bugün

bir sözlük kızı düşünüyorum
öyle narin öyle zarif
bir sözlük kızı düşlüyorum
öyle zeki öyle naif
hayaller nutella
hayatlar peripella .....
ayıp ettin muallâ
brütüs de ayıp etmişti hatırlarsan
sen o zaman çilli bir köleydin
ben su taşırdım roma’nın şekerpınarı’ndan
ah muallâ, kalbimi o zaman böleydin
hani serçelere kıran girmişti de
cesar süt banyosu yapamamıştı
sarı bir dünyaydı dünya o zaman
ah muallâ, ne çetin bir kıştı

ayıp ettin muallâ
bir mermer tonozun gölgesi
ikimize de yetmez miydi ne dersin
spartacus’u sormuştun bana
demiştim ki, elleme gebersin
sonra kollezyum’da bir ceset buldum
yarısı ejder yarısı muallâ
buz kesti bütün roma
cehennem bitti, oh ne ala

ayıp ettin muallâ
su fıçıları devrildi sayende
roma kırçıl bir venedik’i boğdu
biraz pespaye biraz köpüklü
yusuf peygamber o gün doğdu
sen züleyha olamazsın muallâ
elma soyduğun bıçak sahteydi
ama elma çatlayacak kadar gerçek
ah muallâ, aptallığın beni öldürecek

ayıp ettin muallâ
brütüs de ayıp etmişti hatırlarsan
gerçi cesar da az alkolik değildi
arena kıpkırmızı inliyorken bir akşam
o gitti, merlin’in önünde eğildi
ama sen muallâsın muallâ
tırnak makasın bile vardı, cımbızdan başka
imparator değilken beyaz giyerdin
ah muallâ, saçların lepiska

ayıp ettin muallâ
ben seni vurdum evet
ama sen de çok çabuk öldün
hadi öldün, onu anladım da
bıyığıma niye güldün
biliyorsun ben çokça romalıyım
az biraz yozgatlı
krematoryuma bakarak yazdım bu şiiri
ah muallâ, cesedin ne kadar tatlı

ali tavşancıoğlu
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım.
Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti

Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma

Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından

Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde

Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş

Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine

Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar

Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın

Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi

Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım

Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
işte yeni bir dünya peygamber sözlerinden

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm

erdem beyazıt, bulmak
sen ne getirdin bana çocukluğundan?
şen kahkahalar, ulumalar, dona kalmalar mı?
üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
benim eskil saatlerimde?
geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?

nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun
anılarıma düz baktıran
ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım,
dantelalı tafta yumuşaklıkla.
savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi
hiçlemeye annemi ve uykuyu
öğle sonlarından ürkünç odaların.

diledim mi yanında tümden var olmayı an için
ve birkaç sonrasında hiç yokmuşçasına
beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan
başkaca?

yok böyle bir şey yok!
sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
şimd'i--

beni bağışlayan sarsan
aşan bizleri mor birliktelik...
görsel

Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun*
içimden dedim beraber yürüyelim olur mu.
varsın gemilerimizi taşıyamasın sular,
varsın yarı yolda uyuya kalsın
bize gönderilen bahar.

