bugün
- taktik verin11
- gecenin şarkısı11
- tc'yi atatürk değil ingiliz ve yahudiler kurmuştur28
- üstteki yazarın yaşını tahmin etmek14
- maca sekiz10
- muharrem ince'nin diyanet kapatılsın mı anketi10
- türklerin ingilizce konuşamama nedenleri32
- her türk vatandaşına türkiye gezisi12
- mühendis erkeklerin genel özellikleri16
- en obez özelliğiniz19
- türklerin çok kolay devlet kurması17
- avrupanın zenginliğini hırsızlığa borçlu olması15
- sizi cuma saflarında göremedim sözlük10
- akp chp yakınlaşması15
- çocuğunuzu özel okulda okutur musunuz18
- risale i nur21
- burda senin paran gecmez diyen delikanli kiz11
- en çok yaşamak istenilen şehir10
- beni özlediniz mi10
- selahattin demirtaş13
- temiz oje sürmek8
- icardi190518
- arda güler11
- iki adım atınca kan ter içinde kalmak10
- allaha küfür etmek10
- türklerden adam çıkmaması17
- bir müslüman olarak filistin benim meselem değil36
- bir gün önce tanışılan kızın yazlığa davet etmesi14
- ruh varsa neden görünmüyor13
- anın görüntüsü10
- sevdiğiniz sözlük yazarları17
- uludağsözlük'ün ölmesi ve gömmeyi unutmaları10
- selahattin demirtaş'ın 42 yıl hapis cezası alması12
- okula bikiniyle gelen kız9
- sözlükteki erkek nüfusu9
- filistin'in türklere ihanetleri sıralı tam liste24
- üstteki yazarla nereye gitmek isterdin8
- mesajın altlarda kalmış kusura bakma diyen kadın10
- arkadaşlar bu alınır mı8
- buluşunca sürekli derslerden konuşan erkek8
- bu başlıkta konya'yı övüyoruz16
- yemek yemeyi sevmeyen insan8
- ileride evleneceğiniz kişi şuan ne yapıyor9
- nişanlı kalmanın saçma olması12
- tayyip erdoğan'ın israil anadolu'ya girecek demesi21
- 15 mayıs 2024 türkiye japonya voleybol maçı13
- karşı cinse giyim önerileri16
- iyi bir insan olmak için ne yapmam lazım14
- mauro icardi'nin karısı8
- larisalisa'nın parayla şukulatması8
mümkün olduğu kadar binmediğim alet. alet dediysek araç.
nedeni ise artık önemli işleri yapanlara gübenimin azalmasıi hele ki böyle sorumluluğun en az 100 kişiye atılıp olayın im vurduya gitmesi mümkün işlerde.
uçağa da binmiyorum artık.
nedeni ise artık önemli işleri yapanlara gübenimin azalmasıi hele ki böyle sorumluluğun en az 100 kişiye atılıp olayın im vurduya gitmesi mümkün işlerde.
uçağa da binmiyorum artık.
yük ve insan taşımakta kullanılan bir tür deniz taşıtı.
"Delisin."
Akşamı bekliyorum. Burası benim evim değil. Onun evi. Terliklerim var benim bu evde ama benim evim değil işte artık. Benim evim olmayışının üzüntüsüyle bekliyorum. Onu bekliyorum. Beni ilk gördüğü an çakan şimşekleri, düşen yıldırımları bekliyorum biraz da. Biliyorum öyle olduğunu çünkü. Benim içimde de öyle olmuştu. Bir asır sürdü sandığım yeşil gözlerini ilk gördüğüm an. Ben kahverengi gözlüyüm. Kahve çok yetim bir renk gözde ama kök saldı onlarda biliyorum. Bu ev benim evim değil. Bu evde annemle yemek yaptık, buzdolabında teyzemin hazırladığı kışlıklar var. Benim evim değil.
Mutfakta ve çok eğreti oturuyorum. Tedirginseniz mutfaktasınızdır. Orada çiğ bir kahve (kahve) ile bir sigara, bir sigara daha. Bir tane daha. Beklemek bunca uzamamalı ama uzuyor gidiyor. Fizik bununla ilgili müthiş teoriler geliştirmiş. Zaman ben onu gözledikçe artıyor. Uzuyor.
Kapı açılıyor. Evde iki kişiyiz aslında. ikinci kişinin ne kadar zalim olduğunu birkaç saat sonra öğreneceğim. ikinci kişinin anneme hediye ettiği, kendi yöresine ait oyalarla işlenmiş havluyu hala atmamışız. Atalım, diyemiyorum anneme. ikinci kişi evde bir duvar gibi. Sesi yok ama var. Kapı açılıyor.
