bugün

" Ve devirmek istediğiniz bir despot varsa, önce onun sizin içinizde kurduğu tahtı devirmeye bakın."

(bkz: Halil cibran)

(bkz: ermiş)
Eğer birini affediyorsan artık ona ihtiyacın kalmadı demektir.
yıl 1946.

mekkareci reşit gönlünü bir ermeni kızına kaptırdı. ayakkabı tamircisi bagos demirciyan, akrabalarının isteği üzerine bingöl'den lice'ye göçmüştü. beş kızı vardı: ofsana, fikriye, şato, süslü ve hatun. reşit cantürk'ün gönlünü çalan güzel kızın adı hatun'du. bir gece sevdiği kızı zorla kaçırıp kelvan mahallesindeki evine getirdi. eşi hayriye, üzerine kuma getirilmesine fazla ses çıkarmadı.

genç türkiye cumhuriyeti yasaları, o yıllarda henüz çok eşlilik töresini yıkamamıştı. kızın babası bagos demirciyan da evladının zorla kaçırılmasına tepki göstermedi. çok kızı vardı. üstelik o yıllarda ermenilere hep kötü gözle bakılıyor, hakaret ediliyordu. bu nedenle çoğu akrabası, binlerce yıllık yurtlarından göçüp gitmişlerdi. hatun'a tek üzülen, annesi incik'di. güzel kızının evli ve yabancı (ermeni olmayan) bir adamın karısı olmasına çok kederlenmişti. günlerce ağladı. elinden birşey gelmiyordu.

ne yapabilirdi ki? cantürk'ler ilçenin belalı ailelerinden biriydi. daha geçen yıl sağır ailesi ile silahlı çatışmaya girip, iki kişiyi öldürmüşlerdi. reşit cantürk, ikinci karısı hatun'u müslüman yaptı. imam nikâhı kıydı. genç karısı ile çok yakından ilgileniyor; gönlünü almaya çalışıyordu. ilk karısı hayriye, bu güzel ermeni kızını kıskanmaya başladı. onu hep aşağılıyor; bazen de dövüyordu. hayriye şanslıydı. yine hamile kalmıştı. üçüncü çocuğu azet 1948 yılında doğdu. hatun ise bir türlü kocasına sevindirici haberi veremiyordu. ancak azet'in doğumundan bir yıl sonra, kocasına müjdeyi verdi: hamileydi.

1949 yılında hatun'un ilk çocuğu gözlerini dünyaya açtı: nizamettin. tesadüf, hayriye de, hatun da 1950 yılında yine hamile kaldılar. ve 1950 yılında cantürk ailesine iki erkek çocuk daha katıldı. hayriye'nin çocuğunun adını sabit koydular. hatun'un oğluna ise behçet ismini verdiler. ancak ona hep beco dediler.

soner yalçın - behçet cantürk'ün anıları.
"yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."

oğuz atay - tutunamayanlar
Yaklaşık üç ay önce bitirdiğim bir kitaptan;

görsel
'Saray, köşk yaptırma ey kutlu hakan
Kara yer altında hazır senin evin

Yüksek, geniş ve süslü sarayların burada kalıp
Kara yer altında yatacaksın sen ağlayıp

Niçin topluyorsun bu altın gümüşü
Senin payına düşecek olan iki parça bez.' (sayfa 123)

'Dünyayı nice toplarsan topla
iki bez parçasıdır düşen payına

Yoksul, zengin her ikisi de ölümden sonra
Yine eşit olurlar kara yer altında.' (sayfa 275)

Kutadgu Bilig- Yusuf Has Hacib.

9-10 ay önce bitirdiğim bir başka kitaptan,

görsel
'Ne kadar çok okursam, o kadar çok öğreniyor ve hiçbir şey bilmediğimden o kadar çok emin oluyorum.' (sayfa 69)

Voltaire- insan Yalnızca Anlamadığı Şeye inanabilir

Son olarak çok kayda değer ve önemli bir fikir olduğunu düşündüğüm bir tespitle bitireyim,

görsel
'Dünyada kazanılan hiçbir servet, insanın uğrunda can verdiği özgürlükle kıyaslanamaz.' (Sayfa 550)

Miguel de Cervantes- Don Quijote (Don Kişot)
“Unutmak saklamanın bir başka biçimidir”.
'' müştereken inanmak zevkini , alenen belirtmek ihtiyacın da olduğum allah
büyüktür.. '' n.fazıl hac kitabından .
Kalbimizde Allah'ın nuru vardır, onun adı da vicdandır.
Lev Tolstoy Hz. Muhammed
yüzünde nurlu bir iz
suretinden seçilir
"yüzünü görmek için
her şeyden vazgeçilir!"
(...)
yüzünü görmek için
izini sürmek için
gizine ermek için
her şeyden vazgeçilir!

u.s -1997
Vicdan azabı değil, bilinç azabı çekiyorum. / Fernando Pessoa
“ama karanlığın ne olduğunu biliyorum, birikir, kalınlaşır, sonra aniden patlar ve her şeyi alt üst eder.“
"zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?"

Puslu Kıtalar Atlası--son cümle
ihsan Oktay Anar
okumak başka, sohbet başka…
okurken bir başka düşünceyle temas hâlindeyiz; ama tek başımızayız. insan, fikrî bakımdan çok daha güçlüdür. konuşma, bu gücü dağıtır.
okurken sadece ilhâm alırız, kafamız dilediği gibi çalışır. hem yalnızız, hem beraber.
bir nevi mucize!

salih mirzabeyoğlu - marifetname
tanpınar'ın huzur adlı eserinden bir alıntı yapacağım sayın sözlük okuyucuları:

"senin dışında düşünememek hastalığına müptelayım."

vay bee...
"…yalnız olabilmek için bir kişiye daha ihtiyacı var her insanın."
"devrimlerin sorunu yanlış insanların eline geçmesidir"..

Tıpkı güzel kızlar gibi...
"kayıplar kalabalıktadır; yalnızda kaybolmaz insan."
Yüreğimde ne varsa sömüren bu hüzünlü boşluk, bende hiç umut bırakmıyordu.
“ içimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı. ”
''insanın cahil olduğunu bilmesi, bilgiye atılmış ilk adımdır.''

salih mirzabeyoğlu - marifetname
Inceydik , kırdılar.

Askpare. Tolga akpınar.
oscar wilde, dorian gray'in portresi kitabının hatırlayamadığım bir sayfası :

' elinizdeyken gençliğinizi kullanın, günlerinizi sıkıcı insanlara kulak asarak, umut vaat etmeyen geleceği iyileştirmeye çalışarak veya hayatınızı cahillere, sıradan insanlara adayarak heba etmeyin. '
''hayvanlar "et" denilerek önce dilde öldürülür ve bir hayvan ölmeden kimse et yiyemez.''
"hani yarınlar güzel olur diyorlardı olric, bu yaşadığımız gün de dünün yarını değil mi?"
-kandırıyorlar efendimiz, kandırıyorlar.
kabadayıyı severim...
it ve serkeşini değil de, şovalye ruhlu ve haksızlığa karşı korku hududunu usulünce aşanı...
şairanelik tüten her şeyin yanındayım!..

salih mirzabeyoğlu -tilki günlüğü 2 sf; 211