- ibrahim tenekeci
Memlekete ne zaman gitsem, yürüsem çınarda
Önümden bir kumru geçince seni düşünüyorum
Palmiye hışırtısı gelince uzaklardan
Ben yine seni düşünüyorum
Kampüste gençler kahkaha atıyor
Aşıklar el ele, hasret de yalnız biz bize
Çiçekçi ablalar, falcılar geziyor
Ben yine seni düşünüyorum
Yürürken etrafa bakmak mı doğrusu
Yahut bakmamak mi sana rast gelmemek için
Ya görür de çarpılırsam korkusu başım önde
Ben yine seni düşünüyorum
Ara sokaklarda sabah erken saatler
Burnuma ne zaman gelse ıhlamur kokuları
Nerde görsem papatya toplayan bir genç
Ben yine seni düşünüyorum
Hava ne zaman Sisli ve boğuk olsa
Yalnızlığım ne zaman otursa içime
Seni bulup kaybettiğim bu sokaktan geçince
Ben yine seni düşünüyorum
Evinin adresini ne zaman unutmaya çalışsam
Veya numaranı silsem de telefondan
ismini duyunca alakasız birinden
Ben yine seni düşünüyorum
En sevdiğin rengi görünce bir an
Sevmediğin kişilere rastlasam sokakta
Yakın arkadaşlarının fotoğrafları da olsa
Ben yine seni düşünüyorum
Düşünmemeye çalışıyorum da desem
Hiç aklımda yok unuttum da desem
Yolu açık olsun, hayırlısı da desem
Ben yine seni düşünüyorum
Düşüne düşüne kendimi bitirdim yine
Çare yok gelsem de gitsem de
Düştüğüm kuyudan çıkamasam da yine
Ben yine seni düşünüyorum
am üstünde uneler
am üstünde uneler
tomruk tomruk daneler
tomruk tomruk daneler.
Bu nefret canlı bir aşk gibi filiz verdi acı çekerek, kendi tükenişini görerek.
Bir yüz ile bir ten istiyor, bir aşkmış gibi.

Dünyanın teni ve konuşan sesler öldü, bir titreme sardı eşyayı;
tüm yaşam bir sese asılı kaldı.
Buruk bir esrime içinde geçiyor günler geri gelip, yüzümüzü solgunlaştıran sesin hüzünlü okşayışında. Tatsız değil belleğimizde çınlayan bu acımasız ve titrek ses: Bir zamanlar bizim için titremişti.

Ama ten titremiyor. Yalnızca bir aşk ateşleyebilirdi onu, bu nefretse onu arıyor.
Dünyadaki tüm eşya ve ten ve sesler o bedenin ve o gözlerin ateşli okşayışının yerine geçemez. Kendini yok eden buruk esrimede, bu nefret yeniden buluyor her gün bir bakışı, yarım kalmış bir sözü, ve kavrıyor onları, doymak bilmezcesine, bir aşkmış gibi.

-Cesare pavese
ey ahu gözlü sözlük kızları
bazen sizi üzeriz bazen de eksileriz
biz kendini bilmeyen biçareyiz
belki peripella kadar mutlulukta veremeyiz
otobüs bekler gibi tel no verirsiniz diye bekleriz
işte umut dünyası ya biz de biraz böyleyiz
birar meriç biraz abaza biraz da centilmeniz
siz nederseniz deyiniz
içinizdeki kezoyu lütfen dinlemeyiniz

gününüz aydın olsun
kalbiniz sevgi ile dolsun.

not: kezolar bize uzak meriçlere yakın olsun !
Bulanık kederlere dolduruluyor kader
Kadehlerde kum fırtınasında kalmış bir at
Köksüz otlar gibi saçlarım
Ağarmış gençliğim
Tutulan bir yol gidiyor engebesiz
Bir dert ki omuzlarımda çürümüş hayallerimden kalma
Ayaklarımda çıbanlar
Yürüdükçe ısırıyor toprak
Her nefes parçalar ciğerimi
Parçalar su da derimden güneşin izlerini.

Köylü çocukların nasırlı elleriydi beklemek
Çoğu zaman hiç gelmeyecek bir servisi
Toprak yolun kenarında servinin gölgesi
El yordamıyla bulamıyorum ölümü
Her defasında fesleğenlere çarpar elim
Elim bir kaza sonrası bilinçsizim
Uçuveren ömrümdür panik yapmayın
Gelmeyecek bir daha yırtınan ağıtlara
Yırtılmış kağıtlara koşan atlara ve uzaklara.

insan umut etmekten doğar
Umut çabuk tükenen bir şey
Ağzını açık unutunca uçuyor insanın özü
Tanrım neredesin? Nerede peygamberlerin sözü
Ne zaman ihtiyaç duysam sana
Elin yoksa da bir tekme de senden gelir
Düşmek üzere olan bir insana

Ölüm giyiyor cesedim
Tam üzerime oturuyor
Aynada selam duruyor kaybetmişiliğm
Çoğu zaman çıplak geziyor
Sanıyor insan hep siyah giyinir
Ölüm çıplaktır
Cesetler dahil...

