bugün

taraf gazetesinin ekonomi konusunda yazan kose yazaridir. soyismindeki "s" harfi "l" yapilarak, hukumetin ekonomik politikalari ile ilgili yazilarinin icerigi anlasilabilir. bu yazara gore turkiye'de ekonomik kriz yoktur, hersey gulluk gulistanliktir ama her nedense bazi felaket tellallari kriz var gibi gostermektedir. zaten kriz olsa da ucu disaridadir. turkiye'de kriz olmamasina ragmen hukumet kriz paketleri aciklamaktadir (nasil isse). issizligin rekor duzeye cikmasi onemli degildir. bu yil yagmur iyi yagdigi icin ekonomi duzelecektir.
askere karşı olmakta boku çıkarmak.
istanbul üniversitesi bünyesinde ekonomi ile ilgili derslere girmektedir mükemmel ingilizcesi ile ve ağzının içinde konuşabilme becerisi ile tamamen şavkıtmaktadır. (bkz: pandomim ile gelen ders)
ağasar/şalpazarı'nın yetiştirdiği en büyük kemençe sanatçıları arasında yer almaktadır, ağasar'ın sayvançatak köyündendir, o'nun üzerine horon havası çalan yoktur bu zamandan sonra da gelemeyecektir diye düşünüyorum.
daha yavşağını görmediğim ekonomi yazarlarından.
faiz lobisinin köküne kibrit suyu döken ekomoisttir. özellikle hürriyet yazarı erdal sağlam ın bütün açıklarını dieşifre eder.
yeminli mali müşarviler için kaymak yasa düzenlemesini engelleyere serbest mali müşavirlerin hakkını koruyan ekonomisttir.

http://www.sabah.com.tr/Y...i-maaslarindan-bile-caldi
sürekli pembe tablolar çizen eski taraf yazarıdır.
bugünkü yazısı bir harika olan ekonomist yazar.

"ABD Başkanı Barack Obama'nın ikinci defa başkan seçilmesini savaş taraftarı şahinler istemiyor. Çünkü Obama askeri harcamaları 500 milyar dolar kısmaya karar verdi. Dolayısıyla silah satıcıları bu işten memnun değil.

Ayrıca ABD'nin servetinin yarısından fazlasını kontrol eden yüzde birlik elitler de Obama'nın düşük gelir gruplarına destek veren sağlık politikasını desteklemiyorlar. Fakirlerin yanında duran Obama'yı adeta sosyalist olmakla suçluyorlar.
"Başka kimler Obama'dan memnun değil?" derseniz... Başta israil yönetimi Obama'dan memnun değil. Öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki, sanki Başbakan Erdoğan'dan memnun olmayanlar Obama'dan da memnun değiller. Çünkü Obama, israil'in işgal bölgelerinde yeni yerleşim alanları kurmasına karşı çıkıyor. işte bu nedenle genel olarak şahinler diyebileceğimiz bir kesim Obama'nın 6 Kasım'da yapılacak başkanlık seçimlerini kaybetmesini istiyor. Bunun için bazı tuzaklar kurmaktan da kaçınmıyorlar.

Bu tuzaklardan biri petrol fiyatlarını yükselterek Obama'yı düşürmek biçiminde yorumlanıyor. Ve bu tuzağın işlemesi için israil ve iran sürekli gerginlik yaratarak petrol fiyatlarını yukarıya doğru çekiyorlar. Bu tuzak şunu hedefliyor. Yüksek petrol fiyatları ABD seçmenini bezdirecek ve dolayısıyla Obama'ya oy vermeyecekler.

Obama bu tuzağı fark etti ve petrol fiyatlarıyla ilgili bir soruşturma başlattı. Brent ham petrolün varil fiyatı bu soruşturmanın ardından 125 dolar seviyesinden 100 doların altına geriledi. Obama baktı ki olacak gibi değil, sadece petrol tuzağını bozmakla yetinmedi şimdi tek tek yolsuzluk dosyalarını da açıyor.

Gelelim hangi dosyaların açıldığına... Birincisi, Libor skandalı dosyasıyla faizlerin nasıl manipüle edildiği ortaya çıkarıldı. Böylece sosyal adalete karşı çıkıp fakirlerin sağlık harcamalarını ödemeye yanaşmayan nüfusun yüzde birlik elit kesiminin vatandaşı nasıl soyduğu gözler önüne serildi.

iki, HSBC bankası dosyasıyla şahinlerin nasıl kara para akladığı, iran'a satılan silahların paralarının, uyuşturucu ticareti kazançlarının nasıl bankalar üzerinden transfer edildiği gözler önüne serildi.

Üç, vergi cennetleri dosyasıyla silah satışı, savaş ganimeti, insan ticareti yapanların, vergi ödememek için bu paraları nasıl ülke dışına çıkarttığı açıklandı. Bu korkunç oyun halka duyuruldu. Çünkü Obama'nın rakibi Mitt Romney de parasını vergi cennetinde tutanlardan. Romney'in 250 milyon dolarlık serveti olduğu ve bu paranın bir kısmını vergi ödememek için isviçre, Lüksemburg, Bermuda, Cayman Adaları gibi vergi cennetlerinde tuttuğu belirtiliyor. Ve Romney son 10 yılda ödediği vergi tutarını açıklamaya yanaşmıyor.

Niye anlattık bütün bunları... Çünkü Obama dosyaları açtıkça Türkiye ile ilgili bilgiler de bir bir ortaya çıkıyor. Önce Libor skandalıyla bizdeki faiz lobisinin oyunu gözler önüne seriliyor. Faizlerin piyasada belirlendiği yalanını vatandaşa yutturup kolay para kazanmaya çalışanların yalanları ortaya çıkıyor.

Vergi cennetleri dosyasıyla da Türkiye'nin cari açığı hikâyesi, tasarruf düşüklüğü yalanı ve bir cepten bir cebe kredi meselesi açıklanıyor. Türkiye'den gidip vergi cennetlerine park eden 158 milyar doların nasıl Türkiye'de ticari hayata şeffaflığın gelmesine engel olduğu nete geliyor. Anlayacağınız Obama küresel yolsuzluk dosyalarını açtıkça, dünya elitleriyle birlikte bizdekilerin de kirli çamaşırları ortaya çıkıyor ve bu kirli tuzakların, gizli oyunların önümüzdeki günlerde daha da gözler önüne serileceği anlaşılıyor."
durduramıyoruz efendim, cümle alem feyz alsın...

"Türkiye'de temel çelişkinin hep dindarlarla laikler arasında olduğu söylenir. Bir başka deyişle öyle olduğu ezberletilir. Böylece soygun düzeni yürür gider.

Cami yapılıyor diye kızıp bağıranlar gözlerinin önünde soygun olurken ses çıkarmazlar. Çünkü soyguna ses çıkarmak işlerine gelmez. Sistem öyle kurulmuştur. Elitler, onlara temel çelişkinin dindarlarla laiklikler arasında olduğunu ezberletip, soygunu görmelerine izin vermezler.

Bu süreçte elitlerin hizmetkârları çok iş görürler, tali çelişkileri temel çelişki olarak vatandaşa yuttururlar. Oysa Türkiye'de temel çelişki emeğini katıp alın teriyle para kazananla soyguncu bir kısım sermayedar arasındadır.
En son yurtdışında bir rapor yayımlandı ve bu raporda, Türkiyeli zenginlerin 158 milyar dolarının vergi cennetlerinde olduğu açıklandı. Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinin iki katı kadar bir rakam ama hiç ses yok. Cami yapılıyor diye bağıranlar hiç oralı değiller. Aynı tepkisizlik yeni Türk Ticaret Kanunu değiştirilirken de görüldü. AB'ye uyum yasalarının başında gelen ve şeffaflık üzerine kurulan yeni TTK, şirketten para çekme yasağı, faturaya isim yazma şartı, internet sitesi kurma ve bilançolarını yayınlama ilkeleri getiriyordu. Ama bu ilkeler değiştirildi.

