bugün

babam vefat ettiğinde telefonuna kendi vefat mesajının düşmesi.
o telefonuda o mesajıda hâlâ saklarım...
Ölen arkadaşını telefon rehberinden silememek.
iç burkan mı bilmiyorum ama şöyle bir detay var. ben hep dinleyen kişi oluyorum. ağzı laf yapan insanlar, ben kendini seveyim ya da sevmiyim hasbel kadar beni seven dostlarım, hep bana dert anlatıyor. dertten ziyade iyi bir şey de anlatırsa hep ben dinliyorum. aslında şikayetçi değilim ama neden böyle diyorum bazen. yani başta da dediğim gibi iç burkan değil ama yaşanılan tecrübeniz bile olsa bu tecrübeyi birine anlatmadan tecrübe, tecrübe olmuyor.
Yasak ilan ediliyor. Millet deli gibi dışarda alışverişte. O ara bizim sitenin whatsapp grubuna bir mesaj geliyor. Diyor ki, komşularımız panik yapmayın, ihtiyaçlarınızı kapıya yazıp kapınıza asın, yarın sabah apartman görevlisi alacak diyor. Görevlimiz 60 yaşına yakın. Yani diyor ki biz ölmeyelim o ölsün. Ve ben de dahil hiçbir allah ın kulu çıkıp demiyor ki; “alnına koduğumun salağı, s.kik herif. 2 günde ölmeyiz bu ne bencillik. Çık kendi ekmeğini, suyunu kendin al çok istiyorsan” işte kapitalizm de tam olarak bu oluyor.
Her gün yaklaşık 35.000 kişi açlıktan ölüyor.

işin bir başka gerçeği de tam olarak şöyle; dünyadaki aşırı kilolu insan sayısı ve obez insan sayısının toplamı , aç insan sayısının 3 katı!

Ölüm bu kadar gerçek, insanlar bu kadar acımasız.

Kaynak: https://www.worldometers.info/tr/
"insanları tanıdıkça, yalnızlık güzelleşiyor..."
seri açık oylayan yazarın aslında herkesi açık oylaması. içinden bir şeyler kopar gider, tam kendini yazdığını özel hissedecekken.
çöp karıştıran, ekmeğini çöpten kazanmaya çalışan insanlar daima beni üzmüştür.
görsel
görsel
bir gün aldığımız nefesin, biteceği. sıcak olan tenimizin, buz keseceği. her gün bakım yaptığımız vücudumuzun, çürüyeceği gerçeği.
görsel
geçen sene sonbahar mevsiminde meydanda bir bankta oturuyorum.
her tarafta insanlar bir yerlere yetişmeye çalışıyor. çingeneler bir şeyler satmaya çalışıyor falan. baya oturuyorum orada. sonra yanımdan bir kadın geçiyor. pasaklı ve korkutucu bir kadın. elinde melodika gibi bir şey vardı. pembe renkli. diğer çingeneler gibi bir şeyler satacak diye düşünmüştüm. arkasından pasaklı ve bence kötü niyetli bir adam ve küçücük pembe renkli eski kıyafetler giymiş kız çocuğunu görünce fikrim değişti. çocuğundur herhalde melodika dedim.
yanımdan geçip gittiler. iki dakika geçmeden melodikanın sesi gelmeye başladı arkamda bir yerlerden. kız çocuğu yere oturmuş bir şeyler çalmaya çalışıyordu. uzun bir süre dondum kaldım. kız çalıyor, yanından geçen yetişkinlerin kimisi bir iki bozukluk atıp geçiyor önünden kimisi de hiç umursamadan geçip gidiyordu. belki siz alışkınsınızdır bu sahneye ya da yaşamışsınızdır. hiç bilmiyorum ama o an benim için çok tuhaftı. gerçekten içim burkuldu dediğim nadir anlardan biri olabilir. erkek çocuğu olsa belki bu kadar etkilenmezdim ama kız çocukları bana hep daha naif gelmiştir ve üzdü gerçekten. sadece kızın durumu değil. oradan geçen o kadar yetişkinin bir şey yapmaması, normal karşılaması ve benim bu durumlarda ne yapılacağını bilmemem.. en çok kendime acıdım o an. sadece izleyebildiğim için. biraz kendime geldiğimde kenarda çimenlerin orada oturan yaşlı ( olgun )çifti izledim. kızın para toplamasını bekliyorlardı. kendileri çalışacaklarına küçücük çocuğu izliyorlardı. utanmadan.
o kadar uzun süre izledim ki onları, sonunda benden rahatsız olup çocuğu da alıp gittiler. utanç vericiydi.
görsel
görsel
(bkz: öyle bir geçer zaman ki)
Dost bildiklerinin arkandan iş çevirmesi.
Bir makalede okumuştum. genetik çeşitliliği arttırıp dayanıklılık kazanmak için biyolojik olarak kendimize en uzak en farklı olanı arzular, ona aşık olurmuşuz. Belki de aşkın içine gömülü trajedinin de nedeni budur. Hep en olmayacak, her zaman en uzak olanı isteyeme programıdır insanoğlu. işte bu yüzden aşkın en tatlısında bile ağzımıza acı bir tat gelir.
Üç yıldır aynı günü yaşamak.
(#43599523)
iki genc ne zaman cin cikacak diye okudum ulku ocagina uye ciktilar.
ben 5-6 yaşlarındayken 1.körfez savaşı’nın yarattığı ekonomik sıkıntı ortamında babamı işten çıkarmışlardı. açlık hissini ucundan kıyısından o zamanlar tatmıştım. ama aklımda kalan en çarpıcı detay rahmetli annemin depozitolu kola şişeleriyle beni ekmek almaya yollamasıdır.
O kadar fakirdik ki Tek iç çamaşır takımım vardı Ve ben, annem beyazları yıkadığı gün okula gidemezdim.
Benim değil ancak birinden dinlediğim bir menkıbe.

