelim, Amasya'da, Ankara'da yapmadı. Niçin yapmadı? O büyük zekanın başka sağlam bir düşüncesi olmalıydı. Erzurum'da ordu müfettişinin emrinde olması gereken bir ordu vardı. Ordunun Kumandanı Kazım Karabekir Paşa, ordu müfettişinin çağrısına geldi, "Emrinizdeyim Paşam" dedi, bundan sonra ordu müfettişinin yanında bir güç daha vardı: O da Kürtlerdi.

Erzurum'da ona, Kürtlerin mümessili olaraktan Hacı Musa geldi. Onunla bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma kayıplara karışmış durumda.

Ellili yıllardı, Nurullah Ataç, arkadaşı Cevdet Dursunoğlu ile beni de yemeğe çağırmıştı. Konuşurken, söz Hacı Musa Ağa'ya gitti. Yemekte bir arkadaş, Erzurum kongresi Üyesi Dursunoğlu'na "Paşa'nın Hacı Musa Ağa ile anlaştığı doğru mu" diye sordu. Dursunoğlu, iyi ki Mustafa Kemal o anlaşmayı yaptı. Koçgirî isyanını bu anlaşma sona erdirdi dedi. O zaman Millet Meclisi'nde doksan üç Kürdistan Mebusu var. O doksan üç mebus bir bildiri yayımlıyor. "Savaş bitinceye kadar Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeyiz" diyorlar.

Bir de Lozan Konferansı var. Kürtler Türkiye'yi değil de ingilizleri tutsalardı, bugünkü durumlar böyle mi olurdu. Bir de Sovyet ihtilali'nden önce Kürtlerin bir kısmı Rus Kürtleri ile birleşmişler. Çoğunluk Osmanlılara kalmış. Kürtler Osmanlılarla kalmayıp Rus Kürtlerine gitselerdi, sonradan gelen Sovyetler bu büyük kitleyi bir Sovyet devleti yapmaz mıydı? Öyle ise bu kadar acıyı, yalnızlığı niçin kabul ettiler? Kürtler dünyadan habersiz miydiler? Bu devlet politikasına bakarsak, onlar aptal oğlu aptallardı.

Bizim devlet büyüklerimiz, gazetecilerimiz, "Irak'ta Kürtler bağımsız olurlarsa, bu, savaş sebebi sayılmalı" diyorlar. Niçin? Irak'taki Kürtlerden size ne? Kim ne sanarsa sansın, ey milliyetçi ırkçılarımız, dünyada bir tane dostunuz varsa diyelim, o da güneyimizde, petrol kuyularının üstünde oturan Irak Kürtleridir.

Böyle bir dostun olması, bir çok dosta bedeldir. Ne yazık ki onlar dostlarından o kadar kötek yemişler ki, yoğurdu üfleyerek içiyorlar. Irak Kürtleri Kuzey Irak'ta bağımsızlık istemiyorlar. Çünkü bağımsızlık onların çıkarına değil. Can-ı yürekten federasyon istiyorlar. Federe bir devlet içinde olmak, onları daha işine geliyor.

Kimi insanlar, devlet, basın, hepsi birden, "Kürtler Türkiye'yi bölecek de bölecek." Belki de bir bildikleri var. Belki de onlar kimsenin bilmediği bir şeyleri biliyor. Belki bu şiddetin bitip eksilmeyeceğini biliyorlar, bilmiyorlarsa da istiyorlar. Ya da bu savaşın hiç bitmeyeceğini biliyorlar, ya da istiyorlar. Belki de hiç kimse hiçbir şey bilmiyor.

Bir savaş ne kadar düşük yoğunlukta da olsa, gene savaştır. Savaşın sürmesini isteyen devlet çok güçlü de olsa, gene kayıplar verir, yıpranır. Boşu boşuna savaş sürdürenlerin güçlerinin çok işe yaramadığını görüyoruz. Savaşın acısı herkesin yüreğindedir.