Neredesiniz insanlar
Nerede deniz, rüzgarın uğultusu, atların kişneyişi
Karanlıkta önümden kalkan yarasalar
Adım atmaya cesaretim var
Yürümeye yok
Gökyüzünde oturur tahtında
Onu insanlık hapsetti oraya
Gözündeki perdeler güneşten çürümüş
Aralarından ışık geçiren
Su sızmayan kardeşler
Ayrılık etten kemikten tırnaktan
Sızısından parmaklarının dokunamıyor insan
Vicdana, merhamete, estetiğe
Freud öldü acısı çocukluğumda saklı

Ben de öldüm gömmüyorlar beni
Dünya yakamdan düşmüyor
Islak elleri boyumda serin ürperişler
Ruhum bir esvap gibi sıkılıyor
Asılıyor iplere, urganlara, halatlara...
Geriyor çıldırmışcasına onu insanlar
Esneyen incelen tel tel dökülen ruhumda
Tarihi geçmiş hayallerim
Tekaüte ayrılmış masal kahramanlarının hüznü
Yatağa düşmüş bir beyaz saç
Kazma arar kırık, kürek yok, gassal izinli
Tırnak iş başına.

Gömülmek istiyor ruhum
Her an cehennemi solumaktansa
Şiir ağacına asmıştım kendimi bir zaman
Dura dura koptu başım
Orada kaldı aklım
Hareket edince yaşıyor sanıyor insanlar
Oysa yürümek midir yaşamak?
Gülmek mi ağlamak mı?
Öyleyse nedir bizi yaşatan bu muallakta
Tek başına yeter mi sevdiklerinle savaşmak
Çaresizlik çukuruna atılmışsan
Ellerinde sevgiye batırılmış birer hançer
Sarılıyor dünya sarıyor etrafımı sessizce
Öldürüyor hayallerimi, aşklarımı
Ama gömmüyor beni.
kar yağınca,
beyaz bir örtü kaplar,
Her yeri, her şeyi.
masumlaşır birden dünya.
tövbe etmiş hırsız kadar.
o beyaz örtü,
neler neler saklar.
cadı kazanı burası.
her zaman,
için için kaynar.
malı görene kadarmış,
hırsızın tövbesi.
karlar erir,
masumiyet kalkar.
tanrım bu nasıl bir adalet.
suçlu değilim ben.
bütün suçlu,
büyük büyük babam.
hepsi hepsi bir elma,
bütün bunlara sebeb olan.
cennetten geldik buraya,
Cehennem bu dünya o zaman.
söyle bize ne olur,
kefaretimiz kaç zaman.

Bana ait.
yüzünü avuçlarımın arasına alabilmek. bilirsin, bu öyle sıradan bir eylem değil...
sesiz, sakin, huzurlu,
sanki bir rüya,
böylesine güzel bir dünya,
varmış yaşanacak.
bulutlarla dolu,
parlak maviymiş gökyüzü.
maviliğin koynunda bir martı,
edebsizce, ciyak ciyak,
denizin içinde yakamozlar,
ne kadar da parlak.
güneşin kırmızısı düşerken suya,
kan gibi sanki ufuk.
gözlerim büyük bir hazla,
izlerken yitip giden güneşi,
geçiyor önünden belirsizce,
ince uzun bir gemi.
yosun kokusuyla akşamın meltemi,
esiyor ılık ılık.
gençliğimin verdiği coşku,
arzular taşan bir şelale,
dökülüyor hayallerim,
damla damla, suyun üstüne,
senin için çarpan kalbin sesini,
yasla başını dinle.
sensin benim herşeyim.
seninle her zaman,
her yerde seninle.
gelecek güzel günlerde.

