dede efendinin çalakalem bestelerinden ve en az önem, değer verdiği eserlerden biridir. dede efendi çok daha büyük eserler vermiştir. bir ferahfeza ayin-i şerif gibi kitabe, devlet gibi eser ortada dururken zatın bu eserle anılması ise cehaletin ve yanlış bilgilendirilmenin en iyi örneklerinden biridir. tabi ki severiz bu eseri de amma bu eser onun icracı kimliği hakkında en az ipucu veren eserlerden biridir.
"yine bir gülnihal aldı bu gönlümü
sim ten, gonca fem, bibedel ol güzel
ateşin ruhleri yaktı bu gönlümü
pür eda, pür cefa, pek küçük, pek güzel

görmedim kimsede böyle bir dilrüba
böyle kaş, böyle göz, böyle el, böyle yüz
aşıkın bağrını üzmeye göz süzer
el aman, pek yaman, her zaman, ol güzel"
klasik türk müziğinin avrupa sanat müziğinden fazlaca etkilenmeye başladığı yıllarda üstad dede efendi tarafından fransa saraylarındaki vals dansından esinlenerek musikimize kazandırılmış eserdir. ayrıca musikimizde semai usuluyle bestelenmiş ilk eserdir.
yıllar önce oks'de aklıma takılmış şarkı. ciddi anısı vardır bende.

insan "neden gülnihal?" diye düşünüyo bi.
çok hoş bir kadın ismi.
nihal'in başına gül takmış versiyonudur.
mudanya mütarekesini takiben türk jandarmalarının istanbul a girişine tanıklık eden tarihi geminin adıdır. kumandan refet paşa ve komuta ettiği kuvvetler bu vapurdan halkı selamlamışlardır.
divan edebiyatında sıklıkla ve mecazen; düzgün fizikli genç sevgiliyi betimlemekte kullanılan bileşik bir isimdir.

- henüz çiçek açmamış 'gül fidanı' anlamındadır.
yine... eşimin terzisinin adı... dükkanına erkeklerin girmesine acayip bozulan kadın... pantolon paçasını teyellediğinde almaya gittiğimde, ayakkabıyı ayağını geçirdikten sonra giy abi deyip sigarasına hunharca asıldı...korkuyorum vesselam.
lise müzik kitaplarında da yer alan bir parçanın adı. hatırlayanlar vardır. hocamız arada org getirir çalardı biz de söylerdik haliyle. bu parçayı söylerken "beyler sadece gülnihal diyoruz derdim" liseliyiz işte. "güülnihal güüülnihal güülnihal e güüülnihal" diye giderdi hoca yavaştan fark edip orgu çalarken gözleriyle bize işaret eder kaşlarını kaldırırdı biz devam ettikçe kızar kıpırdanmaya başlardı, en sonunda orgu bırakıp "oğlom!".

yedit: imla.
Onu ilk kez, iş arkadaşlarımla birlikte her Cuma mesai bitiminde gitmeyi ve iş dışında her konuda konuşarak haftanın yorgunluğunu atmayı alışkanlık haline getirdiğimiz Meksika caddesi'ndeki kafe-bar'da, yakın bir arkadaşımın arkadaşı olarak tanıdım. Yeni tanışmış olmanın da verdiği çekingenlikle az konuşuyor, buna mukabil anlatılanları dikkatle dinliyor, katıldığı ya da katılmadığı görüşlere gözleriyle fakat net ve anlaşılır tepkiler veriyordu.

Çıplak omuzlarını süpüren siyah, uzun, dalgalı saçları ve alışılmışın dışında bembeyaz bir teni vardı. Derler ya! "Kara üzüm yese boğazından geçerken görülebilecek kadar beyaz". Kırklı yaşlar için Narin bir vücut, öylesi bir vücuda her daim çok yakışan ipekli beyaz kumaş üzerine allı-morlu güllerle bezeli efil efil bir elbise ve elbisedeki kırmızı güllerle aynı tonda seçilmiş, taş çatlasa otuzyedi ölçüyü geçmeyecek, ince atkılı, yüksek ökçeli, sardığı küçük ve bakımlı ayakların tüm güzelliğini gözler önüne seren, zevk işi, dostça bakana keyif veren ayakkabılar.