Birkaç şişe birbirine vuruyor. Alkolün verdiği yetkiye dayanmadan konuşamayacağız belli. Evde üç kişiyiz ama kimse yokmuş gibi konuşacağız. Aslında kelimelerle anlaşmaktan çoktan vazgeçmişim. Masaya kadehleri koyarken bile susmuyor gözlerim. Soruyor da soruyor. Ağzımı susturmaktaki, ağzımı istenilen biri gibi kullanmaktaki yeteneğim çöp, konu gözlerime gelince. Gözlerim bulanmıyor bile. Soruyor.
Gözlerimin bile, benimki gibi susmayan gözlerin bile uykusu gelir. Odaya çekiliyoruz. Burası benim odam değil. Burası benim aldığım onlarca kitap, bu kitaplara yazılı onlarca şiir, aralarına bırakılmış onlarca mektup ile dolu ama benim odam değil işte. Bu odanın dolaplarında benim kıyafetlerim var. Pantolonlarım, gömleklerim, ayakkabılarım hatta annemin battaniyesi var ama işte. Demiştim, benim odam değil.
Gözlerim çok kahverengi, bunu sessiz sanırsınız ama benim gözlerim çok konuşur. Sesimi duymasanız bile bakınca gözlerime başınız ağrır. Başını çatlattığımı biliyorum sadece bakarak. Yine de benim başımın o duvarlara çarpa çarpa kırılması kadar değildir. Yarışırım ama kaybederim. Gözlerim de kahverengidir mesela ama maviye boyalı bir duvarda yavaşça kuruyan kanım kadar kahverengi değildir. Kan, mavi duvarda kuruyunca gözlerim rengi oluyormuş. Ne tuhaf.
Eh, bunca gözden konuşunca, onun yeşile inat gözlerinden bahsetmemek olmaz. Öylesine yeşildir ki gözleri, kafam ve vücudum yani biz bir bütün olarak mavi duvardan kahverengi dolaba, kırmızı halıdan beyaz pencerelere uçup dururken bile parlaklığıyla kendini gösterir. Boğazımıza yapışmış ellerin ağırlığı o yeşilin ışığını hafifletmez.
Evde kahverengi ile yeşilin ışığı kendini kırmızıya boyamışken bile biz evde nedense iki kişiyizdir. Üçüncü kişi gereksiz bir duvar gibi, orada öyle yıkılıp yerin dibine giresi bir duvar gibi.
Sabah ezanlarını çocukluğundan beri dinlemeyi seven ben, saatler geçtiğini ancak ezan okunurken anlayan ben. Kahverengi ile mor'un birbirine hiç yakışmadığını o zaman anlayan.
Yeşil gözler de kırmızının sularına girmiş. Kahverengi gözlerime kırmızı da öyle uymuyor ama duramıyorum. Kıpkırmızı akıyor gözlerim. Ben kırmızıyı hiç sevmem.
O 'kokusu orman adını unutmam' bey gözlerime buzlu bir şeyler koyuyor. Teyzemin beraber yiyelim diye hazırladığı bir poşet bezelye. Gözlerim çok ama çok kırmızı, mor ve siyah. Bir de yeşil.
Benim olmayan evden çıkıyor ve sokakta muhtemelen evine giden müezzin ile karşılaşıyorum. Bir taksi çağırıyorum. Hemen geliyor. Karakola sürüyor. 19 yaşımdan o ana kadar geçen tüm zamanımdan şikayetçi. Ben değilim. Bu kendimi aşan bir delilik. Boğazımda halkalanan siyahlarla da beraber bir renk cümbüşü içinde hastaneye gidiyoruz. Çünkü gitmezsek öleceğim. Çok kırmızıyım, çok siyah ve mor'um. Gözlerimin sürekli konuştuğundan bahsetmiştim. Çıkmayan sesim yerine gözlerim konuşuyor doktorlarla. Tek başımayım. Ölüyorsam da ölüyorum, kimseyi bununla meşgul edemem.
Akşam, birileri geliyor. Sevdiğim birileri, bunu anlıyorum ama ifade edemiyorum. "Ne saçma söz, neden 'yeter ki olumsuz olmasın aşk' diye söz yazılır ki?" Aklım benimle pek de sevmediğim oyunlar oynuyor. Dokuz küpe ile süslediğim kulaklarım bile oyun peşinde. Duymuyorum yani. Kırmızı gözlerim, kararan boğazımdan fırsat bulamamışım. Duymuyorum. Müzik ile nefes alan ben, duyamıyorum.
Aylar geçiyor. Bahar ile. Yaz ile. Güz ile. Kış ile. Bahar geliyor. O kadar yeşil ki. Bu kez evde iki kişiyiz eminim. Yıkılası bir duvar yok. Bilgisayar açık. Bir şarkı çalıyor. Dalgalar var, bir dolu birçok. Ben çok sessiz ağlarım. Gözlerim susmuyor.
"Deliyim."
Akşamı bekliyorum. Burası benim evim değil. Onun evi. Terliklerim var benim bu evde ama benim evim değil işte artık. Benim evim olmayışının üzüntüsüyle bekliyorum. Onu bekliyorum. Beni ilk gördüğü an çakan şimşekleri, düşen yıldırımları bekliyorum biraz da. Biliyorum öyle olduğunu çünkü. Benim içimde de öyle olmuştu. Bir asır sürdü sandığım yeşil gözlerini ilk gördüğüm an. Ben kahverengi gözlüyüm. Kahve çok yetim bir renk gözde ama kök saldı onlarda biliyorum. Bu ev benim evim değil. Bu evde annemle yemek yaptık, buzdolabında teyzemin hazırladığı kışlıklar var. Benim evim değil.
Mutfakta ve çok eğreti oturuyorum. Tedirginseniz mutfaktasınızdır. Orada çiğ bir kahve (kahve) ile bir sigara, bir sigara daha. Bir tane daha. Beklemek bunca uzamamalı ama uzuyor gidiyor. Fizik bununla ilgili müthiş teoriler geliştirmiş. Zaman ben onu gözledikçe artıyor. Uzuyor.
Kapı açılıyor. Evde iki kişiyiz aslında. ikinci kişinin ne kadar zalim olduğunu birkaç saat sonra öğreneceğim. ikinci kişinin anneme hediye ettiği, kendi yöresine ait oyalarla işlenmiş havluyu hala atmamışız. Atalım, diyemiyorum anneme. ikinci kişi evde bir duvar gibi. Sesi yok ama var. Kapı açılıyor.
Birkaç şişe birbirine vuruyor. Alkolün verdiği yetkiye dayanmadan konuşamayacağız belli. Evde üç kişiyiz ama kimse yokmuş gibi konuşacağız. Aslında kelimelerle anlaşmaktan çoktan vazgeçmişim. Masaya kadehleri koyarken bile susmuyor gözlerim. Soruyor da soruyor. Ağzımı susturmaktaki, ağzımı istenilen biri gibi kullanmaktaki yeteneğim çöp, konu gözlerime gelince. Gözlerim bulanmıyor bile. Soruyor.
Gözlerimin bile, benimki gibi susmayan gözlerin bile uykusu gelir. Odaya çekiliyoruz. Burası benim odam değil. Burası benim aldığım onlarca kitap, bu kitaplara yazılı onlarca şiir, aralarına bırakılmış onlarca mektup ile dolu ama benim odam değil işte. Bu odanın dolaplarında benim kıyafetlerim var. Pantolonlarım, gömleklerim, ayakkabılarım hatta annemin battaniyesi var ama işte. Demiştim, benim odam değil.
Gözlerim çok kahverengi, bunu sessiz sanırsınız ama benim gözlerim çok konuşur. Sesimi duymasanız bile bakınca gözlerime başınız ağrır. Başını çatlattığımı biliyorum sadece bakarak. Yine de benim başımın o duvarlara çarpa çarpa kırılması kadar değildir. Yarışırım ama kaybederim. Gözlerim de kahverengidir mesela ama maviye boyalı bir duvarda yavaşça kuruyan kanım kadar kahverengi değildir. Kan, mavi duvarda kuruyunca gözlerim rengi oluyormuş. Ne tuhaf.
Eh, bunca gözden konuşunca, onun yeşile inat gözlerinden bahsetmemek olmaz. Öylesine yeşildir ki gözleri, kafam ve vücudum yani biz bir bütün olarak mavi duvardan kahverengi dolaba, kırmızı halıdan beyaz pencerelere uçup dururken bile parlaklığıyla kendini gösterir. Boğazımıza yapışmış ellerin ağırlığı o yeşilin ışığını hafifletmez.
Evde kahverengi ile yeşilin ışığı kendini kırmızıya boyamışken bile biz evde nedense iki kişiyizdir. Üçüncü kişi gereksiz bir duvar gibi, orada öyle yıkılıp yerin dibine giresi bir duvar gibi.
Sabah ezanlarını çocukluğundan beri dinlemeyi seven ben, saatler geçtiğini ancak ezan okunurken anlayan ben. Kahverengi ile mor'un birbirine hiç yakışmadığını o zaman anlayan.
Yeşil gözler de kırmızının sularına girmiş. Kahverengi gözlerime kırmızı da öyle uymuyor ama duramıyorum. Kıpkırmızı akıyor gözlerim. Ben kırmızıyı hiç sevmem.
O 'kokusu orman adını unutmam' bey gözlerime buzlu bir şeyler koyuyor. Teyzemin beraber yiyelim diye hazırladığı bir poşet bezelye. Gözlerim çok ama çok kırmızı, mor ve siyah. Bir de yeşil.
Benim olmayan evden çıkıyor ve sokakta muhtemelen evine giden müezzin ile karşılaşıyorum. Bir taksi çağırıyorum. Hemen geliyor. Karakola sürüyor. 19 yaşımdan o ana kadar geçen tüm zamanımdan şikayetçi. Ben değilim. Bu kendimi aşan bir delilik. Boğazımda halkalanan siyahlarla da beraber bir renk cümbüşü içinde hastaneye gidiyoruz. Çünkü gitmezsek öleceğim. Çok kırmızıyım, çok siyah ve mor'um. Gözlerimin sürekli konuştuğundan bahsetmiştim. Çıkmayan sesim yerine gözlerim konuşuyor doktorlarla. Tek başımayım. Ölüyorsam da ölüyorum, kimseyi bununla meşgul edemem.
Akşam, birileri geliyor. Sevdiğim birileri, bunu anlıyorum ama ifade edemiyorum. "Ne saçma söz, neden 'yeter ki olumsuz olmasın aşk' diye söz yazılır ki?" Aklım benimle pek de sevmediğim oyunlar oynuyor. Dokuz küpe ile süslediğim kulaklarım bile oyun peşinde. Duymuyorum yani. Kırmızı gözlerim, kararan boğazımdan fırsat bulamamışım. Duymuyorum. Müzik ile nefes alan ben, duyamıyorum.
Aylar geçiyor. Bahar ile. Yaz ile. Güz ile. Kış ile. Bahar geliyor. O kadar yeşil ki. Bu kez evde iki kişiyiz eminim. Yıkılası bir duvar yok. Bilgisayar açık. Bir şarkı çalıyor. Dalgalar var, bir dolu birçok. Ben çok sessiz ağlarım. Gözlerim susmuyor.
"Deliyim."
https://youtu.be/u7maOTaI5vI
Gözlerini kapattığı esnada düşlerinin ağırlığıyla ezilenler için yazmış sevgili Hüsnü arkan, deliyiz..
" Kime sorsam dönüşüm yok, her gemi biraz deniz ; Her yanım mavi, her yanım yel, her yanım tuz, deliyim "
Gözlerini kapattığı esnada düşlerinin ağırlığıyla ezilenler için yazmış sevgili Hüsnü arkan, deliyiz..
" Kime sorsam dönüşüm yok, her gemi biraz deniz ; Her yanım mavi, her yanım yel, her yanım tuz, deliyim "
hiçkimse, sabahat akkiraz gibi derinden, sarsıcı söylemedi bu şarkıyı ki bu şarkı o söylemeden önce bile yeterince sarsıcıydı.
bir ezginin günlüğü şarkısı.
http://www.youtube.com/watch?v=fFJjZkyxhgw
bir ezginin günlüğü şarkısı.
http://www.youtube.com/watch?v=fFJjZkyxhgw
su üstünde dengede durabilen, manevra kabiliyeti bulunan belli bir büyüklüğe sahip olan ulaşım aracıdır.
uzun süre içinde kısılı kalmak olsa da hep özgürlüğü simgeler..
okyanusa çıplak girmek gibi bir dürtüdür gemiyle uzaklaşmak bulunulan diyardan..
uğradığı limanlara değil denize ait olan..
okyanusa çıplak girmek gibi bir dürtüdür gemiyle uzaklaşmak bulunulan diyardan..
uğradığı limanlara değil denize ait olan..
dört tarafı denizle çevrili hasret ve yalnızlık dolu demir parçası.
Hayallerde hep yakılan veya beklenen deniz taşıtıdır.
an itibariyle dinlemekte olduğum ezginin günlüğü'ne ait hoş bir parça.
güncel Önemli Başlıklar