Kürtler barış istiyorlar. Onların bu istekleri candan yürekten değilse, bir oyunsa, çok çabuk anlaşılır. Kürtleri dışlayan milliyetçi, ırkçılarımız var. Her şeyi konuşmakta özgürdürler. Bu insanlar dünyadan, yurdunun insanlarından habersizlerdir. Halkımız demokrasiye can attığı halde, demokrasinin nimetine kavuşamadılar. Böyle giderse biz demokrasinin nimetine kavuşamayacağız. Çağımızda bir ülkenin demokrasiye kavuşması o ülkenin onurudur.
--spoiler--
--spoiler--
Bundan yıllarca önce ben, "Demokrasi Kürt sorunundan geçer" demiştim. "Sen milyonlarca vatandaşının dilini yasakla," kendi diliyle yazacak okuyacak okulu da yasakla, kendi dilini araştıracak geliştirecek üniversiteyi de yasakla... Kürtler Lozan'dan azınlık olarak çıkmadı. iyi ki azınlık değilmiş. Nerdeyse Kürtlere yasaklanmayacak hiçbir şey bırakılmayacakmış.

Malazgirt'ten bu yana kardeş oldukları, Kurtuluş Savaşı'nda ülkelerinin kurtuluşu için birlikte çarpıştıkları, zaferde birlikte sevindikleri kardeşleri, onları nasıl bir azınlık sayabilirdi? Kürtler kendilerini hiçbir zaman azınlık saymadılar. Hiçbir Kürt hiçbir zaman kendini azınlık saymadı. insanlıktan mahrum kılındığı halde kendini azınlık saymadı. Sürgüne, aşağılanmaya, dilinin uydurma bir dil, "kart-kurt" dili olduğunu söyleyenlere bile "Biz azınlığız" demedi. Çünkü onlar azınlık değil kardeştiler. Hiç kimse onları kardeşlikten ayıramaz. Bin yılın adı var.

Bu seksen yıldır yasaklar olmasaydı, Kürtlerin kardeşliği unutulmasaydı, yasaklara boğulmasalardı, bugün böyle konuşmak aklımıza gelmezdi. Türk halkı kardeşliği unutmadı. Kürtler aleyhine korkunç propagandalar yapıldı. Kürtler, linçlere, sürgünken geldikleri bölgelere tekrar sürgüne uğradılar. Birileri iç savaşı tetiklemeye çok uğraştılar. işte bu topraklarda birlikte yaşayanlar, bu kışkırtmalara izin vermediler. Bu, sevinç ve umut verici bir tutumdur. Bundan önce çok fırtınalar atlattık, bundan sonra varacağımız yere kısa yoldan varacağız.

Bir de Kürt dili yok diyenler var, türlü uydurmalara başvurarak... Kürtçe çok şiveli bir dilmiş! Ya bilmiyorlar, ya pişmiş aşa su katıyorlar. Kürt dili zengin bir dildir. Zengin dillerin çok şivesi olur. Her bölgede, her yörede değişir.

Kürt dilinin zengin bir edebiyatı vardır. Yazılı edebiyatı olan diller, yaşamını uzun zaman sürdürür. Kürt dilinin büyük eski destanları vardır. Bugünkü dengbêjler, köy köy dolaşarak destanlarını söylüyorlar. Yeni destanlar da yaratıyorlar. Eski destancılardan Ebdalê Zeynikî, daha dillerde... Hem büyük bir destan anlatıcısı hem de büyük bir şair...

"Feqîyê Teyran" da bir dengbêjdir. On dördüncü yüzyılda yaşamış Müküs Emiri'nin oğlu. Divanları var. Eldeki ve daha denbêjlerin söyledikleri şiirleri daha dilden dile dolaşıyor. Şiirlerin çoğu kuşlar üstüne. Ona Türkçeye çevirirsek, 'Kuşların Fakisi' ya da 'Kuşların destancısı' diyorlar. Bütün ömrü kuşlarla geçmiş.

Bugün dünyada yaşayan destancılar, Kırgızistan'da, daha dillerde... Destancılara "Manasçılar" diyorlar. Bu yüzyıla kadar irlanda destancıları vardı. irlanda'da daha çok folklor çalışmaları var.

Çağımızda kültür sorunu yaşanıyor. Özellikle son yıllarda kültürler üzerine çok çalışmalar yapılıyor. Kültür sorunları ülkelerin baş sorunları. Özellikle Avrupa ülkelerinde... Dünyanın kültüre gittikçe daha önem vermesi boşuna değildir. insanı insan yapan kültürdür.

Dünya binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Her çiçeğin bir rengi, bir kokusu vardır. insanlık, her kültürün üstüne titremelidir. Binlerce kültür çiçeği, birini koparırsak, insanlık bir kokudan, bir renkten yoksun kalır.