Bana ait.
Gizli sevda.
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı

pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü

pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
kokusu hayatı yıkasın diye

pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
yürek kendini tanır.
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarında.
izini sür yolun, acının ormanı büyütür insani
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir ask, hangi sesle ölür, bileceksin.
ne zamandı bilmiyorum.
yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku.
kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.
şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.
Suçlama beni
böyle bırakıp
gidiyorum diye
bağrımı yakan
bir yaradır
bu ayrılık şimdi

Bil ki kanımdadır
sevişmelerin yangını
öylece girerken
gecenin bağrına
taşıyorum sımsıcak gülümşeyişini

Yaşanan günler
hayatı oyarak
gedikler açıyor
durulur mu artık
durgun sularda
bekleyerek seheri

Talan ediliyor
bahar ve aşk
öyle bir soyun ki
duracak gibi değil
vurmazsak eğer
kendimizi yola

Yaşamak zorunlu
kurtarılırsa eğer
bahar ve aşk
ve şimdi hayat
acı yeşil
bir kader renginde

Hayatın ve sevincin
kaderinin altettiği yer
kavganın ortasıdır
ki umudun çiçeklenişi
aşkın
yengisidir bu

Söylenecek bütün sözler
sevincin ve sevdanın
savunulmasına dairdir
ve şimdi onlar
yaralarını saracak
birilerini beklemektedirler

Ey anısıyla
kalbimi yakan
kederlenme hemen
ve suçlama beni
böyle bırakıp
gidiyorum diye

Ahmet telli
Sen başkasının ateşine gittiğin günden beri
bağdatlı ruhi gibi bağırdım her gece:

künc-i mihnetde rakîbâ beni tenhâ sanma
yâr ger sende yatursa elemi bende yatur

duydun mu,
bazı gazellerin kahrıyla büyüdü
içimdeki çukur.

Kemal Varol
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera'nın

Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda

Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın.
Biz her şeye, 
esirgeyen ve bağışlayan, 
çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, 
hep esirgeyen ve hep bağışlayan 
rabbin adıyla başlayan adamlarız anna.

- tarık tufan
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
`ölsem eksiksiz ölürdüm
`

attila ilhan
Bir suç oluyorum ben de külümü karıştırınca
Kimleri, kimleri, kimleri vursam
Önce kendimden mi başlasam şakalaşmaya
Önce kendimden mi başlasam

Ben istesem horoz gibi öterim

Alıngan ve içli çocuk olduğum için
Rahatlarım Bankanın camını kırsam
Sularım sonra atımı bir derede
Ne zaman ne zaman kırlara kaçsam

Ben istesem kilidimi kırarım

Kumral bir Yaz peşimdedir, dolaşırım ben
Altı yaşında tütüne gittim, oğlak güttüm, çırak
Neler de çıkıyor eşelenince
insan büyüyor adam vurarak

Ben istesem pusu bile kurarım

Duygulu ve sivri bir öğrenci oldum
Ateş okudum kitap yakarak
Artı-değer kavramını ve günlerce Matematik
Bıçaklar edindim Bursa’ya giderek

Benim şimşir kazıklarım vardır

Ne zaman seni vursalar öcünü komam
ipekli dokunur gibi işliyor zaman
Öfke çiçeğim, av borum, işlek çıngırak
Bütün gün kan içinde yoğruluyorum

Yorulmam dersem yalan olacak

Bir suç oluyorum ben de külümü karıştırınca
Kimleri, kimleri, kimleri vursam
Önce senden mi başlasam şakalaşmaya
Önce senden mi başlasam

ergin günçe
Dal, kor keser penceremde açarsa;
Kuş, vurulur üzerimden uçarsa,
Ve hal böyle böyle,
Yol bu yöndeyken.
Gelir,
Ki, her gelişinde daha da içten
Gelir,
Soluk soluğa benim olursun.
Amansız sarmasında kollarımın
Esrik, çığlık çığlığa
Erir, tükenir vücudun.