Yüzünün küçüklüğüne ve teninin beyazlığına tezat, büyük-siyah ve kendinden sürmeli gözlerini o denli beceriyle kullanıyordu ki etkisi altında kalmamam, hatta konuşurken gözlerimi onun gözlerinden alabilmem mümkün olmuyordu."uçsuz-bucaksız derinliklerinde yitip-gidiyordum" desem... belki de böyle olmasını ben istiyordum. Evet! Bu daha doğruydu.

Yalnızca gözleri miydi beni bu denli etkileyen; duruşu, gülümseyişi, şarap kadehini kavrayıp kaldırışındaki o zarif tutuş ve daha neler... Gözlerinde saflığın, kalben temizliğin yansımalarını görmesem; hiç kuşkusuz onu bir 'olgun erkek avcısı' olarak yaftalayabilirdim ama hayır! Beni kendine çeken, dahası içten içe fetheden bu kadındaki rafine güzellikler saymakla bitmiyordu.

elli yılı aşkın hayat tecrübesinin verdiği o babacan tavrıyla iç sesim, tanışma gecesinin ardından kulağıma şu öğüdü fısıldadı;

"böyle bir kadınla birlikte olabilirsin ama onu bir geceliğine elde etmeyi aklından dahi geçirme! Unutma ki o, bunca yıllık ıssızlığına ve bunun sende yarattığı dinginlik ve tekdüzeliğe bir çare olabilir. Dinle kendini! bu kez kıpır kıpır etmiyor mu için? hatırlamaya çalış! En son kaç sene önce hissetmiştin içindeki bu uyanışı? Kim bilir! Belki de eksik olan ve aramaktan bıkıp-usandığın diğer yarındır o senin."

Öyle miydi gerçekten? O gülnihal olabilir miydi? Bunu anlayabilmenin tek yolu; onunla baş başa kalmayı denemekti. Evet! bunu denemeye değerdi.

O gece sabahı zor edip ertesi gün mesaiye başlamadan önce soluğu ortak arkadaşımızın odasında aldım.

- günaydın! Asuman.

- günaydın! Recai abi. Hayrola! Sen saat 10:00'dan önce bizim ofise pek uğramazdın, bir problem mi var?

- hayır! Bir problem yok! iş dışında bir konuda yardımına ihtiyacım var. Daha doğrusu "yardım edebilir misin" diye sormaya geldim.

- yardım edebileceğim bir şeyse zevkle.

- dünkü toplantımıza katılan gülnihal hanım...

- Ne olmuş ona?

- parmağında alyansı ya da tek taş yüzüğü yoktu ama evli midir kendisi? Ya da beraber olduğu bir erkek arkadaşı var mıdır?

- recai aaabi! Hayır ola!

- hayır, hayır!

- evli değil o kesin! "Beraber olduğu bir arkadaşı var mıdır" soruna gelince; bildiğim kadarı ile onun benden daha yakın bir arkadaşı da yok! Haliyle, birlikte olduğu bir erkek arkadaşı olsa bilirdim. "Benden bile saklamış olabilir mi" diyeceğim ama bunu benden saklayabilir mi, sen karar ver.

- biliyor musun, etkiledi beni.

- haline bakarak bu durumu anlamak pek de zor değil fakat gülnihal zor kadındır. Kimselerin yıkamayacağını düşündüğüm evsel prensipleri vardır mesela. Düşün! Benim dahi yıkamadığım. Ayakkabı ile evinin eşiğinden içeri adım atamazsın. Mutfak dolabında çay bardakları bir dizi, su bardakları ayrı bir dizi halinde bulunur ki aynı model olanlar rafın arkasından önüne doğru bir sıradadır. hele bir mevcut düzeni bozucu davranışta bulun; içtiğin suysa boğazında kalır. Çamaşırlığında iç çamaşırları daima arkaya asılır ve ön yüzden havlu, çarşaf ve pike gibi perdeleyici unsurlarla gizlenir. Sanırsın ki evde erkek var da kamuflaj yapıyor. Sonra, bir çamaşıra iki mandal gerekiyorsa illaki ikisi de aynı renk olacak. Elbise dolabının durumunu anlatmaya dahi gerek görmüyorum. Tam anlamıyla bir düzen delisidir ve haliyle sıkar insanı. Onu çok iyi tanımama ve sevmeme rağmen bazen beni bile isyan ettirir. bir erkeği ise boğar her halde bu durum.

