bugün

“içinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun? Sizin gibi beş hissinden başka duygu vasıtası olmayanlar bu daimi korkudan kurtulamazlar. Asıl sebep ve illetlere varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.”
Şöhretini ve Konsorsiyom'u iki altın kural üzerine kurmuştu.
Asla tutamayacağın sözü verme. Ve asla bir müşteriye yalan söyleme. Cehennem , Dan Brown
Sabahları canın yataktan çıkmak istemediğinde, hemen şöyle düşün:"Bir insanın görevini yerine getirmek için kalkıyorum.Bunu yapmak için için doğdum, bu dünyaya bunun için getirildim, peki ama neden yakınıyorum öyleyse? Yataktan çıkmayıp yorganı başıma çekmek için mi yaratıldım yoksa?

(bkz: Düşünceler) (bkz: Marcus Aurelius)
"yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. insan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu görüşlere sahip olduğu zaman kendini yalnız hisseder."

carl gustav jung
Siz siz olun olun siZ.
Warwick Üniversitesi’ndeki matematikçi Peter Backus’ın yaptığı araştırmaya göre bir kimsenin ‘doğru insanı’ bulma şansı “285 binde 1”dir. (bkz: Murat menteş)

Öğrendiğim iyi oldu aramıyordum zaten.
Tabii umut, koşup giderken bir sokağın köşesinde, daha kurşun havadayken vurulup ölmekti.

albert c.
Noksan söylemek, fazla söylemekten daha iyidir.

(bkz: Altıncı Koğuş)
(bkz:  Anton Çehov)

bizden özge söz varsa, bu sükuttur, ne söylense artık, düşünce ve duyguyu ifade edemez.
layık olmak isteyip de kabul görmediğimiz insanlar değil miydi duygu zindanlarımızın kapısı?

aeden - azra kohen
iki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. doğum günlerinde, bayramlar da birbirlerine ilginç armağanlar göndererek hediyeleşirlerdi. böylece birbirlerine zekâ üstünlüğü gösterisi yapma gayreti içerisinde oluyorlardı. hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. istediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. aralarında bir fark olacak; ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir ve farklıdır. o heykeli bulunca bana haber ver.

"hediyeyi alan hükümdar, önce heykelleri tarttırdı. üç altın heykel, gramına kadar eşitti. ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. günler geçti. bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. sonunda, fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir gence haber gönderdi. iyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. genç, önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi; sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. ikinci heykele de aynı işlemi yaptı, tel bu kez diğer kulaktan çıktı. üçüncü heykele de tel kulaktan girdi, ama bir yerden dışarı çıkmadı. ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu. hükümdar, heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı: "kulağından gireni ağzından çıkartan (sır saklamayan) insan makbul değildir. bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da (öğüt dinlemeyen) makbul değildir. en değerli insan, kulağından gireni yüreğinde saklayan insandır (öğüt tutan ve ketum olan makbuldür) . bu çok değerli ve anlamlı hediyen için çok teşekkür ederim."

#insan
"Çünkü hepsi birbirinin eşiydi, hepsi aynı orospunun çocuklarıydı ve sırt çantalarıyla mataralarının ağırlığını, süngü çakılmış tüfeklerinin ayıbını, körü körüne itaatin onmaz çıbanını ve sözümona onur duygusunu hep aynı vurdumduymazlıkla yaşıyorlardı."
-Vasiyetnamenizi hazırlamış mıydınız? diye
sordu Werner ansızın.
-Hayır.
-Ya ölürseniz?
-Mirasçılarım kendiliklerinden ortaya çıkarlar.
-Yani, son bir veda yazısı yollamak istediğiniz
bir dostunuz yok mu?
Başımı salladım.
-Yani, kendisine hatıra olarak bir şey
bırakmak isteyeceğiniz tek kadın da mı yok bu
dünyada?
-Size açılmamı mı isterdiniz doktor? diye
sordum, insanın sevgilisinin adını anarak öldüğü
ya da sevgili bir dostuna pomatlı yahut pomatsız
bir tutam saç bıraktığı yılları çoktan geride
bıraktım ben. Yakın bir ölüm aklıma gelince
yalnız kendimi düşünüyorum: Bazıları bunu bile
yapmazlar. Yarın beni unutacak, daha kötüsü,
hakkımda yalanlar uyduracak dostlardan,
başkalarını kucaklarken bir ölüye karşı
kıskançlık uyandırmamak için arkamdan
gülecek kadınlardan bana ne? Hayatın kasırgası
içinden birkaç fikirle çıktım ben, duygu aramayın. Uzun süredir kalbimle değil kafamla
yaşıyorum zaten. Kendi tutkularımı ve
davranışlarımı dikkatle inceliyorum, ilgiyle, ama
hep dışarda kalarak. Benliğimde iki kişi
barınıyor: Bunlardan biri, kelimenin tam
anlamıyla yaşıyor, öbürü ise onu yargılıyor.
Birinci, belki de bir saate kadar sizden ve
dünyadan ayrılacak, ötekiyse... Öteki ne
olacak?...
Aşksız geçen günlerimi günden saymıyorum.
-m.b
Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate ve çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı böylesine trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireyin yaşamında ve tarihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları, insanlığın yıldızının parladığı anlar diye adlandırdım; çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadır.

