bugün
- bu gece intihar edeceğim42
- hangi süper güce sahip olmak isterdiniz17
- hiç aldatmayan erkekte sorun vardır8
- icardi190513
- utanmadan fenerbahçe kollanıyor diyebilmek8
- galatasaray31
- ali koç12
- kocaeli de ders basan veli9
- hadise'nin külotla marş söylemesi27
- allah neye benzer14
- ilkokuldaki sevgilinizle yaptığınız çılgınlıklar12
- okan buruk'un rakiplerine küfür etmesi22
- fenerbahçe30
- albay kemal11
- fenerbahçe taraftarı13
- fenerbahçe 38 de 38 yapsa olacaklar10
- anın görüntüsü10
- bütün pitbullar uyutulmalı17
- son 22 yılın özeti12
- akp döneminde kürtlerin asimile olması9
- sinovac mı biontech mı12
- sözlük yazarlarına acı ama gerçek bir şey söyle9
- akp'nin galatasaray'ı destekleme nedeni8
- kulaklığını paylaşan erkek cuckold mudur8
- keyiflenmek için ne yapıyorsun9
- fettullah gülen'in ölmesi16
- kılıçdaroğlu'nun yeniden aday olacağım demesi19
- ateist ve deistler bunu açıklasın12
- karısının onlyfans açmasına izin veren erkek11
- sözlük abazanları kız bulduğu zaman olacaklar8
- düğün yapmak akıl dışıdır11
- allah intikam sahibidir15
- fenerbahçe amblemindeki ot11
- kur an çevirisi yapmanın haram olması34
- mauro icardi23
- ülkemde başı açık tavuk is te mi yo rum8
- fransız kızın üzerine işeyen göçmen15
- dilan dere ile evlenmek11
- müslümanların anadili arapçadır13
- sevgiliyle uyumak13
- kadın vücudunun olağanüstü bir tasarım olması8
- emre belözoğlu15
- sözlüğün en iyi yazarı olmak11
- mert hakan yandaş16
- abberrline9
- 2023 2024 sezonu süper lig şampiyonu galatasaray17
- israil'in refahta sivil çadırlarını vurmasi27
- fenerbahçe'nin gs'nin balonunu patlatmış olması20
- astrolog meral güven20
- galatasaray ın verilmeyen penaltısı9
yusuf kaplan'ın medeniyet tasavvuru hakkında düşünen ve incelediği filmleri buna göre değerlendiren, etrafta çok gözükmeyen, istanbul'da ikamet etmediğine dair söylentiler bulunan yazar.
bazı noktalarda bakış açısını, yusuf kaplan, ayşe şasa, sadık yalsızuçanlar, ali murat güven, ihsan kabil'e yakın görebiliriz. her iki kitabında veya internet yayıncılığı anlamında telif ettiği yazılara baktığımızda ibn-i arabi'nin hayal, gerçeklik, vahdet-ül vücut ve daha bir çok fikri hakkında tefekkür etmeye çalıştığı farkedilir.
bazı noktalarda bakış açısını, yusuf kaplan, ayşe şasa, sadık yalsızuçanlar, ali murat güven, ihsan kabil'e yakın görebiliriz. her iki kitabında veya internet yayıncılığı anlamında telif ettiği yazılara baktığımızda ibn-i arabi'nin hayal, gerçeklik, vahdet-ül vücut ve daha bir çok fikri hakkında tefekkür etmeye çalıştığı farkedilir.
ömrünü tarkovsky'i anlamaya adamış izlenimi veren, islamcı yazar. bursa'da ikamet eder. sinema üzerine iki kitabı vardır. sinemanın hakikati ve hakikatin sineması. tipini merak edenler için şurada en altta bir fotoğrafı mevcuttur.
http://www.anadoluplatfor...yf=Mansetler&mid=1047
http://www.anadoluplatfor...yf=Mansetler&mid=1047
timeturk.comda yayınlanan 19 mayıs 2013 tarihli yazısı:
Reyhanlı Olayları ve 'Kötülüğün Sıradanlığı
Hatayın Reyhanlı ilçesinde patlayan bombalar, sadece ölümlerle değil, sonrasındaki tartışmalarda, insanların içinde gizli olan kötülüğü açığa çıkarmaları bakımından da çok can yakıcıydı. Reyhanlı, geriye dönük bir tarih okumasını ve modernitenin kötülükle imtihanının bu topraklarda da süregeldiğini anlamamızı mümkün kılması açısından bir milattı bana kalırsa.
