bugün

Filmi de çekilen (üstelik Esmeralda'yı Salma Hayek canlandırıyor) bu güne kadar okuduğum en trajik aşkı konu edinmiş klasik.
insan sever de böyle mi sever be hemşerim dedirten hadise.
Tüm erkeklerın esmeraldaya aşık oldugu ve guzellıgınden dolayı acı ceken kıza yardım etmek ısteyen bır ınsanın dunya klasıklerı ıcersıne gıren hıkayesıdır.
romanın en eğlenceli karakteri şair filozof yazar pierre girongoire'dir. roman boyunca her ortaya çıktığında beni güldürmüştür. bir orhan veli tavrı vardır sanki üzerinde. adamımdır.

--spoiler--
oyunu başarısız olan bu yüzden de cebinde meteliği olmayan şair filozof pierre aylardır kirasını ödeyemediği evine de gidememektedir. geceyi nerde geçireceğini bilmez halde avare avare karanlık sokaklara dolaşıp hayaller kurmaktadır. o sırada güzeller güzeli çingene kızı esmeralda'yı görür. ve bu güzelliğin peşine düşer. ancak çok tehlikeli bir iştir bu. ve şair kendini serseriler, çingeneler, hırsızlar, dilenciler yuvası olan "mucizeler sarayı"nda bulur. o saatte oraya hiç bir namuslu adam girememiştir. girenlerde çıkamamıştır. velhasıl şair asılmak üzere cingene dükünün ve dilenciler kralının karşısına çıkarılır. asılmamak için tek kurtuluş onlara katılmaktır. şair bunu kabul eder ama bunun için de bir sınavdan geçmesi gerekmektedir. o esnada şu replikler yaşanılır * ;

" metelik kralı:
- şimdi, sağ ayağını sol bacağının çevresinde döndürüp, sol ayağının ucunda dikil.
şair zor duyulur bir sesle:
- demek kolumu veya bacağımı mutlaka kırmamı istiyorsunuz, öyle mi haşmetmaap?dedi.
haşmetmaap başını salladı.
- dinle arkadaş. çok konuşuyorsun sen!mesele kısaca şu: denildiği gibi ayağının ucuna dikileceksin, böylece mankenin cebine ulaşabilirsin. mankeni yoklayacaksın, içindeki keseyi çekip çıkaracaksın. bütün bunları tek bir çıngırak sesi bile duyulmadan yaparsan iyi bir hırsız olabilirsin. artık bizim, seni sekiz gün boyunca sopaya çekmekten başka işimiz kalmaz.
şair:
- eyvah! nasıl yaparım? peki ya çıngırakları çaldırırsam?
- işte o zaman asılacaksın. anlıyor musun?
- hiç bir şey anlamıyorum!
kral tane tane konuşmaya başladı:
- bir kere daha dinle! mankenin ceplerini araştıracaksın, para keseini alacaksın. bu arada bir tek çıngırak çalarsa asılacaksın. anlıyor musun?
şair başını salladı:
- iyi! bunu anladım. sonra?
- çıngıraklar duyulmadan keseyi çıkarmayı başarırsan serseriler arasına katılacak, sekiz gün peş peşe sopaya çekiceksin. anlamışsındır artık, değil mi?
- hayır efendimiz.! hiç bir şey anlamıyorum. bundan benim kazancım nedir? birinde asılacağım, öbüründe dövüleceğim...
kral:
- seni, senin iyiliğin için döveceğiz. dayağa alışman için.
- çok teşekkür ederim, dedi şair."

akabinde beceriksiz şairimiz beceremez tabi ama güzel esmeralda kendisini kurtarır.
--spoiler--
her kim ki hayatının herhangi bir dönemimde kendisini quasimodo gibi hissetmemiştir; işte orada insanlıktan uzak, ruhsuz, ahşap, öküzün de öküzü bir insan vardır. evet öyledir...
19. yy başlarında Paris şehir planlamacıları Notre Dame Katedrali'nin bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak istemişlerdir. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo, halkın ilgisini buraya çekmek ve katedralin yenilenmesini sağlamak için Notre Dame'ın Kamburu adlı romanını yazmıştır. Roman, Notre Dame Katedrali'nin yenilenmesinde büyük rol oynamıştır.