- boğmaz!

- recai aaabi! Gerçekten ciddisin sen!?

- haydi kalk! Burası çok kalabalıklaştı, seninle bir kafeye gidelim. bir kahve ısmarlayayım sana.

- starbucks filtre kahve olursa gelirim. Ee! Benim de kendime göre prensiplerim var Recai abi!

- tamam yürü! Maskara seni...

Ofisten çıktık. Duyduklarıma inanamıyordum. Anlatılan kişi Gülnihal değildi de asuman beni bana anlatmıştı sanki. Onunla benim aramda bu denli davranış benzerliği nasıl olabilirdi? Hayatı ti'ye almayı hayat felsefesi edinmiş Asuman'ın sabah eğlencesini bulmuş olmanın verdiği keyifle sorduğu sorular ve yaptığı kendince yorumlar eşliğinde kafe'ye geldik ve bir köşeye oturup kahvelerimizi söyledik.

- sen benim evimi görmedin tabii.

- eşsiz bir pul kolleksiyonuna mı sahipsin Recai abi? yoksa, kelebek mi demeliydim?

- deme öyle! ciddiyim ben. Yani, benim ev düzenim de Gülnihal için anlattıklarından farklı değil. Bu nedenle onu çok iyi anlayabiliyorum. Evet! Belki biraz abartılı, bunu kabul ediyorum ama ailesi olmayan bir insan, gece hayatına alışamadığı, kendini sokaklara bırakamadığı, olmadıkları gibi görünmeye çalışan arkadaş sohbetlerinin daimi üyesi olamadığı, kısacası, kendine dönüp ıssızlaştığı vakit; avunacak meşgaleler aramaya başlıyor. Evini temizleme, yemeğini yapma, bulaşık, çamaşır, ütü derken bir de bakıyorsun, yaşanılan evin düzeni vazgeçilmez bir prensip halini almaya başlamış. sonrasında öyle bir an geliyor ki o ev, sana ev olarak hizmet vermek için senden hizmet bekler hale gelmiş. Zoraki değil! Bu hizmeti zevkle veriyorsun çünkü senin yuvan orası, huzur bulduğun yer, hatta mabedin. içerisinde o an için bir aile yaşamasa da bu hiç yaşamayacak anlamına da gelmiyor üstelik. bu ümit, ne denli küçük olsa da senin için evini inanılmaz değerli kılıyor.

- her sabah tam 10:00'da ofisimizin kapısından içeri adım atman, girişinle odayı kaplayan vanilya kokulu traş losyonun, ütülü pantolonların ve gömleklerin, her koşulda parlayan ayakkabıların, hiç uzamadığını düşündüğüm ve kahkülü hep aynı yöne düşen taralı saçların, ilk bakışta takmaymış izlenimi veren bakımlı ve parlak bıyıkların, uzun boyun, yaşına göre atletik vücudun, nazik, babacan tavırların, akıcı ve düzgün konuşmalarınla ona ne denli yakışabileceğini düşünürdüm hep, inan bana!

Şimdi! benden ne istiyorsun onu söyle!

- onunla baş başa konuşabilme imkanı yaratmanı.

- oldu bil! Recai abi... ancak, şunu da bil ki; bunun için kahvenin ötesinde bazı taleplerim de olacaktır kuşkusuz.

- her ne iseler oldu bil!

***

Sımsıcak bir nisan pazarı, penceremdeki beyaz tülün ince deliklerinden süzülüp giren sabah güneşi göz kapaklarımı adeta tırmalayarak "hadi! Uyan artık." dedi. O sabah, güneşe karşı açtım gözlerimi. Üstelik, uyku mahmurluğuyla iyiden iyiye kamaşmalarına hiç de aldırmayarak. Beyaz mermer denizliğin üzerindeki porselen saksıda dün açan kaktüs çiçeğinin taç yapraklarını, kırmızının o güne kadar hiç görmediğim bir tonuna boyadı ışıkları. Uzun uzun seyrettim. Sonra, tüm eklemlerimi kütürdeterek tadına vara vara gerindim. Yataktan bir türlü çıkmak istemeyen keyif müptelası bedenim, aniden dönüp yüzükoyun yapıştırdı kendini yatağa. Sol elim bir süre gezinerek yastığın altında serin ve huzurlu bir yer aradı. Dalmışım...