Elem Klimovun Come and See / Gel ve Gör filmi, savaş denen şeyin, uzmanların, rahat koltuklarında, önlerindeki satranç tahtasındaki piyonları bir yandan öte yana taşımalarından çok daha başka bir şey olduğunu gösteren, belki de sinema tarihindeki en çarpıcı, en iç yakıcı filmlerden birisiydi. Çoğu zaman, savaşın bir zalimi, bir mazlumu olsa bile; savaş, zalimin mazluma yönelik bir kıyımı sayılamazdı sadece. Zira savaşın en önemli kıyımı, dışarıdaki fiziksel kıyımdan çok daha öldürücü olan içerdeki kıyımdı. Zalimin zulmü, tek yönlü bir yıkım oluşturmuyordu. Mazlumu de zalimleştiren, öldüren bir süreçti bu.
Savaşı bir oyun gibi gören ve bu oyuna iştirak etmek için büyük bir istek duyan bir çocuğun, beş dakikada yaşlanmasına şahit olabileceğimiz bir ölümdür bu! Sadece zalimin çürümesine değil, mazlumun içten içe zalimleşmesine, çocukların çocukluğunun yitimine, tabiatın ölümüne, canlı cansız her varlığın bir bataklık içinde çürümesine eşlik eder savaş.
Büyük amaçlar için yapılan savaşlar ve bu savaşlar sırasında sivil, çoluk çocuk yapılan kıyımlar, hep bir yüce amaç adına haklı çıkarılır. Gel ve Gör filminde, yüzlerce insanın, çoluk çocuk yakılması emrini verebilen bir komutan, karşı tarafın eline geçtiğinde, aynen Eichmann gibi, benim de torunlarım var; ben hiç kimseyi öldüremem, sadece emirleri yerine getirdim diyebilmektedir mesela. Peki, nasıl olmaktadır bu? Herkesin sıradan, herkesin masum olduğu böyle bir dünyada bunca zulmü, bunca kıyımı kim yapmaktadır? Alınan bu emirlerin kökeni tam olarak neresidir?
Sanırım modernitenin organizasyon becerisinin en önemli yönüne, savaşlarda tanık oluyoruz. Tek tek her birisi sıradan, masum, aile babası olan insanlar, bir yüce amaç için bir araya geldiklerinde ortaya emir merkezinin neresi olduğu belli olmayan, ama mutlak uyulması gereken emirlerden oluşan bir mekanizma çıkıyordu. Eichmann, benzer şeyler söylemişti savunmalarında. Arendt, Eichmannın savunması üzerinden yapmaya çalıştığı modernite analizlerinde bu durumu modernite daha kötü insanlar yaratmadı ama kötü olmayan sıradan insanların büyük kötülükler yapabilecekleri mekanizmayı / aygıtı icat etti mealinde bir şeyler söylemişti. Ortaya çıkan şey, tam anlamıyla kötülüğün sıradanlığı idi. Artık ortada, bir vahşiye, bir merkeze mâl edilemeyecek olan merkezsiz kötülükler vardı.