Emperyalizme kadar kültürler birbirlerini aşılamış, birbirlerini beslemişlerdir. Uygarlıklar da öyle. Tek başına kendini geliştirmiş ne bir kültür vardır dünyamızda, ne de bir uygarlık.

Ülkemizin, kendini bilim adamlarından, aydınlardan sayan bir takım kişiler, çok kültürlülük olamaz diye kendilerini yırtıyorlar. Onlar büyük kültürlerin beşiği olan Anadolu'da böyle konuşuyor. Bu insanlar için konuşmak bize düşmez.

Emperyalizme kadar kültürler, ister istemez birbirlerini aşılıyordu. Emperyalizm, Rönesans'tan miras iki sözcüğü sahiplendi. "ilkel ve üstün insan" Ve emperyalistler, kendilerini haklı sayarak ilkel insanlara kültür ve uygarlık götürdüler.

Anadolu'ya gerçek bir demokrasiyi getirebilirsek, Anadolu kültürleri gene birbirlerini aşılayacak. Anadolu'nun gene eski zamanlardaki gibi insanlık kültürüne zengin katkısı olacak.

Bir ülke insanları insanca yaşamayı, mutluluğu güzelliği seçecekse, bu önce evrensel insan haklarından, sonra da evrensel sınırsız düşünce özgürlüğünden geçer. Buna karşı çıkmış ülkelerin insanları da yirmi birinci yüzyılda onurunu yitirmiş, insanlığın yüzüne bakamayacak durumlara düşmüş insanlar olarak yaşarlar.

Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde...

"Ya gerçek bir demokrasi, ya da hiç..."

--spoiler--
Son zamanlarda yapmış olduğu ''gerillanın adını terörist koyduk'' , ''ırkçılık dünyada bitti türkiye'de bitmedi'' gibi açıklamalarla büyük yazar olmanın akıl ve vicdan sahibi olmakla doğru orantılı olamayabileceğini kanıtlayan yazardır. Düşüncelerinin,gerçeklikten ve halkın vicdani kabulünden bu kadar uzak olabilmesinin nedeni belki de özünü Çukurova'dan , buram buram romantizm ve lirizm kokan topraklardan almış olmasıdır.

Sonuçta Yaşar Kemal ne kadar romanlarında halkın, özellikle de köylünün onu ezen sisteme karşı tek başına ve dik duruşunu, onun geleneklerden ve törelerden kaynaklanan sosyal sorunlara karşı mücadelesini yansıtabilmiş olsa da , yazı uslubu ve düşünce tarzıyla yaşar kemal; gerçeği kavrayabilme yetisinden uzak sürrealist bir yazardır. O romanlarında toplumsal sorunları , belirli gerçeklikleri alıp, kafasında tamamen bozarak kendi zihninin öznel gerçekliğinde tekrar yaşama geçirme yoluna gitmiştir. Bu tarz düşünen bir insanın, gerçek hayata dair objektif gerçeklikleri de romanlarında olduğu gibi kendi öznel yaklaşımıyla, zihninde çarpıtarak sunması ve bunun sonucunda ''gerillanın adını terörist koyduk'', 'ırkçılık dünyada bitti türkiye'de bitmedi' gibi gaflar yaparak gerçeklikten, akıl ve mantıktan uzak görüşler sunması doğaldır.

Yaşar Kemal'in kafa yapısını, gerçekliğe nasıl yaklaştığını bilenler tarafında ise , bu garip açıklamaları yapan kişinin Yaşar Kemal olmasından dolayı, onun söyledikleri üzerinde bu kadar önemle durulması doğru değildir. Sonuçta Yaşar Kemal ne önemli bir düşünür, ne bir siyasetçi, ne de toplum sorunlarına gerçekçi çözüm yolları bulabilecek kapasiteye sahip bir aydındır. O sadece kafasındaki gerçeküstü dünyayı gerçekliğe aktarmaya uğraşan bir masal anlatıcısı ve iyi bir yazardır. Son açıklamalarıyla da bizlere sadece kendinin gerçek olduğunu sandığı hayali bir masal anlattı. Maalesef bazen iyi yazarlar, toplumun onlara verdiği payeyi fazla ciddiye alarak kendisinden büyük , gerçeklikten uzak cümleler kurup, saçmalayabiliyorlar. Yaşar Kemal'e de aynen bu olmuştur. Fazla ciddiye almamak gerekir...
dünyanın hiçbir yerinde türkiye'deki kadar ırkçı olmadığını tesbit ettiği röportajda, "hrant dink gibi öldürülmekten endişe duyuyor musunuz?" gibilerinden bir soruya "umrumda değil, yaşayacağımı yaşadım, hodri meydan" demiş yazar.

