bugün

ne anneme ne babama ne de kardeşlerimden herhangi birine "iyi ki varsın, seni seviyorum." diyemedim. diyemiyorum yani fıtratımda yok, ama onları çok seviyorum. umarım sevdiğimi söyleyemeden kaybetmem onları...
bir emoya aşığım ve daha 2 gözünü aynı anda görme fırsatım olmadı.
türküsünü mü yapsam napsam.
orta okula giderken müzik öğretmenime aşık olmuştum.
galiba yaşlanıyorum

dershanede günlerdir kesiştiğim kız bu sabah "theador abi hoşgeldin" demesin mi. gözlerim yaşlı duvar dibine çöküverdim. "theador abi" "abiii" iyi misin dedikçe daha hızlı aktı göz yaşlarım.

sevdiğim kız bana emmi dedi neyleyim.
insanları yargılarcasına eleştirmeyi sevmem.
parmağımı gözüne gözüne sokup 'hahhaaa! bak işte yakaladım hatanı!' yapmayı sevmem.
tanısam da tanımasam da sevmem.
gerçek hayatta bu sebepten, yapıcı olmaya çalışırken sinirlendiğim ve istemeden kalp kırmışlığım vardır.
bu tip bir davranışı hiç tanımadığım bir insana hiç gösteremem.. nereden bileyim kimdir, nedir, ne yasamıştır, bugününe nasıl gelmiştir, ne yapar? herhangi bir konuda sözlükte bir entrysinden yola çıkıp küçümseyip alaya alacağım insan evereste tırmanmış olabilir, hepimizin kullandığı bir teknolojiyi geliştirmiş olabilir, köşe yazarı olabilir, ünlü heykeltraş olabilir, ya da şahsına münhasır bir hikayesi olan sıradan insan olabilir. sevmem kimseyi küçümsemeyi, sözlükte de başka yerde de.

ama şunu dayanamadan itiraf edeceğim, cinsellik içeren başlıklardan gına geldi, bu başlıkları açanlara da, yazanlara da, kadınları kendi kafalarındakı dünya görüşüne göre sınıflayıp bunun üzerinden iki taraflı saldıranlara da, bu tip tartışmalar üzerinden birbirlerine 'sivilceli', 'ergen', 'kezban' yaftası yapıştırıp ayar verdiğini sananlara da acıyorum ve hayatları boyunca bir bok olamayacaklarını düşünüyorum. yaptıkları yararlı hiçbir iş olmadığını, bol bol boş vakitleri olduğunu ve bu gidişle daha bol bol boş vakitleri olacağını düşünüyorum. bir kendilerine gelseler keşke. aklı başında, kendinden emin bir insan neden gerek duyar kafasındaki bütün hastalıklı içeriği bir online platforma yansıtıp, onun üzerinden gitgide gitgide alçalarak sağa sola saldırmaya. bunu bir anlasalar keşke. zaman değerli.
çok duygusuzum 1 aydır ne yediğimden ne içtiğimden ne yaşadığımdan hiçbir tat alamıyorum.bitmiyor bu duygusuzluk.hayat boşa akıp giden bir musluk gibi akıp gidiyor.ben birşeyleri değiştiremiyorum.
itiraf ediyorum.
-ilk okuldayken arkadaşımın yemeklerinden alıyordum..
işimle ilgili kötü bir gelişme olacakmış gibi bir his var içimde sözlük. çevremdekilerin rüyalarında gördükleri de bu yönde, ben de öyle hissediyorum. hayırlısı olsun bakalım. bir şey olursa gelir editlerim artık bu entry'i.
hala seviyorum merkez ama herkese unuttum numarası çekiyorum.
taımadığım insanlarla konuşmayı çok seviyorum. sokakta biri gelip kanka muhabbeti yaparsa bilin ki o benim.
şu ana kadar yaşadığım en büyük sorun kendime güvenememe sorunu olsa gerek. her yerden vuruyor arkadaş. bazen toplumdan kaçma isteği doğuruyor bende.
Çenemin ağrıdığını hissettim. Ulan bu sakız ne nalet bireymiş.
ben hep büyümekte zorlandım. büyükmekten kastım beden değildi tabi ki içimdeki ruhun büyümesi.
o bedenime inat hep küçük kalmak istedi hep kaçmak istedi gerçeklerden, gerçek acılardan, gerçek olan hayal kırıklığından ve sorumluluklardan.
ama engel olamıyordum büyüyordum ve bunun farkına varmak insana çok koyuyordu. küçükken yere düştüğümde dizlerim acıdığı için ağlardım ama şimdi benim asıl canımı acıtan bedenimdeki acılar değil bedenimin içinde duran ve hep küçük kalmak isteyen ruhumun acısı.
küçükken arkadaşıma hediye ettiğim bir oyuncağı gözümün önünde parçalaması hayal kırıklığına uğratırken beni şimdi kalbimi yüreğimi verdiğim insanlar gözlerimin önünde onları paramparca ediyorlar ve ben artık oyuncağın değil ama bir oyuncak gibi parçalanan kalbimin ve yüreğimin hayal kırıklığını yaşıyorum.
çoçukken her şey ne kadar basit ve güzelmiş büyüdükçe hayat daha da zorlaşıyor. ve ben korkuyorum belkide herkes gibi bu korkularım ya da herkesinkinden biraz daha fazla ama artık kabullenmeyi öğrendim ne kadar inat edersem edeyim ne kadar çok istersem isteyeyim bazı şeylerin benim istediğim gibi olmuyacağını öğrendim. büyümekte böyle bir şey işte tüm gerçekçiliğiyle günbegün yüzüme vuruyor korkularımı ve ben bu korkularımı bana her seferinde yüzüme vurduğu için büyümekten nefret ediyorum. hep küçük kalmak o masumluğumu korumak istiyorum ama engel olamıyorum.
orası gerçekten çok soğuk olacak. her anlamda. biliyorum. hazırım.
Ben kocaman bir kediyim. Bildiginiz kedi böyle biyiklari olan renkli gözlü tatlimsi bir hayvan. Az önce bir fareyi elimden kacirdim cok mutsuzum sözlük.
bir hastanenin sokağında oturmak çok zor sözlük. sabah akşam hastaneye kaldırılan hasta yakınlarının ağlamalarını görmek, sabah evden çıkarken 4-5 metre ileride bekleyen bir cenaze arabası görmek bazen fazlasıyla can sıkıcı oluyor. mesela dün akşam eve gelirken bir kadın ağlıyordu, yakınındakiler de "iyileşir." diye onu teselli ediyordu, bu sabah evden çıktım baktım cenaze arabası var. baya etkiliyor beni bunlar, üzülüyorum. zor bir durum.

tabi acil durumlarda gitmek için güzel de onun dışında çok sıkıcı bir durum. dikkat edin, ev alırken falan hastanelerden uzak durun.
burası soğuk soğuk odalar diyen emre aydın' a bir itirafım var.
öyle bir oda yok !
sadece sözcükler, uzunca yazılar, sadece yazmak eylemi, sadece şiirler bazen, ve sadece edebiyatla, yaşıyorum.
sadece edebiyatla, nefes alabiliyorum...
müzikle ilgili çok hayallerim vardı hep erteledim. türk müziği.. seviyorum bizim müziğimizi... hep erteledim, erteledim durdum. 26 yaşında bağlama öğrenmeye başladım, çok geç aslında ama yetenek var, 1 yıl da iyi yere gelmişim bilenler öyle diyor. herneyse, büyükşehir belediyesinin konservatuar sınavına girdim, büyük ihtimal seçilecem lan. iyi bi sesimin olduğunu söylerler, ben de beğenirim kendi sesimi. tsm bölümünü seçtim ama bağlama çalıyorum, tam orhan baba işi. * teorik bilgiye ihtiyaç var hep ayrıntıcı olmuşumdur müzik konusunda, şarkıyı söyleyenden çok işin mutfak kısmında kimler var onu merak etmişimdir, kemanları çalan kim gitarı bağlamayı çalan kim bunları araştımışımdır. söylemek çoğu kişinin işi olabilir ama, üretmek daha çok saygıyı hakediyor, o yüzden teorik bilgi şart. umarımm istediğim ortamı bulurum.

sonra gittim o ses sensin yarışmasına katıldım, bursaya gelmişler, aradılar, tamam gelirim dedim. gittim sıra bana geldi, patlattım bi kapın her çalındıkça, beğendiler sanki, aslında hiç tarzım değil bi jürinin karşına çıkıp beni seçin edaları ama bilmiyorum nası yaptım. hayat hikayemi sordular, anlattım sanırım istanbula çağıracaklar ama gitmicem büyük ihtimal, bilmiyorum kafam karışık. *
Solugum her gecen gun daha da kesiliyor yasamaya bu kadar tutunmak isterken hayat ellerimden kayip gidiyor. Yaslandigimi gormek bana aci verse de asil aci verenin sensiz yaslanmak oldugunu kendime itiraf edebildim sonunda, ama bunu sana soylemek cok zor geliyor dilime. Yillardir hep sevgi sozcuklerimiz beraber yaslanmak uzerineydi cunku beraber buyumustuk ve buyumeye devam edecektik oysa sen benden gittiginden beri ben o kadar buyudum ki yuzumde sensizligin izleri iyice derinlesti ve ben seni o izlerin icine yerlestirdim her aynaya baktigimda seni hatirlatmasi icin. Senin yoklugunun agirligi omuzlarima artik daha agir geliyor nedensizce. Zamanin ilac oldugunu soyleyen atalara kiziyorum bazen, aslinda her seye kiziyorum galiba ben, sonra kendi kendime gulumserken buluyorum her kizdigimda sakinlesmem icin soyledigin sozler geliyor aklima. Bazen kapina gelip bobregim agriyor yardim et diyesim geliyor, belki boyle de olsa biraz sefkatine ihtiyacim var. Seni gunden gune daha da fazla ozluyorum ve yuzumdeki cizgiler her gecen gun daha da belirginlestikce sen de daha derinlerdeki yerini aliyorsun.
burnunu sildiğinde burun kenarları kıpkırmızı olmuş çocuğun rahatlamış ama öfkelenmiş hali gibiydi bakışları..hala ne istediğini bilmediği gibi yanlış yaptığını düşünüyordu... ne istediğini bilmemek ona atalarının genlerinden gelmişti ne yazık ki bu 1000 yıldır cedden ced'e aktarılan son gendi ve ona patlamıştı. şanssızlık bazen şansı oluyordu... ayağına giydiği çift kat çorap kışın habercisiydi. bir çok insan daha üşümezken derisi ürperir kışı içinde yaşardı. beyazlığı bir kar tanesi gibi kış gibiydi. kalktı iki kat yukarı çıktı. konuştu. dinledi. iki kat aşşağı indi. yattı. uyudu. rüyasında hiç bir şey gördü. eskisi gibi değildi artık. eskisi gibi olmak istemekle istememek arasında gidip geliyordu bu ikilemler ne istediğini bilmemesi ona atalarının genlerinden geçmişti ne yazıkki bu aktarılan son kötü gendi ve ona patlamıştı...

adlı kitabım hiç satmadı.
sevgili sözlük yazarları cinnet geçirmek üzereyim. bulunduğum özel yurdun interneti benim akli dengemi sınıyor. bu ne yavaşlıktır. doğduğum ülkeden nefret ettim bu internet yüzünden. lanet olsun bu işe. her saniye kesiliyor. kesilmediğinde de zaten google dışında hiç bir yere girmeme izin vermiyor. bu yazıyı sizlere ulaştırabilmek için ne kadar zamanımı harcadım bilemezsiniz ama bunu söyleme ihtiyacı ve sizden ''ahh! biz de yaşıyoruz, o birşey mi sen bir de bizimkini gör.'' gibi şefkat ve destek düşünceleri bulabilmek amaçlı yazdım.
bugün bu yazıyı okumuyor olsanda eminim yakında okuyacaksın.o çiçeği koynunda saklayarak getirmen ne kadar romantikti.oysa sıradan bir davranıştı ama beni mutlu etmeye yetti.umarım bu duyarlılığını hiç yitirmezsin.ben herzaman bu davranışını beklemiyor olsamda arada tekrarlaman hoşuma gider.kızlar böyle basit şeylere bile haddinden fazla değer veriyor işte! ve bende sıradan bir kızım.
en son ne zaman birisini hal hatır sormak için aradığımı söylesem inanmazsınız.
beni arayan olursa da iyiyim sen nasılsın diyerek telefonu ışık hızında kapatıyorum.
ofiste molaya çıktığımız da konuşmaya çalışanlar oluyor, iyiyim diyerek konuşmayı kesiyorum.
iyi olurum diyerek bütün sene para biriktirip, gezilmedik yer bırakmadım, geri döndüm ve daha kötü oldum...
oysa beni geri kazanmak tokyo meydanında sarışın bir isveçliyi bulmaktan kolaydı...