Gel ve Görde kendini savunan komutanın, savunduğu şeyde kendi söylediklerine inancı bununla ilgiliydi; Eicmann gibi Gerçekten de kendilerinin masumluğuna inanıyorlardı çünkü. Sonuçta onlar da kurbandı! Jan Nemecin Diamonds of the Night filmi de kötülüğün sıradanlığına verilebilecek en önemli ve iç yakıcı örneklerden birisidir. Nazi kampından kaçan iki gencin, bir köyde yakalandıktan sonra başına gelenler, sıradan insanlar topluluğunun kötülüğünün, gerçek kötülerden hiç de aşağıda kalmadığını gösterir. Zulmün en büyüğü olan, aşağılama, sıradanlığın kıyımının en önemli göstergelerindedir. inandıkları bir yüce amaç, ya da ölümden korunmak iştiyakı, bir araya gelen insanlar topluluğunu kolayca bir vahşiye döndürebilmekteydi. O vahşetin karşısında, gerçekten masum iki gencin olması bir şey fark etmez. Önemli olan bir yüce amacın ya da toplumsal çıkarların öteki kötü ile karşı karşıya kalmasıdır. Mekanizma, artık, sıradanlığın katliamını ortaya koymaya müsait hâle gelmiştir.
Sıradanlığın kötülüğünün kurbanda yarattığı en iç yakıcı parçalanma, sıradanlıktan beklediği kurtulma umudunun, kötülüğün eziciliği altında bir aşağılamaya dönüşmesidir. Diamonds of the Night filminde, bir parti ortamında tıkınıncaya kadar yiyen insanların karşısında, yüzleri duvara dönük hâlde aşağılanan kurbanların acısı, hiçbir gerçek zalimin zulmünün vereceği acıyla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Zira bu zulümde, bir kurtuluş umudu, içkin olarak vardır. Kurban, karşısındaki sıradan insanın, insanlığını hatırlayabileceği umudunu her an taşır. işte bu araf, bir yanıyla kıyıcı bir aşağılanmaya zemin hazırlar, öte yandan çekilen zulmü çok daha derinden hissettirir.
Alain Resnais, can yakıcı Night and Fog filminde, kötülüğün sıradanlığının son derece net bir tasvirini yapar. Auschwitz kampının Nazi subaylarının kaldığı bölümde, konser salonları vardır. Elit bir kültürden yetişmiş Nazi subayları Bach, Wagner, Beethoven dinledikleri akşamların sabahında, insanları en efektif mühendislik hesaplarıyla yakabilecek planları yapabilmekteydiler. Onlar da bir yüce amaç için, dünyayı değiştirmek için yapıyorlardı bunu. Aynen Eichmann gibi, hangisine sorulsa ben sadece görevimi yaptım diyecekti.
Peki, bütün bunların Reyhanlı olayları ile ilgisi nedir? Reyhanlıda patlayan bombalar, sadece ölen ve yaralanan masumlardan ibaret bir kıyım yaratmamıştı ülkede. Sonrasında özellikle Suriyeli mültecilere yönelik davranışlar ve çeşitli iç yakıcı iddialar, ortaya başka bir zulmü çıkarıyordu. Üstelik özellikle post-modern çağlardaki tanıklıklar, zulmün bizatihi kendisine ortak ediyordu hepimizi. Sadece dokunduğunu değil, uzak durup vicdanının üstüne yatanları da çürütüyordu savaş
Patlamalar sonrası, Reyhanlıda olanlar dışında bizim net olarak gözlemleyebildiğimiz bir şey vardı. Suriyeli mültecilerin suçlanması, adeta Türkiye solunun ve milliyetçilerin milli sporu hâline geliyordu. Bir zulümden kaçarak Türkiyeye sığınmış insanları, adeta döve döve ülkeden kovacak hâle geliyordu sıradan kötülüğümüz.
Hakan Albayrakın birçok Suriyeli mültecinin bombalarda yaralandıktan sonra, oradaki insanlar tarafından öldürüldüğü üzerine iddiaları tek başına dünyayı başımıza yıkmaya yetmeliydi elbette. Sonrasında Albayrakı nefret suçu işlemekle suçlayanlar oldu. Ama Albayrak iddialarından geri dönmedi. Bizim gibi o ortamı görmemiş ama sosyal medyada ve basında gördüklerinden bir şey çıkarabilecekler için durum aslında son derece netti. Suriye, solcusu ve Müslümanı ile çoğumuz için yeni bir turnusol kâğıdı hâline dönüşmüştü. Üstelik bu turnusol kâğıtlarını insanların suratına fırlatmakta pek bir mahir olan Türkiye solcusu, tarihinde birçok kereler olduğu gibi, burnunun dibinde olan kıyıma, sırf kıyılanlar kendisine uzak, kıyanlar da kankaları olduğu için, gözünü, kalbini, ruhunu, vicdanını kapayabilmekteydi.
Yüce amaçların veya Meriçin tabiriyle ideolojik deli gömleklerinin yarattığı bir sıradan kötülükle daha yüz yüzeydik. Mülteci olarak kendisine sığınmış olanları linç edebilecek kadar insanlığını yitirmeye yüz tutmuş bir fikir ortamının bu ülkede birçok kesimde olduğunu net olarak tespit etmemiz gerekiyor. Albayrakın söylediklerinin gerçekten olup olmadığı bir yana (ki şahsi olarak buna inandığımı ifade etmem gerekiyor) bunun olabileceğinin çok açık emarelerini, en azından Türkiye entelektüelleri ve siyasilerinin söyledikleri ve yazdıklarının kötülüğünde görebildiğimizi ifade etmeliyiz.
Önümüze bir fotoğraf düşüyor. Reyhanlıdaki patlamalar sonrası, kendilerine yapılan saldırılardan korkarak geri dönmek isteyen bir grup Suriyeli var bu fotoğrafta. Bir çocuk var, henüz bebeklik yaşlarından yeni çıkmış olmalı. En fazla 4-5 yaşlarında. Kocaman bir bavulu çekmeye çalışıyor. Aklıma yine bir film geliyor. Angelopoulosun Weeping Meadow / Ağlayan Çayır filminin hemen girişinde, Odessada yaşayan Yunanlı mültecilerin, Odessa halkının zorlamaları sonucu ülkelerine dönüşü gösterilir. Kalabalık grubun arasında, hemen yanında bir el arayan ve bulduğu ilk ele sımsıkı tutunan minicik bir kız çocuğunun hayatını anlatır film. Eleni, o ilk anın kırgın yüreğini adeta hayatı boyunca mıh gibi yüreğinde taşır.
Türkiyeden nerdeyse tekme tokat kovduğumuz bu mülteciler arasındaki Eleniler geliyor aklıma. Belki de ölüme gönderildiklerini bilmeden Gel ve Gör filmindeki çocuğun yaptığı gibi bir oyun olarak görüyorlar tüm bu olanları. Ama her birisinin, bir anda elli yaş yaşlanabileceği bir ortama sürüldüklerini düşünürsek, yaptığımız sıradan kötülüğün büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Açıkça bir şeyi ifade etmem gerekiyor: 1915 Ermeni kıyımı üzerine çok büyük tartışmalar oldu bu ülkede. Kimisi reddetti, kimisi kabul etti, ama rakamlar o kadar büyük değil dedi. Kimisi Ermenilerin yaptığı zulümlerden bahsederek bizim yaptığımızı unutturmak istedi. Yazının en başında Reyhanlı olaylarının geriye dönük bir tarih okumasına imkân verdiğini söylerken bahsettiğim tam da buydu. Zira bugün Suriyede olan zulme sessizliğimiz ve o zulmün bir sonucu olarak bize sığınmış bu insanlara yaptıklarımız, 1915te ne yapmış olabileceklerimiz üzerine bir fikir veriyor bana. Maalesef gördüğüm manzara hiç de hoş değil.
Kötülüğün sıradanlığı yüzyıllardır dokunmadık hiçbir toprak parçası bırakmamış demek ki! Demek ki, her birimiz o sıradanlığın kötülüğünü kimi yüce amaçlar ardında gizlemeyi maharet bilmiş ve kendimizi kandırabilmişiz!
Asr'a yemin olsun ki; insanlar hüsrandadır.
Reyhanlı Olayları ve 'Kötülüğün Sıradanlığı
Hatayın Reyhanlı ilçesinde patlayan bombalar, sadece ölümlerle değil, sonrasındaki tartışmalarda, insanların içinde gizli olan kötülüğü açığa çıkarmaları bakımından da çok can yakıcıydı. Reyhanlı, geriye dönük bir tarih okumasını ve modernitenin kötülükle imtihanının bu topraklarda da süregeldiğini anlamamızı mümkün kılması açısından bir milattı bana kalırsa.