Yeniden uyandığımda saatim 10:15'i gösteriyordu. Saat 14:00'deki önemli randevuma yetişmek için acele etmeliydim.

Yataktan hızlıca kalktım ve duşa yöneldim. Ilık duşun altında güne dair son planlarımı yaptım: Giysiler ütülenecek, ayakkabılar cilalanacak, her Pazar sabahının değişmez ritüeli olarak mükellef bir sofra hazırlanıp sıkı bir kahvaltı yapılacak, sofra toplanıp kirliler makinaya dizilecek, havalanmış yatak odasının penceresi örtülüp yatak toplanacak, gündelik giysiler giyilecek ve her önemli buluşma öncesi olduğu gibi çiçekçiye gidilip günün anlam ve önemine uygun bir çiçek seçilecek. fakat, bu kez seçimim türe değil niteliklere bağlı olacaktı zira, çiçeğin verileceği kişinin adı tür seçimine imkan tanımıyordu. Adı Gülnihal olanlar, karanfilden ya da papatyadan hoşlanmazlar diye bir kural yoktu elbet! ama giydiği o beyaz ipekli elbisenin üzerindeki çiçekler de allı-morlu güller değil miydiler? Evet! Gül kesinlikle doğru bir seçimdi. Kadife taç yaprakları hislerime tercüman olup bordoya çalan, düzgün ve olabildiğince uzun saplı, açmaya yüz tutmuş kocaman bir gül goncası.

Duştan çıkıp sinekkaydı traşımı tamamladıktan sonra çaydanlığı ocağa koydum ve altını yaktım. Su kaynayana kadar geçen sürede, bu çok özel randevu için çok önceden belirlediğim gömlek ve pantolonumu özenle ütüledim, her daim boyalı olmasına dikkat ettiğim ayakkabılarımı cilalayıp parlattım. Çayımı demleyip kahvaltı soframı hazırladım ve her pazar otuz dakika süren kahvaltı süremi aşmadan kahvaltımı tamamladım. Duş esnasında yaptığım eve dair tüm planlarımı harfiyen yerine getirdikten sonra dışarı adımımı attığımda saat: 11:45'di. En geç 12:30'da çiçeğimi alıp gelmiş ve aynı kapıdan içeri girmiş olmalıydım.

Çiçekçiye varışım uzun sürmedi. Kim bilir, belki de nasıl ve ne kadar zamanda geldiğimin farkında bile değildim. Dükkandan içeri girer girmez sıralamasını dahi ezberlediğim sözcükler bir bir döküldüler ağzımdan "rengi bordoya çalan kadife bir gül goncası istiyorum, olabildiğince büyük olmalı, henüz açmamış fakat açmaya yüz tutmuş, ayrıca düzgün ve uzun saplı da olacak" dükkan sahibi, konuşmam bittikten sonra dahi bir süre yüzüme baktı ve "anladım beyim!" diyerek arkadaki odaya girdi. Kısa bir süre sonra elinde tam istediğim gibi bir gül goncasıyla geri döndü. Bu kadarını beklemiyordum doğrusu, zira goncanın büyüklüğü neredeyse vasat bir elma kadar, sapı ise yetmiş santimetre'ye yakın boydaydı. "tamam!" dedim. "tam istediğim gibi. Alt yapraklarını temizledikten sonra sapındaki dikenleri temizleyip alüminyum folyo ile sarın lütfen!" dediklerimi harfiyen yerine getirdi. Parasını ödeyip teşekkür ederek dükkandan ayrıldım ve onu arabamın arka koltuğuna, ancak yeni doğmuş bir bebeğe gösterilebilecek ihtimamla yatırdım.