17-18 yaşlarında lise son sınıfa giden bir genç olan hüseyin, bir gün annesi ile derin bir tartışmaya girer. Tartışmanın alevlenmesiyle birlikte o zamama kadar annesine en ufak ters bir söz söylemeyen hüseyin, kızgınlıkla ve ağzını tutamasıyla "inşallah ölürsün" der.

Hüseyin bunu söyler ama çok üzülür. Hani kalbinizde bir yer böyle bir acır ya öyle betimliyordu anlatan kişi. Ancak demiş bulunur hüseyin ve annesi susar. O vakite kadar annesi olarak yememiş, içmemiş babasız büyüttüğü hüseyin, kızgınlıkla kendisinin ölmesini istemiştir.

Mahzun kadın gözlerindeki nemli bakışı ve dudaklarındaki burukluk ile odasına çekilir. Çok üzülen hüseyin ise olayın ani psikokojik bozukluğuyla dışarı atar kendini. Unutmak için binbir türlü şey dener kendi çapında. Arkadaşlarıyla buluşur, müzik dinler ama acısı geçmez.

Gece geç saat olur ve eve dönme vakti gelir. Kapıyı çalar ama açan kimse yoktur. içerdeki ışıkta kapalıdır. Etrafına bakar ancak hareketli hiç birşey bulamaz ve oturur. Saat gece yarısınıda geçer ancak hala bir hareket yoktur. iyice kuşkulanan hüseyin arka camdan girmeyi dener eve. Camların birinin açık olduğunu farkedince atılır hemen cama. Tek katlı eve girmek zor olmaz.

Anne, anne sesleri yükselir ancak ses seda yoktur. En son yatak odasının kapısını tıklatır. Ses yoktur. Girer ve yerde yatan annesini görür. Feryat, figan kesilir ancak tek bir kıpırtı bile yoktur yaşlı kadından.

Soğuk bir vücut ve nemli yanaklar bırakmıştır geride.

Hüseyin'i gördüm bu bayramda. 29 yaşında bir genç ama görseniz 45 dersiniz. Üzerinden 10 seneden fazla geçmesine rağmen hala hüngür hüngür ağlıyordu. Hala acısını hissediyordu içinde. nasılsın diye soramadım, soramadık. O ağlayan hüseyinin omzuna dokunduk ve devam ettik.

Bugün annemle ufak bir tartışma yaşadık, sinirlendi ve küstü bana. Dokunsalar şimdi ağlarım o derece pişmanım.

Son olarak, sözleriniz dağları yıkar ama geri koyamaz. Annelerimizin kıymetini bilelim. Sözlerimizin nerelere gideceğini bilemiyoruz.
Yolda, sevdiğin sokak köpeğinin, gittiğin yere kadar gelmesi ve senin onu terketmen.
Yok ağlamıyorum, gözüme köpek tüyü kaçtı.

Edit: küçük bedenlere sığmış ne acılar var, acımdan utandım..
sevdiklerinin değerini onları kaybettikten sonra anlamak.