Elem Klimovun Come and See / Gel ve Gör filmi, savaş denen şeyin, uzmanların, rahat koltuklarında, önlerindeki satranç tahtasındaki piyonları bir yandan öte yana taşımalarından çok daha başka bir şey olduğunu gösteren, belki de sinema tarihindeki en çarpıcı, en iç yakıcı filmlerden birisiydi. Çoğu zaman, savaşın bir zalimi, bir mazlumu olsa bile; savaş, zalimin mazluma yönelik bir kıyımı sayılamazdı sadece. Zira savaşın en önemli kıyımı, dışarıdaki fiziksel kıyımdan çok daha öldürücü olan içerdeki kıyımdı. Zalimin zulmü, tek yönlü bir yıkım oluşturmuyordu. Mazlumu de zalimleştiren, öldüren bir süreçti bu.
Savaşı bir oyun gibi gören ve bu oyuna iştirak etmek için büyük bir istek duyan bir çocuğun, beş dakikada yaşlanmasına şahit olabileceğimiz bir ölümdür bu! Sadece zalimin çürümesine değil, mazlumun içten içe zalimleşmesine, çocukların çocukluğunun yitimine, tabiatın ölümüne, canlı cansız her varlığın bir bataklık içinde çürümesine eşlik eder savaş.
Büyük amaçlar için yapılan savaşlar ve bu savaşlar sırasında sivil, çoluk çocuk yapılan kıyımlar, hep bir yüce amaç adına haklı çıkarılır. Gel ve Gör filminde, yüzlerce insanın, çoluk çocuk yakılması emrini verebilen bir komutan, karşı tarafın eline geçtiğinde, aynen Eichmann gibi, benim de torunlarım var; ben hiç kimseyi öldüremem, sadece emirleri yerine getirdim diyebilmektedir mesela. Peki, nasıl olmaktadır bu? Herkesin sıradan, herkesin masum olduğu böyle bir dünyada bunca zulmü, bunca kıyımı kim yapmaktadır? Alınan bu emirlerin kökeni tam olarak neresidir?
Sanırım modernitenin organizasyon becerisinin en önemli yönüne, savaşlarda tanık oluyoruz. Tek tek her birisi sıradan, masum, aile babası olan insanlar, bir yüce amaç için bir araya geldiklerinde ortaya emir merkezinin neresi olduğu belli olmayan, ama mutlak uyulması gereken emirlerden oluşan bir mekanizma çıkıyordu. Eichmann, benzer şeyler söylemişti savunmalarında. Arendt, Eichmannın savunması üzerinden yapmaya çalıştığı modernite analizlerinde bu durumu modernite daha kötü insanlar yaratmadı ama kötü olmayan sıradan insanların büyük kötülükler yapabilecekleri mekanizmayı / aygıtı icat etti mealinde bir şeyler söylemişti. Ortaya çıkan şey, tam anlamıyla kötülüğün sıradanlığı idi. Artık ortada, bir vahşiye, bir merkeze mâl edilemeyecek olan merkezsiz kötülükler vardı.
Gel ve Görde kendini savunan komutanın, savunduğu şeyde kendi söylediklerine inancı bununla ilgiliydi; Eicmann gibi Gerçekten de kendilerinin masumluğuna inanıyorlardı çünkü. Sonuçta onlar da kurbandı! Jan Nemecin Diamonds of the Night filmi de kötülüğün sıradanlığına verilebilecek en önemli ve iç yakıcı örneklerden birisidir. Nazi kampından kaçan iki gencin, bir köyde yakalandıktan sonra başına gelenler, sıradan insanlar topluluğunun kötülüğünün, gerçek kötülerden hiç de aşağıda kalmadığını gösterir. Zulmün en büyüğü olan, aşağılama, sıradanlığın kıyımının en önemli göstergelerindedir. inandıkları bir yüce amaç, ya da ölümden korunmak iştiyakı, bir araya gelen insanlar topluluğunu kolayca bir vahşiye döndürebilmekteydi. O vahşetin karşısında, gerçekten masum iki gencin olması bir şey fark etmez. Önemli olan bir yüce amacın ya da toplumsal çıkarların öteki kötü ile karşı karşıya kalmasıdır. Mekanizma, artık, sıradanlığın katliamını ortaya koymaya müsait hâle gelmiştir.