(bkz: Stefan Zweig) -insanlığın Yıldızının Parladığı Anlar,
Sayfa 14 önsöz - Can Sanat Yay. Mini kitap3 serisi, 2. Basım(Mart 2016)
ya insanların gönlünü hoş tutmalı ya da onları yok etmelidir; çünkü insanlar uğradıkları küçük zararların öcünü alırlar ama büyük zararların öcünü alamazlar; bu yüzden insana verilecek zarar, intikam korkusu olmayacak biçimde olmalıdır.

prens- machiavelli
Başkalarının en büyük sevinçlerinin sessiz ve kendinden emin tek kaynağı olmak insana haz verir; bir başkasına en derin acıları tattırmaktan da aynı hazzı duyabilir insan.
Turgenyev
Üzerimizdeki yıldızlar sessiz, Sırtımızda yanılgılarımız savrulup gidiyoruz.
(Fedailerin Kalesi Alamut )

sırf bu cümleden dolayı bile okunmaya değer bi kitap.
..ve gökyüzündeki tanrı beni dikkatle izliyor, yıkılışımın bütün kurallara uygun, sürekli, ama ağır ağır ve zaman ölçüsünün dışına çıkılmaksızın olacağını biliyordu. oysa cehennemin uçurumundaki şeytanlar, bu iş bunca uzun sürdüğü için büyük bir sabırsızlık içindeydiler; bir an önce bekliyorlardı ki büyük, bağışlanamayacak bir günah işleyeyim ve tanrı adaleti yerine getirmek için beni bir anda silkip atıversin kucaklarına..

knut hamsun - açlık
Günaydın. Üstümüze üstümüze geliyor her şey. Kavgadan, kıyametten beslenir hâle gelmişiz. Öyle bir ümitsizlik çökmüş ki dünyamıza, yalnız kalacağız diye kırıp döküyoruz. Vuslat Çamkerten'in aynı kitabında Nilay, "Ama sen insanları kovarak ve hatta onlarla dövüşerek yalnız kalabileceğini sanıyorsun." der ve ekler: "Böyle yalnız kalınmaz, insan böyle kimsesiz kalır ancak." Değmez sevgili okur. Kavga etmek değil ümit çiçekleri yeşertmek gerek. Var olun.

Bir yudum kitap mail grubuna dahil olunması siddetle tavsiye olunur.