Romanın tamamlanması yaklaşık 6 ay sürmüştür.
(bkz: bana su verdi)
yakında okuyacağım bir kitap. yorumsuz zaten victor hugo şaheseri.
bursa'da sahnelenecek olan bale gosterisi.
http://www.on5yirmi5.com/...bursada-sahnelenecek.html
(bkz: notre dame de paris)

müzikale aktarılmış victor hugo eseri. izlenmeli, dinlenmeli.
Her okunuşunda etkileyen kitap. Esmeralda dan çok quasimodo etkiler...
(bkz: notre dame de paris)
hayatımda sefillerden sonra okuduğum en duygusal kitaptır. bitireli oldukça zaman oldu ancak hala etkisi üzerimdedir. quasimodo kadar olamadığınız için kendinize kızarsınız. ve bir de balık burcuysanız belki kitabın son sayfasını okurken ağlayabilirsiniz.
gerçek klasiklerden olan enfes roman.

gece gece nerden aklıma geldi aq. esmeralda kıllı vajinana koyayım e mi?
dur lan rahip denen puştun işi aslında hepsi.
okunması gereken şahane bir romandır.
rahip frollo adından bir rahibin hayatı.
sinemada izlediğim ilk film olup o zamanlar anlayamamıştım olayı. ama anlatılanlara göre çok güzel bir hikayesi olan film, roman.
ortaokul bilmem kaçta kitabını okumuştum.

okuduğum kitapları, izledigim filmleri unutmama rağmen o roman hala tüm detaylarıyla aklımdadır.

filmini izlemeden önce kitabının okunması gerekiyor.
notre-dame kilisesinin çanlarını çalan tek gözlü çirkin ve kamburu olan quasimodo'nun güzeller güzeli esmeralda'ya olan inanılmaz aşkını ve bağlılığını anlatan kitaptır. victor hugo'nun unutulmaz eserlerindendir.
victor hugoya sorulduğunda bu kitabın içerisindeki karamsarlığın kökeninde yatan sebebin, o dönemin dinsel mitlerin ögelerinden kaynaklı bir insan-din çatışması olduğu yalanını ortaya atıyor. ama bence bunun başka bir hikayesi var. ve hiçbir yazar yoktur ki kendinden bir şeyler taşımasın kitaplarında..

victor hugo subay olan babasının peşinde şehirden şehire sürüklenmekten muzdarip bir kaderle dünyaya geldi. babasının onun da kendisi gibi asker olacağını düşüncesi ne kadar baskıcı ve kati olsa da, bu çocuk 13 yaşında latince, grekçe, ingilizce ve fransızca biliyor ve şiirler yazıyor, hayata dair bilge ve ulvi düşünceleri bir kenara bırakıp yaşıtları gibi top oynamak şöyle dursun, onları yanından hiç ayırmıyordu. 17 yaşına geldiğinde bir gün şiirlerini alıp yayınevine gitti. yayınevi sahibinin karşısında otururken kucağına koyduğu bir tomar kağıt bile bu çocuğun daha o yıllarda ne olacağını gösteriyordu. süslü kılıçlara kuşanmak için doğmamıştı. yayınevi editörü ona ilk kez güldüğünde 'çocuk'da ona güldü "ilerde pişman olacaksınız, peşimden koşacaksınız!" diyerek ayrılmasının ardından çok geçmeden dediği doğru çıktı.
20 yaşlarında victor hugo kendini dünyanın en mutlu insanı sayıyordu. ilk kitabı yayınlanmış, bu kitaptan aldığı parayla da, yıllardan beri sevdiği kızla, adele foucher ile evlendi.
on yıla yakın hayatının en mutlu günlerini yaşadı, yeni şiir kitapları ve romanlar yayınladı. oyunları sansasyonel etkiler yarattı, romantik akımının ilk sinyallerini verdi. yeni akımın yanında olanlar oyunlarının yayınlandığı günler alkışlayıp coşuyorken, tutucular yuhalıyordu. oyunu arka arkaya tam 45 gün sahnelendi. her gece yenilikçiler biraz daha coştular, eskiler silinmeye başladı ve en sonunda kavga alanından kaçtılar. ondan sonra kavga bir süre daha sürüp gitti ve ertesi yıl "notre dame'ın kamburu" yayınlanınca yeni akım kendisini kesinkeş kabul ettirdi. sanat dünyası romantik görüşle de büyük yapıtlar yaratılabileceğine artık iyice inanmıştı. genç yazar yeni akımın öncüsü, bu edebiyat dünyasınınsa baştacı olmuştu.