Sıradanlığın kötülüğünün kurbanda yarattığı en iç yakıcı parçalanma, sıradanlıktan beklediği kurtulma umudunun, kötülüğün eziciliği altında bir aşağılamaya dönüşmesidir. Diamonds of the Night filminde, bir parti ortamında tıkınıncaya kadar yiyen insanların karşısında, yüzleri duvara dönük hâlde aşağılanan kurbanların acısı, hiçbir gerçek zalimin zulmünün vereceği acıyla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Zira bu zulümde, bir kurtuluş umudu, içkin olarak vardır. Kurban, karşısındaki sıradan insanın, insanlığını hatırlayabileceği umudunu her an taşır. işte bu araf, bir yanıyla kıyıcı bir aşağılanmaya zemin hazırlar, öte yandan çekilen zulmü çok daha derinden hissettirir.
Alain Resnais, can yakıcı Night and Fog filminde, kötülüğün sıradanlığının son derece net bir tasvirini yapar. Auschwitz kampının Nazi subaylarının kaldığı bölümde, konser salonları vardır. Elit bir kültürden yetişmiş Nazi subayları Bach, Wagner, Beethoven dinledikleri akşamların sabahında, insanları en efektif mühendislik hesaplarıyla yakabilecek planları yapabilmekteydiler. Onlar da bir yüce amaç için, dünyayı değiştirmek için yapıyorlardı bunu. Aynen Eichmann gibi, hangisine sorulsa ben sadece görevimi yaptım diyecekti.
Peki, bütün bunların Reyhanlı olayları ile ilgisi nedir? Reyhanlıda patlayan bombalar, sadece ölen ve yaralanan masumlardan ibaret bir kıyım yaratmamıştı ülkede. Sonrasında özellikle Suriyeli mültecilere yönelik davranışlar ve çeşitli iç yakıcı iddialar, ortaya başka bir zulmü çıkarıyordu. Üstelik özellikle post-modern çağlardaki tanıklıklar, zulmün bizatihi kendisine ortak ediyordu hepimizi. Sadece dokunduğunu değil, uzak durup vicdanının üstüne yatanları da çürütüyordu savaş
Patlamalar sonrası, Reyhanlıda olanlar dışında bizim net olarak gözlemleyebildiğimiz bir şey vardı. Suriyeli mültecilerin suçlanması, adeta Türkiye solunun ve milliyetçilerin milli sporu hâline geliyordu. Bir zulümden kaçarak Türkiyeye sığınmış insanları, adeta döve döve ülkeden kovacak hâle geliyordu sıradan kötülüğümüz.
Hakan Albayrakın birçok Suriyeli mültecinin bombalarda yaralandıktan sonra, oradaki insanlar tarafından öldürüldüğü üzerine iddiaları tek başına dünyayı başımıza yıkmaya yetmeliydi elbette. Sonrasında Albayrakı nefret suçu işlemekle suçlayanlar oldu. Ama Albayrak iddialarından geri dönmedi. Bizim gibi o ortamı görmemiş ama sosyal medyada ve basında gördüklerinden bir şey çıkarabilecekler için durum aslında son derece netti. Suriye, solcusu ve Müslümanı ile çoğumuz için yeni bir turnusol kâğıdı hâline dönüşmüştü. Üstelik bu turnusol kâğıtlarını insanların suratına fırlatmakta pek bir mahir olan Türkiye solcusu, tarihinde birçok kereler olduğu gibi, burnunun dibinde olan kıyıma, sırf kıyılanlar kendisine uzak, kıyanlar da kankaları olduğu için, gözünü, kalbini, ruhunu, vicdanını kapayabilmekteydi.