**
-hodri meydan ha? bu ne cüret. hemen dünya faşistler birliği kanalıyla viking yoldaşları arıyorum...
**

emmi ne şahinsin, ne güvercin seni vurup ne yapsınlar? hem sen daha nobel alacaksın, sadece doğru zamanlanmış iki-üç açıklama daha...
noam chomsky entellektüel bilinçi;insani önem taşıyan sorunlarla ilgili gerçekleri bu konuda bir şeyler yapabilecek olan kitlelerin gündemine taşımaya çalışmak olarak tanımlamakta. bu anlamıyla yaşar kemalin son konuşma metni aydın ve entellektüel bilinç olma cesaretini kucaklayan bir içeriğe sahiptir. yaşar kemal 15 sene önce bizzat dönemin cumhurbaşkanı turgut ozalın isteği üzerine kaleme aldığı ''kürt sorunu'' üzerine düşüncelerinde konuşma metninden daha ağır ifadeleri kullanarak kurt sorunun ilerleyen zamanlarda gireceği sapağa işaret etmekteydi. yazdığı metnin bir yerinde ''böyle kardeşliğin de'' diyerek edebi ve diplomotik dili alaşağı eden bir yaklaşımda sergilemekte turkiyeyi asya tipi faşizmle suclamaktaydı.
yıllardır turkiyenin kangren olmuş bir konusunda siyasi idarenin çözüm programları sunamaması ve her defasında bu konuda açıklama yapan siyasi figurlerin bildik yerlerden aldıkları notalarla yaptıkları acıklamaların devamını bile getiremediği siyasi atmosferde, yaşar kemal kitlelerin önüne kendini sunabilecek kadar cesur bir tavır sergilemektedir.
yaşar kemalin tum kamuoyunca tartışılan ve onu hedef tahtasına koyan ''gerillanın adını terorist'' koyduk cumlesi bu acmazı açık ve net ifade etmektedir. bir edebiyatcı olarak kemal arkasından getirdiği sözleri ile bu acmazı özetlemektedir,'' bundan da bir umut bekledik. sözcükler her zaman her koşulda değişebilir ve bir gün işe yaramaz olur.''siz dil oyunları ile, sözcuk ebelemeleriyle siyasi jargonun kavramlarını alt üst ederek bir sorunu çözemezsinize getirmekte kemal. sorun dilin sıkışmış pelkens duvarlarında değil, içimizde sosyal ve siyasi anlamıyla hareket etmektedir demektedir. tabii türkiyede neredeyse okuduğunu bile anlamayacak ve bunun için metin çözümlemelere ihtiyac duyacak bir kitleyi hesapa katmadığından dolayı, kürt sorunu üzerine bir saati bulan konuşması da hasır altı edilmekte.
yaşar kemal tarihsel belgeleri sunarak, cumhuriyet zamanını örnekleyerek ve ardından kurtlere karşı geliştirilen politikaları eleştirerek kurmakta konuşma disiplinini. yok saymanın, dışlamanın siyasi ve ekonomik olarak turkiyeye zararını belirtirken ilginç bir örnekleme secmekte ''ikinci dunya savaşına katılmamanın zararı daha mı az olurdu'' .. bölgede yurutulen emperyalist politkaları ancak iki ulusun ortak iradesi ile aşılabileceğini ortaya koymakta asla azınlık tavrını kabul etmemekte, bu topraklarda bin yıllık bir gecmişin kardeşliğini sunmakta. (her ne kadar taha akyol kardeşliği lise duzeyi sosyolojisi ile açıklamaya çalışsa da epistemolojik kopusunu burada da sergilemeyi başarmıştır.)
yaşar kemal yeni dönemin dilini aktarmaya çalışmakta turkiye kamuoyuna ya birarada yaşamın alternatiflerini üreteceğiz yada emperyalizmin üzerimizde sahneleyeceği oyunun öznesi konuma düşeceğiz, öz anlatımı ile bunu vurguluyor. demokratikleşme,çağdaş norm ve medeniyetin 20 yy uniter devlet anlayışını bertaraf ederek minimal bir noktaya evrildiğini gözlemleyebilenlerin kaygısıyla. yaşar kemal bu topraklarda yaşı ile kamuoyundaki erk gucu ile kendi üzerine düşen görevi bir kez daha yerine getirebilmiştir. yaklaşık 20 yıldır suren bir çatışma ortamının yok edilebilmesi için kendini dayatmaktadır. Çatışmaların, dökülen kanların bu topraklardaki devamını engelleyebilmek için bir diaolog ortamı yaratılmasını sağlamaya çalışarak.
Yazar, anlatımında gereksiz betimlemelere yer veriyor. Bu da onun asırı derecede sıfat kullanmasına ve söz sanatlarına yer vermesine neden oluyor. Bence bu olumsuzluk, anlatımın diğer basarılı yanlarına da gölge düşürüyor..
YILLARCA TÜRKiYE NiN EKMEĞiNi YiYEREK, TÜRKÇE EDEBiYAT YAPIP TANINARAK TÜRK KÜLTÜRÜNDEN BESLENMiŞ AMA iŞ TERÖRiST ÖRGÜTE GELiNCE ONLARIN TERÖRiST DEĞiL GERiLLA OLDUĞUNU SAVUNARAK KATiLLERi ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI KONUMUNDA GÖRDÜĞÜNÜ iTiRAF ETMiŞ KiŞiDiR.
(bkz: MASKE DÜŞMÜŞ KEL GÖRÜNMÜŞTÜR)
ince memed romanını yazdığına pişman olduğunu açıklayan kalemi kuvvetli bir yazar.
hayran oldugum ve nobel edebiyat ödülüne en yakın buldugum ve kazanması gerektigini düsündügüm yazar. bir ada hikayesininin dördüncüsünü bir an önce yazmasını istediğim, kitaplarında edebiyat kadar resim, müzik ve tarihi de bulabileceğiniz harika yazar. betimleme gücü harikadır.
Günün birinde acaba onun gibi yazabilecek miyim ya da onun yarısı kadar olabilecek miyim dediğim yazardır. Tüm kitaplarında yaptığı o kendine has betimlemeleriyle ve diliyle romanı size yaşatan ve sizi de o romanın bir kahramanı yapıveren ender yazarlardandır. Ondan bir şeyler öğrenmenin en iyi yolu onu okumaktır. Çünkü her kitabı biraz kendisi, biraz bu ülke, biraz sen, biraz bendir. Yansımalarını toplar yaşamın ve sana seni gösterir.
hakkında;