Suriye Pasajı’nın içi taze demlenmiş çay kokuyor. Kürkçüyü ve oyuncakçıyı geçip soldaki merdivenlere yöneldim. Daha ikinci kattan bizimkilerin sesi geldi bile. Dairenin kapısı aralık, içeri gidim. Köşelere gelişigüzel bırakılmış kumaş rulolarını geçerek salonu buldum. Cem’in kumaşçı babasıyla ortağının eski bürosu burası, uzun uzun pencereleri istiklal’e bakıyor.
Sekiz, belki dokuz kişi ancak var. Arka arkaya, derslik gibi dizmişler sandalyeleri.
“Siz nasıl geç kalmıyorsunuz, hayret ediyorum.”
Hepsi bana döndü. Ayaklı yazı tahtasının önünde duran Cem’e göz kırpıp sırtından dolandım, pencere tarafındaki sandalyelerden birine oturdum.
“Tanıştırayım,” dedi Cem. “Editörümüz Mustafa, Mustafa, arkadaşlar. Bu sefer de gelmesen bir sonrakine biz sana geliyorduk.”
Boşluğa doğru gülümsedim. Kimse tanıdık gelmedi. Kulaklığımı, tütünümü, çakmağımı ceplerime dağıtırken ilyas’a bakındım ama göremedim. Paltomu sandalyemin arkasına asarken içinden küçük siyah defterimi çıkardım. Yürürken öyküme eklerim diye aklıma gelen bir iki detayı kaydettim.
“Arkadaşlar, konuştuğumuz gibi rahat rahat okunacak, okurumuza dost olacak, kolunun altına kıvırıp yanına alacağı bir dergi olacağız,” diyor Cem. “Vapurda, metroda, çaykahve molalarında, tuvalette, gece uyku tutmadığında gözleri bizi arasın. Geçen sefer üstüne epey konuştuk, yeniden söyleyeyim, güzel öyküler, umut veren sözcükler, akılda kalıcı cümlelerle yola çıkacağız.”
Bir tane daha, dedim içimden, kopyala yapıştırdan öteye gidemeyeceğiz yani. Toplantının gündemi, gidişatı, replikler nasıl da tanıdık. Önümdekinin kapüşonun desenleri bile daha eğlenceli geliyor şu an. Deniz atlarının, kılıç balıklarının ve vantuzların üstünden tek tek gözümle geçiyorum. Yosunları kontürlemeyi sona bıraktım.
“Ben sürüden ayrılacağımızı sanıyordum.”
Kapüşonlunun yanında oturan siyah uzun saçlı kız konuştu. ince kazağının altında sivrilerek yuvarlanmış omuzlarına baktım. “Yeni bir şey yapacağız diye yola çıkmamış mıydık, iki haftada piyasadakilerin kuyruğu oluvermişiz anlaşılan.”
“Yeni bir şey yapıyoruz elbette Nilay, ama mevcuttan tümüyle sıyrılarak ilk anda ne kadar görünür olabiliriz? Okurun alıştığı bir stil var. Ayrıca sana da bu anlamda büyük iş düşüyor. Yurtdışından ne kadar bilmediğimiz şair, yazar çevirirsen o kadar yeni soluk getireceksin bize. Dergide iki tam sayfa yerin var.”
“Anlıyorum.”
Donuk çıktı sesi, ikna olmuş gibi gelmedi bana.
Cem derginin kapak anlayışından, sayfa düzeninden, renklerinden bahsetti. Yazmaya meraklı meşhurlardan da yazılar istenecekti, tüm bunlar için bir isim listesi oluşturmalıydık. Aramızdan kimin hangi meşhurla bağlantısı var, haftaya konuşulacak konulardan biri de bu olmalıydı. Elbette yeni yazarlara da yer verecektik. Kim bilir, belki de patlayacak yeni bir yazarın keşfini bile yapacaktık.
“Kronos’un, Anday’ın yaptığı gibi genç yazarları ağlatmayacağız yani,” diye araya girdi kapı tarafındaki kız.
“Evet!” dedi Cem’inki, toplantıdaki en memnun kişi o olabilir, tabletine sevgilisinin ağzından çıkan her şeyi hızlıca not ediyor.
“Aynen öyle Sena. Ruhumuz bu olacak. Elitist, muhafazakâr yaklaşımların köküne kibrit suyu dökeceğiz.” Söyleminden hoşnut bana göz kırptı Cem. “Editörlerimizin masasından geçen her yazı dergimize hoş gelir. Mustafa’yla ikinizin posta kutuları dolup taşacak inşallah. Bir de sponsorluk ve reklam işleri var tabii, toplayabildiğimiz kadar para toplamamız lazım. ilk etapta arka kapağa bir reklam yakalasak şahane olur.”
Olmaz mı hiç.
“Tasarımcımız belli mi? Dergiler artık kapaklarıyla satıyor,” dedi arkamdaki çocuk.
“Tasarımcımız ilyas. Ceza’da ve Şimdi’de çiziyor, işinin ehlidir. Bugün gelemedi ama önümüzdeki toplantıda eskizlerinin üstünden konuşacağız. Hem tasarımlarımızı yapacak hem kapağımızı çizecek.”
Demek işimiz bu kadar kolay. Oysa bir dergi için arabasını satan şairler vardı bir zamanlar bu ülkede.
görsel
Umutsuz olan ölemez
***
ölüm, ölememektir.

Ölümcül Hastalık Umutsuzluk/ soren kierkegaard
insanı yerlere kapanıp yüzünü topraklara gömerek düşünmeye sürükleyecek kadar büyük, umumi ve bilhassa "insanca" idi.

kuyucaklı yusuf.
Kadınlar arası ilişkiler, ister analistle analize katılan, ister usta çırak, ister öğretmen öğrenci olsun en yakın türden akrabalık ilişkisidir.

Clarissa Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar
Sözlük yazarlarını derinden etkileyecek alıntıdır.

görsel

Hayırlı iftarlar, tabii mümkünse...
insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır.