bugün

Hızlıca bir aşağı bir yukarı hareket eden usturanın ez-yah çeliğinde aldan mora akan gökkuşağı meşki ile bileylenen aklım az sonra kendine geldi. Berberin sarmasından yayılan kesif tütün kokusu ile höpürdetilen demli çayın keyfi onu mazhar etmişti. Ben ise farzın vuku bulduğu kurbanlık misali boynumda bezim, sakalımdan atılacak kezvi beklemekteydim. Zanaatkar-keyf faslının bitmesini beklerken aklıma eski kaplamalı kitab yürüdü. Zuhur etti benliğimde bir sebt günahı gibi yeniden. Hem şimdilerdeki gibi çarşaf cilt değil eski usül manda mahsülü kapaklı siyah bir iblisti o neşriyyat.

ilk açtığım zamanı anımsadım. Deri cildinin sade fersiz siyahı ile bir şey vaad etmeyen o eski püskü divan daha ilk cümlelerinden gözümde efsunlanmış, telli türbeden gayrisine vakıf olmayan bünyemi ağılamak için yazılmış bir mizan-ı kebir olmuştu. içinde neler neler yoktu ki!

Softa ocağında tütsülenen habis vak’ alar, muta nikahına icazet eden asilzadeler, mütecavizine maşuk olan sapkın dilrubalar, zifaf öncesi ifşa olacağından ter döken esvabı çiğnenmiş zilletli karılar, sakinin eline bıraktıkları mecidiyeyi baldırını sıkmaya rüşvet kabul eden oğlancı müstehziler, zıbıkperver yay kaşlı galata oğlanları, salacak’ da arz-ı endam eden fırdöndü beyefendiler, ocağına aldığı 11 yaşındaki velede sin kaf öğretip ehli islamda mürşide tevekkül etmeyi vacib kılan zeker muhibi naif erenler…Daha neler neler…

Artık şunu bilmek gayri kabil: Şu iskeleden hayli geçkin vakitte atlayan sarhoş bir adem oğlu görsem acaba şevk ile atlayıp onu kurtarır mıyım yoksa mühürlenmiş kalb ile yoluma düşer bir de pervasız şarkı çağırır mıyım?

Az beriye gelip cemiyyet içerisinde asgar tavı ile efendileri pervane eyleyen afife hanımı düşündü. Usta traşa başlamıştı. Aklına şöyle bir latife takıldı;

‘’-Afife hanım, zat-ı aliniz her cemiyyet içerisinde asgar tavrınız ile efendileri ziyadesiyle pervane eyliyorsunuz.

-Ragıb beyciğim, izzet-i nefsimi nevaht eyleyen latifşinas muhabbetiniz çehremi teverrüd eyliyor...

-Ah afife hanım; saba melikesi belkıs gibi ittikar cilveniz ve ergüvan misal-i ateş-reng diminiz ile şu aciz ruhuma bi-dad ediyorsunuz. Ah siz piş-i nazarımda ab-endam eder iken, melikem, şu kız kulesine banu diyebilecek hüviyyette bir akl-ı beşerin mecnun olması iktiza eder!

-Ah ragıb beyciğim canperver lafızlarınız ile şu ahkar kulunuzu ne kadar mes'ut ettiniz tahayyül edemezsiniz. Lakin ihsan eyleyiniz ki bizim 30' lular nesli pür neş'e karakteri ile öbür akl-ı baliğ civan ceylinden müfarıktır...’’

Zaten her devre kendi ciblini medhetmez mi?

…

‘’Öykü anlatmak, öykücülerin işidir; giz ise seçkinlerin ilgi alanı; nümayişli davranışlar, kişilerin işidir; konuşma ise, yalancıların ilgi alanı; derin düşünce, umutsuz insanların yaptığı şeydir; ilgisizlik ise, yaban insanlara özgüdür.

Tanrı tanrıdır, evren de evren.
Çirkin ve kötü yok.’’

…

içindeki efsunlu kara müeyyidelerden kurtulmak mümkün değildi. Oysa ona dışarıdan bakan göz onu bergüzide bir beyefendi sanırdı. Helva sohbetlerinden fırlamış. Bilmezlerdi ki içini katran yırtıyor.

Boynunun solunda küçük bir çizik oluştu. Berber hemen kan taşına yapıştı. iyice yumuşatmazsan sakalı işte böyle olur seni bön celeb dölü. Seni ibn-üz zina. Seni…Daha neler seni!

…

Berberden çıktı. Vakti öğleye ilerletmişti. Birkaç esnaf ile selamlaşıp selamlarını aldı. Sabır; yüzü ekşitmeden acıyı yudum yudum içine sindirmekse eğer, başını eğip usul usul yürüyeceksin işte. Zahir kişilerin sadece aksini görmesidir. galat-ı meşhur.

Harbiye’ ye doğru birkaç veled bacaklarına sürtünerek geçti. içinden tumturaklı bir küfr tutturduysa da çehresine yayılan gülümseme aksini diyordu. Oturup bir çay söyledi. Nargile de içer miydi? Hayır istemez dedi. Lüzumu yok. Hem de bu saatte. Az sonra güneş iyice yükselir, sırtından hafif ter katreleri boşalmaya başlar, yokuşu tırmanmak güçleşir. Tüm hayatın büluc ettiğini serde resmettiğin bu saatte allı güllü orospular en tatlı düşlerini görürler. Bilmem neyin muhipzadeleri çılgın siyasetlerini terk ederler de, karılarına acı bir kahve getirmeleri için hafif yollu bir şaplak atarlar da, karılar da ev orospusu gibi kırıtırlar. Aman da aman. Ve sen bir başına oturmuş, denizde 35 yıldır istifham edemediğini bugün görecekmiş gibi bakarak, çözemediğine tutkun, baldıran tulumuna yapışmış, zahiri batınla değiştirmiş, ve ufka, sandallara, ve müsebbibe, ve sonuca, cühle, ez cümle, mel’ un tohumlu titrine, sintine ve karine, daha bilmem ney? Heyhat! Sadakallahülazim…

-Beyim çay!

Hay hay! Az daha gelmese tebdil-i mekan edecektim zaten. Aklımda lepralılar koğuşu var zaten. Diğer yönden abdestin kuralları katidir;

‘’Ehli müslimlerin dini vecibelerini eda ve dahi ifa edebilmek içün avend kabili muhtelif nev-i azalarını ab ile istihmam etmeleridir abdest. Ecnas-ı muhtelifesi ikidir:

-Namaz abdesti
-Gusl abdesti

Namaz abdesti def-i hacet ertesinde, füsa yolu ile ve dahi dem-i beşg edecek denli hey'ua ve bahir zuhru ile halel olur. Bu hususta tekerrür icab eder.

Gusül abdesti cima ertesinde ve dahi her nevi ihtilam, ay hali yahut hissi şehevinin intibarı ile halel olur. Bu hususta tekerrür icab eder. (Gusül abdestinde kişinin zeker ve mabad dahil her nevi azasını, ala-kadr-it-taka cuhale ebadı kıstas olmak üzre tegassül etmesi katidir.)

Mevta kişiye ise, son guslü gasilhanede gassal vasıti vuku edilib, ahrete cünub vaziyyette intkali reda' edilir.’’

Çay da katran mübarek! Zihnim kayıyor bak yine. Biraz da şu tarafa yürüyeyim. Vahdet-i vücud demiş zat. iyi de demiş ama karısı bu işe ne demiş? Evden yaka paça atmamış mı? Doğruya doğru! Karıyı zifaftan sonra boşlarsan ya seni atar evden ya namus gider elden!

Terlemeye başlamıştı iyice. Kalbinin atışını duyabiliyordu. Sanki boynunda sakil bir cüce cin oturmuş cigara tellendiriyordu. Canan! Ne hoş sada! Bir de şu çakşırı yamalıya bak. Sokacaksın palayı kabasından hemen tutturur yaygarayı da diyemezsin mahz çirkin diye, cühela diye, adi diye vurdum onu.

ikindiye de pek bir şey kalmadı be mübarek! Neredeyse Bab-ı aliye geldim. Burada mı kıymışlardı Osman’ a? Eli zekerde bıyığı terlemiş veledi hünkar edersen başka ne ola ki? Bunlar da bir hoş ya hu!

Hayratta yüzünü yıkayıp ensesinden mesh etti. Amel defteri açık kalacak zat-ın senedi Tevvab’ la ha? Adam sen de! Teala’ ya senet sunan huriye hallenebilecekse, mükafat böyle kelepirse, aman kalsın! Ben de akıl var akıl! Kuş aklı, ama akıl…

Sarmasından bir tane tellendirdi. Yokuşta ciğerini şişirmişti. Tabanları yanmaya da başlamıştı zaten. Girip taze yağlısından bir pilav ile hoşafı devri daime yolladı. Bak bu iyi işte. Kaç kalbdir borcumuz? Ne? Aklım mı yok? Deli sana benzer ehli ebleh! Al şu bakırı da anana esvap alırsın. Kıçı başı açık dolaşmasın daha da…

Eh, gel, gel beri ki, savm u salâtın kazâsı var, sensiz geçen zamân-ı hayatın kazâsı yok! Zihnim de oyun ediyor bana ya hu! O nasıl meme öyle? Etime kan yürüdü sokak ortasında. Billah zeker bu da anlamaz yoktan. Ha, ikindi okunuyor işte. Tüccarlar camiye! Hakk kırar yoksa senedinizi!

Esas hakikat nerede? Hallaç’ ın derisi koyun gibi sıyrılırken ikrar eden dostları esas kefere değil mi? Cüneyd şem ile pervaneyi kendiyle oyun ederken onu o habis cana hapseden masum mu? Maşuğa aşkı veren Teala değil mi? Bayezid ‘’öyle bir deniz geçtim ki, peygamberler onun kıyısında durdu’’ dediğinde kim ona karşı çıkabildi? Hal ehli mi, kal ehli mi? Vahdete koş! Oldu can’ ım, oldu canan’ ım, oldu. Rumi daha karısına sahip olamadı be! Dön sen arkanı. Düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül yaralar beni. Takva buradadır, takva buradadır, takva buradadır!

iyice şişen tabanları, hızlı düşünmekten bitkin düşen zihni ile bir kadehçik de rakı çiveresi geldi. Galata’ da sakileri fazla cilveli olmayan bir meyhaneden girdi. Saki sordu: ‘Buyur beyim?’ Soru mu bu da canım! ‘’Rakı getir bana incesinden, peynir lüzum etmez’’ Soracak tabi beye ya! Benim esvabım. Benim can’ ım esvabım. Sana bu hürmet. Beyefendi kaç kalb atacak acaba ortaya. Çil çil dökülecek mi paralar? Ah görünenin ardını bir görebilseniz.

Rakısı geldi. Tam akşam üstülük. Serince. Kaldırdı güneşe doğru, şöyle baktı terlemiş meyine. iç geçirdi bütün günün yorgunluğuyla. Neden müşahat etmek zorundaydı? Bu tenin altında yatan ruh başka ise ne diye orta oyunu yapmalıydı cümle aleme? Suç değil ya canım! Akl-ı afir. Akl-ı merdbaz. Cenab Allah ne güzel yaratmış her şeyi lakin ben Allah’ ı sevmiyorum. Cihan-salar padişah ne güzel etmiş payitahtı lakin ben kural sevmiyorum. Ne güzel salat selam ederdi zanaatkar birbiriyle, ne hoş göz kaçırırdı karılar beylerinin yanında lakin ben ahlak da sevmiyorum. Allah Allah! Ben hiçbir şey sevmiyorum. Manda derisi mahsülü. Hep o habis kitabdan. Evet. Evet ya! Hep ondan.

Cani miydi? Haşa! Anasının, hani ona beddua eden, hani ona kefere diyen, sırf öbür ademoğluna benzemedi diye, hani ona acibe-i hilkat diyen, dil-i divane diyen anasının derisini deşip de böğrüne palasını saplayalı yarım gün olmuş idi. Afitabı seyreyleyip büyük bir yudum aldı.

Rakı serindi lakin palayı saklamak gerekirdi.
istifham sessizliği; yani daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atının sessizliğidir.

hayatım boyunca okuduğum bilinçakışıyla huşu içinde temaşa edilen, namuvafık, fevkaledenin fevkinde en acaib osmanlıca öykü.

bazı derin etkileyen bölümler:

--spoiler--
Artık şunu bilmek gayri kabil: Şu iskeleden hayli geçkin vakitte atlayan sarhoş bir adem oğlu görsem acaba şevk ile atlayıp onu kurtarır mıyım yoksa mühürlenmiş kalb ile yoluma düşer bir de pervasız şarkı çağırır mıyım?

--spoiler--

--spoiler--
içindeki efsunlu kara müeyyidelerden kurtulmak mümkün değildi. Oysa ona dışarıdan bakan göz onu bergüzide bir beyefendi sanırdı. Helva sohbetlerinden fırlamış. Bilmezlerdi ki içini katran yırtıyor.

--spoiler--

--spoiler--
Tüm hayatın büluc ettiğini serde resmettiğin bu saatte allı güllü orospular en tatlı düşlerini görürler. Bilmem neyin muhipzadeleri çılgın siyasetlerini terk ederler de, karılarına acı bir kahve getirmeleri için hafif yollu bir şaplak atarlar da, karılar da ev orospusu gibi kırıtırlar. Aman da aman. Ve sen bir başına oturmuş, denizde 35 yıldır istifham edemediğini bugün görecekmiş gibi bakarak, çözemediğine tutkun, baldıran tulumuna yapışmış, zahiri batınla değiştirmiş, ve ufka, sandallara, ve müsebbibe, ve sonuca, cühle, ez cümle, mel' un tohumlu titrine, sintine ve karine, daha bilmem ney? Heyhat! Sadakallahülazim.
--spoiler--

--spoiler--
Çay da katran mübarek! Zihnim kayıyor bak yine. Biraz da şu tarafa yürüyeyim. Vahdet-i vücud demiş zat. iyi de demiş ama karısı bu işe ne demiş? Evden yaka paça atmamış mı? Doğruya doğru! Karıyı zifaftan sonra boşlarsan ya seni atar evden ya namus gider elden!

--spoiler--

--spoiler--
Terlemeye başlamıştı iyice. Kalbinin atışını duyabiliyordu. Sanki boynunda sakil bir cüce cin oturmuş cigara tellendiriyordu. Canan! Ne hoş sada!
--spoiler--

--spoiler--
Esas hakikat nerede? Hallaç'ın derisi koyun gibi sıyrılırken ikrar eden dostları esas kefere değil mi? Cüneyd şem ile pervaneyi kendiyle oyun ederken onu o habis cana hapseden masum mu? Maşuğa aşkı veren Teala değil mi? Bayezid;''öyle bir deniz geçtim ki, peygamberler onun kıyısında durdu''; dediğinde kim ona karşı çıkabildi? Hal ehli mi, kal ehli mi? Vahdete koş! Oldu can' ım, oldu canan' ım, oldu. Rumi daha karısına sahip olamadı be! Dön sen arkanı. Düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül yaralar beni. Takva buradadır, takva buradadır, takva buradadır!
--spoiler--

--spoiler--
Rakısı geldi. Tam akşam üstülük. Serince. Kaldırdı güneşe doğru, şöyle baktı terlemiş meyine. iç geçirdi bütün günün yorgunluğuyla. Neden müşahat etmek zorundaydı? Bu tenin altında yatan ruh başka ise ne diye orta oyunu yapmalıydı cümle aleme? Suç değil ya canım! Akl-ı afir. Akl-ı merdbaz. Cenab Allah ne güzel yaratmış her şeyi lakin ben Allah' ı sevmiyorum. Cihan-salar padişah ne güzel etmiş payitahtı lakin ben kural sevmiyorum. Ne güzel salat selam ederdi zanaatkar birbiriyle, ne hoş göz kaçırırdı karılar beylerinin yanında lakin ben ahlak da sevmiyorum. Allah Allah! Ben hiçbir şey sevmiyorum. Manda derisi mahsülü. Hep o habis kitabdan. Evet. Evet ya! Hep ondan.

--spoiler--

insan hikayeyi okuduktan sonra hem o habis kitabı görmek istiyor hem de palalı osmanlı beyfendisiyle rakı tokuşturup, nargile tüttürerek takva'yı konuşmak, uzun uzun onu dinlemek istiyor.
keşke osmanlıcam olaydı da birkaç kelam de ben etseydim, olsun heyhat mealini anladık vesselam.*