Eve döndüğümde saat: 12:35'di. "iyi bir zamanlama" diye düşündüm. Üzerimdeki günlük giysileri çıkarıp ıslak havlu ile vücut terimi bir güzel sildikten sonra, önce bej renkli yazlık çoraplarımı, ardından kesekağıdı rengindeki keten pantolonumu ve son olarak da yavruağzı rengindeki kısa kollu penye tişörtümü giyindim. Koyukahve renkli deri kemerimi taktım ve son kontroller için banyo aynasının önüne geçtim. Gözüme kahkülüm takılınca birden Asuman geldi aklıma ve gülümsedim. Dişlerimi, burun ve kulak kıllarımı son kez kontrol ettikten ve bir sorun bulunmadığına emin olduktan sonra neredeyse otuz yıldır değiştirmediğim ve benimle özdeşleşen vanilya kokulu traş losyonumu elimin ayasına bolca döküp diğer elimle hızlıca sıvazlayarak yüzüme ve ensemden başlayarak boynuma güzelce sürdüm. Banyoda işim kalmamıştı artık. Çıktım ve ayakkabılıktaki, kemerimle bir renkte olan makosen ayakkabılarımı aldım. Vestiyer çekmecesindeki kadife bezle bir daha ve özenle parlattıktan sonra giyindim. Vestiyerin boy aynasının karşısında kendimi bir sağa bir sola dönerek son kez kontrol ettim. Sorun görünmüyordu. Kahve rengi, kemik kulpları olan çerçevesiz gözlüğümü takındıktan sonra saatime baktım. 13:20'yi gösteriyordu. Artık çıkmalıydım.

Pazar günü için hiç de azımsanmayacak düzeyde bir trafik yoğunluğu vardı. Buna rağmen saat: 13:50'de randevu yerimiz olan pastaneye ulaşmıştım. içeri girdim ve etrafa şöyle bir göz gezdirdim. oldukça kalabalıktı fakat buna rağmen ileride, duvar kenarında iki sandalyeli bir masa boştu ve sanki beni beklemekteydi. içerisi boş dahi olsa ben yine de o masayı seçerdim diye düşündüm ve Hızlı adımlarla ona ulaşıp oturdum.

Gülnihal, pastanenin kapısında belirdiğinde Saat: 14:10'u gösteriyordu. Bir hanımefendiye yakışır nitelikte, mükemmel bir zamanlamaydı bu. benden sonra gelmiş fakat insafsızca bekleterek de eziyet etmemişti. Büyük ve kalabalık pastanenin en ücra köşesinde oturduğum, daha da önemlisi tüm gözler gayrı ihtiyari bu şık ve güzel kadına yöneldiği halde beni, şöyle bir göz gezdirerek çabucak fark etmiş ve oturduğum masaya doğru yönelmişti. Ayağa kalktım ve iki kişilik masanın onun oturması gerektiğini düşündüğüm duvar tarafındaki sandalyesini hazırladım. Benim bulunduğum konumdan ondan başka kimse görünmeyecekti o ise pastaneyi dolduran insanları izleme imkanına sahip olacaktı. Bu durum, konsantrasyonumu kaybetmemem için gerekliydi. Hem böylelikle, onun bana ve konuşmalarıma gösterdiği dikkati de izleme şansım olacaktı.

- hoş geldiniz! Gülnihal hanım.

- hoş bulduk! Recai bey.

Küçük beyaz eliyle elimi belli-belirsiz sıktı. Üzerinde yine zevk işi bir kıyafet vardı; dik yakalı, yarım kollu, beyaz, ipekli bir ceket içerisinde aynı kumaştan, atkısız, vücudunu göğüs üzerinden saran yatay pileli tek parça bir elbise. elbisenin basen kısmına tam oturmuş etek bölümü, dizlerinden bir karış yukarıda bitiyor, uzun ve muntazam bacaklarını gözler önüne seriyordu. boynundaki uzun beyaz inci kolyeyi tam ortasından düğümlenmiş ve ucunu eteğine kadar sarkıtmıştı. Ucu açık, yüksek ökçeli, büyük fiyonklu beyaz ayakkabıları küçük ve beyaz çantasıyla mükemmel bir kombinasyon oluşturuyor, aynı zamanda elbise ile de mükemmel bir uyum sağlıyordu. Bu eşsiz uyum, bana yönelik özenin bir göstergesi miydi? Yoksa onun, her zamanki hanımefendi görüntüsünün alışıldık bir tezahürü mü? Bunu ayırt edebilmek doğrusu pek de mümkün değildi.