TTK, denetlenmek ve tüketiciye hesap vermek istemeyen iş dünyasının lehine, yani tüketicinin aleyhine değiştirilirken, cami yapılıyor diyerek bağıranlardan gene tek ses çıkmadı. Adeta bu değişikliğe hepsi destek verdiler ve böylece kurulu düzenin değişmemesi için TBMM'de bulunan partilerin bütün milletvekilleri el birliğiyle yeni TTK'nin değişmesi için rahatça çaba gösterdiler.

Hatta iktidar ve ana muhalefet partilerinin grup başkan vekilleri, yeni TTK'da değişiklik yapılırken, kendi yeminli mali müşavirlik mesleklerini de dikkate aldılar, şirketlerin denetim işinde yeminli mali müşavirlere tekel hakkı veren bir maddeyi son anda verdikleri önergeyle yasaya koydurttular.

Ancak bizim uyarılarımızla 84 bin muhasebeciye yapılan bu haksızlık son anda önlenebildi. Fakat bunun da garantisi yok. Bunlar, "yasa bir gün yürürlükte kaldı bu hakkı elde ettik" türünden oyunlarla gene kendilerine rant kolluyorlar.
Gelelim cami yapılıyor dendiğinde bağıran, soyguna ses çıkartmayanların son oyununa...
istanbul Sanayi Odası (iSO), 2011 için Türkiye'nin 500 büyük sanayi şirketini açıklamış.
iSO Başkanı, "ilk 500 sanayi şirketinde cari açık ve kur artışı kârları azalttı, borçlanma arttı. Yapısal dönüşüm yapılmadığı takdirde ülkemiz ekonomide bir üst lige çıkamayacak ve orta gelir tuzağı olarak adlandırılan aşamaya takılıp kalan ülkelerden biri olacaktır" diyor.

Oysa rakamlara biraz ayrıntılı baktığımızda iSO Başkanı'nın yorumlarına katılmak mümkün değil. Çünkü üretimden satışlar bir önceki yıla göre 500 büyük sanayi firmasında sabit fiyatlarla yüzde 13.1 çoğalmış. imalat sanayisinde özel kuruluşlarda işgücü verimliliği geçen yıla göre pek öyle gerilememiş 2003'ü başlangıç 100 alan işgücü verimliliği endeksi (net katma değer /çalışan sayısı) 2010'da 130 iken 2011'de 129 olmuş. O halde işçiler pek de kötü çalışmamışlar. Peki kötü çalışan kim? Borç oranını yüzde 20 artıran patronlar! Gelelim borçların niye arttığına... iSO Başkanı'na göre, cari açık ve kur artışı nedeniyle artmış borçlar. Peki bu borçlar kimin kime borcu? Bir kısmı patronun kendi kendine borcu. Aksi takdirde cari açığın bu şekilde sürdürülemeyeceğini herhalde iSO Başkanı kendisi de biliyordur.

Peki bu borçlar, sakın Türkiyeli işadamlarının şu vergi cennetlerine giden 158 milyar dolardan alınmış olmasın? Bu durumda patronların kendi kendilerine yaptıkları borçlar artmış oluyor ki, buna da gerçek borç denemiyor. Bu sanal bir borç oluyor. Böylece bu sanal borçlarla bunlar hem Türkiye'de vergi vermiyorlar hem de kendi şirketlerine verdikleri borçlara yüksek faiz alarak adeta yurtdışına kâr transferi yapıyorlar. Gelelim iSO Başkanı'nın yapısal reform talebine... Gerçek yapısal reform ilkeleri Prof. Dr. Ünal Tekinalp'in hazırladığı AB müktesebatına uyumlu yeni TTK ile getirilmişti. Ama maalesef bu yasanın yapısal reform getiren hükümleri TOBB, TÜSiAD gibi kuruluşların medyada kopardıkları gürültü sonucu değiştirildi. iSO Başkanı da herhalde olanlara itiraz etmedi. Etseydi sesini duyardık. Eğer şimdi yapısal reform talebi varsa önce yeni TTK'yı değiştirten TOBB ve TÜSiAD'la yüzleşmesi gerekiyor. Ayrıca hepsi de pekala biliyor ki, yeni TTK değiştirilmeseydi, iSO Başkanı'nın şikâyet ettiği cari açığın nasıl finanse edildiği açıkça görülecekti. Zaten görülmesi istenmediği için yeni TTK değiştirildi.