mutlu yılların ardından 29 yaşında yazdığı bu kitaptaki o karamsarlığa gelelim.

kimi edebiyat tarihçilerine göre ne var ki, bu karamsarlığın, şair ve yazarın o sırada yaşadığı acılı günlerden ileri geldiğini öne sürerler. yazarın mutlu evliliği bitmiştir ve kuşkular içinde geçen acı günleri başlamıştır.
karısı o dönemin ünlü eleştirmenlerinden biri olan sainte beuve'yi sevmekte ve bu haber de kısa sürede yayılmıştır.
Nitekim sainte beuve hugo'ya gönderdiği mektubunda şöyle yazmıştır:
"yüce yüreğinizi kurcalayan acıya alet olmam nedeniyle kendimi temize çıkarabilmek için yazgının üzerine atılmak gereksinimi duyuyorum."

bizim deyiyimizle nasip değilmiş gibi saçma sapan bir anlam çıkarılabilir. ama hugo bunu ciddiye almış ve nitekim ne kadar kitabın içindeki o karamsar duygu orta çağın büründüğü uğursuz karanlıklardan ileri geliyor olsa da, hugo bu romanını klisenin duvarına kazınmış "yazgı" sözcüğü üzerine kurduğunu kitabın önsözünde açıkca belirtmiş.
bundan 400 yıl önce olduğu tahmin edilen notre dame katedralinin kulelerden birinin duvarına oldukça derin kazınmış bu sözcüğü görmesi üzerine; bu silinmiş, üzerinden kuşakların geçtiği ve yakında hiçbir izinin kalmayacağı yazgı sözcüğünü görmesi üzerine uzun bir önsöz...
Ve sonunda "bu kitap işte o sözcük üzerine yazıldı." açıklamasını yapmış.

kitapta bariz bahsedilen iki karakter üzerinde garip bir şekilde vurgusunun yapıldığı bu kelime de ima edilen şeyler pek bir iğrenç ve çirkin olan quasimodoyu betimler hale geliyor ve ne zaman kötü, yavan, sıkıcı, çirkin, mutsuz, acı ve üzgünlükten bahsedilecek olsa rahip ve quasimodo üzerine yapışan bu kelime kullanılıyordu.

demin yazdığım sıfatları kapsayan bu 'hakarette' bir şey vardı ki; victor hugo hayatının en duyarlı ve belki de sanatının doruk noktasında yazdığı bu kitapta "gençlik aşklarına" olan özlemini dile getiriyor ve "hayatının baharını" acı acı anıyor.
Oh Lucifer, Oh laisse-moi rien qu'une fois
Glisser mes doigts dans les cheveux d’Esméralda.
O phoebus var ya tam bir şerefsiz yavsak gottenverendir

Nasıl da yuzustu birakiverdi esmeraldayi yavsak yaaa.

Bu arada esmeraldayi gerçekten kalbiyle seven tek insan quasimodo idi :'(
Kitabı bitirince zombiye, ölüye döndüm. Sarstı resmen. Yamuldum lan.
Okuduğum en iyi roman olarak seçtiğim bir başyapıttır. Dünyada okunması gereken 10-15 roman vardır gerisi lazım değildir. Bu eser de ilk 10'da.
yeri geldi dinleyelim:

https://www.youtube.com/watch?v=-XB7aftz6zY
bu şarkıyı mutlaka dinlemelisiniz: https://www.youtube.com/watch?v=-XB7aftz6zY

quasimodo nun emeralda'ya olan aşkı *