bugün

şuan 204. sayfasında olduğum kitaptır.
kendi yarattığı dünya ile gerçek dünya arasında kalmış, sonra da akıl hastanesine düşmüş bir kızın öyküsü anlatılır. 'normal' kavramını sorgulatan çok güzel bir kitaptır.
içine doğduğu dünyanın kurumlarıyla bağdaşmayı öğrenemeyen, iletişimsizliğin karanlığında yaşayan on altı yaşındaki bir genç kızın öyküsü.

görsel
(bkz: pazarlama şaheseri şişirilmiş kitaplar)
sağlıklı bir akıl, insanın neredeyse toplum düzenine geçtiği ilk günden başlayarak kitlesel uzlaşımlara, kabullenilmiş değer yargılarına ve davranış biçimlerine aykırı düşmeyerek bunları kanıksamış ve bunlara göre düşünüp bunlara göre yaşamayı kabul etmiş akıldır. aynı doğrultuda, hastalıklı akıl da bu dünyanın çarklarına doğru bağlanamayıp iletişimi kuramayarak dişliler arasında ezilen, parçalanan ve gittikçe farklılaşan akıl olarak tanımlanabilir. o dişliler arasında farklılaştıkça sistemin ilerleyişini engellediği için zararlılar grubuna alınarak dört duvar arasına “tedavi edilmek için” kapatılmaları bundandır belki de…
yr mı daha gerçekti yoksa dünya mı deborah için? gerçeklik neydi her şeyden önce? deborah caziplikte buldu gerçekliği. toplumla ve insanlarla asla akort tutturamamış olmanın verdiği yalıtılmış ve dışlanmışlık deborah’ı kendi yarattığı yr dünyasına daha çok yaklaştırdı. senelerce deborah’ı kabul eden, senelerce deborah’ın istediği şekilde biçimlenen ve senelerce deborah’a güven veren, onu koruyan, onu kontrol eden şizofrenik krallık yr daha gerçek kılındı deborah’ın gözünde. gittikçe yr’nın köleleştirmesine daha boyun eğen ve bundan daha zevk alan deborah, ters doğrultuda dünyadan da o denli kopmaya, farklılaşmaya, korkmaya ve nefret etmeye başladı.
böylece tedavi edilmesi zorlaştıkça zorlaştı deborah’ın. akıl hastalarının iyileşmesi bu yüzden zor. iyileşmek istemezler çünkü. kendi yarattıkları dünyada her ne şekilde davranırlarsa davransınlar ya da her ne söylerlerse söylesinler kabul görürler çünkü, kendi yarattıkları dünyada hasta değillerdir çünkü. kendi dünyalarında mutsuz olmak bile tatmin eder onları, mutlu eder. bu bilinçsiz farkındalık onları bir yandan asla iyileşemeyecekleri düşüncesine sürüklerken iyileşmek kavramını da gittikçe karmaşıklaştırarak uzak kılar onlar için.
ne var ki insandı en nihayetinde deborah. arkadaş edinmek, güzel olmayı istemek, aşık olmak, yeni bir şeyler öğrenmek, yabancı dil konuşmak istediği zamanlar oldu. ve bu isteyişin şiddeti, akıl sağlığı yerinde olan bir insanın isteyişiyle kıyaslanamayacak kadar farklılık ve yoğunluk gösterdi. bunları dr.fried’e, daha da önemlisi kendisine, itiraf etmeye başladıkça acıları katlandı. yr’nin gözünde bir suçluydu artık deborah. yr, dünyaya ait isteklerinin her birini cezalandırdıkça kendisini daha çaresiz hissetmeye başladı. anterrabae’den nefret etmeye, korodan korkmaya başladı. böylece savruluş başladı. kimlik bunalımının hat safhaya çıktığı, deborah’ın beynindeki fırtınaların kasırgalara dönüştüğü, gerçek dünya ile yr arasındaki bağlantıları ve bu bağlantıların kaynaklarını çözmeye başladığı bu “bir ileri bir geri” süreciydi bu.
romanda tam da bu sürecin anlatılışı hem deborah, hem ailesi, hem dr. fried, hem diğer hastalar, hem hasta bakıcılar hem de yr’nin bakış açısından öyle yoğun anlatılıyor ki kendinizi bir an kapkara bulutlarla ve çeşit çeşit düşüncelerle dolup taşmakta olan o busbulanık ama aynı zamanda bomboş zihnin içerisinde buluveriyorsunuz. deborah’ın zihninin içinde…
kitabı okurken cümlelerin arasından birden karşınıza çıkıveren “anterrabae” içinize korkular salıvermeye başlıyor. birden ısrarla içinde umut barındıran “dr. fried” sözcüğünü bulabilmek adına ivmelenerek okumaya başlıyorsunuz. deborah’ın eline her kalem alışıyla kollarınızın içi acımaya başlıyor, bağırasınız geliyor “bırak onu deb! yine parçalayacaksın kollarını!” diye. deborah’ın miss. coral ile birlikte olduğu her an heyecanınız artıyor, o hasta kadının yanına gidip gitmemesi gerektiği konusunda karar veremiyorsunuz. carla ile birlikte olduğu anlarda huzurla doluyor içiniz, bir arkadaşı olduğunu biliyorsunuz. annesi ve babası mrs. ve mr. blau’lardan nefret mi etmeniz gerektiğini yoksa onlara acımanız mı gerektiğini anlayamıyorsunuz çünkü sürekli yeni açıklamaları, yeni nedenleri, yeni umutları, yeni acıları çıkıyor karşınıza; onların mahvolmuş yaşamları bazen ümitsizce deborah’a kızmanıza yol açıyor.
şimdiye dek okuduğum en güçlü anlatımlı kitap “sana gül bahçesi vadetmedim”. akıl hastalığını en boşluksuz biçimde anlatabilen bir olay örgüsüne ve akıl hastalığını en net biçimde gösterebilen bir karaktere sahip olan bu kitapta her türlü acıyı tatmak mümkün.
“sana gül bahçesi vadetmedim”… selamlaşmanın bile “acı çek!” olduğu bir diyardan acı çekmeyi umut edinerek ne kadar gerçek olduğu tartışılabilir olan gerçek dünyaya ulaşmak isteyen yarım ya da birden fazla deborah’ın öyküsü…
Joanne Greenberg tarafından yazılmış şizofreni hastası bir kızın romanı.
psikoloji ile ilgilenen kişiler için hap gibi yutulucak, psikolog adayı arkadaşlarıma şidddetle önerdiğim kitaptır.
"...Bak, dinle beni.
Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben.
Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim.
Ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim.
Sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim.
Sana sundugum tek gerçeklik savaşım.
Ve sağlıklı olmak, gücünün yettigi kadarıyla, bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir.
Ben yalan seyleri vadetmem hiç.
Kusursuz güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır.
Üstelik böyle bir dünya cok can sıkıcı bir yer olur!"

Joanne Greenberg
eski bir akıl hastası olan joanne greenberg tarafından 1964 yılında yazılmış psikolojik romandır. başka dillerden türkçeye çevrilen kitaplarda belki de çoğumuzun çevirmenin adı dahi dikkatini çekmez fakat bu başyapıtın çevirmeni nesrin kasap'ın hakkı asla yenmemeli, kitap tüm hayatını edebiyatla haşır neşir biçimde geçirmiş aslında bir akıl hastası değil de esaslı bir yazar tarafından yazılmış kadar etkileyici bir edebi dile sahip, joanne greenberg'in kitaplarının yanı sıra nesrin kasap'ın çeviri yaptığı kitapları da edinmeye çalışacağım artık.

gelelim kitaba 16 yaşındaki ruh hastası bir kızın ailesinin ve kendisinin dramı, inanılmaz gerçeklikteki yr krallığının karakterleri, tımarhanenin ilginç fertleri ile insanı içerisine çeken inanılmaz akıcı ve sürükleyici bir roman, psikoloji romanları sürükleyici olur mu demeyin...

zamanında başta yazarın ülkesi amerika ve tüm dünyada ses getirmiş olan kitabı edinmek gerekir...
zamanının ve yazarının ötesine geçmiş, elinizden bırakamayacağınız, okumadığınız zamanlarda dahi kafanızı kurcalayacak bir kitap.
çok akıcı bir kitap olmakla beraber bir şizofrenin karmaşık iç dünyasını anlayabiliyorsunuz. yazar kendi hayatından yola çıkarak yazmıştır.
yıllarca kendi çapında gündemden düşmemiş bir şizofreni hastasının serüveni . Akıcılığı bi psikoloji romanı için şaşırtmıştır , iyidir.
okuduğum da hayran kaldığım, hayatımda çok büyük değişikliklere yol açan kitaptır. bir şizofreni hastası bu kadar güzel ve gerçekçi anlatılabilirdi. insan kendi hayatının değerini anlıyor.

not: yine de yr dünyasını sevmiştim ben.
eşimin evlilik sonrası ilk şikayetlerine, söylemiş bulunacağım sözcükler kümesidir.
(bkz: sana söğüt gölgesi vaadetmedim)
bir kitap kurdu olan benim dahi okurken zorlandığım tek kitaptır. 16 yaşında bir genç kızın öyküsüdür. çok trajiktir. ve ben ağır bir depresyon yaşadım o dönemde okumuştum. kitabın son sayfasını kapattığımda halime şükrettiğim ve hastalığımla ilgili kendimi gözden geçirip mutlu olmama neden olan kitaptır. şükretmek için her insanın mutlak okuması gereken kitaplardandır.
--spoiler--
Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. Ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim.
Sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim ...

--spoiler--
deborahlara aşık olunası bir dönemde yarım bıraktığım ergenlik kitabım.
psikolojik yanı ağır basan ağır bir kitap. okunası.
(bkz: i never promised you a rose garden)
aynı zamanda güzel bir söz dizisi.
okuyup etkilenmemenin imkansız, betimlemelerin mükemmel olduğu kitaptır.
şizofren kahraman deborah'ı anlatan, üslubu oldukça çarpıcı bir kitap. pembe tonlarda kitap kapağı ile içeriği çok tezattır. bu kitabı okuduğumda, akıl oyunları filmini izlememe daha yıllar vardı, ve eğer bu kitabı okumasaydım akıl oyunlarından bu denli etkilenmezdim sanırım.

okunması gereken bir kitaptır.
çok güzel bir kitaptır. bildiklerinin bilmediklerin yanında hiç kaldığını görür insan.
(bkz: i never promised you a rose garden)
şizofren bir kızı anlatan kitap.
şizofreni hastaları acıyla yoğrulur ama yoğrulma sonucunda ürün ortaya çıkmaz bilakis bir kısır döngü sürer. işte bu kahramanın taa çocukluğundan başlayan travmatik yaşantı sahnelerinden sonra kitabı okumaya yüreğim yetmemiş ertelemiştim. bir zaman okuyacağım tamamını nasipse. bu alandaki biri demişti ki şizofrenler aslında ortalama insan olmayı kabullenememiş ve kendi olabileceği bir şahsiyet arayışına girmişler ama bir türlü çıkamamışlardır.
son dönemde daha çok biyolojik kökenleri irdeleniyor ve bu konuda bugün okuduğum bir habere göre bir araştırma sonucu ümit vaadediyormuş. inşallah bu kardeşlerimize ümit olur.
bir kitap ismi.

ayrıca bu kitap güzel bir kalbini kırdım, özür dilerim hediyesidir.

kız arkadaşım mest olmuştu, şimdi yeni yöntemler araştırıyorum.
bilgi edinmek ve 1977'de çekilen filmin şarkısını dinlemek için buyursunlar:

(#http://www.soykudergi.com...etmedim-joanne-greenberg/)