Anlayacağınız cami yapılıyor denince bağırıp, soyguna susanlar, vatandaşın zekâsını da küçümsüyor. Olanları vatandaş görüyor. Dolayısıyla, bu ülkede emek verimliliği düşmediği halde, "Borçlarımız arttı, kârlarımız azaldı" demek, en hafifiyle insafsızlıktır. Bu masalı siz kendinize anlatın."
Türkiye'nin içini oymaya andetmiş ekonomik tetikçilere kapak takmaya devam ediyor hocamız...

"Türkiye ekonomisinin çok ısındığını, sert bir iniş yapacağını ileri sürenler, aksine ekonomi soğuyup da yumuşak iniş yapınca, ekonomi yönetimini tebrik edeceklerine bu defa ekonominin hız kaybettiğini ileri sürüp eleştiriye başladılar.
"Cari açık patlayacak, bu iş böyle gitmez" diyenlere cevap, dün Merkez Bankası'ndan geldi. ilk yedi aylık verilere göre cari açık, geçen yıl 50.1 milyar dolar düzeyindeyken bu yıl 34.4 milyar dolara geriledi. Böylece geçen yıl temmuzda 74.7 milyar dolar olan yıllıklandırılmış cari açık, bu yıl temmuzda 61.4 milyar dolar oldu.

Yine aynı dönemde ihracat 81.4 milyar dolardan 92.6 milyar dolara yükselirken, ithalat 135.8 milyar dolardan 133.5 milyar dolara geriledi. Böylece dış ticaret açığı 54.4 milyar dolardan 40.8 milyar dolara düştü. "Türkiye ihracat yapamayacak, döviz bulamayacak" diyenlerin endişeleri de böylece giderilmiş oldu.

Peki "Türkiye ekonomisi çok ısındı, sert iniş yapacak, cari açık çoğalacak" diyenler ve insanları panikletmeye çalışanlar kimlerdi? Bunların bir kısmı faiz lobisinin adamlarıydı, bir kısmı da lobinin parayla ayarladığı kredi derecelendirme kuruluşlarıydı.

Nitekim notçuların para alıp sahte not verdiklerini gösteren belgeler Avrupa'da yakalandı. Hatırlayacaksınız... 14 Temmuz 2012 tarihli The Guardian gazetesi, Moody's'in nasıl ısmarlama derecelendirme yaptığını açıkladı. Morgan Stanley, pazarladığı konut kredilerine dayalı menkul kıymetleri olduğundan daha iyi derecelendirmesi için Moody's'e ısmarlama rapor düzenletmişti. Ve bu belgeler mahkemenin eline geçmişti.

Halkın notçu dediği bu kredi derecelendirme kuruluşlarından Türkiye de çok çekti. S&P isimli notçu kuruluş, 1 Mayıs 2012'de Türkiye'nin BB pozitif olan not görünümünü pozitiften durağana çevirdi. Gerekçe olarak, azalan dış taleple birlikte eğer Yunanistan AB'den çıkarsa yaşanacak dalgalanmada Türkiye'nin olumsuz etkilenecek olmasını gösterdi. Ama ne gariptir, bu notçu kuruluş aynı anda Yunanistan'ın notunu artırdı.

Bu mantık tutarsızlığı, S&P'nin nasıl faiz lobisinin etkisiyle Türkiye'nin notunu arttıracağı yerde azalttığını da bize göstermişti.