ortalıkta binlerce haşara
yüzlerce sinek üşüştü kaşara
ince memed kalın gelir yaşara

tarzında hicivler bulunan yazar.
edebiyatın olduğu kadar türkiye solunun da evrimine dolaylı ya da direk katkıda bulunmuş büyük edebiyatçı.ona bugünlerde daha çok ihtiyacımız var. Sanırım tek eksiği bir nobel.
cemil meriç kendisi için "sıradan bir köy romancısı" der. keşke yüzlerce sıradan köy romancımız olsaydı.
eski üretkenliğini özledik.
nobel üzerinden bindirmeye çalışanların çabası beyhudedir.
o sevenlerinin gönlünde ne nobeller almıştır.
(bkz: yaşar kemal göğçeli)
(bkz: firat suyu kan akiyor baksana)

ismi bile yeterlidir.
1922 adana doğumlu yazar.
her ne kadar düzenli eğitim almamışsa da gazetecilik yıllarında yaptığı başarılı röportajlar ile dikkat çeken kemal asıl başarısını ince memed adlı destansı romanıyla yaptı. yaklaşık 32 yılda bitirilebilen bu dört ciltlik roman ona dünya edebiyatında epik türde yazan yazarlar arasında ayrıcalıklı yer kazandırdı.
romanları genellikle üçlemelerden oluşan yaşar kemal, 1970'lerden beri nobel edebiyat ödülü adayı olmasına rağmen henüz bu ödülü kazanamamıştır. orhan pamuk'um bu odulu almasi ise onu nobelden iyice uzaklastirmistir. zira birkac yil arayla bir baska turke nobel verilecegi pek ihtimal olarak gorulmuyor edebiyat dunyasinda.
kürt kökenli bir yazar olduğu ve ünlü kürt romancısı mehmed uzun'un kızından özel kürtçe dersleri aldığı da söylentiler arasındadır.
asıl adı "kemal sağdıkgöğçeli" olan yazar.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar