bugün

para ve güzellik faşizmini eleştiren, avamın arasında seve seve yer alan yazar. bazı arkadaşlarım devrin adamı yani hükümet yalakası diyor o konuda bilgim yok eğer öyleyse gözümden düşer tabii ki.
Incir çekirdeğini doldurmayan şeyler yazan vasat altı hikayeci. Tam bir baba parası yiyiciymiş hakkında okuduklarıma göre . Iyi bir yaşam aslında, ben de şöyle yüklü bir para bulsam işimden ayrılır edebiyatla uğrasırdım.
Annen var mı senin?
- Var tabiî.
- Ne iş yapar?
- Çamaşıra gidiyor.
- Sen ne olacaksın büyüyünce? - Ben mi? dedi. Gözlerini gözüme kaldırdı. ikimiz de mavi mavi baktık. Ben, dedi, boyacı olacağım.
Ne boyacısı?
- Kundura boyacısı.
- Neden kundura boyacısı?
- Ya ne olayım? - Doktor ol, dedim. - Olmam, dedi. - Neden ?
- Olmam işte. - Neden ama? - Doktoru sevmem ki. - Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ?
- Tabiî sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan.
- Ama annen iyileşti.
- Annem iyileşti ama paramız gitti. iki gün, yemek yemedim ben.
- Peki, dedim, öğretmen ol. - Ben mektebe gitmiyorum ki. - Neden?
- Öğretmen beni dövüyor. - Neden?
- Yaramazlık ediyorum da ondan.
- Sen de yaramazlık yapma.
- Ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
- Öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
- Belli olmuyor ki!.. Bir gün arkadaşımın biri “Çamaşırcının piçi” dedi. Ben de dövdüm onu. Öğretmen de beni dövdü. Ondan sonra hep çamaşırcının piçi diye çağırdılar. Hiç kimseyi dövmedim. Yaramazlıkmış diye. Bir kaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. Birini aldım. Hırsızsın sen diye dövdüler. Benim kalemim yoktu aldım. Sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. Bir daha kimsenin kalemini almam dedim. Defterini aldım. Bu sefer hem dövdüler, hem mektepten kovdular.
- Çok fena yapmışsın.
- Fena yaptım. Ben adam olmak istemiyorum ki. - Ne olmak istiyorsun ya?
- Boyacı olacağım dedim ya.

Sait Faik Abasıyanık
Şiirin orhan velisi gibi yakıştırmaları sait faik'e hakaret olarak kabul ediyorum. Orhan veli şiire bir şey katmamıştır sadece farklılaştırmıştır. Ve şiir denince akla orhan veli gelmez gelemez. 2-3 şiirle büyük şair olunmaz. Oysa sait faik tarifi mümkün değildir. Kalemini mi kullanır gönlünü mü bilinmez. Sait faik öykü de zirvedir. Sait faik türk edebiyatında dönüm noktasıdır. Sait faik öyle bir öykü yazarıdır ki bir çok şairden alamadığınız şiir hazzını onun öyküsünden alırsınız. Kendisiyle ilgili yakın zamanda uzun bir yazı yazmayı planlamaktayım zaten orada daha detaylı bahsedeceğim. Ancak şunu söylemek istiyorum geçmişten bir insanla tanışma şansımız olsa benim için bu şahıs tereddütsüz sait faik olurdu. Karşısına oturmak sigaramdan derin bir nefes çekerken sormak isterdim. "Nasıl bu kadar derin yazabildin?"
istanbul' u en saf dille, en berrak görünüşüyle anlatan edebiyatçımız.
-bu zamana kadar nevin olarak yaşadım bundan sonra ayşe olarak devam edeceğim. / kayıp aranıyor.
Kış, Ada’nın her tarafında yerleşebilmek için rüzgârlarını poyraz, yıldız poyraz, maestro, dıramudana, gündoğusu, batı karayel, karayel halinde seferber ettiği zaman; öteki yakada yaz, daha pılısını pırtısını toplamamış, bir kenara, oldukça mahzun bir göçmen gibi oturmuştur. Gitmekle gitmemek arasında sallanır bir halde, elinde bir pasaport, çıkınında üç beş altın, bekleyen bu güzel yüzlü göçmen tazeyi benden başka bu Ada’da seven hemen hiç kimse yoktur, diyebilirim. –Övünmek için değil- Herkesin yeni başlayacak olan altı-yedi aylık soğuk hayata kendini şimdiden alıştırmak ve hazırlamak için bir şeyler yapmaya çalıştığı öyle günlerde ben, tembelliğim, hep kaçanı kovalama huyumla yazın, o güzel göçmenin peşine düşmüşümdür. Nerede yakalarsam orada kucaklarım onu. Kimi bir çamın gölgesinde durgun ve güneşsizdir. Kimi bir çalılığın kenarındaki çimenlikte bütün eski ihtişamıyla daha yeni başlamıştır. Yazın daha parça parça, lime lime, bohça bohça eşyalarıyla gitmek için fazla telaş etmediği Ada’nın bu yakasında, hiçbir ev yoktur. Yalnız bir tek kır kahvesi vardır. Bir küçük koyun hemen beş-on metre yukarısında, bir apartman terası kadar ufak bu kır kahvesinin tahta masaları üstünde, hâlâ karıncalar gezer. Hâlâ sinekler kahve fincanının etrafına konarlar. Bütün sesler kesilmiştir. Kimi gökyüzünden bir uçak homurtusu gelir. içindeki, şimdi Yeşilköy’e inecek yolcuları düşündüğüm, yalnız bu yazıyı yazarken oldu. Ondan evvel de uçaklar geçmişti. Ama, hiç içindeki Yeşilköy’e neredeyse ineceklerini, daha şu iki satırın sonunda inmiş bile olduklarını düşünmemiştim. Kahvecinin kendisi sevimsiz bir adamdır. Kahveciden çok, ters bir devlet memuru hüviyeti taşır. Hastalıklı olmasa, doktorlar fazla yorulmamasını salık vermemiş olsalar, dünyada kahveci olmazdı. Tersine, ben ömrümce iyi bir kahve bulamadığım için, kahveci olmamışımdır. Bir kır kahvesi, bir köyün kahvesinin üç-beş gediklisi… bundan güzel bir ömür mü olur, elli-altmış senelik yaşam, bundan güzel. Ağaçtan ağaca serilmiş beyaz çamaşırlar bu kadar durgun, güneşsiz, ıslak bir şekilde ılık havada hiç kurumayacaklar. Bu kedi, tahta masanın üstüne çıkmış, köpeğime durmadan homurdanacak mı? Sandalyenin üstündeki vişneçürüğü rengindeki delik çoraplar… Asmanın yaprakları daha yemyeşil. Bizim bahçedeki kurudu bile. Deniz, Bozburun’a doğru başını almış gidiyor. Uzaklarda görünen, istanbul’un neresi kimbilir? Sesler neden gelmiyor? Bir başka uçağın sesi gelmeye başladı. Bizim Ada, uçakların geçtikleri bir yol güzergahı olmalı ki, hep ya.
şiir gibi hikaye yazar, şiir gibi hikaye söyler. ben hiçbir zaman sait gibi olamayacağım. kimse onun gibi olamayacak. o günler geride kaldı. artık kimse zenginlik içerisinde yaşayan ailesini bırakıp, sefalet süren balıkçıların yanına gidip orada takılmıyor ve böyle hikayeler yazmıyor. sait okuduğum en güzel kaybeden. bu kadar güzel kaybetmek artık mümkün bile değil.
Yaşasaydı 111 yaşında olurdu.
doğayı, istanbul sokaklarını en ince ve doğal tarzla anlatmış usta edebiyatçımız. 111. doğum günü kutlu olsun.
Yazmasam çıldıracaktım demiş yazar. iyi ki yazmış elbet.

Meraklısına şöyle önereyim: (bkz: birtakım insanlar)
Her hikayesini ayrı ayrı severim ama dülger balığının ölümü benim için apayrıdır. ilk dinlediğimde ağlatmıştır beni.
istanbul üniversitesinde edebiyat okuduğu sırada uygurca öğrenmek istemediği için okulu bırakan yazar. Ve ben bugün bunu köktürkçe dersinde öğrendim.
Hikayelerine ek şiirleri de olan edebiyat incisi.

- - - - - - - -

Bazı akşam üstleri, oturur
Hikayeler yazardım,
Deli gibi!

Ben hikaye yazarken
Kafamdaki insanlar
Balığa çıkarlardı.

Kadınlar,
Kahve cezvelerini ısıtan, mavi ışıklı ispirto lambalarını
yakarlardı
-Geceleyin, karanlıkta, bir dağ başında Bir
değirmenci;
Yüzükoyun kapanırdı uzun uykusuna.

Köylüler gelirdi
Bakraçlarıyla pazara
Yoğurt satmaya.
Çıplak bir çocuk ayakları avucumda idi
Sokakta diz boyu kar vardı
Bir köprü başında
Bıçaklardım istediğimi;
Atardım kendimi, büyük şehirlerin
Asma köprülerinden suya,
Duyardım suyu yardığımı.
Görürdüm:
Suya düşüşümün
Köprüye fışkırttığı suyu.
"dünya her şeye rağmen güzeldir. ne güzeldir bu yağmur! sevgilim ne güzeldir. beni sevmemesi ne kadar acı."
Bu sokaklarda kaybolma sebebim. Bir balığı öpüp denize atma vesilem.
" Ölümün karşısında, ne yapsak, muvaffak olmuş bir aktörden farkımız olmayacak.O kadar muvaffak olmuş bir aktör.. "
okumayan insan kitap okudum demesin.
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.’’
Mina Urgan Bir Dinozorun Anıları kitabında yakından tanıdığı Sait Faik Abasıyanık'ı anlatıyor:

“Sait Faik, kılık kıyafeti ve davranışlarıyla, yazar çizer takımının aydınlarına hiç mi hiç benzemezdi. Koltuğunun altında kitap taşımaz, okuduklarını anlatmaz, düşüncelerini iddialı savunmaya kalkmaz, kişiliğini ikide bir de ileri sürmez, kendinden hiç söz etmezdi. Sait Faik ile tanışanlar, bir halk adamı sanırlardı onu. Hakları da vardı; çünkü Sait Faik gerçekten bir halk adamıydı.
Sait Faik ömrünü sürekli bir avarelik içinde, Burgaz'da ya da Beyoğlu'nda dolanmakla geçirirdi. Çoğu zaman sinemaların önündeki fotoğraflara boş gözlerle bakarken rastlardım ona. Yazmaya, hatta bu kadar çok yazmaya nasıl vakit bulabildiğine aklım ermezdi. Odasına kapanıp masasına oturarak yazı yazmadığını kesinlikle biliyordum. Balıkçı kahvelerinde, sandallarda, Adalar vapurlarında, meyhanelerde, gözlerden uzak köşelerde, cebinden çıkardığı buruşuk kağıt parçalarına bir şeyler karalardı dizinin üstünde.”

Saygıyla anıyoruz, alıntıdır.
(bkz: balon)
sait faik'in "abasıyanık" eseri türk klasikleri arasına girmiş ve okuma bilen herkesin mutlaka okuması gereken nadide bir eserdir efenim.
bir kuşun ölümüne sevgilisini kaybetmiş gibi üzülen biriymiş.
Henüz okumaya başladığım edebi kişilik. Elimde Milli Eğitim Bakanlığının Kültür Yayınları serisinden "Seçme Hikayeler" var. 1972 yılı ilk basım. Hazırlayan Tarık Buğra. Önsöz kısmını oldukça başarılı buldum. Sait Faiğin edebi kişiliği ve yaşamını birlikte değerlendiriyor. Semaver öyküsünü okurken hafızamda bir şey canlandı. ilk ya da ortaokulda ders kitabında bu öykü vardı. Nedense beni etkilemişti. Yani o sayfayı hayal meyal hatırlıyorum. Çocukluğuma dair hatırladığım pek az şey var. Ve o kitap sayfasını az çok hatırlamak benim için kıymetli.
(bkz: sait faik abasıyanık)