bugün

Önceden daha mutlu bir heriftim anasını satayım. Hiçbir şey yaşamadan ne oldu da elinden çikolatası alınmış küçük çocuk mutsuzluğuna geçiverdim çözemiyorum be sözlük. işin kötüsü hayatımda vuuu ben bunun altından kalkamam dediğim kötü bir olay da yok. Sevdiğim insanlar hayatta, sevdiklerimden hiçbirini kaybetmedim. Pek sevmesem bile yine bir işim var* anasını satayım yok çözemiyorum yani böyle cinlere perilere pek inanmam ama sanki kodumun bir şeyi geldi tüm yaşama sevincimi çekti aldı gibi hissediyorum. Artık 4-5 veya 6 ya kadar uyumak hiçbir anlam ifade etmiyor. Ulan uyumak için yaşıyordum ben artık o bile keyif vermiyor, rüya dahi göremez oldum.** Ha bunu yazdıktan sonra kendimi gidip asacak değilim zaten evin tavanı da alçak yani pek başarılı olamam.* Mutsuzum yani bilemiyorum nedenini kısacası söylemek istediğim şey mutsuzluğun ..... koyayım.**
sozlukteki cinsel ve karsi cins basliklarindan biktim. az daha yararli ilgi cekici seyler yazin la. ne bileyim komik anilariniz, hayattan aldiginiz dersler falan. rerero.
bir kadının sığınabileceği en son liman gözyaşlarıdır.
bundan birkaç ay önce bir ses kulaklarımı tırmaladı dostum, hala gitmiyor kulaklarımdan, gitmeyecek gibi bu ses. (ah ah ahh ahh)

gerçi nasıl gitsin ki...
20 yıl önce ben de böyle bir ses çıkardığımı hatırlıyorum...
ahh ahh ahhh
kelimeleri birleştirdiğinizde gülümsemenin senfonik sesleri olan ahahahhahhh, aslında ayrı bir gölgeleme yazısı ile karşı karşıya kaldığında ise bu sesin ne derece dramatik, acınası bir sese dönüştüğünü gözler önüne seriyor senfoninin ağlayası hali... ahh ahh ahh ahh (dikkat aşagıdaki bir yerde bu sese tekrar rastlayacaksın, hazırlıklı ol)

bir öğlen vakti varoş semte ait olan mahallenin birinden geçiyorum. mahallenin sokağının pistinde 7- 8 yaşlarında yaklaşık 20’ye yakın çocuk vardı, bunlardan 5 tanesi kız. kızlar saha dışında ip atlarken ; erkekleri saha içinde topun peşinden koşturuyor..
mahalle maskeli çocuk balosu gibi, baloda erkekler bir meşin yuvarlağın peşinden koşturuyor ki sorma gitsin.
meşin yuvarlağa baktım gözümün ucuyla hani tarif ediyoruz ya yuvarlak bir obje... ne gezer bu topta yuvarlaklık... geometrik şeklini kaybedip amorf (şekilsiz) bir yapı kazanmış bir top. markası mı? bu topun üzerinde marka yazmıyordu, hani görmeye alışkın olduğumuz yeşil sahalardaki adidas, nike vs. gibi değil, üstelik bu çocukların oynadıkları futbol topu, futbolcuların oynamış oldukları sentetik deriden imal edilmiş bir top da değildi. plastikten yapılmıştı. daha dramatik olanı zor ilerliyordu bu top, mahallenin beyaz beton –taşlı çimlerinde (!!!). nasıl gidebilirdi ki patlamış bir plastik toptu bu..
şimdi efendim, mahalle sokağında oynanan maçlar da bir başkadır. ne zaman çocukları sokakta top koştururken görsem , aklıma çocuklugum gelir ve ben her zaman gülümserim... biz de onların yaşıtındayken bu meşin yuvarlağın peşinden az koşturmadık. ah! çocuklugum ah!

o gün, işim gereği bir yerlere yetişmeliydim, kaybedecek vaktim de yoktu. lakin zamanı durdurdum 10 dakika da olsa. çocukluğumu yaşamalıydım çocukların yanında...
çocukların maçını seyretmeye koyuldum, dış çizgide.. beni gören futbol tutkunu çocukların gözleri ışıl ışıl parladı.... abileri sayılabilecek bir kişi meraklı gözlerle onları seyrediyordu. tam o anda bir ses ki- yanımda bulunan kaleciden gelen bir ses-
***
kaleci: abi hakem olur musun sen de?
a. buzcocuk: abi mi?
kaleci: !!^+?
a. buzcocuk: olurum; ama düdüğüm yok.
kaleci: benim de kaleci eldivenim yok.
a. buzcocuk: !!^+?
kaleci: hadi abiiii.
a. buzcocuk: tamam abisiii.
***

diyalogta geçen bir kelime vardı. ‘’abi’’ hakem ol sen de abii.. yüzüm şekilden şekile girmişti o an. biri bana abi demişti. uzun bir aradan sonra abi kelimesi duyuyordum. o kadar işlenmişti ki bu söz içime... üstelik ne kadar da sıcak ve içten gelen büyülü bir kelimeydi sanki... sarılmak geldi içimden; ama sarılamadım. maçta atak üzerine ataklar kalesindeydi, kalesini korumalıydı.
ve sarılmadıgıma da pişmanım oldum gerçi... benim hiçbir zaman bir kardeşim olmayacaktı , kardeş sevgisi nedir bilmiyordum bu zamana kadar, galiba bu duyguyu ben o gün yaşadım orada 10 dakika da olsa... ve bu da yetti.. konu nerelere geldi yafss! neyse düzelteyim kamburumun metnini.
gacırrrıtt gucurtt takkurrrt tukkurrrtt
hıh! şöyle.. oh be ! düzleştim..

maskeli baloda futbol şölenine dönüyorum tekrar.
çift kalede oynanan bir maçtı bu. kaleler direkten değil maalesef.
bir kaleyi temsilen iki adet taş karşılıklı belirli mesafelere konmuş, kalenin temsili figüranı rolündeki bu taşlar futbolun hikayesinde sahnesini alıyordu.
yahu futbol sahalarında görmeye alışkın oldugumuz hiçbir yabancı madde bu sahaya atılmıyor seyirciler tarafından; ama ne var ki sahadaki tek yabancı madde olarak algılanabilecek bir şey var (o da eksik olmuyor sahada).
saha e-5 olunca arabalar eksik olmuyor. ve arkasından oyunu bozan çocukların ana avrat söven koro eşliğinde şarkıları. ne de güzel hep bir ağızdan aynı nakaratın detone olmayan sesi eşliğinde çıkan küfürleri.. oyuncuların küfretmesiyle maçın hakemi olarak kırmızı kartımı çıkartmıyorum, yoksa sahada oyuncu kalmayacak, ehhhe .. çocuklar da haklı canım şimdi maçını oynadığın yerde kim arabayı kaydırıp gitse yolda adama da, arabasına da kayarlar.... başlıyorum ben de çocuklar gibi küfretmeye.. şaka ya şaka; ama çocuklugumdan hatırlıyordum da biz de iyi söverdik yoldan geçen arabalara.... sadece arabaya; ama süren adama değil. sıkıysa sövv adama... durdurur arabasını koşar peşinden... sonra o yolda koşturduğun meşin yuvarlak gider yerine mesinsiz yuvarlak olmadan yapılan maraton koşusu gelir.. amanın amanın !!!!
düşünsene durdurmuş ‘’hacı murat’ını adam...( o zamanlar’’ hacı murat’’ yaygın oldugundan saha içi yabancı madde olmayı en iyi hak eden araçtı..... hacı muratla bile adam son ses yolları fethediyor yaa!! görsen sanırsın ki arabadaki murat hakikatenn istanbul’un kızlarını fethediyor..)
****
adam: + gel laann buraya! bipp bipp... (rtük yayını bipledi.)
-kaleci mehmet: - kaç ulan kaç hacıı
adam : +kaçma lan, bip bip...
furkan: -yakalar abi bizimkini adam
ahmet: - yok be oglum adamda bu popoo olduktan sonra biraz zor..
furkan: -bizimki daha coca cötlü
ahmet: - cötü iyi olan kazansın..

neyse ki bizim coca cötlümüz aldı bu maçı 1-0
****

maça gel hoca maça.... tamam tamam kamburun ikinci feleğinin düzelteyim hemen geliyorum
gacirtt gucurtt,

evet maça dönüyoruz. sanırsın ki radyoda varoş bir kentin mahalle maçının spikeriyiz. her neyse...
efendim bu maçlar.. çekişmelidir, heyecanlıdır, komiktir, bol gollü olur nerden mi biliyorum?? çocuklugumdan çocuklugumdan
seyrediyordum bu maçı seyrediyordum çocuksu gözlerimle çocuklaşarak.

maç içerisinde asıl yüreğimi dağlayan noktalara geliyorum..
onların ne giyecek bir formaları ne de giydiğiyle uyumlu bir şortları var. yok işte yok.
atletle, fanila ile oynayanları mı dersin, atletine fanilasına kalemle forma numarasını verenleri mi dersin bu atlete takım ismi yazanları mı dersin... onların pahalı, marka olmuş formaları yok başkaları gibi.. benim gibi, belki de sizin gibi...
önemli mi bu pahalı formalar onlar için, oyunda oynattıran o formalar mı yoksa ?
değil onlar için. inan bana değil...
onlar yüreklerinin büyüklüğü ile meşin yuvarlağın peşindeler.. markalaşan dünyanın peşinde değil...
günümüzde çoğunun marka takıntısı olup, birbiriyle marka yarıştırdığı sahte yüzlerin oyuncuları etrafımızda o kadar türedi ki.. ve bu marka yüzlerin - saha içerisinde ve saha dışarısında her şeye sahip olabilen bu yüzlerin- hangi yüzlerine konuşacaksındır o da bilinmez. sanırlar ki dünya sadece kendi yüzlerinin ekseni etrafında dönüyor, ilgi odağında bir odak noktası olabilmek adına dönderirler dünyalarını, sahte dünyalarını, dış dünyasını mutluymuş gibi sundukları, lakin iç dünyasındaki mutsuz dünyasının çoğu zaman kendileri bile farkında değildir oysaki.

ya top koşturdukları dar sokaklarda futbol oynayan varoş semtinin çocuklarının ayakkabıları..
hala o baktıgım ayakkabıları gözlerimin önünden bir an olsun gitmiyor.. .. olmayan ayakkabıları ile ayağı çıplak futbolunu oynayanlar da hiçbir zaman gitmeyecek gözlerimin önünden evet ,maçta birçok çocuğun ayakkabısı yoktu , olanların ise siyah renkte plastikten yapılmış eski, yıpranmış üzerinde delik bulunan ayakkabıları...
çıplak ayakla taşlı zeminde oynamaya aldırış etmiyor çocugun biri, acı yok yüzünde, taşların ayagında bıraktıgı izleri gölgeliyor attığı her gol...
golden sonra gelen mutluluk sevincini takım arkadaşlarıyla kutlaması görülmeye değerdi doğrusu..gooolllll goooooooooll goooooooooll seslerii
golü atan takımın mutluluğu, golü yiyen takımın mutsuzluğu var sokakta varoş semtin sokağında.. mutluluk ile mutsuzluğun diyalektik çarpışması her iki kalede..
golü atan mutlu yüz birkaç dakika sonra oyun dışı kalıyor. çünkü çıplak ayağını yerdeki sivri bir taş kesmiş, kesik bölge kanıyor. o anda da benim yüreğim kanıyordu haline.. saha içinin mutlu yüzü saha dışında ağlak bir yüze dönüştü, acıya dayanamıyordu. ah ah ahh ahhh
ah ah ahh ahhh
ah ah ahh ahhh
ah ah ahh ahhh

ve cocuk yanıma gelerek taşlı yola çöktü, hıçkırarak ağladı.. çocugu teselli etmem de çaresiz kaldı... birden çocuk ayağa kalktı ve hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı arkadaşlarının hüseyin hüseyin nereye ??? çağrılarına aldırış etmeden , gidiyordu... ve sonra gözden kayboldu.
yoksulluğun çocuktaki o fotografını yakalamıştım o an
acı dolu bir kareydi bu.
çocugun yüzünde gördüğüm bu acı bana bir yerden tanıdık geliyordu.. çocukluğumun bendeki tanığıydı bu...
Hangimiz bi baskasinin hatasinin sonucunu cekmedik ki? Hatta ne olduguna dair en ufak fikrimizin olmadigi olaylardan bahsediyorum. Birileri bunlar icin bizi cezalandirmadi mi? Peki biz hak ettik mi? Hayir degil mi hayir. Bir baskasinin hatasinin cezasini cekmeyi hic kimse hak etmez. Peki bize bunu yasatanlar rahatlar mi yani vicdanlari bir sorun cikarmiyor mu acaba? Bence ona da hayir demek lazim. Bir sorun olsa pisman olunurdu en azindan.

Peki ya biz bir baskasinin yaptigi yuzunden birilerini cezalandiriyorsak? O cezayi cektiyseniz akillanmissiniz demektir bu nedenle kirilmasi guc bir onyargi olusmustur haliyle. E o zaman bunun da cezasini ceken baska birileri vardir. Farkinda bile degiliz belki. Bakin gordunuz mu herkes birbirinin ayni. Ben iyiyim o kotu degil, hepimiz kotuyuz. Aradaki fark ince iste farkinda olamiyoruz belki kotu oldugumuzun ama farkinda olanlar bundan zevk aliyorlar. Emin olabilirsiniz buna.
Dusunmeden yasayamiyorum ben yok olmuyo surekli bir seyleri irdeliyorum kafamda oyle gorundugum kadar duz bi insan degilim. Hicbir sey umrumda degilmis gibi degil ruhsuz degilim sadece o bir maske. Basarili miyim? Kesinlikle evet. Memnun muyum bu durumdan? Evet. Cunku insan gucu sever guclu gorunmeyi sever. Ben de guclu gorunmeyi seviyorum. Oyle aglayarak zor durumda oldugumu belli etmiyorum aksine guluyorum hicbir sey yokmus gibi. Hem de insanlarin gozlerinin icine baka baka. O kadar iyiyim bu iste.
Kimseye belli etmeyin gercekte nasil biri oldugunuzu. Gercekte nasil biri oldugunuzu bilmeyi hak edecek insan yoktur. Bu sizin harika kisiliginizden dolayi degil tabi ki, siz de bir baskasinin ic yuzunu gormeyi hak etmiyorsunuz. Bu oyle bir sey yani anlatabildim mi? Cunku sizi gercekten taniyan insan/insanlar sizi cikarsiz sevmiyorsa -ki cikarsiz seven insan kaldi mi diye sormak isterim- bunu kullanir buna emin olun. Eger bahsi gecen cikarsiz sevebilecek insanlar varsa o da sizi uzmemek icin ne yapmasi gerektigini bilir ama bu risk edilecek bir sey degil o yuzden birakin bilmesinler.

Uzun lafin kisasi diycem ama yukarda neler yazdigimi tam hatirlamiyorum sadece bi anda icimden gelenleri yazdim iste. Hadi kalin saglicakla.
hazır mısın? aynı anda söveceğiz mesafelere!
hazır mısın ?

beraber küfredeceğiz yaşanamayan onca şeye.
bir an önce girmiş olduğum işimde yıllanıp işten çıkmak istiyorum. sonra da bir kıza günlükler bırakıp, "şimdi o düşünsün." diyebilmek..
ben sen mutlusun diye mutlu olurum. sen benle olmasan da.. sen yeter ki mutlu ol ya. ben alışkınım zaten. mutluluğun bile yeteri kadar mutlu eder beni. her zaman benim için değerlisin, bil bunu unutma sakın. gerek derdini anlatacağın, gerek mutluluğunu anlatacağın 'bitmemiş bi cümlen' var burda. istediğin kadar virgül koy ama bitirme yine de sen..
sessizliğin, beni sağır ediyor...
kafalar efkarlı madem , bitti diyen arkadaşlara tavsiyeler.

insan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.
Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.
Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.
Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.
Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.
hayatınızı dilediğiniz gibi yaşamak sizin ellerinizde ama mutlu olarak yaşamak gayeniz olsun syn yazarlar.
sevgilim olsaydı ben de onu çok severdim şovunuz kime.
Psikoloğum ama insanların psikolojisini düzeltmekten çok bozmayı seviyorum.
troller olmasa şu sözlükte o kadar aklı başında adamlar var ki tam bir ilim irfan yuvası olur.
Dünden beri içimde bir yerler de deprem oldu sanki.
Yıkıntıların altındayım ve hayatım, anılarım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Ölmek kolay olsaydı ölmek isterdim çünkü kafamın içinde birbiri ile yarışan kelimelerin, o acımasız cümlelerin çıkardığı sesler beni çıldırtmak üzere.
Yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkür ederim...
yazarların dile getirmek istedikleri duygu, düşünce, savlarıdır.

o kadar süre ayrı kalmak değil de, dönüşte sözlüğün ergen istilasına uğradığını görmek koydu.

(bkz: ergenlerden her şey beklenir)
Küçük bir mutluluk istiyorum.
O kadar küçük olsun ki,
istemesin kimse benden onu.

Nazım Hikmet.
Ölmek istiyorum.
karnım aç ve evde kimse yok. üşeniyorum.
Bugün de boğazda, pardon parmaklarda düğümlenmiştir. En kısa zamanda söylenecektir.
hep söylemek isteyip de söyleyemediklerimizden mi yani.
kullanılmış ve aldatılmış hissediyorum. eşeledikçe soğuyorum ve sanırım artık bunu bırakmam lazım. halbuki ramak kalmıştı huzurla unutmaya. neyse haklı çıktı en azından bazı konularda. sonuçta bir insan en iyi kendini tanırmış ve en iyi cilet budur!
Mutlu yıllar.
Bugün bir iş için hastaneye gittim. Girmek üzereyken bir korna sesiyle dikkatim hızla hastaneye gelmekte alan arabaya kaydı. Arabayı kullanan adam bağırıyordu. Ne dediğini anlamadım ama korktuğu aşikardı. Acil kısmının önünde durdu ve hızlıca arka kapıya yönelip açtı. içerden bir delikanlı çıkardı hemen hemen benim yaşlarda bir delikanlı. Delikanlıyı kucağına aldı adamın üstü hep kandı. Çocuğun boynunda müthiş bir kanama vardı çünkü. Adam bağırarak sedye istedi. Sedyenin gelmesi 5 6 saniye sürdü lakin adam için belki saatler geçti halinden bu anlaşılıyordu. Çocuğu aldılar ve gözden kayboldu. Gördüklerim beni etkilemişti. Adımlarımı zor attım midem bulandı ve hayattan korkunç bir tiksinti duydum. Ama bu işimi yapmama engel olmadı. Sıranın bana gelmesini beklerken orda çalışan birkaç kişinin konuşmasına kulak kabarttım: Çocuk ölmüştü. Artık yoktu o delikanlı dünyada. O anda ölümü hayatımdan ne kadar da soyutladığımı ne kadar da kendimden uzak tuttuğumu hiç kendime yakıştırmadığımı fark ettim . Oysa o kadar hayatın bir parçasıydı ki ölüm. Onu biz hep unutmak istedik. Ölümlü bir haber anlatanın yanından kaçmak istedik konuyu değiştirmek istedik aman neyse konuşmayalım böyle şeyler dedik. Nolacak bundan sonra farklı mı olacağız? Hayır. ben bunu yazdıktan sonra siz okuduktan sonra kaçmaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ta ki o bizi yakalayıncaya kadar.
sen kaderin karşıma çıkardığı " yanlış " insandın.
benim sana duyduğum ise " doğru " aşktı.
bir doğru; bir yanlışı, bin hayali, içilecek çayları ve mutluluğu götürdü...