altıkırkbeş yayınevi'ne ait bir uzantı, kol, uzlav, hey ney? tim burton'ın şiir kitabını bu uzlav ile basmışlardır ya da yayımlamışlardır ama yayınlamış da olabilirler, hey ney?
kurduğu hayallerden masallar yaratırdı uyumadan önce...
masal 1-
şehri çevreleyen alçak dağa doğru bakanların küçücük gördüğü evin, üst katındaki terasta ahşap bir masaya iştah kabartan kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. arkasına yaslandığı sandalyede manzaraya bakıp ruhuna huzur yüklüyordu. tekmiş gibi kurmazdı hayalini, zaten değildi! elbette alt kattaki mutfaktan tabak sesleri, yemek kokuları geliyordu. bahçedeki köpeği de acıkmış olmalıydı sessizliği havlayarak bozuyordu. dağa çıkan patikanın sol yamacındaki evini en çok kışın severdi. etraf toprak kokardı yağmur sonrası , ağaçlar kırmızıya çalan renge boyanırdı. şehre sis, dağ tepelerine bulutlar çökerdi.
işte yılın o zamanlarında bahçe çimenlerinin üzerine düşmüş sarı ve ölü yaprakların hışırtısında yürümek kadar keyifli ve huzurlu başka bir şey bilmiyordu. yürüyüş sonunda üşüyen hep kadın olurdu, küçük kız çocuğu gibi mızmızlanır adamın elinden tutup eve çekerdi. en sevdikleri koltuğun üzerinde,en sıcak tutan örtülerine yani birbirlerine sarılır, hayatın getirdiği zorluklarla dalga geçerlerdi. hava kararmaya, gün bitmeye yüz tutunca telaşlanmazlardı. tek korkuları hiçbir canlının kaçamadığıydı.
ve bu gecenin hayali bitmek üzereydi. şöyle kurmuştu sonunu:
saatlerin hızla koştuğu, yorgunluğun vücutlarına hükmettiği iş günlerinin telafisi bu haftasonunda onların hakkkıydı. ruhlarına armağandı bu güzel gün. tütsü yanan odanın ışıklarını açmadan, karanlığın çöküşünü öpüşerek karşılamışlardı.

evet işte böyle kurardı hayallerini ama sonra yorgunluk koca bir taş olur, otururdu gözlerine. yatağı büyüktü ama o hep aynı tarafa yatardı. gecenin ilerleyen vakitlerinde yanına biri gelip uzanacakmış gibi. ve kollarını yastık yapar, yorganını bacakalarının arasına alır, aynı omzunun üzerinde uyurdu. küçüklükten kalma emanetti bunlar, vazgeçememişti. sonra varoluşunu sorgulamaya başlardı. özlediklerini, kırgın olduklarını, pişmanlıklarını, günahlarını, mutlu olduğu zamanları tek tek düşünürdü...
özlediği sadece bir kişi, kırgın oldukları çok. pişmanlıklarını unutmaya çalışır, günahlarını affedileceğini düşünür mutlu olduğu zamanları hayal ederdi.

hayal 1-
kolunun altında tuttuğu plastik top çocukluğunda sahip olduğu en büyük servetti. ve bir de sevgi. ama o zaman sorulsaydı ona hangisi daha önemli diye "oyuncaklarım, oyunlarım, sokak arkadaşlarım." derdi elbette.
ömrünün sonunda elinde hangisinin kalacağını bilmeden dolaşırdı sokaklarda kısa şort ve t-shirtle. biriktirdiği misketleri bir gün kaybetmişti sevmediği oyun arkadaşına. oyun arkadaşını sevmek zorunda da değildi zaten. çünkü sevmek değildi oynamak, annesiyle oynamazdı ama onu severdi. o yaşlarında sevgi neydi anlayamamıştı. kafası karışmıştı. sorgulayan, anlamaya çalışan zeki bir çocuktu ama beğenmemişti bir türlü aklını. eksik görmüştü kendini.
büyüdüğünde oyun arkadaşlarını, koşturdukları sokakta adam olmamışken görecekti bir gün. ve anlayacaktı o zaman kendi aklının farkını, iradesini o gün o dakika sevecekti. demek ki sevmek için yıllar gerekmiyordu. sevilmeyen bir gün sevgilen olabiliyordu. o zaman sevgi neydi? tanımadığın bir kızı sevmeye başlamak normal olsa gerekti. bunu anlamış seveceği kişiyi düşünmüştü, nerdeydi şimdi? ne zaman gelecekti? tanımadan sevmişti...

en büyük günahı ettiği küfürlerdi çocukken. büyüdükçe daha çok günah işleyip kötü biri mi oluyordu? babasını düşündü sonra. imrenerek baktığı, özendiği adam büyüktü ama kötü biri değildi! anladı ki; günah işlemek kötü biri olmak değildi. içine ekilen tohumlar iyilikti, sevgiydi. işte o bu yüzden her gece hayatı, kendini, yaşadıklarını sorgulardı.
hayalinin sonuna doğru özlediği gelirdi gözünün önüne, pişmanlıkları, günahları, kırgın oldukları, mutlu anları... onu var eden, onu o yapan her şeye teşekkür ederdi. çocukluğuydu onu bu kadar iyi biri yapan, çocukluğundaki mutlu günlerdi...

yatar yatmaz uyuduğunu sanırdı ama her gece masallar yazar, hayaller kurardı. masallarındaki ev, geçmişindeki çocukluk anıları değişebilir belki ama umduğu mutluluk hep aynı kalır. gelecek için kurduğu hayaller, geçmişinin mutluluğu kadar olsa razı gelir, şükürler ederdi.
ilerledikçe zaman vücudu ağırlığını yatağına yükler. yanına gelir kıvrılır biri, sokulur mis kokan koynuna. yanına yatan kadın masallar anlatır sen uyu diye. sen uyu da ; solukların ona ninni olsun diye.
*
kadıköy kadife sokakta (bkz: barlar sokağı) bir cafe.
(bkz: ağva masal evi)