Şimdi son verileri ele alırsak notçunun ileri sürdüğünün aksine Türkiye, Avrupa dışındaki ülkelere ihracatını çoğaltıp geçen yıla göre bu yıl ilk yedi ayda toplam ihracatını yüzde 13.7 artırdı. Ve Türkiye'nin cari açığı aynı dönemde yüzde 31.3 azaldı.

Böylece faiz lobisi elemanlarının ve notçuların olumsuz beklentilerinin yerine olumlu bir tablo ortaya çıktı.
Hatta bu yılın ilk yedi ayında da bankalar, kârlarını yüzde 12.1 artırarak 13.4 milyar lira kâr elde etti. Bu durumda faiz lobisinin elemanları komisyonlarını hak etti. Ama bir sorun var: Türkiye'nin notu ne olacak?
Lobicilerin söylediğinin tam aksine işler olumlu gitti, ekonomide ısınma ve kırılganlık azaldı. O halde Türkiye'nin notu artırılmalı. Ve yatırım yapılamaz seviyeden yatırım yapılabilir seviyeye çıkartılmalı. Fakat lobinin elemanlarından bu konuda hiç ses yok.

işte şimdi iyice anlaşılıyor ki aslında sorun ekonomide değil, sorun hükümetin kimliğinde. Esas amaç ne olursa olsun AK Parti'nin iktidardan indirilmesi.

Artık bu notçulara şunu ısrarla sormak gerekiyor. "Siz ileri sürdüğünüz gibi bağımsız bir kuruluş musunuz yoksa faiz lobisinin emrinde siyasi hedeflere alet olan bir soygun aracı mısınız?"
Türkiye'nin notunu, ileri sürdüğünüz riskler ortadan kalktığı halde hak ettiği yatırım yapılabilir seviyeye getirmediğiniz sürece kasıtlı olduğunuz açıkça ortaya çıkıyor.

Sahi siz kimsiniz? Bu sorunun cevabını vermeniz gerekiyor. Cevap alınıncaya dek size bu soru sorulmaya devam edecek. Çünkü bu kez fena yakalandınız."
istanbul dükalığının yakında ona da esaslı bir ayar çekme girişiminde bulunacağını tahmin ettiğim yazar. hakikatli yazar. hem de adamın kafasını gözünü yararcasına yazar. böyle kitabın ortasından. sayesinde gözlerimiz "ekonomi yazarı" gördü.
düzelti:imla
"Türkiye Batı ile niye savaştı?" yazısında yine önemli gerçeklere parmak basmış üstad:

"Kurtuluş savaşında Türkler, batılı olmak için batıyla savaştılar diyor Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya. Ve Türkiye, batıyla son yüz elli yıllık savaşlarının neticesinde batıdan anayasa, laiklik, yargı birliği ve milli iktisat kavramlarını alıp hayata geçiriyor.
Peki niye Türkler batılı olmakta ısrar etti? Çünkü refahı artırmanın yolu sanayi devriminin ardından batılı olmaktan geçiyordu. Bilindiği gibi refah daha çok tüketmekle çoğaldığından Türkler de batıda olduğu gibi daha çok tüketmek istedi. Fakat daha çok tüketmek için paranın fiyatının batıda olduğu gibi ucuz olması gerekiyordu. Bu gerçekten hareketle, Türklerin batıyla savaşının gerekçesini "yatırım ve tüketim için ucuz para kullanmak ya da düşük faizle para bulmak" şeklinde formüle edebiliriz.
Peki Türkler, batılılaşmak için Batı'yla savaşıp ucuz paraya ulaşabildiler mi? Hayır ulaşamadılar. Çünkü araya bir işbirlikçi sınıf girdi ve bu sınıf, batıdan gelecek paranın fiyatını yapay olarak sürekli yüksek tutmaya çalıştı. Milli iktisat yanına bir de otarşik ekonomiyi koydu.
Bu işbirlikçi sınıf, batılı ilkeleri uyguluyoruz diyerek ülkeyi bu şekilde dışarıya kapatınca, doğal olarak Osmanlıcıları, liberalleri ve ademi merkeziyetçileri gericilikle suçladı.
Tabii bu uygulamanın sonucunda batılılaşma bu işbirlikçi sınıfın tekelinde kaldı. Onlar, batının ucuz parasını Türkiye'ye pahalıya satarak kendileri batılılaştı, kazandıkları çok parayla daha çok tüketip refah seviyeleri yükseldi ama iletişim kanalları kapatılan halk fakir kaldı.
işte son dönemde yaşananlar bu işbirlikçi sınıftan kurtulmanın çabaları olarak yansıyor günlük yaşama. Türkiye daha ucuza para kullanmaya çalışıyor ama bu işbirlikçi sınıf engellemek için elinden geleni yapıyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarını bile rüşvetle manipüle ederek Türkiye'nin notunu düşük tutturup paranın maliyetini yükseltiyorlar. Barışa karşı duruyorlar.
Böylece kamu harcamalarının verimsiz askeri harcamalara yönelmesini sağlıyorlar. Türkiye'yi ABD Senatosu'na "iran'a altın ihraç ediyor" diyerek şikâyet edip cari açığı yüksek gösterip faizleri çoğaltıyorlar. Kısacası, paranın fiyatı olan faizi yüksek tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat bu işbirlikçi kesim sürekli sözde batıcılıktan bahsetmekte hiç tereddüt etmiyor. Oysa batılı olmak için verilen savaşın özünü, başta da dediğimiz gibi ucuz para kullanıp refahın artması oluşturuyor.
Peki batılı olmak için biz ucuz para kullanabiliyor muyuz? Hayır kullanamıyoruz.
Dün piyasalarda geçerli olan verilere göre bir mukayese yapalım. Batıda dolar üzerinden 15 yıllık konut kredisinin yıllık faizi yüzde 2.25, bizde ise 10 yıllık konut kredisinin Türk parası olarak yıllık faizi yüzde 19 oluyor. Yine 36 ay vadeli otomobil kredisi batıda dolar üzerinden yıllık faizi yüzde 2.44, Türkiye'de aynı vadede otomobil kredisinin faizi yıllık yüzde 19.
Bu iki para birimini dikkate alıp kredi faiz oranlarını karşılaştırdığımızda dolar kredisi faizleri beklenen 1.7 dolar enflasyonundan arındırılmış reel faizi yüzde 0.52 olurken, Türkiye'de beklenen 5.3 enflasyon oranından arındırılmış reel kredi faizi getirisi yüzde 13.7 oluyor. Hemen belirtelim bu reel faiz oranları arasındaki fark Türkiye'deki bir tüketicinin batılı tüketiciden 26 kat fazla reel faiz oranıyla kredi kullandığını bize gösteriyor.
Peki Türkler madem batıyla batılı olmak için savaştı, o halde bu kadar yüksek reel faizle bizim batılı gibi üretip, tüketmemiz mümkün mü? Mümkün değil. Çünkü bu kadar yüksek reel faizli kredi kullanmak hem üretimi hem de tüketimi batılı gibi yapmamızı engelliyor.
Anlayacağınız, bu ülkede batıyla aramıza giren asalak ve sözde batıcıları devre dışı bırakamadığımız takdirde batı düzeyinde refaha ulaşmak mümkün olamayacak."
akp yalamalığı köşesini kaybetmesine engelleyemeyen kişi!
hayırdır süleymancığım noldu akp'nin her ekonomik başarısızlığını bağladığın faiz lobisi işsiz mi bıraktı seni?

bu tür yazılarını hiç de özlemeyeceğim!
(bkz: akp nin biz yapmadık miki yaptı tavrı/#22611475)
(bkz: türkiye ekonomisi/#22648055)
(bkz: kamuoyu oluşturma/#21970665)
(bkz: olumsuz olaylar sonrası yandaş gazeteleri okumak/#19682627)