Oturduk ve hiç vakit kaybetmeden çiçeği ona uzattım.

-bu, sizin için.

Aldı, detaylıca gözden geçirdi ve sonra açmaya yüz tutmuş tomurcuğunu diğer eliyle zarifçe tutarak kokladı.

-kokmuyor ne yazık ki!

diyecek oldum, gözlerimin içine bakarak;

-her gül kokar! fakat bazıları; kokularını yalnızca alması gereken kişilere verirler.

dedi. hiç beklemediğim bu sözler, beni bir anda benden almış, dizlerimin bağını çözmüş, ağzımı kurutmaya yetmişti. Neyse ki çabuk toparlandım.

-pekiyi! Bu gül onlardan biri miydi?

-isterseniz bu, onunla benim aramda bir sır olarak kalsın.

Makyajsızdı yüzü. Kocaman-siyah gözlerinin çevresine onları daha da belirginleştiren siyah kalem çekmişti, hepsi o kadar. Bunun, birbirine taban tabana zıt iki anlamı olabilirdi; "benim için sen, uğrunda dakikalarca ve özenle makyaj yapılacak önemde biri değilsin" ya da "senin, sahte güzelliklerle aldatılmayı hak eden bir erkek olmadığını düşünerek, olduğum gibi, en doğal halimle gelmek istedim". Hemen, o anda çözülecek bir denklem değildi bu ve hakkımda neler düşündüğünü ilerleyen zaman gösterecekti.

Garson, elinde elektronik adisyon cihazı ile masaya yanaştı ve cihaza konsantre olmuş bir vaziyette, yüzümüze dahi bakmadan “hoş geldiniz!” dedi. ne almak istediğimizi sordu. Gülnihal, kendisine sormama fırsat bırakmadan;

-ben, demleme çay istiyorum! fakat mümkünse ince çay bardağında.

dedi. bende aynısından sipariş verdim. Garson; "başka bir siparişiniz olacak mı?" diye sordu ve yanıt gelmeyince "pekiyi!" diyerek uzaklaştı. Var gücümü toplayarak söze başladım.

-kadınlar, ilk görüşte beni diğer hemcinslerim kadar etkilemiyorlar. Onlardan etkilenmek için zamana ve onları detaylı bir biçimde tanımaya gereksinim duyuyorum. Fakat bu kişi siz olunca, kendimi de hayretler içerisinde bırakan ve bunca yıllık ezberimi bozan bir gelişme yaşadım. Buna neden, ilk bakışta fark edilen belirgin bir niteliğiniz değil, aksine birçok farklı niteliğinizin olmasıydı kuşkusuz. Örneğin, hemen hiç konuşmadığınız halde, tıpkı şu an olduğu gibi gözleriniz, karşınızdaki kişinin gözlerinden onun derinliklerine inebilme becerisine sahipti. Bilemiyorum fakat kendi adıma bu becerinizin, onun gerçek hislerini anlayabilecek kadar da gelişmiş olmasını isterdim doğrusu.

Gözlerini, hayati konuşmama başladığım andan bu yana ilk kez gözlerimden ayırdı ve ellerinin arasındaki güle yöneltti. Sürekli gözlerimin içine bakması hoşuma gitmiyor değildi elbet fakat bir taraftan da kendimi, onların esareti altındaymışım gibi hissetmeme neden oluyordu. Sonrasında, küçük fakat kalın dudakları gerildi ve geldiğinden beri adeta bir ciddiyet maskesi geçirilmiş gibi duran yüzü hafifçe gülümsedi. Kısa bir süre bu anın tadını çıkarıp devam ettim.

-Sonra, hanımefendiliği tam anlamıyla ve tüm unsurlarıyla özümsediğinizi, içselleştirdiğinizi kanıtlayan; tavır ve davranışlarınızla birlikte ses tonunuza kadar yansıyan o nazik, üstelik kendinize has üslubunuz. Dahası, giyim-kuşamınızdaki zarafet.
Bunları size anlatmaktan maksadım, şüphesiz, bu niteliklerinizin farkına varabilmiş olduğumu size kanıtlayabilmektir. Aksi takdirde, sırf kompliman yapmak ve sizi etkileyebilmek için kendisine uygun ortam hazırlayan yaşlı bir zampara olmadığımın farkına vardığınızdan eminim.

Bu defa, ilk kez gözlerimin içine bakarken gülümsedi. Siyah gözlerinde daha da belirginleşen o bir anlık pırıltı defalarca izlenmeye değerdi doğrusu. Kıpır kıpır olmuştu içim, mutluydum, çok mutluydum.

- Asuman, sizin titizlik ve özellikle de evdeki düzeninizden söz etti biraz. Hakkınızda anlattıklarını dinlediğimde, bu anlamda da hatırı sayılır ortak yönlerimiz olduğunu anladım. Ben, sizi yakından ama çok yakından tanımak istiyorum ve bunun için bana imkan tanımanızı rica ediyorum.

Aldığından beri ellerinin arasında tuttuğu ve parmakları ile bir tur öne, bir tur geriye çevirmekte olduğu gülün sapına tırnaklarını geçirdiğini fark ettim. hafifçe titreyen, o dokunaklı sesiyle;

-Neden olmasın?

dedi. Bunu, "prensip olarak evet! fakat size dair kuşkularımı da gidermem gerek" şeklinde mi yorumlamalıydım? Yoksa, "size ve düşüncelerinize değer veriyor ve sizi daha yakından tanımak istiyorum" biçiminde mi? Ya da "sizden hoşlanıyorum ama sevmek, hatta mümkünse aşık olmak da isterim" mi demek istemişti? Kim bilir, belki de "ellerinin çıplak tenimde gezinmesi, kollarının bedenimi sarıp sarmalaması, dudaklarının dudaklarıma değmesi beni benden alabilir"di bu sözün anlamı. hangisiydi? Yoksa, hepsi miydi? Beni bir anda düşüncelere gark eden, nasıl da nazik, nasıl da ona yakışan bir ifadeydi bu. Buna mukabil, insafsızcaydı da! zavallı sözcüklere bu derece yüklenmek, taşıyamayacakları kadar ağır anlamlar yüklemek insafsızlık değil miydi?

işte! Tam da o an iç sesim; gözlerimin önünde, onunla benim aramda bir insan görüntüsünde beliriverdi. Bir dakika! Ama bu hulusi kentmen değil miydi? Evet! Evet ta kendisiydi. O kaytan bıyıklarının altından nasıl da hınzırca gülümsüyordu.

Kabul ediyorum! Yaşını başını almış bir insan için çocukçaydı bütün bunlar ama bu yaşlı bedende dahi sırıtmayacak kadar saf ve temizdi hislerim. içimdeki kıpırtılar, o ana değin solumadığım güzellikte kokularla bezeli bir gül bahçesinden havalanmış da neşeli cıvıltılar eşliğinde uçan bir bülbüle dönüşmüşlerdi sanki; yarım yüzyıllık özlemime doğru cesur ve kararlı bir biçimde kanat çırpmakta olan.

Bu gün hiç bitmesindi.
görsel
Nihal taze fidan demektir Gül Nihal olunca taze gül fidanı anlamına gelir.
Gülnihal, Namık kemal'in bir tiyatro eseri. Konusu kısaca Rumeli'de zalim bir beye karşı verilen mücadele.

Karakterler:
kaplan bey: zalim olan bey.
Muhtar bey: halk tarafından sevilen, adil bir bey.
ismet: muhtar bey'in sevdiği, kaplan'ın ise elde etmek istediği kişi.
Gülnihal: ismet'in dadısı.

Bunun yanında birçok yan karakter de var.
"Candan" olan sayesinde gözümde itibarını yitiren olağanüstü güzel bir kadın ismi.
Türk müziğinin vals ölçüsünde ilk parçasıdır.

Dede efendi, bu parçayı bir gün içinde bestelemiştir.

https://youtu.be/sSMnViAg13c

görsel
sim ten gonca fem....
barış manço tarafından da yorumlanmıştır.
dede efendi bestesidir.