bugün

Ben Senden Önce Ölmek isterim

Ben 
senden önce ölmek isterim. 
Gidenin arkasından gelen 
gideni bulacak mı zannediyorsun? 
Ben zannetmiyorum bunu. 
iyisi mi, beni yaktırırsın, 
odanda ocağın üstüne korsun 
içinde bir kavanozun. 
Kavanoz camdan olsun, 
şeffaf, beyaz camdan olsun 
ki içinde beni görebilesin... 
Fedakârlığımı anlıyorsun: 
vazgeçtim toprak olmaktan, 
vazgeçtim çiçek olmaktan 
senin yanında kalabilmek için. 
Ve toz oluyorum 
yaşıyorum yanında senin. 
Sonra, sen de ölünce 
kavanozuma gelirsin. 
Ve orda beraber yaşarız 
külümün içinde külün, 
ta ki bir savruk gelin 
yahut vefasız bir torun 
bizi ordan atana kadar... 
Ama biz 
o zamana kadar 
o kadar 
karışacağız 
ki birbirimize, 
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz 
yan yana düşecek. 
Toprağa beraber dalacağız. 
Ve bir gün yabani bir çiçek 
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse 
sapında muhakkak 
iki çiçek açacak: 
biri sen 
biri de ben. 
Ben 
daha ölümü düşünmüyorum. 
Ben daha bir çocuk doğuracağım. 
Hayat taşıyor içimden. 
Kaynıyor kanım. 
Yaşayacağım, ama çok, pek çok, 
ama sen de beraber. 
Ama ölüm de korkutmuyor beni. 
Yalnız pek sevimsiz buluyorum 
bizim cenaze şeklini. 
Ben ölünceye kadar da 
bu düzelir herhalde. 
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde? 
içimden bir şey: 
belki diyor. 

Nazım Hikmet Ran
Yokuş aşağı şarkımı söylerdim, sarhoş
“Kanatlarım vardır benim uçarım”
Koşup kaşe kabanından yakalardın uyduruk şarkılarımı
Ne çok ısıttın beni,
Ne çok ısıttım seni,
Buruştu ve kirlendi
23 Nisan’da takılan simli ve tül kanatlarım
Kurtulamadım, üstümde kaldı.
Ben sevgilim...
Bir çocuk bayramı gibi yaşamak isterdim her aşkı
Cezaya kaldım.
Bir mutluluk şiiri yazamamaktan dolayı
imlamı iyice bozsam da farketmez artık.
Kime ne “de-da”ları ayırmasam?
Noktalarda durmasam,
Bir ünleme koşsam yalnızca,
Sonu uçmak olan çığlığa.
Kime ne anlatarak bitirsem hayatımı?
Ölümüme de bir şiir yamar nasıl olsa birileri artık.
YALNIZLIK

Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım

Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
Nerdesin?

Atilla iLHAN
http://www.youtube.com/watch?v=1e9uvnc8iXw
Gel
Acının kora döndüğü
Gecenin sabahında.
Yalınayak,
Yüreğin çıplak...
Yaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibisin bazan.

https://www.youtube.com/watch?v=lZqwKJjP9_A
içimde ne zamandır gitmelerin bağıran sesi
ellerini düşlüyorum gecenin karanlığında
oysa gözlerin mıh gibi saplanmış geceye
gece güzeldir, seni özlettiğinde.
görsel

(bkz: turgut uyar)
(bkz: büyük saat)
Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların
Sonra her şey çıkıp geldi

Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne kodum kuralları
Her şey işte böyle oldu önce

Cemal Süreya
görsel
Bir sokak arası, caddenin sağında.
içinde barlar, barların içinde insanlar.
sokakta sigara içenler,
sokağın ucundan bakınca, Ben görünüyor.

Ne var, neden buradalar?
neden evinde, bağlılığında değiller?
bu sokakta mı huzuru edinmişler?
en derinde ben'e varıyorsun işte.

murat dal
--spoiler--
Ne kadar zor! insan içinde dolaşıp
ölmemiş gibi gibi numara yapmak,
Ve trajik aşk oyunlarını
Henüz yaşamamışlara anlatmak

Ve kendi kabuslarına bakıp da
Duygunun düzensiz fırtınasında bir düzen bulmak
Sanatın sönük alevlerinde
ölümcül hayat yangınını tanıtmak.
--spoiler--

Alexander Blok
(img:#1228600)
kalmak türküsü- özdemir asaf
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.
Özdemir asaf
Hoşgeldin gece,
Kelama hicran vurmuş bu sonbahar,
Güneşin pek arsız dinlemiyor,
Güçsüz insan istemiyor,
Yıldızlar dinlesin dertleşelim biraz
Ne gözyaşı ne hasret bela
Bir yastığım bir gecem ala
Dur çıkarayım gülüşlerimin maskesini
Sabahlar güzelde çok sert büyütüyor beni
Nedir bu sol yanımın derdi
Yine bir sancılı hissediyor yalnızlığı
Hırçınlığımdan gem vuruyor herkes
Oysa ben çok özledim o mağrur adamı
Bir sarhoş olsamda dayansam kapısına
Senin yerin benim yanım desem
O kadar özledim ki saçlarıma değen ellerini
Hep minnoşum derdi bana
Ne kara büyüdür ayrı düştük
Mesafeler değilde gönüller mesele
Ne ara büyüdüm ben gece
Güçlü olmak yoruyor bir hayli
Hiç birşey sorun değilde
Babamın yokluğu vuruyor beni
içimde dolmaz bir boşluk
iliklerimde boğuyor beni
iki inatçı bir gemide gider mi
Ben burada sesine bile hasret
Gülen yüzünü görenler cinnete sürüyor beni
Ah be gece sızlıyor gönlümün en derini
Öyle bir yasım var ki
Her gün öldürüyor beni
Büyüdükçe örseliyor pençelerimi
Yastığımda kalan gözyaşlarım
Hiç mi uğramıyor rüyalarına
Nasıl mutlu olabilir ki küçük kızı uzaklarda
Bir kadeh zehir dindirir mi herşeyi
Gururun kırdığı kalem çalıyor yılları
Bir gaflet ki boyun eğiyor kaleme
Bense meydan okuyorum zamana
Bak yine gün doğuyor
Herkesten önce sana günaydın baba
Yıldızlar, gitmeden yuvanıza
Kondurun öpücüğümü yanağına
Geç kalmayın o erken kalkar
Sakın aldanmayın pazar sabahına

Hoşgeldin güneş..
Bu nasıl mağrur geliş
Bu kadar gaddar olma
Tanımıyorsun beni
Bilemezsin kalbimdeki derinlikleri
Basit hislerin ağıt yaktığı ucuz romanlar
Benim ellerimdeki basit bilyeler gibiydi
Zihnimde nakış nakış anılarımdaki cümleler
Dün gibi küçücük ellerime güvenemediğim günler
Sanki hiç yaşanmadı küçük kalbime sığan hisler
Kırılan hayaller, korkular, derin sevgiler, acılar
Zaman geçtikçe kırılan tırnak kadar etmediler
Sessiz sedasız, çaresiz ağladığım zamanlar
Ettiğim yeminle ağlayamadığım eşsiz anlar
içten güldüğüm kadar sahte gözlerim
Ben kaç yanlışı görmezden geldim ve sustum
Kaç merhumun infazını verdim bu gözlerde
Kaç perdenin unutulmaz acısını gizledim
Ne kadar yalanın gerçeğine şahitlik ettimde
Kaç hançeri yutkunarak kirpiklerime gizledim
Kimse yoktu en ağır mevzularımın mahkemesinde
Yine de öldüremedim içimdeki masum çocuğu
Geçmişi herşeyiyle geleceğe hibe ettim
Ve asla acıtmaz canımı kimsenin darbesi
Ben bir tek babamın yokluğuna yas tutarım.
Kaptan şiiri 1-2-3-4-5

eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum

geceyarısını yaşamaktan yorgunum

ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers’li kızı hatırlatıyor

ayazın avucunda unutmuştun ellerini

karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hâttâ ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux châtelet’de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

montmartre metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

bir gazete aldım ama evde okuyacağım

kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam ve yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam şehvetini hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar

yarı gecenin içinden bir zenci süt beyaz bakıyor
rue lafayette’de dünden bugüne geçiyorum

eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum

2.
bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış

luxembourg garı’nın dirseğindeki çiçekçiyi bileceksin
yeşil muşamba ceketli sarışın küskün kızcağız
en dokunulmaz kızı en temiz fikrimce paris’in
pablo’ya sorarsanız bir taksi şöförüyle yatıyor
pablo!.. ah pablo!.. onunla bir tanışsanız
önüne gelene salamanca’dan bir şeyler anlatıyor
babasını orada bir duvar dibinde bırakmış
halbuki konuştuğu zaman fransız sanırsınız

saint – michel’de bir talebe kahvesindeyim yalnız
gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var

ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
avenue wagram’da bir akşam yeter bana ağustosta
yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pırıl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta

dün gece châtelet’de metro’nun yanıbaşında durdum
yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
yağmur saint-jacques kulesine doğru yağıyordu

yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım

şimdi bir nefeste cafe de I’ecluse’ü hatırladım
seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
onlar için bir takım maceralar düşünürüm
seine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor

dupont’daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar

utrillo’nun bir sokağından seni çektim çıkardım
elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
sana mardi gras için bir Japon maskesi aldım
sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum

3.
yalın kılıç bir kasım sabahını paris’te yaşadım
sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
faubourg saint – denis’de işte yine pazar kurulmuş
beş franga çorba içtiğimiz julien’in kapısı önünde
kırmızı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın durmuş
muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
raflarda uzun uzun herifler gibi tâze ekmekler
üstünde bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
ben bu mısraları yazarım tout-va-bien kahvesinde

concorde’da bütün fiskiyeler birden ayaklanacak
eğri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebem kuşağını

paris’in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
on beş dakika sonra bordeaux’ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak
ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım

st. vincent de paul kilisesi benim otelin arkasına düşer
saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
her seferinde seni tekrar bordeaux’ya yolcu ediyorum

saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
dona-maria! bir kahvede isyan halinde bulduğum
çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
sen! bordeaux’ya yorgun bir flâmingo gibi yolladığım
geceleri benim için dua etmelisiniz

renault’daki grevciler toptan sokağa atıldılar
paris’in duvarlarını boydan boya afişler kapladı

seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim
armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
ben sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç korkmuyorsun

gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim

kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kur’andaki bütün belâlara tevrattaki bütün belâlara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden mademki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çignedim ağladım
mademki en büyük düşmanım kalbim benim kendimin
onu inkâr ediyorum kalbimi inkâr ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz

üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikâyemi anlatacak

4.
cenovaya indiğim sabah seni katiyen göremezdim
aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
zehra’yı unutmamıştım allahsız gözlerini unutmamıştım
sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saplamışlardı

şimdi benim gözlerim paris’te marivaux sinemasında
bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
ellerim derseniz marsilya’da garsonla hesaplaşıyor
martini-cin seksen frank on frank da servis
kalbim derseniz onun nerede olduğunu bilmiyorum
hiç kimse kalbimin nerede olduğunu bilmiyor
nihayet seni terk edip gitti diyebilirsiniz

benim acılarım ilâhlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
onları karanlıkta bembeyaz gözleriyle görüyorum
karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum
seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum
ikimiz birdenbire austerlitz garı’na gidiyoruz
austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
bir trene binmek rastgele defolup gitmek istiyorum
trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum

samaritain’in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor
bir roman için fevkalâde oldukları düşünülebilir

sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
bense on frangımı amerikan bilârdosuna kaptırdım
seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuruyordu
seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
mavi bir ışık vardı ben işte onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob’un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgâr tutuyordun
bu rüzgâr için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun

marsilya’da bir akşam soğuktan tir tir titredim
peter cheyney’in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim
vapur ertesi gün saat beş’te kalkacaktı

ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu alahım gibi aşikâr biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
on bir gün aç ve susuz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim

5.
hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu
ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum
güya bir şilebin kıç güvertesinde durmuştum
nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu
asor adalarında on sekiz mısramı unutmuştum
onlar beni terk etmişlerdi yalnız kalmıştım mahvolmuştum
sen beni terketmiştin bunu yalnız serdümen biliyordu
geceleyin ışıkları söndürüp senden bahsediyorduk

seine kitapçılarında villon’un şiirlerini buldum
nehir yürek gibi kabarmıştı rüzgâr esiyordu
bir hafta her gece villon’dan bir şeyler okudum

sen benim şiirlerimi okudukça ağlayacaksın

seni hiç görmeseydim seni keşke hiç görmeseydim
şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör olsaydım
sacre-coeur’de armonik çalsaydım dilenseydim
seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu
kaldırımlara renkli tebeşirlerle katedral resimleri çizerdim
kaldırımlara senin resmini çizerdim herkes seni çiğnerdi
bistroya yıkılır çırılçıplak bir quantro içerdim
lucie-anne yine gelir yine bana senden bahsederdi
lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi

benim bu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
kendimi yerden yere vuruşurumu içimdeki zehri
bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyorlar
sen o çocuk değilsin sen artık çocuk değilsin
dudakların eskisi gibi beyaz değiller biliyorsun
sen gözlerini kaybettin gözlerini gözlerini bunu biliyorsun
ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum
sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun

eiffel’in dibinde durduk ben bir cıgara yaktım
saint – dominique sokağında şehir ışıklarını yaktı
içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım

soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlarını kesmiştin
dudaklarını boyamıştın bu seni tamamen değiştirmişti
rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
onların arasında değildim çünkü ben yoktum
ben paris’te kalmıştım adresim ezberindeydi
her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
ne var ki bunu hiçbir zaman yapmayacaksın

kendimden kurtulmak için gölgemi koridorda astım

pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekleyecekti
şimdi kalkıp gitsem mırç’ı bulacağım malûm
sonra vini-prix’den üç litre şarap alacağımız
şarabın yanına bir şişe rom-negrita alacağımız
sarhoş olacağımız malûm şarkı söyleyeceğimiz
sonra mırç zehra’dan bahsedecek ben susacağım
camlardan bakınca paris’in damlarını göreceğiz

bana ancak sabahları telefon edebilirsiniz…

Atilla ilhan
Bak sana bir tavsiye, bekle!
neye ihtiyacın olduğunu bulmayı,
karmaşadan çıkacağın anı,
anlam, güç ve amaç dolu bir yaşamı.

Bak sana bir öneri, ara!
herşeyi içereni, tüm parçalarını
tüm denileni, ulaşılmaz olanı
ütopya gerçekliğinin gücünü.

bak sana bir yöntem, sor!
bilinemez olan başlangıç nedir?
sınırsız olan gizem nedir?
yaşamın sonu tanımsızlık nedir?

bak sana bir gizem, boşluk!
var olan onun içinde, dışı yok
içeren de o içerik de o
kendin gibi, önü yok sonu yok.

murat dal
mustafa kemal'in kağnısı

yediyordu elif kağnısını,
kara geceden geceden.
sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
inliyordu dağın ardı, yasla,
her bir heceden heceden.

mustafa kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
çabuk giderdi, çok götürürdü elifçik,
nam salmıştı asker içinde.
bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
doğrulmuştu yola önceden önceden.

öküzleriyle kardeş gibiydi elif,
yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
mahzundu bütün bütün sarıkız, yanı sıra,
gecenin ulu ağırlığına karşı,
hafifletir, inceden inceden.
iriydi elif, kuvvetliydi kağnı başında
elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
niceden, niceden.

durdu birdenbire kocabaş, ova bayır durdu,
nazar mı değdi göklerden, ne?
dah etti, yok. dahha dedi, gitmez,
ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
nasıl dururdu mustafa kemal'in kağnısı.
kahroldu elifçik, düşünceden düşünceden
aman kocabaş, ayağını öpeyim kocabaş,
vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
düşerim gerilere, iyceden iyceden.

kocabaş yığıldı çamura,
büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
örtüldü gözleri örtüldü hep.
kalır mı mustafa kemal'in kağnısı, bacım,
kocabaşın yerine koştu kendini elifçik,
yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.

fazıl hüsnü dağlarca

nerede duysam, ne zaman okusam gözlerim yaş dolar; boğazım düğümlenir...
görsel

(bkz: nilgün marmara)
şehir
düştü
martılar
bırakmış denizi
alıcı kuşlar dönmekte
gökdelenlerin çevresinde
buna ışığın hükmü diyorlar
yalnızlık diyorum ben..

şehir düştü
söylendi binlerce kez
başka yer
başka insan
belki zaman sadece
buna delilik diyorlar
“açıl susam açıl” diyorum ben..

Mehtap MERAL
gülüş bir yanaşım'dır bir öbür bir kişiye;
bir'den iki kişiyi döndürür bir kişiye..
anılarından kale yapıp sığınsa bile,
yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.

benim için bu oldu sizi bilmem.
Bir akşam-üstü pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O geçen ben değildim.

Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.

Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya..
Bunu bilen ben değildim.

Bir kitap okuyordun dalgın..
içinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..

özdemir asaf
Kocalmaya alışıyorum dünyanın en zor zanaatına,
kapıları çalmaya son kere,
duruq durmadan ayrılığa.
Saatler, akarsınız, akarsınız, akarsınız...
Anlamaya çalışıyorum inanmayı yitirmenin pahasına.
Bir söz söyleyecektim sana söyleyemedim.
Dünyamda sabahleyin aç karına içilen cıgaramın tadı.
Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı.
Kıskanıyorum öylelerini kocaldıklarının farkında bile değiller,
öylesine başlarından aşkın işleri.
görsel

(bkz: büyük saat)
(bkz: turgut uyar)
Ben şiir yazamıyorum
Özlüyorum ağlıyorum
Düşünüyorum ağlıyorum.