Yüce amaçların veya Meriçin tabiriyle ideolojik deli gömleklerinin yarattığı bir sıradan kötülükle daha yüz yüzeydik. Mülteci olarak kendisine sığınmış olanları linç edebilecek kadar insanlığını yitirmeye yüz tutmuş bir fikir ortamının bu ülkede birçok kesimde olduğunu net olarak tespit etmemiz gerekiyor. Albayrakın söylediklerinin gerçekten olup olmadığı bir yana (ki şahsi olarak buna inandığımı ifade etmem gerekiyor) bunun olabileceğinin çok açık emarelerini, en azından Türkiye entelektüelleri ve siyasilerinin söyledikleri ve yazdıklarının kötülüğünde görebildiğimizi ifade etmeliyiz.
Önümüze bir fotoğraf düşüyor. Reyhanlıdaki patlamalar sonrası, kendilerine yapılan saldırılardan korkarak geri dönmek isteyen bir grup Suriyeli var bu fotoğrafta. Bir çocuk var, henüz bebeklik yaşlarından yeni çıkmış olmalı. En fazla 4-5 yaşlarında. Kocaman bir bavulu çekmeye çalışıyor. Aklıma yine bir film geliyor. Angelopoulosun Weeping Meadow / Ağlayan Çayır filminin hemen girişinde, Odessada yaşayan Yunanlı mültecilerin, Odessa halkının zorlamaları sonucu ülkelerine dönüşü gösterilir. Kalabalık grubun arasında, hemen yanında bir el arayan ve bulduğu ilk ele sımsıkı tutunan minicik bir kız çocuğunun hayatını anlatır film. Eleni, o ilk anın kırgın yüreğini adeta hayatı boyunca mıh gibi yüreğinde taşır.
Türkiyeden nerdeyse tekme tokat kovduğumuz bu mülteciler arasındaki Eleniler geliyor aklıma. Belki de ölüme gönderildiklerini bilmeden Gel ve Gör filmindeki çocuğun yaptığı gibi bir oyun olarak görüyorlar tüm bu olanları. Ama her birisinin, bir anda elli yaş yaşlanabileceği bir ortama sürüldüklerini düşünürsek, yaptığımız sıradan kötülüğün büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Açıkça bir şeyi ifade etmem gerekiyor: 1915 Ermeni kıyımı üzerine çok büyük tartışmalar oldu bu ülkede. Kimisi reddetti, kimisi kabul etti, ama rakamlar o kadar büyük değil dedi. Kimisi Ermenilerin yaptığı zulümlerden bahsederek bizim yaptığımızı unutturmak istedi. Yazının en başında Reyhanlı olaylarının geriye dönük bir tarih okumasına imkân verdiğini söylerken bahsettiğim tam da buydu. Zira bugün Suriyede olan zulme sessizliğimiz ve o zulmün bir sonucu olarak bize sığınmış bu insanlara yaptıklarımız, 1915te ne yapmış olabileceklerimiz üzerine bir fikir veriyor bana. Maalesef gördüğüm manzara hiç de hoş değil.
Kötülüğün sıradanlığı yüzyıllardır dokunmadık hiçbir toprak parçası bırakmamış demek ki! Demek ki, her birimiz o sıradanlığın kötülüğünü kimi yüce amaçlar ardında gizlemeyi maharet bilmiş ve kendimizi kandırabilmişiz!
Asr'a yemin olsun ki; insanlar hüsrandadır.
bu gece katıldığı bir programda, kendisine ait sinemanin hakikati kitabında ki "stalker'ı mantıkut tayr üzerinden okuma" incelemesinin hatalı olduğunu ve bu yazıyı yusuf kaplan etkisi ile yazdığını söylemiştir.
hatta bugünkü aklı olsa bu yazıyı asla yazmayacağını da ifade ederek; o incelemesini bir nevi ret etmiş yazardır.
hatta bugünkü aklı olsa bu yazıyı asla yazmayacağını da ifade ederek; o incelemesini bir nevi ret etmiş yazardır.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar